Öykü

Kandan Adam

Her gecenin sabahı olduÄŸu gibi, her yeni günün de bir kahvaltı hazırlama uÄŸraşı olmaktaydı. Genellikle kadınların istemeye istemeye ve oflaya oflaya yaptıkları bu hazırlık, kocalarının onlara verdikleri bir öpücükle sular altında kalmış bir kent olur giderdi. Böyle bir günün kış sabahında, otuzlu yaÅŸlarındaki Ada eÅŸiyle beraber uyuduÄŸu yatağından kalkmıştı. Nicolas yani eÅŸi Amerika’da doÄŸmuÅŸ, orada büyümüş, üniversite okumak için buraya gelmiÅŸ bir Amerikan vatandaşıydı. Yeni tanıştığı birileri ona ÅŸaÅŸkın yüz ifadeleriyle bakarken ”neden buraya geldin?” gibisinden sorular sormaktaydılar. Nicolas da en az Ada kadar (soru sorulmasından nefret eder) bu durumdan sıkılmıştı. Son zamanlarda sorulduÄŸunda dalga geçmek için ”Afroamerikalılardan bıktım ve buraya uçtum!” derdi. Nicolas Ada’dan kimliklerine göre yedi yaÅŸ küçüktü. Lâkin onlara yolda denk gelen ve bakma zorunluluÄŸu hisseden insanlar, onların aynı yaÅŸta olduÄŸunu gösteren bir belgeye düşünmeksizin imza atabilirdi. Nic (Ada ona öyle der) üniversitede son senesini geçirmekteydi. Derslerini verebilirse, diplomasını (tavla maçlarında kaybettiÄŸinde yaptığı gibi) koltuÄŸunun altına sıkıştıracak ve bağıracaktı. ”Ben doktorum!”

Ada iki sene önce ikinci defa âşık olmuÅŸtu. Ä°lk eÅŸinden ve de tek çocuÄŸunun babasından ayrıldıktan dört yıl sonra. Takvim bugün de geçtiÄŸimiz senelerde olduÄŸunu gibi onunla oyun oynamaktaydı. Çünkü bu tarih eÅŸinden mahkeme kararıyla ayrılmasını göstermekteydi. Ve Nicolas’la tanışma ya da abartmazsak âşık olma yıl dönümünü. 5 Ocak 2012. Kadın ilk kata inerken, kahvaltı için ne hazırlayacağını düşünmekteydi. Gerçekten de zor bir iÅŸti. Yaz aylarında Nic Türkiye’den gittiÄŸi için evde sadece kendisi ve kızı olurdu. Ece de Nicolas’dan birkaç gün sonra babaanne ve dedesini görmek için Ä°zmir’e giderdi. KuÅŸlardan biri uçarak biri de trenle evi terk ettikten sonra sadece diÅŸi kuÅŸ kalırdı. Yazın dışarıda yiyebilirdi. Bütün kuÅŸlar evdeyken yemek yapmak, temizlik yapmak gibi ev iÅŸleri iki kat daha zorlaşırdı. Ece’nin babası Ankara’daydı. Eski âşkını dört senedir görmemiÅŸti.

Ömür uzunluÄŸunu yetmiÅŸ yaÅŸtan hesap edersek orta yaÅŸlı kadın mutfağın kapısını açarak içeriye girdi. Buzdolabının hemen yanındaki takvimde tarih 4 Ocak 2012‘yi göstermekteydi. Ä°nsanlar yarı yıl tatillerinde günleri ve tarihleri unutabilirler. Bu çok normaldi. Her insanın başına gelemeyecek bir ÅŸeydi. Ada’nın arkasına bakmadan yoklama taktiÄŸiyle geceden masanın üstüne bıraktığı telefonu ararken elini kesmesi gibi. Kızının gece yediÄŸi yiyecek paketlerinin arasından çıkan bir bıçak elini kesmiÅŸti. Ece yaşındaki kızların anneleri gibi kilo takıntıları yoktu. Altı yaşındaydı, sıcak çikolata renginde saçları vardı. Anne ve babasının ortak özelliklerinden birisini almıştı; beyaz tenliydi. Åžimdi mutlaka yatağında aÄŸzı bisküvi kırıntılarıyla birlikte mutlu mesut yatağında uyuyordu.

Ada telefonun tarihine baktı ve mutfaktaki takvimle aynı olduÄŸunu gördü. 4 Ocak 2012. Evin içerisine bir kuÅŸ girip yukarıdaki takvimin sayfalarından birini yememiÅŸse… Nicolas iÅŸ başındaydı demek, diye düşündü. Takvimlerden nefret ederdi. Amerikan geleneklerinde olmayan bir ÅŸey olsa gerek. Dışarıda kulağına hoÅŸ gelen bir parça duydu. Büyük ihtimal Deep Purple ya da Pink Floyd. Parçaların uzaktan gelen sözleri kulaklarda ünlem iÅŸareti bırakıyordu. Ada cama koÅŸtu ve kırk sekiz saattir yaÄŸan karın oluÅŸturduÄŸu manzara baktı. Bahçelerin önü Allah’ın örtülerinden en güzeliyle kaplanmıştı. Örtüye zarar vermeyi kimse istemezdi. Ama çocuklar iki, bilemedin üç saat sonra dışarıya fırlayacak ve her yeri kara bulayacaklardı. Camlara dokunmamış karlar bile onlar sayesinde cama öpücük vereceklerdi. SoÄŸuk ve ruhsuz.Ada’ya atılacak kar toplarından biri isabet etseydi böyle derdi. Mutfağın kapısı tekrar açıldı. Terlik giymiÅŸ ayaklar, zeminde kar botları kadar ses yapmıyordu. Terliklerle ilerleyen ayakların bedeni elinde bir silah taşımaktaydı. Ada’nın arkasında duran adam kadının kafasına silahın en sert kısmıyla vurdu. Ada’nın dünyası döndü. Uzaklarda canlanmaya baÅŸlayan ÅŸarkı sesleri, son gördüğü kar tanelerine karıştı. Kâinat gözlerini açarken o gözleri kapandı.

Baygın halde yatarken gördüğü rüya benzeri görüntülerde Nicolas olmuÅŸtu. YavaÅŸ ve sakin adımlarla üst kata çıkıyordu. Ellerinde siyah ve derin eldivenler vardı. Bu görüntüyle Amerikan ajanlarına benziyordu. Direkt olarak Ece’nin odasına yöneldi. Ne yapacak? Ona ne yapacak? Nicolas odaya girdiÄŸinde Ece’nin sol taraftaki yatağına yürümeye baÅŸladı. Åžirinler çizgi filminin karakterleriyle süslenmiÅŸ mavi nevresim takımının içinde Ece uyuyordu. Hâlâ uyuyor! Uyan! Uyan! Ece uykudaydı ama gülümsedi. Nicolas onu kucakladı. O kadar hafifti ki Ada bile onu kaldırabiliyordu. Nicolas Ece kucağındayken evin dış kapısına bir koÅŸturma tuttu. Kapıya tekme attı ve kapıyı kırdı. Ece çıkan sesi duymadı. Kafasının kapının sivri köşesine çarptığını hissetmedi. Onu öldürmeyecek… Hayır, onu öldürecekti DiÄŸerlerini öldürdüğü gibi, kafasına bir kurÅŸun sıkacaktı. KuÅŸlar silah sesinden korkup havalanırken eve dönecek ve eÅŸyalarını toplayacaktı. Hayır, öyle de olmayacaktı. Onu gömmesi gerekiyordu. DiÄŸerlerini gömdüğü gibi. Nicolas çevresine bakındı. Gayet rahattı. Yüzmek için hazırlanan bir yüzücü havasındaydı. Ece onun lanet gözlerinden çevreyi izlerken kardan adamları görüverdi. Bunlar burada deÄŸildi! Rüyadayım. Evet, öyleyim. Amerikan korku filmleri ve dizileri. Hepsinin sebebi bunlar! Ece’yi sert bir ÅŸekilde yere bıraktı. Kız uyandı. Yüz üstü düştüğü için Nic onun uyanıp uyanmadığını bilmiyordu. Silahı başına dayadı, birkaç saniye sonra ateÅŸledi.

”Anne! Kandan adam!” Ece’nin kanlanan aÄŸzından çıkan son sözler oldu.

Ada uyandığında güneÅŸ doÄŸmak üzereydi. Yaklaşık yirmi dört saat önce düştüğü yerden kalktı. Karşıdaki takvime baktı. Kanlı bir el tarafından bir parçası koparılmıştı. Yine de gözüküyordu. Tarih 5 Ocak 2012‘ydi. Elindeki telefonda on dört cevapsız çaÄŸrı vardı. Tarih 5 Ocak 2012′ydi. ÇoÄŸu annesinden birkaçı da babasın gelmiÅŸti. Gördüğü görüntüleri hatırladığında camdan dışarı baktı. Bahçede sekiz tane kardan adam duruyordu. Dışarı fırladı ve terleri göz yaÅŸlarına karışarak oraya kadar koÅŸtu. Kapı kırılmış. Bahçeye vardığında etrafa bir göz gezdirdi. NASA’nın uzaya gönderdiÄŸi teleskoplar kadar dikkatliydi. Kan izi yoktu. Çok şükür! Ayağını kaldırdığında kan izinin botlarında olduÄŸunu gördü. Kıyafetleri de kan içerisindeydi. Çevresinde kimseler gözükmüyordu. Nic’te de aynıydı. Kardan adamlardan en önde ve geniÅŸ olanının yüzünü temizledi. Karşısına çıkan yüz bundan altı sene önce karşısına çıkan yüzün büyümüş haliydi. Ada dizlerinin üstüne çöktüğünde polis sirenleri ritmik bir biçimde çalmaya baÅŸlamıştı.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *