Yer yer koyu gri, koyu mavi..
—
Adanın yerlileri yaz ürünlerinin yerlerini el örmesi kazaklar, atkı-bere takımları, ada magnetleriyle doldurmuşlardı. Dondurmacı Ali Abi dondurma arabasını samanlığa kilitleyip sıcak süt mısır tezgahını çıkarmış her zamanki gibi kahvenin önüne kurmuştu. Yazın güneş altın ışıklarını gümüş tepside bu adaya sunardı. Rüzgar ise tüm işbirliğiyle hafif hafif esip misafirlerin saçlarını okşardı. Oysa şuan sonbahardı. Toprak ölmüş, güneş gitmiş, rüzgar azmış ve gri bulutlar tümüyle gökyüzüne hükmetmişti. Zeynep de 8.15 vapurundan önce iskelenin önüne tezgahını kurmak istiyordu bu kafile son turist ziyareti bile olabilirdi. Sabah erkenden uyanıp kedisini alnından öptü. Dün gece televizyonun karşısında tamamladığı kırmızı bere takımını da diğerlerinin içine koyup çuvalını sırtladı. Hızlı hızlı çuvalındakileri yere dizdi. Her şeyi tamamlamasının ardından Kahveci Adnan Abiden demli bir çay söyledi ve o anda vapurun iskeleye yanaştığını gördü. İçinden iki yüz elliye yakın insan indi. Yarısı adanın sağ tarafına,bisiklet yoluna doğru yöneldi. Yarısıysa merkeze, tezgahlara doğru.
Bu durumdan hiç hoşnut olmayan birileri vardı.
Adanın en zengini, onlarca evin ve Zeynep’in de oturduğu evin sahibi olan Fatma Hanım..
O gün yine kurulmuştu köşesine elinde orta şekerli Türk Kahvesiyle. Camından ayaklarının altındaki denizi izliyor bir yandan vapur düdüğünün sesine kızıyor, bir yandan bacasından çıkan dumana takılıyor, bir yandan gelen turistlere sinirleniyor ve bunlar yetmezmiş gibi kiracısının “Buyurun, buyurun, buyurun “ nidalarına katlanıyordu. Ta Berlin’den kafa dinlemeye gelmişti. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp sonbahar yağmurlarının denize düşüşüne anbean şahit olmaya..
Ya Meltem ne düşünüyordu böyle çatı katındaki yatağının içinde? Neden bu kadar mutsuzdu?
Berlin School of Economics and Law ‘da hukuk bölümünü birincilikle bitirip İzmir’in bir adasında çatı katında neden yaşardı ki genç bir kadın? Burada hikaye yirmi yıl öncesine kadar uzanıyordu..
Dondurmacı Ali Abinin oğlu Mehmet ile Meltem adanın her mahallesinde top oynayıp, öğlenleri kan ter içinde koşup Ali Abinin kaymaklı dondurmalarından gizlice aşırıp ardından hasta olurlardı. İkisi de beyaz tenli,ela gözlü biraz tombullardı. Çocuklukları boyunca tereyağlı, salçalı ekmeklerle bir o tarafa bir bu tarafa koşarak büyümüşlerdi. İlkokulda aynı sınıfta hatta aynı sıradaydılar. Mehmet, babasından aldığı harçlıklarla melteme kokulu silgilere alır Meltem ise hep onu kızdıracak şeyler yapardı. Ardından Mehmet, Meltem’in saçını çeker Meltem ise ona bir tekme sallardı. Ama okul çıkışları sahil boyu yürürlerken ikisi de yüzlerinde kocaman gülümsemelerle evlerine dağılırlardı.. Lisede de hayatlarına başkalarını almadılar. Çok arkadaşları oldu fakat ada küçüktü ve onların zaafları birbirleriydi..
Klasik Türk filmi tadında.. Fatma Hanım olan biteni öğrendiğinde valizlerini toplatıp doğru Berlin’e göç ettirdi tüm aileyi. Zaten kardeşleri ve fabrikaları oradaydı..
..
Meltem yatağında sahili izliyor, turist bebeğin dondurmasını yere düşürüşüne hafifçe gülüyor, el ele tutuşan çiftlere içi yanıyordu..
Mehmet gitmişti. Yerini babası bile bilmiyordu.. Adanın her yerinde hatırası olan adam olmadan evden başını bile çıkarmak gelmiyordu içinden..
Bu sefer toplanış düdüğü çalındı vapurdan.. Tüm turistler vapura doluştu.. Ada sessizliğe gömüldü.
Zeynep örgülerini çuvala doldurdu.
Ali amca tezgahını kapattı.
Fatma hanım perdesini çekti.
Meltem ise derin bir uykuya daldı..
Kısa, etkileyici bir öykü. Tebrikler
Hüzünlü, güzel bir öykü.Kaleminize sağlık
merhaba, öykü durum hikayesi sanırım. Bana geçişlerde biraz kopukluk var gibi geldi, hani Meltem’e geçen paragraf. Orada bir-iki cümle daha olsa başta, daha iyi olur sanki. Bir de Meltem’in okul adı dikkat dağıtıcı. Bilmiyorum belki uzun ya da İngilizce oluşundan. Yapısal olarak söyleyebileceğim paragraflar biraz dağınık. Fazla tek cümle var. Bunlar yapıcı eleştirilerim naçizane. Bunları belirttim çünkü kısa ve etkili öykü yazabildiğini düşünüyorum okuduğum diğer öykülerine bakarak özellikle bir önceki öyküne. Okur olarak bir geri dönüş yaptım.
Kokulu silgi, salçalı ekmek 🙂 Sevdim bunları.
Karakter olarak da Fatma Hanım karakterinden güzel öyküler çıkar; bence bunu bir düşünün 🙂
sevgiler.
Yanlış hatırlamıyorsam sizi Gölge’de de görmüştüm. Orada fırsatım olmadı ama burada rastlaştık. Çok güzel ve sade dili olan bir durum öyküsüydü. Deniz, vapur, sahil, kuş sesleri ve aşk derken bana Sait Faik’i hatırlattı. Ama hikayenin ufacık bir açığı var. Ufak ama göze batıyor.
”Fatma hanım neden Ali abinin oğlundan kızını kaçırdı ki?”
Öyle ya ada küçük, hepsi birbirini bilir. Ne diye kaçırdı ki kızını çocuktan acaba? Bu öykü bittiğinde bir soru olarak ortada kalıveriyor. Belki sonraki sayılarda bu soruya bir yanıt bulur ve Meltem ile Mehmet’in hikayesini ayrıntılandırırsınız. Sözcüklerini daim olsun 🙂