Not: Bu öyküyüe başlamadan önce, kurguyu anlayabilmeniz için BİRİNCİ ve İKİNCİ bölümleri okumalısınız.
BÖLÜM 3 : SEÇİLMİŞ KÖLE
Geniş ve uzun siyahi tüylü sima, önünde tek sıra halinde uzanmış kadınları teker teker inceliyordu. Bazılarına hiç bakmadan es geçiyor, bazılarına suratını ekşitip elini sallıyor bazılarını ise durup soran gözler ile dikkatli bir şekilde süzüyordu.
Tek sıra halinde dizilmiş olan kadınlar sanki kendilerinden geçmiş gibi bir yüz ifadesine sahiptiler. Normal durumda karşılarında duran ve kendilerini inceleyen yaratığı görmeleri ile çığlık atmaları, kaçmaya çalışmaları, ağlamaları veya korku belirtisi göstermeleri gerekti. Fakat yarı kapalı gözleri ile bu durumun farkında olmayışları oldukça barizdi.
Tüylü yaratık sıranın sonunda bulunan son kadına baktıktan sonra, geriye doğru gelerek tam önlerinde – kendine orta nokta seçtiği bir kısımda duraksadı ve kendi kendine mırıldanmaya başladı.
“Bu Dünya denen gezegenden gelen dişi yaratıklara bayılıyorum! Keşke tüm gezegenlerdeki dişiler bu kadar müthiş olsa..”
Yavaş bir şekilde sağ elini kaldırdı. Bu hareketin hemen ardından, arkasında bulunan üç muhafız hemen kadınların yanlarına gelerek durdu.
İşaret parmağını kadınlara yöneltti.
“Şunu istiyorum ve şunu da alın. Sağ sondakini de getirin. Şunu da getirin – hayır o değil bir solundakini diyorum. Evet onu da alın. Hmm, şu da güzel bir parçaya benziyor, onu da getirin…”
Bu şekilde birkaç kadın daha seçen tüylü yaratık, seçme işlemini bitiriyordu ki arkasından oldukça kaba ve otoriter bir ses duyuldu.
“Helasko, son durumlardan ne haber?”
Helasko dediği tüylü yaratık irkilerek geriye doğru hazırol bir ifade ile döndü.
“Hoş geldiniz efendim. Şu anda tam da Dünya gezegeninden gelen dişileri ayıklıyordum. Bu sefer oldukça iyi parçalar yakalamışız efendim. Seçme işlemi bitti, seçilmişleri görmek ister misiniz?”
Bunları dediği sırada yanlardaki muhafızlara diğer kadınları götürmeleri için el işareti yaptı. Muhafızlar tam tüm kadınları toparlamış odanın dışına çıkartıyorlardı ki otoriter ses tekrar konuşmaya başladı.
“Durun. Oradaki ön sıralarda bulunan kızıl saçlı dişiyi buraya getirin.”
“Ama efendi-..”
“Hemen!”
Muhafızlar otoriter sesi bir daha tekrar ettirmeden kızıl saçlı kadını diğerlerinin arasından çıkartıp Helasko ve diğer otoriter sesin yanına getirdiler. Helasko bu duruma oldukça bozulmuş gibiydi, arkasında birleştirdiği elleri titriyordu.
Sesin sahibi ise Helasko’yu unutmuş kızıl saçlı kadına bakıyordu. Uzun süredir geride bıraktığını sandığı dürtüleri bir anda geri gelmişti sanki. Bir müddet boyunca, artık sadece hayati faaliyetlerini gerçekleştirmek için kullandığı kalbinin o ritmik sesleri çalındı kulağına. Fakat bu anı doyasıya yaşayamadan yine Helasko’nun o sinir edici konuşması başladı.
“Şey efendim. Biliyorsunuz ki gezegenlerden gelen dişileri seçme görevini yapan kişi benim ve ee-şey.. sanırım bu dişi aradığımız kriterlere uygun değil.”
Otoriter sesin sahibi kafasını yavaşça Helasko’ya doğru çevirdi. Yüzünde tehditkar bir bakış vardı. Helasko hata yaptığının farkına anında vardı ama çok geçti.
“Bana kim olduğumu hatırlat Helasko.”
“Ee siz efendimizsiniz lordum.” Tüylü yaratığın yüzünde bulunan birkaç tüysüz yerde, ter damlacıkları rahatlıkla seçilebiliyordu.
“Bana tam olarak kim olduğumu hatırlat seçici!”
“Siz Mazbotların lideri, yüceler yücesi Ogiro’sunuz efendim.”
“Kim olduğumu unutmamana sevindim Helasko. Gövdeni kafasız bir şekilde görmek beni gerçekten üzer doğrusu –tam bu sırada ağzı alaycı bir gülümseme ile kıvrıldı– fakat emirlerimi ve yargılarımı sorgulayacak olursan ölümün bizzat ellerimden olur. Ben Mazbotların kralıyım seni geri zekâlı ve yakında kainat avuçlarımın arasında olacak. İstediğim şeyi istediğim zaman yaparım. Şimdi defol gözlerimin önünden!”
Helasko özür dilemenin veya af dilenmenin bir işe yaramayacağının bilincine uzun süre öncesinden varmıştı. Eğilerek hızlı bir şekilde Mazbotların lideri Ogiro’nun huzurundan ayrıldı.
Ogiro ise sanki az önceki tartışma yaşanmamış gibi kızıl saçlı kadına bakmaya devam etti. O anda odada bulunan tüm tüylü yaratıkların aksine Ogiro bir insandı. En azından bedeni Dünyadaki erkek insan bedenine benziyordu. Aşırı gelişmiş kasları, oldukça heybetli boyu, tüm kafasını kazıtıp ortasında bulunan bir tutam saçı uzatması ve son olarak bir gözünün kızıl bir gözünün ise altın sarısı renginde olması haricinde normal bir insan bile denebilirdi.
Bir müddet sonra elinde parşömen tutan muhafıza yönelerek sordu.
“Köle seçimleri bittiyse diğerlerini karanlık çukura gönderebilirsiniz. Ayrıca bu dişinin ismi nedir?”
“D-dünyadan gelen bu dişiye Tamara diye sesleniyorlarmış e-efendim,” diye titrek bir sesle cevap verdi muhafız.
“Tamara… Parşömenine not al muhafız. Bundan sonra Tamara adlı bu Dünya dişisi artık benim seçilmiş kölemdir. Tüm saraya hatta tüm Mazbota duyurun. Şimdi Tamara’yı alın ve bakımını yapın. Büyüsünün etkisi geçtikten sonra tekrar görmek istiyorum.
Muhafız saygı ile eğildikten sonra Tamara’yı kolundan dikkatli bir biçimde tutup götürmeye başladı. Ogiro’nun yanından ayrılmayı dört gözle bekliyor gibiydi. Odadan çıktıktan sonra doğruca elindeki kadınla beraber mutfağa yöneldi. Dişinin başına bir şey gelmeden kendi sorumluluğundan çıkması için acele ettiği belliydi. Mutfağa geldikten sonra gözleri birisini aramaya başladı.
“Belkira. Belkira hemen buraya gel!” Bağırarak söylediği bu cümlenin hemen ardından mutfağın sağ tarafında bulunan kiler kapısı açıldı ve muhafıza doğru baktı.
“Buyurun, muhafız. Bir şey mi emretmiştiniz?”
“Bu dişiyi görüyor musun? Adı Tamara. Lord Ogiro onu kendi seçilmiş kölesi ilan etti. Şu anda bakımının yapılması gerekiyor. Dişiyi sana teslim ediyorum. Kendisine gelene kadar hazır etsen iyi olur.” Daha cevabın gelmesini beklemeden arkasını dönüp gitmeye başlamıştı bile. Zaten Belkira adlı kadının da ona pek cevap verecek bir durumu yokmuş gibi gözüküyordu. Kızı nazik bir şekilde bedeninden tutup sürüklemeye başladı.
Yavaş bir şekilde yürürken kızın suratına baktı. Ne kadar da genç diye düşündü, saçları tıpkı kendi gibi kızıl rengindeydi. Yüzü daha hiçbir zorluğun hiçbir acının cilvesini tatmamış kadar pürüzsüz ve pamuk gibiydi. Yarı kapalı olan kirpiklerinin ardından çok güzel ela gözler fark ediliyordu. Yazık diye düşündü, daha hiçbir şeyin farkında değil. Kendisini hazırlamadan o lanetlinin karşısında nasıl durabilirdi diye düşündü Belkira. Ama hayır, yüz asır geçilse dahi kimse o pisliğin acımasız yüzü karşısında duramazdı..
Kızın bu haline gönlü elvermedi. Etrafına baktı, hiçbir muhafız yoktu –her zamanki gibi-. Çünkü kaçacak yer yoktu. Kilerin açık kalmış kapısına doğru ilerlerken yan tarafından sessiz bir şekilde “Namole! Namole buraya bak. Yavaşça kilere gel ve arkadan kapıyı kapa,” dedi.
Büyü etkisinde bulunan Tamara ile kilere girdi. Biraz sonra Namole adında seslendiği farklı türden dişi olduğu belli olan bir yaratık da içeri girdi ve kilerin kapısını kapadı. Yer küçüktü ama üç kadına hayli hayli yetiyordu.
“Ne oldu Belkira. Beni niye çağırdın?” Gözü Tamara’ya takıldı. “Ah! Yoksa yine büyü etkisi altında bulunan bir kölenin bağını mı çözmemi isteyeceksin benden. Bunu lütfen yapma Belkira, son seferde olanları unutmadın mı?!”
“Hayır Namole. Bu sefer durumlar farklı. Gördüğün kız senin veya benim gibi normal bir köle değil. Lanetli Ogiro az önce kızı kendisinin seçilmiş kölesi etti. Muhafız kızın bakımını yapmam için getirdi. İsmi Tamara. Fakat daha çok küçük ve körpe. Bu haldeki birisine yardım etmemiz gerek anlıyor musun? Güçlü olmalıyız, seçilmiş köleyi küçük de olsa bir kurtuluş yolu olarak görebiliriz! En azından neyle karışılacağını anlatmalıyız. Hazır olmalı, anlıyor musun?”
Namole isimli dişi yaratık Tamara’nın seçilmiş köle olduğunu öğrendiği an derin bir nefes alıp vermiş ve o arada ‘hiii’ diye vızıldamıştı. Korktuğu her halinden belliydi. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordu. Orada olmasını sağlayan tek şey, Belkira’nın sabit ve zorlayıcı yeşil gözleriydi. Bir süre sonra konuşmaya başladı.
“Tamam Belkira. Ama büyüyü çözüp hemen çıkacağım. Kızın tam olarak ne durumdayken büyüyle bağlandığını bilmiyoruz. O yüzden ağzını kapasan iyi olur. Çığlık atarsan ne seçilmişi kalır ne kölesi.”
Belkira kısa ve sessiz bir kahkaha koyuverdi. “Bu halde bile espri yapabilme yeteneğini kaybetmiyorsun. Tamam tamam, ağzını tutuyorum. Hadi başla.”
Namole’de gülümsedikten sonra sağ elinin avuç içlerini Tamara’nın gözlerine paralel hâle getirip sol elini de boynunda bulunan kolyesine dokundurdu. Kendi gözlerini kapatıp sessizce mırıldanmaya başladı. Avuç içlerini aşağı yukarı oynattı ve yavaşça çekti. Kısa bir duraksamanın ardından gözlerini açtı ve Belkira’ya iyi şanslar bakışı fırlatıp alelacele kilerden çıktı.
Tamara bir süre sonra gözlerini kırpıştırdı. Sonra sanki bir anda tüm bilgiler beynine hücum etmiş gibi çığlık atmaya başladı. En azından çığlık atmayı denedi. Belkira’nın kararlı ve sağlam duruşu ile belki de yerleri gökleri inletecek çığlığı sessiz bir fare iniltisi gibi duyuldu. Debeleniyordu ama Belkira yatıştırıcı komutlar söyleyerek ve boş olan elinin imkân verdiği ölçütte kızın kendisine zarar vermemesini sağlamak için kullanıyordu. Bir süre sonra iniltiler de, tepinmeler de kesildi. Az önce yarım şekilde açık olan gözleri şimdi ardına kadar açılmış hayret verici bir şekilde Belkira’ya bakıyordu.
“Sessiz duracak mısın?” Kız kafasını hafif şekilde aşağı yukarı salladı. Belkira yavaşça ve korkarak ellerini kızdan çekti. Kızın bir an bağıracağını sandı ama Tamara’nın yaptığı tek şey ellerini ağzına götürüp öksürmek oldu.
“Neredeyim ben, ne oldu bana?” Etrafına baktı. “Burası neresi?” Belkira’ya döndü. “Sen kimsin?!”
Belkira biraz da olsa kızın heyecanının yatıştığını anlayıp kıza durumunu kısaca izah etmeye çalıştı. Artık pörtlemiş gözlerle tamamen Belkira’ya odaklanmış kız iyiden iyide sinmişti. Duydukları karşısında besbelli dehşete düşmüştü. Farklı bir dünyada insan harici yaratıkların yaşadığı bir yere getirilip imparatorun seçilmiş kölesi olma durumu pek tabii dehşete düşmesi için yeterli sebeplerdi.
Bir süre daha sessizce Belkira’yı dinleyen kız, korkunun ecele faydasının olmayacağını fark etmiş olacak ki sorular sormaya başladı. Yer hakkında ve bunun ne olduğu hakkında azda olsa fikir sahibi olan kızın iradesinden Belkira oldukça etkilenmiş, hoşnut kalmıştı. Son olarak Tamara’nın sorusu Belkira’nın kendisi ile alakalıydı.
“Peki sen kimsin. Burada ne arıyorsun?”
“Ben de sana bahsettiğim şu kölelerden biriyim küçük hanım. Farklı dünyalardan kendilerine hizmet etme amaçlı getirilen hizmetçilerinden sadece bir tanesi… Kaç yıldır burada olduğumu unuttum, şu an dünyada neler oluyor haberim bile yok.” Gözleri sanki Dünyayı görecekmiş gibi uzaklara dalmıştı. Kendisine getiren ise yine Tamara’nın meraklı sorularından birisi oldu.
“Gerçekten uzun yıllardır burada mısın? Ne kadar da genç gözüküyorsun. Demek daha çocuk yaşta buraya getirildin.”
Belkira sessizce gülümseyip Tamara’nın saçlarını okşadı.
“Hayır evladım, belki de senin büyük annen olacak yaştayım ve buraya getirilirken de senden çok daha yaşlıydım. Sanırım bu lanetli toprakların avunulacak en güzel hediyesi bu. Hiçbir zaman yaşlanmıyorsun. Nasıl geldiysen o şekilde kalıyorsun.”
“Gerçekten mi?” Tamara’nın gözleri parıldamıştı. O yaştaki bir kız için böylesi bir durum ona olağanüstü gelmiş olmalıydı. Fakat bu kilerin dışını görmeden erken karara varması ona büyük kayıplar yaşatacaktı. Yine de bu mutlu ve güzel kızı görünce canından çok sevdiği iki oğlu gelmişti aklına. Kim bilir onlar şu an ne yapıyorlardı. Ve tabii kocası. Acaba onu bulacak mıydı? O kadar yıl geçmesine rağmen kalbindeki o küçücük umut ışığı hiç sönmemişti…
Kendini hayallerden kurtarıp gerçek hayata döndü. Tamara’ya baktı.
“Haydi artık, bu dünyanın gerçek yüzü ile karşılaşma vaktin geldi. Cesur ve sert ol. Göreceğin bir çok şey ile şaşıracak, korkacaksın. Hatta daha bu kapıyı açıp mutfaktaki köleleri gördüğün an başlayacak bu durum. Ama dediğim gibi korkma, sen seçilmiş kölesin. Sana kötü davranmak isteyen herkese hatırlat bunu. Dik dur, Ogiro aşağılığından çekinme. Şimdi sana güzelce bakım yapma zamanı.,” dedi ve gülümsedi.
Kilerden çıkmadan önce Tamara ani bir hareket ile Belkira’ya sarıldı. “Teşekkür ediyorum Belkira. Sen olmasaydın belki de bunlardan bihaber olarak başlayacaktım. Çok teşekkürler.”
Belkira bir şey söylemedi sadece kızın sarılmasına karşılık verip o güzel kızıl saçları okşadı. Tıpkı zamanın ötesinde hayal meyal hatırladığı kendi annesinin ona yaptığı gibi…
Kilerden çıktıktan sonra Tamara pek belli etmese de şaşkınlığını ve korkusunu pek de iyi bir şekilde gizleyemedi. Yeni bir dünya, yeni canlılar ve yeni bir yaşam. Bunların hepsi yarım saatlik bir aşama için oldukça yüklü bilgilerdi. Buna rağmen soğukkanlılığını korudu ve gereken bakımın yapılması için herhangi bir zorlamada bulunmadı. Ona bakım yapanların aslında sadece birer köle olduğunun ve bu işi zorla yaptıklarının Belkira sayesinde farkındaydı.
Bakım işi bittikten, yemeğini yedikten ve biraz dinlenmeden sonra şu çok duyduğu meşhur Ogiro ile karşılaşma vakti gelmişti. Yüzü kendisini iyi saklıyordu lakin içinde fırtınalar kopuyordu. Belkira dahil Ogiro’nun insan olduğunu ya da en azından o görünümde bulunduğunu kimse söylememişti. Bu yüzden aklına binbir türlü yaratık şekli getiriyordu.
Bir müddet sonra Tamara’yı Belkira’ya teslim eden muhafız çıkageldi. Seçilmiş kölenin hazır olduğunu görüp, onun kendisine doğru gelmesi için eliyle işaret etti. Kız gitmeden önce Belkira’ya bakış attı. Belkira evet manasında kafasını salladı. Kız yavaş adımlar ile tüylü yumak olarak düşündüğü yaratığa doğru yürümeye başladı. Yaratık kendisine dokunmadı, geçmesi için önündeki yolu açtı. Fakat kız durdu ve tam da muhafızın gözlerinin içine baktı.
“Seninle gelirim. Ama bir şartım var.”
Muhafız besbelli böyle bir tepki beklemiyordu, yüz ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla afallamıştı. Tamara da başını Belkira’ya doğru çevirdi.
“O da benimle gelecek. Yoksa hiçbir yere gitmiyorum!”
Sinirlenen muhafız yeni yetme bir çocuğun kendisine emir vermesine dayanamadı.
“Sen ne cüretl-..”
“Ben seçilmiş köle cüreti ile konuşuyorum. Unuttun mu? Lideriniz Ogiro. Seçilmiş kölesiyim!”
Artık afallayan kişi sadece tüy yumağı değildi. Mutfaktakiler, Belkira dahil şaşkınlık içinde kıza doğru bakıyorlardı. Herkes Tamara’nın kafasının koparılmasına sadece bir an kaldığı düşüncesindeydi. Fakat beklenen olmadı, hatta daha da şaşırtıcı bir şey oldu. Mazbot sarayında belki de ilk defa, daha kim olduğunu bile bilmeyen bir seçilmiş kölenin isteğine saray muhafızı olumlu yanıt verdi.
“Peki seçilmiş dişi. O’nu da yanına al.” Muhafızın kafası Belkira’ya doğru döndü. Daha sonra bu konuyu seninle detaylı olarak konuşacağız, der gibiydi. Belkira bir an olsun sinme tepkisi göstermedi hatta daha da dik durmaya başladı. Hızlı adımlar ile Tamara’nın yanına yürüdü.
“Artık gidelim mi? Kralımızı bekletmek istemeyiz, değil mi?” Belkira zafer edasıyla muhafıza çaktırmadan mutfaktakilere gülümsedi. Çoğundan bu gülümsemeye karşılık buldu. Gülümsemeyen bir iki kişi ise o anın şaşkınlığından hala kurtulamamış kişilerdi.
Belkira, Tamara ve saray muhafızı sessizce hiç konuşmadan Ogiro’nun odasına yöneldiler. Küçük ve sade bir oda bekleyen Tamara içeri girdiği zaman ilginç şekilde döşenmiş geniş bir oda buldu karşısında. Duvarlarda ilginç desenler vardı, tavanı ise oldukça yüksekti. Muhafıza benzeyen birçok tüylü yaratık üstlerine şorta benzeyen bir giysi harici çıplak geziniyordu. Renkleri farklıydı. Tamara kendi içinde bu hayvanlardan tiksinmişti. Kendisini seçilmiş kölesi yapan yaratığın bu tür olması ne kadar da acı vericiydi. Gerçeğin hâlâ daha farkında değildi.
Bir süre sonra muhafız ikisini de durdurdu.
“Pekâlâ seçilmiş dişi. Belkira’nın sana eşlik edeceği yer buraya kadar. Hatta benim de sana eşlik edeceğim yer buraya kadar. Şu sarı tüller ile kaplı kapıyı görüyor musun? Ogiro orada seni huzuruna kabul edecek. Sen çıkana kadar da Belkira isterse burada bekleyebilir.”
Tamara sessizce ve birazda heyecanlı bir şekilde Belkira’ya baktı.
“Muhafız haklı tatlım. Buradan sonrası tamamen tek başına izlemen gerek bir yol. Ben seni tam burada oturup bekleyeceğim. Hadi git.” Önünde bulunan ilginç bir koltuğa benzer şekle oturdu ve Tamara’ya doğru tatlı tatlı gülümsemeye başladı.
Tamara’da daha fazla itiraz etmeden kaderine doğru yürümeye başladı. Ne olacağı bundan sonra kestirmenin mümkünâtı yoktu.
Tamara gittikten sonra Belkira’ya dönen muhafız; “Ne dersin? Sence kaç gün yaşayacak. Bana sorarsan yirmi alev topunu göremeyecek.” Sesli bir şekilde gülmeye daha doğrusu hırıldamaya başladı.
“O kız burada olduğu sürece ebediyen hayatta kalacak. Ayrıca kaç kere söylemem gerek o alev topu dediğin gündüz vakti seni kıl torbası…” Boşuna uğraşıyordu, muhafız çoktan gitmişti bile.
Bir süre kapıya bakan Belkira tiksinircesine içten içe söylenmeye devam etti. Tamara’nın durumunu şu anda kimse tahmin edemezdi. Kendisi bile ne olacağını çok merak ediyordu. Fakat tam o anda yan tarafında bir hırlama duyduğunu sanıp o yöne doğru baktı.
Eli ani bir hareket ile kalbine gitti. Bir an, sanki göz açıp kapayıncaya kadarki geçen süreç içerisinde oğlu Tedie’yi gördü sandı. En azından oğlunun simasına benzeyen bir adamı! Biricik oğlunun sevgisi ve hasreti bir anda tüm bedenini kapladı. Ne olmuştu? Bir anda nereden çıkmıştı bu? Derin derin nefes alıp verdiğini de anca fark edebildi. Kaderin onunla oynadığı yetmemiş gibi bir kez daha mı başlıyordu. Bu kadar olaydan sonra ve de tam şu anda nereden çıkmıştı şimdi o görüntü?
Yavaş bir şekilde aklında bu yeni olayı düşünerek yerinden kalkıp çıkışa doğru yönelen Belkira’nın aklında işte bu sorular vardı. Kaderin kendisi ve ailesi için neler yaptığını en yüce güçler bile tahmin edemezdi. Gelecek daha yazılmamıştı ve kimse kendi kaderinin hangi doğrultuda çizileceğini bilmiyordu.
Belkira bu olaylara dalmışken verdiği sözü unutup Tamara’yı, seçilmiş köleyi, tek başına bırakmıştı. Acaba yaptığı bu küçücük durum ile kaderin seyri değişecek miydi? Kimse bilmiyordu…
Not: Bu öykü, her ay yazılmaya ve yeni gelecek tema ile bağlantılı olarak sunulmaya devam edecektir.
Hakan abi diğer bölümler gibi yine şahaneydi hayal gücüne sağlık =P
Herzamanki gibi, tebrikler. Bu biraz ara bölüm havasındaydı. 😛
Aylık hikaye yazmanın gazabına uğruyorsun sen de benim gibi 🙂
Hikayen genele bakıldığında halen güzel ancak ara bölüm havası vardı gerçekten, sanki bir dizi-filmin gelişme safhası gibi.
Bence bu bölüm diğer iki bölümden daha iyiyidi. Anlatım sadeleşmiş, devrik cümleler azalmış, betimlemeler daha sade ama daha belirgin. Özetle, çok sevdim! Böyle devam edin, yazdıkça stiliniz gelişiyor. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere…
Selamlar,
Yine bir ben klasiği olarak ayın son günlerine doğru da olsa yorumumu yetiştirmenin mutluluğunu yaşıyorum. 😛
Okurken sürekli durup iyi ki yazman konusunda ısrar etmişim, dedim. Birkaç saatte pişen bir yemek için fazlasıyla başarılı olmuş. Tebrik ederim.
Birkaç yerdeki yazım yanlışının dışında, gözüme “hata” olarak takılan bir şey olmadı. Güneş’e “alev topu” sıfatını vermen de ayrı olarak hoşuma gitti.
Sonuç olarak ellerine sağlık, güzel bir ara sıcaktı. Her ay başına ekşimeye devam edeceğime göre, her ay yepyeni öyküler (ya da bölümlerle) bizlerle olacaksın demektir. O yüzden bu temenniyi atlıyor ve yeni ayı merakla beklemeye başlıyorum. 🙂
Bulduğun isimler konusunda gerçekten de haklısın, değişik isimlere yer vermen öyküyü daha eğlenceli kılmış.
Hepinize yorumlarınız için teşekkürler.
Tamamen son anda yazılmış bir bölüm olduğundan, olaya biraz daha geniş bir açıdan bakmak ve öykü isminin hakkını vermek için, bu ırkın dünyasına da girmek istedim. Kendi adıma çok beğendiğim ve keyif aldığım bir bölüm oldu. Sizlerin de beğenmesi beni ayrıca mutlu etti. 🙂
Yazmam için zorlayan Onur’a da sonsuz teşekkürler. O olmasa sanırım bu ayki seçkide bir şeyler yazmayacaktım.
Tekrar teşekkürler.