…korku hikâyesini anlattıktan sonra elindeki feneri kapattı. Karanlığının artmasıyla istemsizce yorganlarını üzerlerine çekip daha da yataklarına gömülmüşlerdi. Sadece son hikâye anlatacak kişinin feneri açık kalmıştı. Örgülü saçlı kız korktuğunu belli etmemek ve kendini rahatlatmak adına hikâyesini anlatıp fenerini söndüren kısa saçlı kıza döndü.
“Hayalet, cin bunlar hep uydurmaca. Hem varsa bile şimdiye kadar neden hep hikâyelerden duyduk da hiç görmedik?” dedi.
“Onlar hep vardı ama sen hiç denk gelmedin. Ya da hiç görmek istemedin. Bu yüzden de sana görünmediler.” dedi kısa saçlı kız ve hınzır bir şekilde gülümsedi. Örgülü saçlı kız içten içe korksa da bunu belli etmemek için umursamaz tavırlar içerisine girip son hikâye anlatacak olan kıza döndü.
“Sıra sende,”dedi.
Elinde feneri açık olan kız, arkadaşlarının gözüne fener tutarak:
“Anlatacağım şey karanlıkla ilgili. Bu fener kapandıktan sonra olacaklar hiç mi hiç hoşunuza gitmeyecek,” dedi. Hiç kimse sesini çıkarmadan anlatmasını bekliyordu. Kız feneri aşağıdan yüzüne doğru tutup anlatmaya başladı:
“Bu hikâyeyi bana anneannem anlatmıştı. Bunu daha annem doğmadan evvel yaşadığını söylerdi. Anneannem gece sahura kaldığında mutfağa yemek hazırlamaya gitmiş. Uykulu hâlde yemek hazırlarken birden hiçbir şeyi duymamaya başlamış. Panikleyerek dedemin yanına gitmiş. İkisi de birbirlerinin dudaklarının oynadığını görüyor fakat hiçbir şeyi duyamıyormuş. Dedem anneanneme sarılıp sakinleştirmiş ve sonrasında yüzüne bakıp kulaklarını göstermiş. Anneannem dedemin de duymadığını anlayınca sadece kafasını sallamış. Korku ile dua etmeye başlamışlar. Yaklaşık on dakika sonra ikisinin de kulakları açılmış. Ama keşke açılmasaydı demişler. İlk duydukları şey ise komşularından gelen çığlık sesleri olmuş. Dedem anneannemin elinden tuttuğu gibi yardıma koşmuşlar. Komşuları dedem ve anneannemin yaşlarındaymış ve bir tane kızları varmış. Dedem anneannemi arkasına alıp kapıyı çalacakken kapının aralık olduğunu fark edip birlikte içeri girmişler. Gördükleri manzara karşısında oldukları yerde donakalmışlar. Çiftin kızları kulaklarından kanlar akmış ve gözleri patlamış şekilde yerde yatıyormuş. Yerde yatan kızın annesinin ve babasının çığlıkları bıçak keskinliğinde imiş. Olaylar yatıştığında kızın annesi babası neler olduğunu anlatmışlar.
“Kulaklarımız birden duymamaya başladı. Evin açık ışıkları üç kere yanıp söndü ve sonra her şey tamamen karanlığa gömüldü. Evin içinde kara çarşaflı bir gölge belirdi. Dışarıdan gelen ışık ile hayal meyal görünüyordu. Evin ışıkları tekrardan yandığında ise kızımızı yerde kanlar içinde bulduk. Gerisini ise hatırlamıyoruz.” demişler.
Bu olay köyde birkaç gece daha yaşanmış. Sonucunda gözleri patlamış ve kulakları kanlar içerisinde birkaç kız daha bulunmuş. Sağır ve karanlıkta bırakıp kızların canını alan çarşaflı gölgeye de “Sağır Sultan” demişler.” dedi hikâyeyi anlatan kız. Sonra da arkadaşlarının korku dolu yüzlerine fenerini tuttu. Hepsinin yüzü korkudan bembeyaz olmuştu.
“Feneri kapatmasan olur mu? Böyle uyuyalım mı ne dersiniz,” dedi yorganı boynuna kadar çekmiş olan kız. Hepsi bir ağızdan fenerin kapanmaması için homurdandılar ve hikâyeyi anlatan kız kabul ederek yanındaki komodinin üstüne feneri dik duracak şekilde yerleştirdi. Fener üç kere yanıp sönerek kapandı.
Örgülü saçlı kız, “Sen yaptın değil mi? Bizi korkutmaya çalışıyorsun ama yemezler. İyi gecel…” diyemeden odada bulunan kızlar kulaklarının duymadığını fark ettiler. Odadaki kızlar yataklarından kalktı ve birbirlerini görebildikleri kadar yakın durmaya çalışıp çığlıklar eşliğinde duymadıklarını belirtmeye çalıştılar. Kulaklarıyla duyabildikleri tek şey sessizliğin uğultusuydu.
Oda birden buz kesti. Kapının yavaşça aralanıp içeri kara çarşaflı bir gölgenin girdiğini gördüler. Kızlar, attıkları çığlıkları duymadan çırpınıp, kapıdan giren gölgeye bakıyordu. Çarşaflı gölge kızların önünde durdu. Odada bulunan tüm ışıklar, kızların kulakları ile aynı anda açıldı.
Karşılarında “Sağır Sultan”ın dağılmış paramparça yüzünü gören kızlar duydukları tiz ve şuur kapatıcı ses ile yere yığıldılar.
Merhaba,
"Daha da"yı sıfat gibi yazmıÅsınız, zarf olduÄu için fiilden önce olması gerekiyor.
“Örgü saçlı” kulaÄa daha doÄru geliyor.
Birincide gözden kaçmıÅtır diye düÅündüm ama ikinci kez rastlayınca belirtmek istedim: “Son hikâyeyi” ya da “son bir hikâye” olması gerekiyor.
“Feneri tutarak”, ya da daha da iyisi “Feneri arkadaÅlarının gözüne tutarak” olmalı.
“Bıçak keskinliÄinde çıÄlık” makul bir betimleme, ama cümleyi bu Åekilde yazdıÄınızda çıÄlık sanki fiziksel olarak keskinmiÅ izlenimi veriyor.
Bunu çok fazla söylüyorum ama yapacak bir Åey yok: Türkçe’de “tekrardan” diye bir kelime yok, doÄrusu yalnızca “tekrar”.
Korku ifadesi iki kere kullanılmıÅ. Ä°kinci cümlede hiç kullanılmasa da biz yüzlerinin bembeyaz olma sebebini biliyoruz, bu yüzden “korkudan” kelimesi gereksiz.
“EÅliÄinde” kelimesi burada bence tuhaf durmuÅ, korku dolu atmosferi anlatamamıÅ. Aynı Åekilde “belirtmeye çalıÅmak” da panik havasına uymuyor. “ÇıÄlık atarak duyamadıklarını anlatmaya çalıÅtılar.” gibi bir cümle daha uygun olur.
Hikâyenin konusu sıradan bir korku hikâyesi ve o hikâyeyi anlatıp/dinleyip yaÅayan bir grup genç. Bu konu gerek filmlerde, gerek öykülerde çokça iÅlendiÄi için bir adım öteye taÅımak adına kurguyu biraz daha detaylandırabilirdiniz. EÄer kurgu bu haliyle kalacaksa, o zaman dili çok daha vurucu olmalıydı. Bu haliyle bana eksik geldi, fakat daha çok okuyup kendinizi geliÅtirerek daha iyilerini yazabilirsiniz.