Öykü

Leş

Güneş epeydir yüzünü göstermemişti. Etraf yıkık dökük binalardan çıkan dumanlar olmasa bile yeterince kasvetliydi. Çocuk saklandığı sandıkta biraz kıpırdandı ve gözünü sandığın çatlağına dayadı. Alnı soğuk tahtaya deyince yarası sızladı. Ses çıkarmaya bile takati yoktu. Bütün geceyi sandıkta geçirmişti ve dudakları susuzluktan çatlamıştı ama başındaki ağrı bu durumu bastırıyordu.

Çatlaktan etrafı süzdü. Uzaktan, çok uzaktan kulağına mırıldanmalar çalındı. Önceki akşam annesini son gördüğünde ona söyledikleri geldi aklına. “Kızım ne olursa olsun bu sandıktan çıkma. Ben yâda baban gelip seni bulacağız, o zamana kadar bu sandıkta kal” dediğini hatırlıyordu. Gece boyunca bu sözler kulağında yankılandı. Bir ara bu daracık, sıkış tepiş yerde uyuyakalmıştı. Köpeklerin havlamalarıyla uyanmıştı.

Çatlak, sandığın bulunduğu kilerin ortasındaki deşilip etrafa saçılmış tahıl çuvallarına bakıyordu. Tek görebildiği dağınıklıktı. O çuvalları babası bin bir güçlükle üst üste dizmişti. Babası çuvalları dizerken oda babasına yardım etmişti. Yanında getirdiği testi ile babasına su ikram etmişti, etrafa saçılan ipleri toplamıştı, süpürgeyle yerleri süpürmüştü. Şimdi ise o süpürdüğü yer deşilmiş çuvallardan etrafa yayılmış tahıl taneleriyle doluydu. Üstelik kilerin kapısı menteşelerinden kırılmış bir şekilde yerde yatıyordu. Üzerinde aldığı ağır darbelerin izleri vardı. Kapının nasıl kırıldığını çuvalların nasıl deşildiğini hiç hatırlamıyordu. Sanki o an hafızasını kaybetmişti ve o an olan her şey kendiliğinden silinmişti. Geceleri kilere bağladıkları eşeği aradı gözleri ama çamur ve tahıl kalıntıları arasında bıraktığı ayak izlerinden başka bir iz göremedi.

Alnındaki yaranın şiddeti de kulağına gelen mırıldanmaların şiddeti de her saniye artıyordu. Daha fazla dayanamayıp gözünü çatlaktan ayırdı. Çatlaktan sızan ışık sandığı biraz aydınlattı, ışık huzmelerinin büyük çoğunluğu esmer yüzüne geliyordu. Gözlerini kapatan kıvırcık saçlarını eliyle gözünden uzaklaştırdı. Tokasını gece annesi onu kilere getirirken evin ön bahçesinde düşürmüştü. Kiler evin arkasında yer alıyordu bu yüzden bahçeyi dolaşarak oraya ulaşılıyordu. Azda olsa ışığın varlığı ona anın gündüz olduğu izlenimi verdi.

Birden pati sesleri işitti ve yerinde hiç kıpırdamadı. Pati seslerini farklı bir şiveyle konuşan bir adam sesi takip etti. Dediklerinin bir kısmını algılayabilmişti. Adam “cesetler” ve ” toplamak” sözcüklerinin geçtiği bir cümle kurdu. Biraz daha yavaş konuşsaydı ne dediğini tam olarak anlardı. O an kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Kalp atışlarını adamın duymaması için içinden dua etti. Bir köpeğin içeride gezinmeye başladığını sezdi. Başka bir adam konuşmaya katıldı. Bu konuşmayı daha net anlamıştı. Ya adamlar daha yakına gelmişti yâda o dikkatini konuşmalara tam verebilmişti.

-“Bu evden kaç leş çıktı. ” bu adamın sesi hem daha gürdü hem de sesi derinden geliyordu. -“Bir kadın birde erkek çocuğu efendim.” dedi cılız sesli ve hızlı konuşan. Sesinde hafif bir titreme hissediliyordu.

-“Erkek çocuğu kaç yaşlarında.”

-“On on beş yaş arası efendim.”

-“Aptallar! Yeterince pençik bulamadık zaten onu neden öldürmüşler.”

-“Bilemiyoruz, belki karşı koymuştur. Biz geldiğimizde evin önündeki çınar ağacının dalına belinden iple bağlanmış halde bulduk. “ kısa bir sessizlik oldu. Ardından “Onu da paylaşalım mı efendim?” dedi.

-“Turşusunu kuracak halim yok, bana dirisi lazımdı. Kaç pençik oğlanı esir alındı.”

-“Yedi efendim bir tanesi biraz irice ve karşı koymaya kalktı.”

-“Uysallaşır daha beni görmedi. Yedi pençik oğlan ha. Doksan hanenin olduğu bir köyde yedi pençik. Sen beni öldürtmek mi istiyorsun akbaba, benim kelleme mi kastın var.” diye gürledi. Köpek bile kısa bir süre duraksadı sonra odanın içindeki turuna devam etti. Kız köpeğin onu bulmasından korkuyordu.

-“Her eve bakıldı mı bana 2 erkek çocuk daha lazım yoksa önce ben senin başını sonrada onlar benim başımı alır akbaba.” dedi. Konuşmalar artık kiler kapısının kirişine taşınmış olmalıydı, adamın sesi kilerin içinde yankı yaptı.

Aniden sandığın tahta zemininde bir hareketlilik hissetti ve irkildi. Dışarıdan bir şey sandığa sürtünüyordu ve beraberinde hırlama sesleri işitildi. Kız öyle korktu ki üst dişiyle alt dudağını sertçe ısırıp kanattı. O kan tadını hissederken köpek kulağının dibinde acı acı havladı. Bu havlamaya kısa bir süreliğine sandığın açılırken çıkardığı gıcırtı sesi eşlik etti. Sandığın içi birden aydınlandı. Gözleri kapalıydı ama gün ışığını tüm vücudu her zerresiyle hissetti. Ensesindeki ete gömülen bir şey onu kavradı ve yukarı çekti. Artık ne alnındaki yarayı, ne kanayan dudağındaki acıyı hissediyordu, ensesindeki acı ikisine de bedeldi.

Sandıktan tekrar bir gıcırtı sesi duyuldu bu seferki kapanırken ki sesi olmalıydı. Onu ensesinden kavrayan şey çok uzağa götürmedi büyük ihtimal sandığın üstüne koydu. Gözlerini hala tüm gücüyle sıkıyordu.

-“Bir oğlan, kıvırcık kafalı bir oğlan.” dedi cılız ses uzaktan. Ben bir oğlan değilim diye geçirdi içinden kız ben annemin minik kuzusuyum.

-“Size her deliğe bakın demedim mi akbaba. Kim bilir kaç oğlan bu şekilde saklanıyor, bende size güveniyorum. Tüm deliklere bakılacak akbaba, köpek yavrusunun girebileceği bir delik dahi olsa bakılacak. Bu akşama kadar bana bir oğlan daha getiremezsen ilk olarak seni yerim.” dedi gür sesli adam. Köpek havlamayı kesti ve sessizliği pati sesleriyle böldü.

-“Emredersiniz kralım. Çocuk biraz küçük duru…”

-“Yeter daha fazlasını duymak istemiyorum.” dedi ve birkaç adım attı. Kız alnında saçlarına doğru yayılan bir sıcaklık hissetti ve o an daha fazla gözlerini açık tutamadı.

Gözlerini açtığında biraz gözleri kamaştı, elleriyle gözlerini ovuşturdu. Karşısında babasının neredeyse iki katı uzunlukta, heybetli bir adam duruyordu. Kafası keldi, koyu renk, sivri sakalı boynundaki kırışıkları gizlemeye çalışıyordu. Ama alnındaki çizgiler apaçık ortaydı. Gözleri mavi gibiydi ama gözleri o kadar kanlıydı ki göz rengini seçemedi. Gözleri adeta örten kalın siyah kaşları vardı, sanki saçları olmadığı için kaşlarını ve sakallarını taramış gibi duruyordu. Sakalıyla birleşen bıyığı ağzını tamamen gizliyordu. Burnu ise bu uyumsuzluğa uyumsuzluk katıyordu adeta, küçük sivri bir burun.

Elini kızın saçları arasında gezdirip çekti. Yerinde doğrulup geriye bir adım attı. Sırtındaki siyah pelerin geriye gidince sallandı ve belinde kınında duran kılıcı açığa çıkardı. Sağ eliyle kabzasını kavradı. Tırnakları o kadar uzun ve kirliydi ki ilk olarak adamın elini görse bir hayvan olabileceğini düşünürdü. Ensesine saplanan adamın tırnakları olmalıydı.

Arkasına döndü ve kapı girişinde duran cılız sesli adama seslendi “Ne duruyorsun, oğlanı al ve diğerlerinin yanına dönelim, daha bir oğlan daha bulacağız.”

Cılız adam belki on sefer başını evet anlamında salladı ve kızın yanına doğru yürümeye başladı. Onunda üstünde siyah bir pelerin vardı ama lekeden ve tozdan rengi neredeyse griye dönmüştü. Onunda kafası keldi ama diğer adama yakıştığı gibi yakışmıyordu. Bu adam babasının boylarındaydı. Cılız yapısına uygun seyrek sakalları vardı. Bir seferden fazla kırılmışa benzeyen büyük bir burnu vardı. Onunda gözleri fazlaca kanlıydı, ortası ise koyu renkti. Gösterişsiz kaşları ve kafasını keliyle birleşen düz geniş bir alına sahipti. Onun belinde diğer adamınkinden daha küçük bir kılıç vardı. Elinde bir yay sırtında ise içinde üç beş tane ok ucu gözüken sadak taşıyordu. Düz bir yürüyüşü yoktu ama kızın beklediğinden daha hızlı bir şekilde yanına geldi. Üstünde silah var mı yok mu diye üstün körü bir şekilde el yordamıyla yokladı. Kızı kaldırıp omzuna atması bir oldu. O anda götürüleceğini anlayan kız “Anne” dedi titrek bir sesle. “Annem beni almaya gelecek.”

Debelenmeye, adamdan kurtulmaya çalıştı ama iki adamda sanki o yokmuş gibi davrandı. Adam kendisi zor yürüyor gibi duruyordu ama kızı omzunda iyi zapt etti. İri adama yetişmek için adımlarını hızlandırdı, o hızlanınca kız daha çok sallandı ve burnundan birkaç damla sümük yere damladı ve adamın iğrenç kokusunu ciğerlerine kadar çekti. Adam hayvanlarının ağılından bile pis kokuyordu. Hatta köylünün çöplerini biriktirdiği köyün arka çukurluğundan bile pisti ve bu koku kızın midesini alt üst etti. Adam omzuna aldığından kafası da ters durumdaydı, bu durum kusmasını tetikledi ama nasıl olduysa kusmamayı becerdi.

Kilerin kapısından geçip açık havaya çıkınca ciğerleri temiz havayla doldu ve burnu adamın kokusuna alıştı. Ara ara etkisiz bir esinti çıkıyordu. “Annem gelip beni alacak, beni götürmeyin, gelince beni bulamaz.” dedi. Adam oralı bile değildi.

-“Kralım sıradaki hedefimiz neresi olacak, ordumuz nereye saldırdı?”

-“Seni ilgilendirmez, bu köyden ikimizin de sağ çıkması için bana bir oğlan daha lazım. Biliyorsun her on haneye bir pençik oğlan düşer. Bana töremizi anlattırma.” dedi.

Kızın konuşmaya ve debelenmeye takati kalmadığından sustu ve konuşulanları dinledi. Adamlar evin etrafını dolaşıp ön cephesine geldiler, köpekte peşlerinden takip etti. Kızın evi köy meydanın bir sokak arkasındaydı, zaten köyleri çok büyük değildi. Kendi içinde iki küçük mahalleye ayrılmıştı, köyün merkezi bu iki mahallenin ortasında yer alıyordu. Onların evi ise yukarı mahalle diye bilinirdi. Bu yüzden köyün meydanına bayır aşağı doğru gidiliyordu.

Adamlar bayır aşağı inmeye başladı. Kız adamın her adımında adamın sırtındaki sadağa çarpıyordu ama sadak yumuşak olduğu için canını acıtmıyordu. Canını acıtan diğer adamın onu sandıktan çıkarırken tırnaklarını geçirdiği ensesiydi. Tıpkı az önce yere damlayan sümüğü gibi ensesinden birkaç damla kan yere damladı. Bunları düşünürken gözü onu taşıyanın tırnaklarına ilişti. Onunda tırnakları aynı uzunluktaydı, sararmıştı ve içleri pislik doluydu. Adamın ayaklarında sivri uçlu pabuçlar vardı. Bu durum ayak tırnaklarının da uzun olabileceği izlenimi verdi. Belki de adamlar bu yüzden bu kadar dengesiz yürüyordu.

Yürüdükçe güzel köyünün harabeye dönmüş halini tersten gözlemledi. Karşı komşularının evi tamamen yanmıştı binanın sadece taş iskeleti kalmıştı. Kendi evlerinin yanmamış olması büyük mucizeydi. Diğer evlerin durumu da aynıydı. En sevdiği arkadaşı Gizemlerin evi harabeyi andırıyordu. Beraber oynadıkları bahçe kan, dışkı ve külle karışık çamur içindeydi.

Adamlar yürüdükçe Gizemlerin evi görüş açısından çıktı ve köy meydanı görünür hale geldi. Ama köy meydanını görmemeyi dilerdi. Babasının tahıl çuvallarını dizdiği gibi ölüleri köy meydanında dizmişlerdi. Ölüler köyün yuvarlak meydanındaki parke taşı tamamen görünmez kılmıştı. Bazılarının gözleri hala açıktı. Kimisi şaşkın, kimisi korkmuş kimisi ise boş bakıyordu. Bazıları telaşı bazıları ise ürkekti. Kimi köyünü savunurken kimi uykusunda yakalanmıştı bu gaflete. Birçoğu evlerinin içinde yanmış olmalıydı çünkü buradaki sayı köy nüfusunun ancak yarısı ederdi.

Bu karanlık halkanın etrafını siyah pelerinler giymiş kel adamlar süslüyordu. Her biri cılız adama benziyordu. Soluk yüzlü, kanlı gözlü sivri tırnaklı yaratıklar. Her biri onları görünce diz çöktü ve ellerindekileri önüne serdi. Kiminde yay vardı kiminde küçük kılıç.

-“Kalkabilirsiniz akbabalar.” dedi gür sesli iri adam. Onun komutuyla hepsi silahını eline alıp doğruldu, gerçi çoğu eciş bücüş duruyordu.

-“Beceriksizler, alt tarafı dokuz oğlan bulacaktınız. Bunu bile ben olmadan beceremediniz. Alın size bir oğlan daha, kaldı bir çocuk. Her deliğe tekrar bakılacak akşam karanlığı çökmeden sağ bir çocuk daha istiyorum. Alper’e söyledim size de söylüyorum eğer o oğlanı bulamazsanız hepinizi ateşte kızartıp yerim. Anlaşıldı mı?”

-“Anlaşıldı efendim.” dedi hepsi bir ağızdan.

O an Alper kızı yere bıraktı. Yere basınca başta ayakları üstünde durmakta zorlandı ama akbabaların ayakta durmakta zorlanması gibi değildi. Alper onu kolundan tutup köyün kahvehanesine doğru sürükledi. Zorla ilerlerken meydandaki ölüleri inceledi. İçlerinde tanıdığını görmekten çok korkuyordu. İlk olarak Gizemin babası dikkatini çekti. Göğsü deşilip kalbi çıkartılmıştı. Gözünü hemen ondan kaçırdı. Daha sonra köyün muhtarını gördü, yaşlı gözleri yuvalarını terk etmişti. Neredeyse hiç kadın suratı yoktu ölülerin içinde. Derken abisinin temiz yüzünü kanlar içinden ayırdı. Kolunu adamdan kurtarıp olanca gücüyle koştu.

Yanına varınca abisinin gözleri aralandı ve ağzında birkaç damla kan yanaklarından boynuna doğru süzüldü. O anda birkaç akbaba etraflarını sardı. Onu sürükleyen Alper’de yetişti.

-“Abi, iyi misin abi? Yardım edin o yaşıyor.” diye haykırdı.

-“Bir oğlan, hem de yaşıyor.” diye seslendi Alper kral akbabaya. Hemen iri yarı olan kral akbabada yanlarına geldi. Elinin tersini çocuğun boynuna dayadı. Çocuğun tek yaptığı adamın elini görünce gözlerini kapatmak oldu.

-“Yaşıyor, bana hemen hekimi bulun. Nerede bu herif?”

Akbabalar birden hareketlendi, Alper köy kahvehanesine koştu. İçeriden beyaz bir pelerin giymiş diğerlerinin yanında normal diye tabir edilecek bir adamla çıktı. Adam yanında bir çıkın getirmişti. Hemen abisinin yanında diz çöktü. Adamın ağırmış kısa sakalları ve yine ağırmış kısa saçları vardı. Gözleri de diğerleri gibi kanlı değildi, kahverengi göze sahip olduğu kahvehanenin kapısından bile seçilebilirdi. Kemerli bir buruna ve nasırlı ellere sahipti, ama tırnakları temiz ve kısa kesilmişti.

-“Burası steril değil, onu incitmeden içeri taşımamız lazım.” dedi hekim.

-“Bu çocuk yaşayacak. Duydunuz mu beni, hekim ne derse yapılacak. Bu çocuk bizim için çok önemli.” dedi. Kelimeler hiç yükselmeden, çok derinlerden gelmişti. Böyle konuştuğunda bağırdığından daha tehlikeli oluyordu. Kız neler yapabileceğini tahmin edemiyordu ama akbabalar yeterince ürkmüştü.

Alper ve bir akbaba oğlanın üstündeki ölüyü çekip kenara bıraktı. Hekim tekrar diz çöküp çıkınından çıkardığı bir şurup şişesinin ağzını çocuğun kanla kaplı dudakları arasına sokmaya çalıştı. Kuruyup pıhtılaşan kan dudaklarını kilitlemişti. Biraz zorlayıp şurubun çocuğun boğazlarından akmasını sağladı. Hekim tekrar ayağa kalktı. Alper çocuğun başından tarafa, diğer akbabada ayaklarından tarafa geçti. Alper omuzlarından diğeri ayaklarından nazikçe tutup kaldırdılar ve yavaş ve dikkatli adımlarla kahvehaneye yöneldiler.

Kız akbabaların peşinden kahvehaneye koştu ve onlar için kapıyı açtı. Oğlanı kapıdan dikkatlice geçirip karşı duvarın dibine sabitlenmiş durumdaki sedire yöneldiler. İçerde yedi oğlan vardı, birkaç tanesi sedire oturmuştu. Alper:

-“Sediri boşaltın veletler.” dedi ve çocuklar sedirden kalktı. Abisini bu sedire yavaşça bıraktılar. Kral akbabada yanlarına gelmişti. Hekimin burada birkaç çıkını daha vardı. Gözleri onları aradı. Çocuklar çıkınları köşedeki masanın üstüne yığmıştı. Hekim çıkınların yanına gidip kır kafasını koyu renkli çıkına daldırdı. İçinden pamuk ve yara temizlemek için kullanacağı birkaç parça eşya çıkardı ve çocuğun başucuna geri döndü. Yere çömelip makasıyla çocuğun entarisini kesti. Karnından bir kılıç sıyırıp geçmişti. Bütün gece bakılmadığı için iltihap toplamıştı. Ayrıca evlerinin önündeki ağaca belinden bağlandıkları için ip belinde ciddi bir iz bırakmıştı.

Kral akbaba Alper’e dönüp temiz bir su getirmesini istedi. Akbaba dışarı çıktı, birkaç dakika sonra elinde bakır bir kovayla içeri girdi. Hekim tası kovaya daldırıp çocuğun yarasını yıkadı. Yara tüm mikroplardan arındıktan sonra, çocuğun başını yokladı. Bir şişkinlik olduğunu anlamış olmalıydı başını da güzelce yıkadı. Daha sonra karnındaki yaraya yanında getirdiği merhemden çaldı.

-“Yaşayacak mı hekim?” dedi kral akbaba.

-“Darbe sıyırıp geçmiş, ama yara çok beklediği için iltihap kapmış. Ben elimden geleni yapacağım.”

-“Yapmak zorundasın. Bu çocuk ne olursa olsun yaşayacak.” dedi ve bir hışımla kahvehaneden çıktı.

Adamın boyu çok uzun olduğundan kapıdan eğilerek çıkmıştı. Sadece kapı kirişi değil tavan da alçaktı. İçerideki çocukların en irisi başına hafif eğerek ayakta duruyordu. Köy ahalisi genelde kısa boylu olduğundan binalarda alçak tasarlanmıştı.

Hekim merhemini sürdükten sonra temiz bir bez bulmak için tekrar çıkınlarına gitti. Aradıklarını bulup tekrar döndü ve çocuğun yarasını düzgünce sardı. Kıza dönüp

-“Abin yaşayacak küçüğüm. Senin bir yerin acıyor mu?”

Kız ürkek bir sesle “Ensem, kanadı.” dedi. Hekimin kontrol etmesi için diz çöktü. Adam kızın kıvırcık saçlarını tutup ensesini açığa çıkardı. Yaraya dokununca kız ürperdi.

-“Yaran yeni oluşmuşa benziyor, ha. Şimdi temizleriz senin yaran daha taze, çabuk iyileşir. Biraz su dökeceğim, rahatsız olabilirsin.”. dedi ve tası kovaya doldurup suyu kızın ensesinden aşağı yavaşça boşalttı. Soğuk su kızı ürpertti ama hekime güvendiği için tepki vermedi. Suyun ardından soğuk bir şeyi ensesine yaydı ve yaraya yedirdi. Daha yumuşak bir şeyi yaraya sardı.

-“işte bu kadar, yorgun görünüyorsun. İstersen abinin yanına uzan.” dedi. Hekimde yorgun duruyordu, gözaltı yeşil yeşildi. Kız bir süre hekimin gözlerine baktı ve dediğini yaptı. Abisinin yanına yüz üstü uzandı. Ensesini yukarıda tuttu. Annesin dolgun yüzü gözlerinin önünde belirdi.

* * *

Köpek sesleri kızı yine uyandırdı. Kafasını sağa çevirdi ve abisinin hareketsiz bedenini gördü. Nefes alıp verişini kendi yüzünde hissetti. İçi bir nebze olsun rahatladı. Sonra sola dönüp kahvehaneyi süzdü. Duvarda tablonun bıraktığı iz ilk dikkatini çekendi. Daha sonra içerdeki çocuklar çekti dikkatini. Hepsi duvar dibine çökmüş, altlarına tabloyu koymuşlardı. Diğerlerinden küçük olan iki çocuk ise altına bir şey bulamadığından çıplak yere oturmuş uyukluyorlardı. Hekimde kahvehanedeydi, gözleri kapalıydı. Kapının yanındaki yarısı kırık camın altında oturuyordu. Dışarıda güneşi gizleyen bulutlar dağılmış olmalıydı. Akşam güneşi içeri vuruyor doğrudan kızın koyu kahverengi gözlerinden yansıyordu. Yattığı yerde biraz kıpırdandı. Üstüne kirli bir örtü örtülmüştü. Bedenleri küçük olduğundan abisi ve ona yetmişti bu örtü.

Yattığı yerde doğruldu. Başındaki ağrıyı artık hissetmiyordu. Ensesi bile daha iyi durumdaydı. Doğrulunca örtü abisinin üstünden kaydı, önce onu düzeltti. Sonra sedirden kalkıp cama doğru hareketlendi. O hareketlenince hekim gözlerini açtı ve ayaklandı. Beklide onu da köpek sesleri uyandırdı. Çünkü havlamalar çok şiddetlenmişti. Adam ve çocuk camdan dışarıyı seyretti.

Güneşin neredeyse tüm enerjisi tükenmişti. Sanki karşı tepeye yaslanarak duruyordu. Birazdan tamamen kaybolacaktı. Dışarıda siyah pelerinliler hareketlenmişti. Köyün yuvarlak meydanının etrafına belli mesafelerle tütsüler dizmişlerdi. Biri elindeki meşaleyle tütsüleri ateşledi. Camın üstü kırık olduğundan oradan içeri tütsü kokusu doldu. Adamlar hiç konuşmuyordu. Sanki bu yaptıkları bir ritüeldi ve konuşmaları saygısızlıktı. Doktor kıza dönerek:

-“Birazdan olacakları izlemesen daha iyi olur küçüğüm dedi. Ben çok defa şahit olmama rağmen hala içim kaldırmıyor.”

Kız hiç tepki vermedi ve siyah pelerinlileri izlemeye devam etti. Diğer çocuklarda hareketlenip camın önünde dizildiler. Meydana yığılan ölülerin altına demirden mazgallar konmuştu. Bu mazgalların altına odunlar yığılmıştı. Kız neler olacağını tahmin dahi edemiyordu. Tütsülerin hepsi yanmaya başlayınca adam meydanın karşısında duran kral akbabanın yanına yöneldi. Adam uzaktan çok ürkütücü ve büyüleyici görünüyordu. Aralarında anlayamadıkları bir konuşma geçti. Adam elindeki meşaleyi söndürmedi. Birkaç akbaba daha ellerine meşale aldı ve tütsüleri ateşleyenin ateşiyle meşalelerini yaktı. Artık dört meşale solgun güneşin ışığına ışık katmıştı.

Dört akbaba meydanın etrafında yanan dört tütsünün başında beklemeye başladı. Hepsi kral akbabaya dönmüştü. Kralın yüzü kireç beyazına dönmüştü. Güneşin ışığıyla beraber onunda yüzünün feri sönüyordu sanki.

Güneş tepenin ardına tamamen gömülüp etrafı sadece yanan ateşler aydınlatana kadar öylece beklediler. Onlar beklerken köpeklerin havlamaları sürüyordu. Hepsi eskiden ne işe yaradığını hatırlamadığı bir evin harabesine hapsedilmişti. Köpek sayısı neredeyse akbaba sayısına denkti. Otuza yakın adam, otuza yakın köpek.

Derken kral başını boynundan hafifçe büktü. Sivri sakalları göğsüne gömüldü. Köpekler havlamaları kesti. Dört adam pelerinlerinin iç cebinden cam şişeler çıkardı. Şişelerin içinde kırmızı sıvılar vardı. Bu sıvıları eğilip mazgalın altına dizdiklerini odunların üstüne boca ettiler. Ellerindeki meşaleleri odunlara değdirir değdirmez gri bir bulut ölüleri örttü. Dumanın ardından cayır cayır yanan bir ateş peydahlandı. Adamlar geri çekilip manzarayı izlemeye başladı. Üstlerindeki pelerin ve yüzleri (sakalları dâhil) çıkan dumandan griye dönüştü. Kız pelerinlerinin neden gri olduğunu şimdi anladı.

Kan ve pislik içindeki bedenler yavaş yavaş ateşi hissetti. İnsan etinin yağları yavaş yavaş ateşe damladı ve cosss sesleri köpek seslerinin yerini aldı. Kızın burnuna yanan insan eti kokusu geldi. Karnı aç olduğundan ilk başta çok hoş geldi bu koku.

Adamlar meşalelerini söndürüp kralın etrafında toplandı. Kral anlamadığı dilde bir şeyler söyledi, adamlarda hep bir ağızdan tekrar etti. Hekim dediklerini tercüme etti.

-“karanlık çöktüğünde başlar vazifem. Gerçek akbabalar uyur, ben avlanırım. Acımam, yoksa acınacak duruma düşerim. Yakmazsam yanar, parçalamazsam parçalanırım. Hiç evlenmeyeceğim, hiç toprağım olmayacak ama tüm kadınlar benim tüm topraklar bana ait olacak. Gitmediğim diyar talan etmediğim köy kalmayacak. Ordumuzun peşinde olacağım ama onların dahi takip edildiğinden haberi olmayacak. Et sonsuza dek pişsin, kan sonsuza dek aksın.” dedi yaşlı adam ve boğazını temizlemek için kuru kuru öksürdü.

Kız dayanamayıp kusmaya çalıştı ama midesi boş olduğundan dışarı sadece sulu artıklar çıktı.

-“İyi misin? Al bu bez temiz.” dedi. Cebinden bir mendil çıkardı. “bununla burnunu kapat, yoksa bu kokuya daha fazla dayanamazsın.”

Kız burnunu adamın verdiği mendille kapattı. Yanan tütsüler kokuyu bastıramıyordu. Kral sözlerini bitirmiş olmalıydı. Adamlar artık tamamen pişen insan etlerinin etrafını sardı. Ateş artık kor halini almış, gür yanışı kesilmişti. Kral pişen et yığınına yanaştı ve kılıcını kınında çıkardı. Et yığınından irice bir parçayı kılıcıyla tek hamlede aldı, üstündeki deriyi sıyırdı ve sarı, seyrek dişlerini ete gömdü. Etten birkaç damla yağ yere ve pelerine damladı. Bu görüntüden sonra kızın içi tekrar kalktı ama bu sefer dayandı.

O eti yemeye başlayınca diğerleri de et yığınına yanaştı ve bellerindeki kısa kılıçlarını çıkarıp kendi paylarını kestiler. Karanlığın ortasında karınlarını doyuran adamlar, kor ateşin altında dehşet verici duruyorlardı.

-“LEŞ, LEŞ, LEŞ, LEŞ…” nidaları harabeye dönen köyün yıkık binalarında yankılandı

Kız gördüklerine daha fazla dayanamadı, başı dönmeye başladı…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *