Geceden beri durmaksızın yağan yağmur sonbaharın geldiğini müjdeler gibiydi. Sonbaharı seviyordu Yankı ve yağmurdan da şikayetçi değildi. Üzerine örttüğü battaniye sıyrılarak yere düşmüştü, eğilip almak gibi bir düşünceye kapılmadı. Yatağında gerindi, odanın soğukluğuna aldırmayarak tavanı izlemeye devam etti.
Sabah olmak üzereydi, belki de olmuştu ama bunu anlamak o an için pek mümkün değildi.Dışarıda o sonbahara özgü havalardan biri vardı. Koyu gri ağırlıklı bulutlar aşağı doğru çökmüş ve yeryüzünü örten bir kubbe görevi görmüştü. Yağmurun da etkisiyle kasvetli bir hava oluşmuştu. Yaz aylarından hoşlanan biri için cehennemin tarifi bu olmalıydı.
Odanın kapısı açılıp içeri biri girse o an Yankı’nın ruhunu Azrail’e teslim ettiğini düşünebilirdi. Hareketsiz, gözleri bile kıpırdamaksızın tavanı izliyor oluşu onu, ölü bir adamdan farksız kılıyordu. Neyse ki böyle bir durum söz konusu olamazdı. Çünkü Yankı evde yalnızdı. Bir süredir hayatta da yalnızdı. Sevgilisiyle ayrılmış olduğu gerçeğine bir türlü alışamamıştı. Bu ilişkinin yalnızca ölümle sonuçlanacağına o kadar çok emindi ki, bir an olsun ayrılığı aklının ucundan bile geçirmemişti. Mutluydular, keyifleri yerindeydi, ayrılmak gibi bir düşünceleri yoktu, ne olduysa birden bire olmuştu. Olay yaklaşık otuz üç gün önce yaşanmıştı.
***
Yankı elindeki hediye paketiyle, çocuklar kadar şen bir şekilde Bensu’nun kapısına dikildiğinde saat sabahın yedisiydi. “Günaydın!” diye bağırıvermişti, Bensu uykulu bir şekilde kapıyı açtığında. Karşısında Yankı’yı görmeyi beklemeyen Bensu afallamışsa da, hiç bozuntuya vermemişti. Sessiz olmasını belirtircesine elini sallayarak içeri girmesine izin vermişti. Yankı arkasına sakladığı kocaman hediye paketini sallayarak içeri girdi ve soluğu evin salonunda aldı. Arkasından kapının kapanış sesi duyuldu. Bensu mahmur gözlerle Yankı’nın ardından salona girdi. Koltuğun üzerindeki kocaman hediye paketini görüp gülümsedi.
“Daha sessiz bir şekilde gelemez miydin? Bugün günlerden pazar ve herkes evinde uyuyor farkında mısın? Ne işin var bu kadar erken bir saatte burada?”
Bensu’nun soruları peş peşe gelmişti ve Yankı bu sorular karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğine karar verememişti henüz. “Ama bugün senin doğum günün!” diyebilmişti sadece, eliyle koltuğun üzerinde durmakta olan hediye paketini işaret ederek. “Ben düşünmüştüm ki…”
“Ne düşündüğün umurumda değil. Şu an tek isteğim uyumak!” diye kükredi Bensu, bir yandan da elleriyle gözlerini ovuşturuyordu. Yankı tam o anda bu durumu hoşnutlukla karşılamaya karar verdi ve kendine has gülüş stilini bir kez daha konuşturdu. İki adım attı ve Bensu’yla burun buruna geldi. Elleri hala gözlerinde olan Bensu görüş alanını tekrar açtığında Yankı’yı bu kadar yakınında görünce ürktü. Bunda hala uykulu oluşunun da etkisi vardı.
Yankı bugüne dek tattığı duyguların top onunda ikinci sırada yer alan “sevgiliye sarılmak” eylemini gerçekleştirdi. Sıkıca sarıldı Bensu’ya. Boynuna doğru gömdü kafasını ve sıcak vücudunun tatlı ter kokusunu içine çekti. Çok iyi gelmişti bu koku. Sabah sabah ciğerleri açılmış gibi hissetti. “sevgilinin kokusunu içine çekmek” top onda üçüncü sırada kendine yer bulmuştu. Aslında aldığı zevk sarılma duygusunu alaşağı ederdi lakin sarılmadan bu kokuyu içine çekmesi bir hayli zor olduğundan, sarılma eylemini ikinci sıraya yerleştirmekte bir sorun görmemişti.
İki duygunun bir arada oluşu bu anı eşsiz kılıyordu. Muhteşem bir duyguydu bu. Kafasını kaldırdı, yanağına bir öpücük bıraktı (“sevgilinin yanağından öpmek” top onun beşinci sırasında yer alıyordu) ve geri çekildi. Bu durum Bensu’nun hoşuna gitmişti. Bir süre birbirlerine bakan ikili gülümsemeye başladı. Yankı’nın elinden tutan Bensu onu arkasından sürüklemeye başladı. Salondan çıkıldı, uzunca hol adımlanarak son buldu ve başka bir odaya girildi. Bensu’nun yatak odasıydı burası.
Eflatun perdeler çekilmiş, eflatun yatak örtüsü ise sıyrılmış bir vaziyetteydi. Eflatun abajurlar titrek bir ışıkla odayı aydınlatıyordu. Dışarıda güneş henüz yeni doğmuş olmalıydı ama içeride loş bir ortam vardı.
Bensu Yankı’nın elini bıraktı ve yatağa oturdu. Bir yandan gülümsüyor bir yandan da soyunuyordu. Eflatun geceliğini çıkararak tuvalet masasının üzerine bıraktı. Sonra üzerindeki penguen resimli tişörtü ve ardında da diz kapaklarının hemen aşağısında son bulan siyah renkli desensiz kapriyi çıkardı. İkisini de gelişigüzel yere fırlattı. Ayağa kalktı. Turkuaz renkli sutyenine gelmişti sıra, hafif bir çıt sesinden sonra o da çıkmış ve rastgele yere atılan giysiler kervanına katılmıştı. Sutyenin altında her daim diri olan göğüsler ok gibi fırlayıvermişti dışarı. Bir erkek elinin değmediği belli oluyordu. Sıkılmamış ama sıkılmak için bekleyen taptaze, capcanlı göğüsler. Tek bir el hareketiyle sıyrılan külotu da bacaklarından aşağı hızla inivermiş ve ayak parmakları onu vücudundan ayırma işleminin finalini hazırlamıştı.
Tüm bu olan biteni sessizce, şaşkın bakışlarla takip eden Yankı, karşısında sevişmek için hazır bulunan bedene baktı. Gerçekten karşısında duran Bensu muydu, yoksa bu bir rüya mıydı? Eğer rüya idiyse bu fırsatı çabuk değerlendirmeliydi, yok eğer gerçek idiyse bu fırsatı gene çabuk değerlendirmeliydi. Bu fırsat değerlendirilmeliydi.
Vücudunu kendi isteğiyle sevgilisinin ellerine teslim eden kadın sayısı, etmeyenlere oranla az olmalıydı. Bu durumu yaşayan erkeklerin çabuk davranıp sevişmeye başlama hızını merak etti Yankı, sanki o anda tek merak ettiği şey buymuş gibi. Seksi merak ediyordu Yankı, nasıl bir his olduğunu. Daha önce hiç yaşamamasına rağmen top onunda ilk sıradaydı. Neden ilk sıraya koyduğuna gelince, bugüne dek yaşadığı duygulardan daha iyi olacağını düşünüyordu, buna o kadar emindi ki, henüz yaşamamış olmasına rağmen, yaşadıktan sonra top onundaki sıraları bir basamak kaydırmamak adına ta en başta ilk sıraya yerleştirmişti “sevgiliyle yapılan seks” adlı maddeyi. Şimdi ise bu duyguya o kadar yakında ki, kendine inanamıyordu. Daha fazla zaman kaybetmedi, çabucak üstünü çıkardı ve Bensu’ya doğru adım attı.
Bir süre ayakta öpüştüler -ki bu top onun dördüncü sırası demekti-. Ateşli bir öpüşmeydi. Birbirlerinin dilleri ağızdaki o bilindik derinlikte kayboluyordu. İğrenme gibi bir durum söz konusu değildi. Yavaş yavaş yatağa yaklaşan ikili birkaç kalp atımı süresi sonunda kendilerini yatakta buldu. Seksten önceki vahşice bir ön sevişmeydi bu.
Birkaç saniye öncesine kadar leylak kokan oda şimdi tam anlamıyla aşk kokuyordu, şehvet kokuyordu. Birbirine karışan iki tenin uyumu odadaki tüm eşyaları kıskandıracak cinstendi.
Seksin ne demek olduğunu bilmeyen biri şu anda odaya dalsa yataktaki ikilinin kavga ediyor olduğunu düşünebilirdi. Üstlerinde herhangi bir kıyafet olmamasına ve neden yatakta olduklarına da şöyle dahiyane bir yorum getirebilirdi: “Bu gerçek bir kavga, o yüzden vücutlar çıplak. Yatak da ring görevi görüyordur büyük bir ihtimalle.” Daha sonra da rahat rahat kavga etmeleri için geldiği gibi geri çıkardı. “Nasıl olsa kazananın kim olduğunu öğrenirim” diyerek de olaya kendi açısından son noktayı koyardı. Neyse ki böyle bir şey olmadı.
Zevkin doruklarına varan Bensu ve Yankı nihayet bir son vermeleri gerektiğine karar vermişlerdi. İkisinin de vücutlarında ter damlacıkları oluşmuştu. Yorgun bir şekilde yatakta uzanıyorlardı şimdi. Hayatlarında yaşadıkları en önemli deneyim bu olmalıydı. Yankı tavana bakarak, seksi top onunda ilk sıraya yerleştirerek ne kadar doğru bir karar vermiş olduğunu düşünüyordu. Biliyordu işte! Seks her şeyden farklıydı. Ve artık dünyadaki en güzel duygu olduğunu düşünüyordu.
Bensu evlenmeden önce sekse karşı olduğunu, bulduğu her fırsatta tekrarlamaktan geri kalmıyor ve tekrarladığı her anda da Yankı’nın hevesini kursağında bırakıyordu. Ama az önce müthiş bir sevişme geçmişti aralarında ve Bensu’nun bir numaralı ana kuralı artık geçerliliğini yitirmişti. Şaşkındı Yankı. Bunun içindir ki tek kelime etmeden tavana bakmayı sürdürdü.
Sonra bir şey oldu.
Bensu yataktan fırladı ve sanki az önce kendisiyle sevişen kız o değilmiş gibi çıkardığı giysilerini hışımla alıp odayı terk etti. Yankı afallamış gözlerle izledi olan biteni. Bensu odadan çıktıktan sonra da arkasından bakakaldı. Bir süre sonra kalktı ve o da üstünü giyindi. Bensu odaya tekrar girdiğinde, geçen doğum gününde Bensu’nun hediye ettiği gömleğin sağ kolunu giymiş, sol kolunu da giymek için uğraşıyordu.
“Hemen buradan gitmeni istiyorum,” dedi Bensu, Yankı’nın yüzüne dahi bakmadan.
“Ne o…” sözlerini bitiremedi Yankı, Bensu tarafından kesintiye uğramışlardı çünkü.
“Tek kelime dahi etme. Hemen buradan git!” diye kükredi Bensu. Bu sefer gerçekten sinirlendiği belli oluyordu.
Yankı bu durumda cevap vermenin doğru olmayacağına kanaat getirerek boynu bükük bir şekilde odadan çıktı. Uzunca holü adımladı, salonun önünden geçerken gözü koltuğun üzerine bıraktığı hediye paketinin üzerine takıldı. Durmadı, yürümeye devam etti. Dış kapının önüne dek arkasına bakmadan ilerledi. Kapıyı açtı. Çıktı. Arkasından kapattı.
Neler olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Kadınların anlamsız hal ve hareketleri olurdu. Bunu da onlardan biri sanmış ve bu yüzden pek üstelememişti. Nasıl olsa birkaç saat sonra Bensu mesaj atardı.
***
Atmamıştı. Ne o gün, ne de o günden sonra. Tam otuz üç gündür Bensu Yankı’ya mesaj atmamıştı. Bu durumda Yankı’nın hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi beklenemezdi.
Kötü günler geçirmişti Yankı. Çok kötü günler. Kimi zaman saatlerce yataktan kalkmamış, günlerce aç kaldığı olmuştu. Bensu tarafından, attığı hiçbir mesaja cevap yazılmamış, neden ayrıldıklarına dair hiçbir açıklama dahi yapılmamıştı. Büyük bir çıkmazdaydı. Kimi zaman evin duvarlarının üzerine geldiğini bile hissediyordu.
Yalnız da ayağa kalkabilirim diyemiyordu. Gücü tükeniyordu. Bu hayattan kayıp gitmek istiyordu sadece. Veya kaybolmak.
Yağmur tekrar şiddetlendi. Rüzgarın da etkisiyle su damlacıkları son derece sert bir şekilde cama vurmaya başladı. Yankı hala yataktaydı. Gözlerini tavana dikmiş ve Bensu’yla sevişmiş oldukları güne gitmişti yine. O günden hiç çıkamamıştı ki zaten.
Kendisini bu mağaradan çıkaracak birine ihtiyacı vardı.
Bekledi.
Yine etkileyici ve hoş bir hikaye olmuş. Eline sağlık. Yazım tarzın ve hikayelerini anlatma biçimin gerçekten kolaylıkla sindirilip, hemen içine alıveriyor insanı.Tebrik ederim.
Ellerine sağlık Doğukan. Hoş, etkileyici bir öyküydü.
güzel bir öykü elinize sağlık…
Öyküyü akış olarak güzel fakat biraz eksik buldum. Bazı cümlelerde sıkıntı varmış gibi geldi. Ya anlatım zorluğu ya da aktarma zorluğu olabilir diye düşünüyorum. Anlatım belki biraz daha zengin olsaydı daha iyi olurdu gibi geliyor. Yeni öykülerinizde başarılar.
Yazmaya teşvik edici yorumlarınız için teşekkür ediyorum.
Okurken aldığım notlar. Pek cesaretlendirici sayılmaz. Şevki çabuk kırılan biriyseniz okumamanızda fayda var. Yine de belki faydalanabileceğin bir iki nokta olabilir düşüncesiyle kaydediyorum. Öyle otorite falan da sayılmam. Dikkate alıp keyfiniz bulandırmayın.
Üzerine örttüğü battaniye sıyrılarak yere düşmüştü, eğilip almak gibi bir düşünceye kapılmadı. (battaniyeyi eğilip almak neden “kapılınacak” akıntı, sel gibi kuvvetli bir düşünce olsun ki?)
Dışarıda o sonbahara özgü havalardan biri vardı. (Mevsim zaten sonbaharsa yeni bir şey ortaya koymayan bir cümleyle derinliği kısa bir süre için de azaltmanın, anlatımı düzleştirmenin bir anlamı var mı?)
Koyu gri ağırlıklı bulutlar aşağı doğru çökmüş ve yeryüzünü örten bir kubbe görevi görmüştü. (bişey görevi görmek benzetme yapmanın çok iyi bir yolu olmayabilir, zira anlatımı seyreltir, ayrıca bir şey çökerse bu zaten aşağı doğru olur son olarak “ağırlıklı” kelimesinin bu cümledeki işlevi tartışmalı)
Yağmurun da etkisiyle kasvetli bir hava oluşmuştu. (havanın kasvetli olduğunu söylemek yerine kahramanın ruhunda yarattığı kasvet anlatılsaydı hikayenin içine daha çok girerdik)
Hareketsiz, gözleri bile kıpırdamaksızın tavanı izliyor oluşu onu, ölü bir adamdan farksız kılıyordu. (ölü bir adamdan yerine kısacık “ölüden” desek? duruluğu kaybetmesek)
Bu ilişkinin yalnızca ölümle sonuçlanacağına o kadar çok emindi ki, bir an olsun ayrılığı aklının ucundan bile geçirmemişti. (sonuç olay tamamlandıktan sonra ortaya çıkan şeydir, “sonlanacağına” “biteceğine” daha doğru fiiller bu durumda. “emin” yeterince dolu ve keskin bir addır. “çok” sıfatı kavrama yeni bir şey kazandırmadığı gibi kavramın yazıdaki etkisini de azaltır. “bir an olsun” ifadesinin yeri yanlış, zarflar özel bir durum olmadığı sürece ait oldukları yerde; fiillerden hemen önce kullanılmalı aksi takdirde akıcılık olumsuz etkilenir.)
Olay yaklaşık otuz üç gün önce yaşanmıştı.(Otuz üç gün “yaklaşık” olmak için fazla kesin değil mi? ayrıca neden “olay” diyelim. bizim için ortada olaylar yok, hikaye var. “Ayrılıklarının üzerinden otuz üç gün geçmişti.” biz okuyucuları hikayenin dışına çıkarmayan bir cümle olurdu.)
Yankı elindeki hediye paketiyle, çocuklar kadar şen bir şekilde Bensu’nun kapısına dikildiğinde saat sabahın yedisiydi. (“çocuklar kadar şen bir şekilde” nasıl bir şekil o? okyucu jest mimikleri okuyup canavarları gözünde canlandırmayı tercih eder. bu tarz görüntüleri söylemek yerine anlatmanız, bize yazarın bize anlattığı şeylerin emek verilecek kadar önemli olduğunu hissettirir. siz anlatmaya üşenirseniz biz de okumaya üşeniriz.)
Sessiz olmasını belirtircesine elini sallayarak içeri girmesine izin vermişti. (“belirtircesine” bkz. bir önceki not)
Arkasından kapının kapanış sesi duyuldu. (“Kapının kapandığını duydu.” daha doğal bir ifade değil mi? neden uzatalım? neden okuyucu duyulan şeyin zaten ses olduğunu bilmiyormuş gibi yapalım?)
Yankı tam o anda bu durumu hoşnutlukla karşılamaya karar verdi ve kendine has gülüş stilini bir kez daha konuşturdu. (biz yankıyı gülerken hiç görmedik, o milyarlarca insanın içinde kendisine has olan gülüş stilinin nasıl konuştuğunu da gerçekten bilmiyoruz.)
Elleri hala gözlerinde olan Bensu görüş alanını tekrar açtığında Yankı’yı bu kadar yakınında görünce ürktü. (“görüş alanını tekrar açtığında” karakolda yazılmış bir ifade için bile çok kuru bir söyleyiş. “Ellerini gözlerinden çeken Bensu-çünkü ellerinin anlaşılmaz bir biçimde sürekli gözlerinde olduğunu biliyoruz artık-Yankı’yı burnunun dibinde görünce ürktü.” diye de yazılabilirmiş.)
Yankı bugüne dek tattığı duyguların top onunda ikinci sırada yer alan “sevgiliye sarılmak” eylemini gerçekleştirdi. (bir insanın sevgilisine sarıldığını anlatmak için “sevgiliye sarılmak eylemini gerçekleştirdi” çok uzun bir ifade değil mi? aşağıki öyküde bunu iki kelimeyle anlatıyorlar.)
“sevgilinin kokusunu içine çekmek” top onda üçüncü sırada kendine yer bulmuştu. (demiyorum diyorum demeden edemeyeceğim, şu “top on” öyküyü fena halde sulandırıyor.)
Aslında aldığı zevk sarılma duygusunu alaşağı ederdi lakin sarılmadan bu kokuyu içine çekmesi bir hayli zor olduğundan, sarılma eylemini ikinci sıraya yerleştirmekte bir sorun görmemişti. (şu hayatta kim sevgilisine sarılırken duygularını “top on”a yerleştirmenin peşine düşer? bu konuda analiz yapar?)
“sevgilinin yanağından öpmek” top onun beşinci sırasında yer alıyordu. (bu cümle hikayeyi bitirmekten de not almaktan da vazgeçmeme neden oldu)