Öykü

Oksimoron

Tam bir yılı aşkın süredir devam eden kazılar sonunda bitmiş, emeklerinin karşılığını almışlardı. Toprağa vurdukları son darbe buram buram tarih kokan toz içinde kalmış sandığa zarar vermiş olsa da içindekiler çok daha önemliydi. Kazı bölgesinde görevli arkeolog Kudret Bey bir yandan çıkan sandığı temizlemeye çalışırken bir yandan da cebinden çıkardığı tuşlu telefon ile Doğukan Bey’in numarasını tuşlayıp,

– Doğukan Bey buradaki işimiz bitti. Kazı çalışmalarını sonlandırabiliriz, diye bilgi verdi.

Doğukan Bey kazı alanının güvenliğinden sorumlu olup çalışmalarda yetkisi olanlar haricinde bölgeye kimseyi yaklaştırmamıştı. Şehrin milletvekilleri bile kazı alanına girememişti. Kazı bölgesi civar evlerin çatılarına yerleştirilen keskin nişancılar ve mahallede sürekli devriye atan özel hareket polisleri tarafından korunuyordu. Sokakların giriş ve çıkışına panzerler yerleştirilmişti.

Bir polisin öldürülmesi ile başlayan bu kazı artık bitmiş, tüm ekipler toplanmaya başlamıştı. Doğukan Bey, aylardır kazı bölgesi yakınlarında kamp kurmuş basın mensuplarına, son durum hakkında bilgi vermek için haber saldı. Gelen haber kazı çalışmalarının sonlandırılacağı yönünde olduğu için tüm haberciler derhal toplanıp Doğukan Bey’i beklemeye koyuldu. Doğukan Bey’in yaptığı açıklama basın mensuplarını çok tatmin etmemişti. Bir yılı aşkın süredir devam eden bu gizemli kazı sonucunda, “Bu alanda gerçekleştirilen kazı çalışmalarında 1 adet bronz sikke, kırık sütun parçası, etütlük durumda seramik parçaları haricinde envanterlik nitelikte taşınır- taşınmaz kültür varlığına rastlanmamıştır.” açıklaması yapılması çok da inandırıcı gelmemişti.

Kazı çalışmasında baş arkeolog olarak çalışan Kudret Bey elde ettikleri sandığı güzelce paketleyip incelemek üzere Ankara’da bulunan ofisine götürmek için hazırladı. Tarih kitaplarında milattan önce ve milattan sonrası için kullanılan M.Ö ve M.S kısaltmaları sandıktan önce ve sandıktan sonrasını temsilen S.Ö ve S. S şeklinde güncellenebilirdi.

Devlet’e ait olan özel bir uçak Ankara’dan yola çıkmış Kudret Bey ve ekibi için Tarsus’a geliyordu. Kudret Bey bir yandan Ankara’da çalışan ofis arkadaşlarını sürekli arayıp ofisi yapacakları çalışma için uygun hale getirmeleri konusunda uyarılarda bulunup, bir yandan da yanında bulunan ekip arkadaşlarına ofiste nasıl bir çalışma yapacaklarını anlatıyordu. Ekibin en çalışkan kişisi olan Ekrem,

– Uçağımız Ankara’ya düşmeden iner mi sizce? diye içindeki haklı kaygıyı dile getirdi.

Böyle bir sandığın varlığından haberdar olan polis memuru kendi silahıyla kafasından vurulmuş halde bulunmuştu. Kayıtlara ise merhum polisin esnaf bir arkadaşı ile şakalaşırken kazayla vurularak öldüğü şeklinde geçmişti. Tutuklanıp ceza evine gönderilen bu esnaf ise ne hikmetse ceza evinde kalp krizi geçirip ölmüştü. Ya sandık lanetliydi ya da sandığın içindekiler.

Ankara’ya vardıklarında onca zaman kazı bölgesinde çalışan bu ekip dinlenmek yerine hemen işe koyulmuştu. Sandık açıldı. İçinden bir sürü kitap çıktı. Sandığın içinden altın, gümüş gibi maddi değeri yüksek eşyalar çıkması beklenmiyordu. Öldürülen polis bu bölgede kaçak kazı yapan bir gruba sızmış ve içi kitap dolu bir sandık hakkında rivayetler dinlemişti. Polis memurunun ölümüne sebep olan ise bu rivayetlerdi. Bu rivayetler bir şekilde Vatikan lideri Papa’nın da kulağına gitmişti. Özel uçakla Ankara’ya giden sadece Kudret ve ekibi değil, Vatikan lideri de kendi özel ekibini getirmişti. Çin’den, Kazakistan’dan da yine devlet başkanları ve uzman arkeologlar gelmek üzere yoldalardı.

Sandık açıldığında tam da bekledikleri gibi toz içinde kalmış bir sürü kitap ile karşılaştılar. Kudret Bey eldivenli elleriyle kitaplardan birini aldı. Prosedür gereği taktığı eldivenleri o an çıkarmak istiyordu. Kaç yıl öncesine ait olduğunu henüz bilmedikleri bu kitabı çıplak elleriyle dokunup hissetmek ve onlarca yüzyıl geriye gidip o anı yaşamak istiyordu. Papa ve ekibi orada olmasaydı muhtemelen bu eldivenleri kullanmazdı. Kitaplardan herhangi birine gelebilecek bir zarar Kudret Bey’in başını fena halde derde sokardı.

Kudret Bey, sandıktan çıkardığı kitabın her bir sayfasının usulce fotoğraflanıp orada bulunan her bir ekibin çalışanlarına çıktısının dağıtılması için Nihan Hanım’ı görevlendirdi.

Ekip sağlam olduğu için kitabı çözümlemek çok uzun zamanlarını almadı. Kitabın çözülen ilk cümlesi ‘ Çizmeyi andıran bu ülkede bol yağmur yağmasını beklerdim ama burası çok sıcak. Üzümleri ile yapılan şaraplar şenlik ateşlerine eşlik ediyor’ olunca seyahat eden bir kişinin gezi boyunca yaptığı gözlemleri not ettiği anlaşıldı. Papa ve ekibi hayal kırıklığına uğramışlardı. Kayıp İncillerden birisinin aslını bulmayı umut ediyorlardı. Birkaç cümle daha okuyunca burasının Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında olan İtalya’dan bahsedildiği bir zaman dilimine ait olduğu anlaşıldı. Çözülen her cümle ile ismi Strabon olan bu kişinin günümüz ismiyle sırasıyla İtalya, ispanya, Fas , Cezayir, Libya gibi Roma İmparatorluğu’nun topraklarına ait olduğu ülkeleri tanıttığı anlaşıldı.

Ertesi gün ikinci bir kitap yine Kudret’in eldivenli ellerinde incelenmek üzere yüzyıllardır içinde bulunduğu sandıktan alınıp fotoğraflanmak üzere Nihan Hanım’a verildi. Farklı bir dilde yazılmış olan bu kitapta Xuanzang isimli Çinli bir Budist önce kendi memleketi Çin’i, sonrasında sırasıyla Hindistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan ve Afganistan’ı anlatıyordu. Bu kitap M.Ö. 600’lü yıllardan bahsediyordu.

İlk çevirisi yapılan kitapta, “Burası Çin gibi olmasa da yine de kalabalık bir ülke,” ifadesi yazılıydı. Sanki Çin ve etrafını gezdikten sonra Roma imparatorluğu şehirlerine gelmişti. Halbuki bu kitapları yazan aynı kişi olamazdı. Her iki kitapta bahsedilen zaman dilimi arasında yüzyıllar vardı.

Kudret’in ellerinden yükselip Nihan Hanım’a iletilen bir diğer kitapta ise M.Ö. 1200’lü yıllardan bahsediliyordu. Her kitapta farklı isimli bir kişi sürekli yaptığı seyahatlerden bahsediyor ve her kitabında zaman zaman bir önceki gezdiği yer ile karşılaştırmalar yapıyordu. En altta duran kitap yazarının ismi ise oldukça tanıdıktı. Gerçek ismi Derviş Mehmed Zilli olan Seyahatnâme’nin yazarı dünyaca ünlü gezgin Evliya Çelebi’ye ait bir kitaptı.

Bu sandıktan çıkan kitabında on ciltten oluşan Seyahatnâme’sinde bahsedilen yerler haricinde gezdiği bazı şehirlerden bahsedip kitabın son sayfasına, “Bir sonraki durak için uyuma vakti,” diye not düşmüş.

İlk başta bulunan sandığı hayal kırıklığı içinde karşılayan Papa, her kitap çevirisi ile daha da heyecanlanmış, çoğu zaman uyumayıp çalışanlar le birlikte çeviri çalışmalarına katılıp sabahlamıştı.

Son cümle ile orada bulunan herkes artık şok olmuş, ne diyeceklerini şaşırmıştı. Her kitap birbiri ile bağlantılı olup son kitap da uyuma vakti derken ne demek istemişti?

Kudret derin düşüncelere dalmış Evliya Çelebi ile ilgili bazı rivayetler aklına takılmıştı. Rivayetlerden birisi Evliya Çelebi bir gün Bağdat’da iken ertesi gün İstanbul’da olabiliyordu. O zamanın şartlarında iki şehir arasında bir günlük mesafe olamazdı. Aynı zamanda Evliya Çelebi uykusunda, “şefaat yâ Resulallah” demek yerine, ‘Seyahat yâ Resulallah’ dendiği rivayet ediliyordu. Derin düşünceler sonrasında Kudret suskunluğunu bozdu.

– Evliya Çelebi uyuma vakti derken mecazi anlamda kullanmıyordu. Aslında hepimiz Evliya Çelebi’nin seyahat edebilmesi için yaratılan bir dünyanın içindeyiz. Yaşanan onca cinayet, onca vahşet bu Dünya için oldukça oksimoron.

Son konuşma İtalyancaydı, ama bu dili bilmeyenler bile Papa’nın kurduğu bu cümleden ötürü dehşete kapılmıştı.- Viviamo tutti nel sogno di una persona? (Hepimiz bir kişinin gördüğü rüya içinde mi yaşıyoruz?)

Abdullah Kara

Ben Abdullah Kara. Mesleğinde 18. yılını doldurmuş bir matematik öğretmeniyim. Soru yazarlığı üzerine kendimi geliştirdim. Milli Eğitim Bakanlığında soru yazma konusunda eğitimler aldım , sorularım yayınlandı. Öykü yazarlığı konusunda ise yolun başlangıç çizgisindeyim. Zeynep Füsun Kahraman'dan ders almaya başladım. Zamanla daha güzel öyküler yazacağıma inanıyorum. İyi çalışmalar.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *