Öykü

Kozmik Sınır

Son iki yıldır, Ege’de ailemden kalan bir arazideki taş evde yaşıyorum. Şehrin kargaşasından ve insan kalabalığından uzakta münzevi bir yaşam sürüyorum. Tedavilerin işe yaramadığı berbat hastalığım yüzünden son zamanlarımı yeşilin içinde, yıldızların altında geçirmek istedim. Burada geceler çok güzel, her bir yıldızı tanıyorum hatta kayıp gidenleri bile üstelik bu kilometrelerce karelik alanda kendi sesimi duyabiliyorum.

O gece de diğerleri gibi huzurluydu, arada tekrarlayan öksürüklere rağmen son günlerde çok iyi hissediyordum oysa buraya taşınmadan önce doktorlar birkaç yıl ömrüm kaldığını söylemişlerdi. Zaman yaklaşıyordu biliyordum ama iyi hissettiğim az zamanlarda da bunu düşünmemeye çalışırdım

Ray Charles’in sesi eşliğinde verandadaki ahşap koltukta otururken yıldızların arasında, daha önce orada olmadığını bildiğim bir ışık belirdi. Giderek büyüyen ışık kütlesi hızla üstüme doğru geldi, önümden geçerken birden yavaşladı ve arazinin çukurda kalan ağaçlık kısmına doğru alçaldı. Bir süre sonra aralarına girdiği ağaçların arkasında hiç ışık görünmez oldu. Şok, yerini şaşkınlığa bıraktığında yerimden fırladım ve fenerimi kapıp ağaçlık alana yöneldim. Yaşlı gürgenlerin arasında o’nu gördüm. Düşerken çok parlak bir ışık topu halindeki bu “şey” üç dört metre çapında küre benzeri bir cisimdi. Yanları ve üst kısmı şeffaf bir malzemeyle kaplıydı, bana dönük olan kısımda geniş bir alan parçalanmıştı. Cismin çevresinde dikkatlice dönerken inlemeye benzeyen tiz bir ses duydum, feneri o tarafa tutarak ilerledim, biraz ileride mavi uzun bir yaratık yerde yatıyordu! Çıkardığı sesten acısını anlayabiliyordum, bacağa benzeyen iki uzvundaki parlayan pembe lekeler giderek yukarıya doğru çoğalıyordu. Uzun kollarıyla bir şeye uzanmaya çalışıyor gibiydi. Çok gerilmiştim, yavaşça yaklaştım ve yaratığın biraz ileride yerde duran bir cisme ulaşmaya çalıştığını farkettim. Eğer koşabilecek kadar kuvvetim olsaydı belki yapardım ama hastalığım bütün eforumu götürmüştü. İçgüdüsel bir hareketle silindirik cismi ona doğru ittim, büyük mavi eliyle cismi alıp vücuduna sapladı. Bir süre kımıldamadı sonra pembeye doğru değişen rengi tamamen maviye dönüştüğünde yaratık yavaşça ayağa kalktı. Boyu sanırım iki buçuk metre kadardı. Şaşkın bakışlarıma, büyük turuncu gözleriyle sakince karşılık verdi, eliyle gırtlağını tuttu bir süre ve konuşmaya başladı.

– Teşekkürler, eğer yardım etmeseydin atmosferiniz beni boğacaktı.

Sesi biraz boğuk, konuşması tuhaftı ama anlaşılıyordu. Daha da garibi sesi beni sakinleştiriyordu.

– Kimsin sen? Uzaylı mısın? Dilimizi konuşabiliyor musun?

– Diliniz tüm evrendeki en kolay ve ilkel dillerden biri ve evet senin gibi ben de uzaylıyım. Görev uçuşumda sizin uzaya plansızca fırlattığınız ve orada olmaması gereken uydularınızdan biri çarptı bana. Normalde sorun olmazdı ama bu uyduya nükleer füzeler yerleştirmişlerdi bu yüzden zorunlu iniş yaptım. Gemi kısa sürede kendi kendini onarır büyük bir problem olmayacaktır.

Korku, heyecan ve merak içinde peş peşe anlamsız sorular sormaya başladım.

– Hangi gezegenden geliyorsun? Neden buradasın? Bir adın var mı?

– Aslında sizlerle kontak kurmamaya dikkat ediyorum ancak sen hayatımı kurtardın bu yüzden de merakını biraz gidereceğim ancak bunları kimseye anlatmamalısın, gerçi anlatsan da inanırlar mı sana bilmem. Ben gözcüyüm, dünyanız var olduğundan beri görev yapan çok sayıdaki gözcüden biriyim. Görevim insanların geldiği noktayı ve ilerlemesini raporlamak. Gemim kendi kendisini onarır onarmaz gideceğim, burada olmamam gerek. İsim konusuna gelirsek evrende her canlı eşsizdir ve ayrıca bir isme gerek duymayız.

– Biliyordum, evrende yalnız olmadığımızı biliyordum. Uzayın derinliklerine gözlem uyduları yollayıp dururken bir gün başka medeniyetler bulacağımız kesindi.

– Aslında o konuda bilmediğin bir şey var. İnsanlar hiç bir zaman dünyadan çok uzağa gitmediler gidemezler! Dünyanızın on bin kilometre dışında gözle görülemeyecek ve hiç bir teknolojiyle aşamayacağınız kozmik bir sınır var. Bu sınırı çok az insan biliyor ve gizli tutuluyor. Mesela insanlık hiç bir zaman ay’a gitmedi. Tek yaptığınız dünyanın yakın çevresine teneke uydular yollayıp durmak. O dev gözlem teleskopları da yalan! Yapay zeka ile oluşturulmuş görüntüleri paylaşıyorlar sizinle. Böylece sizden bu büyük bilimsel gelişmeler için bolca vergi alabiliyorlar.

– Ne yani bu dünyada sıkışıp kaldık mı biz?!

– Evet.

– Diyelim ki doğru, bu sınırı kim koydu? Tanrı mı?

– Kafanızdaki her sorunun kolay cevabı Tanrı, biliyorum ama hayır. Sınırı koyan evren konsülü. Gelişmiş medeniyetlerden oluşan bir heyet, amaç evrenin dengesini ve düzenini korumak. 4 milyar yıldır sizi izliyoruz. İlk olarak 450 milyon yıl önce, evriminizi gözlemlemeye gelen gurup saldırıya uğrayıp öldürüldüğü için kitlesel yok oluş silahı kullanılarak var olan tehlikeli ve ilkel canlıların neredeyse tümü yok edildi. Bu sistematik kitlesel yok edişler 50 milyon yılda bir tekrarlandı, ta ki umut verici bir yeniden doğuş başlayana dek ve o günden bu güne, organik moleküllerden modern insana ulaştınız. Ancak bu kadar! İnsanlık bundan daha fazla gelişemeyecek, son noktanıza geldiniz.

– Bir dakika! Son noktanıza geldiniz de ne demek? Her gün bir başka buluş ve gelişme yaşıyoruz bilimde ya da sanatta!?

– Gelişmeden kastım sizin karıncalar gibi durmadan bir şeyler inşa etmeniz değil! Milyonlarca yıl sonrası bile yeterli bilince sahip değilsiniz. Hâlâ vahşi ve yıkıcısınız! Eğer sizi evrende var olan düzene katmaya çalışırsak ne olacak sanıyorsunuz, daha zengin madenler daha fazla güç için tüm sisteme bir parazit gibi yayılacak insanlık. Bu yüzden dünya çevresine koyduğumuz sınır asla kaldırılmayacak. Aslında bu kadar uzun zaman içinde tabii ki sizin gibi hayal kırıklığı yaratan varlıklar oldu. Onların büyük kısmı evrene zarar vermemeleri için yok edildiler.

– Ne yani bizi de mi yok edeceksiniz?

– Hayır o iş zaten kendiliğinden olacak.

– Nasıl yani, bu ne demek?

– Güneşiniz yavaşta olsa giderek büyüyor ve dengesiz hale geliyor. Bir süre sonra çok yüksek sıcaklıktan dolayı kendi üzerine çökecek ve tüm galaksiyi yok edecek.

– Bizi kendi kaderimizle baş başa bırakıyorsunuz yani. Sonuçta dünyanın sonunu doğayı mahveden ya da nükleer silahlar kullanan insanlık getirecek diye bekliyordum ama fazla da ömrüm kalmamışken benim için çok da fark etmez sanırım. Pekiyi gitmeden önce bana bir iyilik yapar mısın?

– ?

– Kanser denilen bir hastalığın son evresindeyim ve kısa bir süre sonra öleceğim. Beni de yanında götürür müsün? Gerçek uzayı, o sınırın ötesini görmek istiyorum ölmeden.

– Bunu yapamam çünkü gemimdeki teknoloji seni “sınırı” geçtikten sonra koruyamaz, muhtemelen ölürsün.

– Zaten ölüyorum. Lütfen, hem bana bir borcun var. Bak biz insanlar çoğu zaman hayallerimize ulaşamadan ölüp gideriz. Çocukluğumdan beri hep astronot olmayı hayal ettim ben.

Gözcü büyük turuncu gözleriyle karşısındaki bu kısa boylu cılız yaratığı süzdü. Bunu yapmasını engelleyecek bir kural da yoktu zaten. Kendi kendini onarması biten gemiye girdi ve şırınga benzeri bir cisim getirdi.

– Bunu sana enjekte edeceğim ki vücudun gemimdeki ortama uyabilsin.

Mavi dostum kontrol paneli önündeki koltuğa otururken ben de yanında ayakta durdum. Gemi çok hızlı ama yumuşak ve sessiz şekilde yükseldi. Gemide taban hariç her yer şeffaftı, taş ev ve yemyeşil arazi çok aşağılarda kalırken ben yıldızlara ulaşacak olmanın heyecanıyla hafif bir çarpıntı hissediyordum.

Atmosfer dışına çıktığımızda nefes almakta biraz zorlanmaya başladım, gemi hızlandı ve o muhteşem yıldızlarla dolu karanlık okyanusa açıldı.

– Sınıra gelmek üzereyiz insan. Bu noktadan sonra artık sana ne olacağını söyleyemem, hazır mısın? Vazgeçmek istersen seni geri bırakabilirim.

Heyecanlı, hevesli gözlerimde istemsiz bir damla yaş ile başımı sallayarak devam etmesini söyledim, şimdi artık tüm vücudum yanmaya başlamıştı. Gözcü’nün koltuğunu iki elimle sıkıca kavradım, ilk kramplarla birlikte gemi sınırı geçti. İşte o anda insanlık olarak neyi kaçırdığımızı gördüm! Evrenin geri kalanında uzay siyah falan değildi. Etraf mor, kırmızı bazen pembe ya da sarı renklerin uçuştuğu canlı bir gökkuşağı gibiydi. Biliyorum delice gelecek size ama deniz kızları gördüm astroidlerin üstünde oturan, ellerindeki çamur toplarından yeni gezegenler yaratan devler vardı. Asıl evren dünya çevresindeki o sınırın arkasına gizlenmişti!

Mavi dev bilyemize hapsedilen insanlık, tarih boyunca cenneti betimleyen romanlar yazdı besteler yaptı. Oysa tüm bu hayallerde yaşattığımız cennetin içinde yaşıyormuşuz ama farkında bile değilmişiz.

Gözlerim yanmaya ve bulanıklaşmaya başladığında acılarım artmıştı, kendimi tamamen kaybetmeden önce dışarıda uçan büyük güzel kuşları gördüm.

Son nefesimi verirken içlerinden birinin bana gülümsediğine yemin edebilirim.

Ömür Durmuş

Merhaba, ben Ömür Durmuş. Endüstriyel tasarımcıyım. Yarım yüzyıl önce doğduğum İstanbul'da yaşıyorum. Bir gün Borges gibi yazabilmek hayali kursam da haddimi biliyorum. Eski toprak bir rock and roll dinleyicisi, çizgi roman ve sinema seven bir faniyim. Burada yetenekli yazarlarla aynı ortamı paylaşmak inanılmaz. Bu güzel deneyim için teşekkürler.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Iraz Iraz says:

    Bir “sonun” öyküsü bu. Kolay okunan, akıcı, net bir öykü. Keyifliydi. Elinize sağlık.

  2. Çok teşekkürler.Umarım diğer öykülerimi de okursunuz.

  3. Avatar for Iraz Iraz says:

    Elbette, zevkle. İlk fırsatta.
    Sizin de benimkileri okuyup eleştirmeniz memnun eder. :slight_smile:
    Selamlar,

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for babyidontcare Avatar for Iraz

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *