Öykü

Ölüm Kulesi

İri adam penceresindeki bir tıkırdama ile uyandı. Üzerindeki ince örtüyü çevik bir hareketle açarak seri adımlarla pencereye yöneldi. Lill’di bu, yani büyücü dostunun evcil baykuşu. “Tam tahmin ettiğim gibi…” diyerek yüzünde bir gülümsemeyle pencereyi açtı ve baykuşun serin gece havası ile birlikte içeri girmesine müsaade etti. Kuş uçarak odanın içerisinde bir-iki tur attıktan sonra yavaşça köşedeki masanın üzerine kondu. Bacağına bağlı parşömeni gagalayarak usulca öttü. “Tamam kızım, sakin ol. Şimdi seni yükünden kurtaracağım, merak etme.” dedi adam. Parşömeni, iri ellerinin elverdiğince dikkatle çözdü ve dün akşamki yemeğinden arta kalan birkaç ekmek parçasını baykuşa ikram etti. Baykuş bunları minnetle kabul etti. İri adam yüzünde memnun bir gülümsemeyle bir müddet kuşun ikramını yemesini izledi. Sonra dikkatini elindeki parşömene çevirdi. Sevgili büyücü bu kez nasıl haberler göndermişti kendisine acaba? Belki de yeni bir macera? Kağıdı heyecanla açtı ve hevesle okumaya başladı.

Sevgili dostum Sern,

Hemen buraya gelmen gerekiyor. Haberler kötü… En kısa zamanda bir araya gelip harekete geçmemiz gerekiyor. Detayları buluştuğumuz zaman anlatırım. Acele et.

Emoen

Sern’in az önce gülen yüzü okuduklarının etkisiyle yavaş yavaş asılmaya başlamıştı. Kaşlarını çatıp bir müddet boşluğa baktı. Sonra atladığı önemli bir detay olup olmadığını anlamak için mektubu bir kez daha baştan okudu. Ama yoktu… Emoen mektubunu bu kadar kısa tuttuğuna göre durum gerçekten de ciddi olmalıydı. “Hemen gel.” demişti mektupta. Hemen… Ama henüz gece yarısıydı ve Sern bu saatte dışarı çıkmaya pek gönülsüzdü. Pencereye yaklaşıp düşünceli bakışlarla geceye baktı. Hafifçe esen bir rüzgar uzun saçlarının savrulmasına neden oldu. Uzun boylu, iri yapılı bir adamdı Sern. Güneşten esmerleşmiş bir teni, kuzgun karası saçları vardı. Kaslı kolları ve vücudunun çeşitli yerlerindeki yara izleri onun bir savaşçı olduğunu gösteriyordu.

Yıldızlara bakıp dostunu düşündü. Kıvırcık kumral saçları ve yeşil gözleriyle çok güzel bir bayandı Emoen. Aynı zamanda yaşıtlarına göre çok yetenekli bir büyücüydü de. Sern, onunla uzun yıllar önce bir macera sırasında tanışmıştı. Aralarında kısa sürede sağlam bir dostluk başlamıştı ve o günden sonra birlikte pek çok heyecan verici maceraya atılmış, pek çok şeyi paylaşmışlardı. Bir an için Emoen’in, kızıl cüppesinin karanlık gölgelerinden kendisine gülümseyişini görür gibi oldu. O da gülümsedi… Sonra başını elindeki parşömene çevirdi. Yumruğunu sıkarak parşömeni buruşturdu. Kararını vermişti, dostunun kendisine ihtiyacı vardı. Çabucak pencerenin yanından ayrılarak duvar dibinde duran sandığını açtı. Elinden geldiğince hızlı şekilde zırhını ve kılıcını kuşanıp aşağı kata indi. Kısa sürede atını hazırlamış ve kasabayı terk eden yolun üzerinde yol almaya başlamıştı bile.

Bir gün ve bir gece boyunca hiç durmaksızın at süren savaşçı, sonunda hedefine varmıştı. Emoen’in yaşadığı kasaba, üzerinde durduğu yeşil tepenin hemen eteklerindeydi. Güneş tepede yükselirken bir an durup kasabayı izledi. Uzaktan bir horozun ötüşü duyuluyordu. Görünürlerde anormal bir şey yok gibiydi. Buna sevindi. Sıcak bir banyonun ve iyi bir kahvaltının hayaliyle atını kasabanın girişine doğru sürdü. Tam kasaba meydanına gelmişti ki “Bak sen şu işe! Bizim Sern değil mi bu?” diyen tanıdık bir ses işitti hemen arkasında. Sern gülümseyerek sesin geldiği yöne doğru döndü. Hancı Boris’ti bu. İhtiyar hancı yüzünde büyük bir gülümsemeyle Sern’e yaklaştı ve “Seni gördüğüme sevindim evlat. Ne o? Yoksa yaşlı Boris’e uğramadan mı gidecektin?” dedi babacan bir tavırla. Sern atından inerek aralarındaki iri göbeğin elverdiğince adamı kucakladı.

“Olur mu hiç öyle şey babalık? Uyuduğunu düşündüm, rahatsız etmek istemedim.”

“Uyumak mı? Pöh! Bu saatte ancak tavuklar uyur! Erken kalkan yol alır derler, bilirsin. İşletmem gereken bir han var. Uykuyla falan vakit harcayamam. Haydi gel, içeri geç.” dedi. Ardından da sadece ikisinin duyabileceği bir sesle “Sana ayırdığım harika bir jambon var.” diye ekledi göz kırparak. Sern bir an önce büyücü dostunun yanına varmak istiyordu ama böylesine baştan çıkarıcı bir teklifi hayatta geri çeviremezdi. Yine de bir anlığına duraksadı. Onun bu tereddüdünü sezen Boris, bembeyaz kaşlarını çatarak “Bana bak ufaklık. Eğer hemen dediğimi yapmazsan seni alaşağı ederim bilmiş olasın.” dedi. İkisi de bu lafa gülmeden edemedi. Sern, hancının neredeyse iki katıydı.

“Pekâlâ, öyle olsun bakalım. Göster şu gizli hazinenin yerini.” dedi göz kırparak ve atı güzelce bağladıktan sonra ikili neşeli bir şekilde hana girdiler.

Han kısa bir süre içinde müşterilerle dolmaya başlamıştı bile. Boris hızlı bir şekilde kahvaltıları servis ederken bir taraftan da Sern ile çene çalmakla meşguldü. Sern ise tamamen kızarmış jambonlarına odaklanmıştı. Servisleri tamamladıktan sonra Sern’in yanındaki sandalyeye çöken Boris yorgunlukla ahladı. “Bazen bu iş için fazla yaşlandığımı düşünmeye başlıyorum.” dedi yeni demlenmiş çayından bir yudum alırken.

“Kendine bir çırak almalısın.” diye fikrini belirtti iri savaşçı.

“Çırak mı? Bu kadar işimin arasında bir de bacağıma dolanan bir yumurcakla uğraşamam.” dedi aksi aksi. Sern gülümsedi. Boris hanla ilgili konularda hep aksi olurdu.

“Artık ayak işlerini başkasına devretmeli ve kenara geçip daha önemli işlere odaklanmalısın Boris.” dedi. “Sonuçta burada patron sensin.” diye ekledi, yaşlı adamın hassas noktasına oynayarak.

“Elbette ki patron benim.” dedi ihtiyar, hiddetle. “Şey… Çırak fikri benim de aklıma gelmedi değil hani. Ama bu devirde güvenilir ve yetenekli birini bulmak çok zor.” diye ekledi ardından da. “Ne dersin? Belki de güzel Emoen birini bulmamda bana yardımcı olabilir. O hepimizden daha akıllıdır ne de olsa…”

Emoen’in isminin geçmesi üzerine Sern’in gözleri faltaşı gibi açıldı. “Kahretsin! Oyalanmadan onun yanına gitmem gerekiyordu. Bense burada oturmuş zıkkımlanıyorum!” dedi sinirle.

“Hey! O zıkkımlandığın şey benim en iyi jambonumdu!” dedi Boris öfkeyle.

“Tabii ki öyleydi. Affedersin, öyle söylemek istemedim babalık. Bak… Emoen’den acil bir çağrı almıştım ve en kısa zamanda onun yanında olmalıydım. Oysa ben…”

“Tamam, anladık. Sorun değil evlat.” dedi Boris. “Emoen’den söz açılmışken, gerçekten de ona bir uğrasan iyi olur. Birkaç gece önce evinin civarında garip ışıklar görüldüğünü duydum. Kasabalılar oldukça ürkmüşlerdi. Ama ben önemsemedim. Kız ne de olsa bir büyücü ve ışık onun işinin bir parçası. Ama…”

“Ama ne?” diye sordu Sern, Boris’in sesindeki endişe tınısını duyunca.

“Her sabah bana uğrardı, bilirsin. Ormandan topladığı baharatları satmak için… Ama birkaç gündür kendisini görmüyorum. Bence hemen gitmelisin.”

Sern kafasını olumlu anlamda salladı ve hızla ayağa kalktı. Hanın içinden fırtına gibi geçerek kapıya ulaştı. Boris de onun peşinden koşturuyordu.

Sern “Kahvaltı için teşekkürler babalık.” diyerek atına atladı.

Boris ise “Yine gel evlat. Emoen ile birlikte…” dedi.

“Umarım.” dedi Sern ve atını mahmuzlayıp büyücünün evine doğru yöneldi.

Emoen’in evi kasabanın biraz dışında, ormanın sınırındaydı. Kasabadan ve gözlerden olabildiğince uzakta… Emoen böyle olmasını istemişti. Kasabalıların meraklı gözlerinden uzakta olmak işine geliyordu. Bu kasabalılar için de geçerliydi. Her ne kadar büyücü kadını sevseler de kasaba sınırlarının dışında olması onlar için bir teselliydi. Bu diyarlarda büyü, her zaman kuşku uyandırıcı bir sanattı çünkü. Büyüyle uğraşanlara da pek sıcak gözle bakılmazdı. Ama işleri düştüğünde bir büyücünün kapısını çalmakta hiç kimse tereddüt etmezdi de… Sern şimdi o kapılardan birinin önündeydi işte. İki katlı yapıya vardığında kapı ve pencerelerin sıkıca kapatılmış olduğunu fark etti hemen. Bu endişelerinin daha da artmasına neden oldu ve atından atlarcasına inerek kapıya yöneldi. Kapıyı hızlı hızlı çalarak “Emoen, evde misin? Emoen!” diye seslendi. Bir müddet hiçbir cevap alamadı. Tam kapıyı kırmayı düşünmeye başlamışken içeriden “Kimdir o?” diyen tanıdık bir ses yükseldi.

“Emoen! Benim, Sern.” diye seslendi genç savaşçı, dostunun sesini duyduğuna sevinerek. Bir anlık daha sessizlikten sonra ön kapı takırdayarak açıldı ve eşikte kırmızı cüppeli bir siluet belirdi. “Sern? Sen misin?” diye sordu kapıdaki siluet tereddütle.

“Emoen? Benim… Sen iyi misin? Her şey yolunda mı?” diye sordu merakla.
Siluet cüppesinin başlığını geriye attı ve kumral buklelerinin ortaya çıkmasını sağladı. “Nihayet gelebildin. Nerede kaldın?” dedi Emoen aksi aksi.

“Yolda Boris’le… Yani şey demek istedim… Bir sorunla karşılaştım da. Çok şükür iyisin. Senin için çok endişelendim.”

“Öyle mi? Neden endişelendin peki?” diye sordu Emoen, kollarını önünde kavuşturarak.

“Kasabada bazı söylentiler duydum da… Evinin etrafında görülen garip ışıklar falan…”

“Kasabalılar… Hah! O cahiller ordusu büyüden ne anlar?” dedi Emoen, aksi bir şekilde.

Bu yorum Sern’in bir kaşının havaya kalkmasına neden oldu. “Sorun nedir? Onlar hakkında hiç böyle konuştuğunu duymamıştım. Yoksa sana karşı bir saygısızlıkta mı bulundular?” diye sordu merakla.

Emoen eliyle önemsiz bir fikri savuşturur gibi yaparak “Boş ver. Konuşmaya değmez. Bağışla beni, sinirlerim çok bozuk. Konuşmamız gereken önemli konular var. İçeri gel.” dedi ve kapıyı açık bırakarak evin içerisinde kayboldu. Sern kapıyı ardından kapatarak içeri girdi ve dostunu üzeri parşömen ve haritalarla kaplı geniş bir masanın başında buldu. Odayı tek aydınlatan ışık şömineden yükselen alevler ve masanın üzerindeki şamdandı. Tüm pencereler kapalıydı. Sern’in kapıda beklediğini fark eden Emoen “Başımız dertte.” diyerek önündeki parşömenlerden birini gösterdi.

“Sorun nedir? Ve neden bütün pencereler kapalı? Dışarıda harika bir güneş var, biliyor musun?” diye sordu Sern.

“Bırak şimdi güneşi!” diye sertçe çıkıştı Emoen. Sern’in yüzündeki afallamış ifadeyi görünce derin bir iç çekip elleriyle yüzünü kapadı. “Bak, üzgünüm. Başımız ciddi anlamda belada. Bu yüzden gerçekten de çok gerginim.”

“Sorun değil” dedi iri savaşçı usulca.

“Hayır, sorun. Sen o kadar yoldan bana yardım etmek için geldin ve ben burada durmuş seni tersliyorum. Özür dilerim…”

“Önemli değil dedim ya.” dedi Sern, gülümseyerek. “Sana yardıma her zaman hazır olduğumu biliyorsun. Ne zaman istersen…” diye ekledi ardından, dostane bir tavırla.

Emoen gülümsedi ve bir elini koca adamın koluna koyarak sessizce teşekkür etti. Sonra da endişeli bakışlarla “Sana öğrendiklerimi anlattığımda neden böyle davrandığımı anlayacaksın. Ve muhtemelen benden daha stresli olacaksın.” dedi.

Genç kadın hızlı adımlarla tekrar masaya yöneldi. Az önce gösterdiği parşömeni alarak Sern’e gösterdi. Üzerinde bir sürü rün olan, tepesinde garip bir amblem bulunan parşömene boş boş baktı Sern. “Bu nedir? Ve bu çirkin amblem de neyin nesi?” diye sordu.

“Bu…” dedi Emoen “Per’elmo Bel-etel’in amblemi. Yani çok güçlü bir Necromancer’ın…”

“Necromancer mı?”

“Evet… Yani bir Ölüm Büyücüsü.” dedi bir parmağıyla amblemi gösteren Emoen. Sern ambleme daha yakından baktı ve tiksinerek bunun etrafına siyah bir yılan dolanmış kurukafa sembolü olduğunu gördü.

“Efsaneye göre kendisi gelmiş geçmiş en kara kalpli büyücülerden biri. Halka zulmeder, zevk için öldürürmüş. Öldürdüklerini de yine zevk için yeniden diriltip emrindeki zombi ordusuna katarmış. Bundan 200 yıl kadar önce bir grup cesur maceracı tarafından öldürülmüş. Ama ölürken geri döneceğini ve intikamını alacağını haykırıyormuş.” diye devam etti Emoen. Elindekini bırakıp başka bir parşömen aramaya başladı. “Efsaneler Bel-etel’in muhafızları isminde bir tarikat olduğunu ve bu tarikatın ne pahasına olursa olsun Per’elmo’yu geri döndüreceğini yazarlar.” dedi. Bir an durup Ser ile göz göze geldi ve bir iç çekişle “Geçen hafta bu tarikatın bir efsane olmadığını, tam aksine gerçekten de var olduğunu keşfettim.” dedi.
Sern, omuriliklerine kadar ürperdiğini hissetti. “Dur tahmin edeyim. Birisi ya da birileri onu geri döndürmeye hazırlanıyor, değil mi?” diye sordu endişeyle.

“Maalesef aynen öyle.” dedi Emoen. “Dediğim gibi… Geçtiğimiz gün Büyük Şehir’deydim. Büyü malzemelerimi yenilemek için çarşıya inmem gerekiyordu. Orada… Orada şimdi anlatmak istemediğim korkunç olaylar oldu. Yanlış zamanda yanlış yerdeydim ve görmemem gereken şeyler gördüm. Tarikattan biri ile dövüştüm. Adam az kalsın işimi bitiriyordu. Zor kaçtım. O günden beri bu parşömenleri inceliyorum. Ve o zamandan beri sürekli izlendiğimi hissediyorum. Pencereler bu yüzden kapalı. Korkuyorum Sern. Beni ortadan kaldırmaya geleceklerini hissediyorum.”

“Ben yanındayken asla!” dedi Sern çatık kaşlarla.

“Çok tatlısın Sern. Ama sözlerle bir yere varamayız. Harekete geçmemiz gerek.” dedi ve aradığı parşömeni nihayet bulduğunu belirten bir zafer nidası atıverdi. “İşte bu! Necromancer’ın kulesi, Minas Gurth. Anlamı…”

“Dur söyleme! Tahmin edeyim, Ölüm Kulesi…”

“Bakıyorum da Elfçe öğrenmişsin.” dedi Emoen gülerek. “Ve bu da oraya giden yolu gösteren harita.” dedi parşömeni havada sallayarak.

“Oraya gitmek mi? Delirdin mi sen? İkimiz ne yapabiliriz ki?”

“Hayır delirmedim ve oraya gitmeye mecburuz Sern. Peşimdeler bunu biliyorsun ve büyücüler divanı daha önemli meselelerle meşgul. Bu konuyu onlara açtım elbette, ben çocuk değilim.”

“Elbette değilsin. Ama neden biz?”

“Çünkü bu görev divan aracılığıyla bana verildi Sern. Ve ben de onların güvenini boşa çıkaracak değilim. Benim için çok önemli bir adım bu, anlıyor musun? Ayrıca burada oturup peşimdekilerin beni bulmasını bekleyecek de değilim.” dedi. Ardından da elleri bellerinde “Şimdi… Bana yardım edecek misin etmeyecek misin?” diye sordu meydan okurcasına.
Sern bir müddet şaşkınca arkadaşına baktı ve bir iç çekişle “Edeceğim… Tabii ki seninleyim, bu ne biçim soru? Bugüne kadar beni hiç yalnız bırakmadın. Şimdi tam da bana ihtiyacın varken, ben seni bırakacak değilim.” dedi.

“Güzel…” dedi Emoen yüzünde minnettar ve bilmiş bir gülümsemeyle. “Hazırlan o halde. Ne kadar çabuk yola çıkarsak tarikatı durdurmamız o kadar kolay olur.” Ardından da masadaki kağıt yığınına yönelerek işine yarayabilecek şeyleri toplamaya başladı. Sern ise kendisi için en önemli olan şeyi hazırlamaya yöneldi. Yiyecekler…

Hatırı sayılır sayıda yiyeceği bir bohçaya tıkıştırırken gözü Lill’in kafesine takıldı. Kafes boştu… “Lill nerede?” diye sordu içeri odaya bağırarak. “Efendim?” diye sordu Emoen.

“Baykuşun diyorum. Daha dönmedi mi?” diye sordu kapı eşiğinden başını uzatarak.

“Ha, evet…” dedi Emoen yüzünde dalgın bir ifade ile. “En son sana göndermiştim değil mi? Büyük olasılıkla hâlâ oradadır. Çıkması için pencereyi açık bırakmayı unutmadın umarım?”

“Şey… Pek emin değilim.” dedi Sern utanarak. Emoen bir omuz silkişle konuyu geçiştirdi. Sern de aynı şeyi yapmaya karar verdi ve bir omuz silkişle kilere doğru yöneldi. Emoen ile olan dostluklarının iyiliği için baykuşun iyi olmasını diledi.

Kısa bir süre sonra Sern, sırtında yemek dolu bohçayla salona geri döndü ve gitmeye hazır olduğunu belirtti. “Ben eşyaları atlara yükleyeyim.” dedi.
Emoen ufak bir kahkaha atarak “Aptal olma Sern. O kadar yolu at üzerinde gidersek kuleye bir aydan önce varamayız dostum.” dedi.

“Peki ne yapacağız o zaman?” diye sordu iri adam, mahcup bir sesle.

“İzle ve gör eski dostum” dedi kadın ve cüppesinin kollarını sıvayarak gizemli dilde garip kelimeler söylemeye başladı. Büyüsünü tamamladığında salonun tam ortasında bir boyut kapısı açılmıştı. “Vay canına Emoen. Bu kadar kuvvetli bir büyü yapabildiğini bilmiyordum doğrusu.” dedi etkilendiği her halinden belli olan Sern.

“Bir büyücü kendini sürekli geliştirmeli derler. Ben de bunu yaptım sevgili dostum.” dedi memnuniyetle gülümseyerek. Sern de ona gülümsedi ve hem kendi hem de Emoen’in eşyalarının bulunduğu çantaları sırtlayarak kadının ardından geçide girdi.

Bir adımda kendilerini garip, karanlık bir ormanın içinde buldular. Ağaçlar bükülüp çarpılmış, toprak susuzluktan çatlamıştı. Hiç çimen yoktu. Hiç kuş ötmüyordu. Sanki tüm arazi ölüydü. Sern etrafına bakarak “Aman ne güzel. Bir ara buraya tatile gelmeliyiz.” dedi. Emoen bu yoruma kıkırdayarak güldü. Sonra bir parmağıyla kendisini takip etmesini işaret ederek ormanın içerisinde ilerlemeye başladı. Arada bir durup haritaya bakıyorlar ve hiç konuşmadan ilerliyorlardı. Etraftaki tek ses Emoen’in cüppesinin hışırtısı ve Sern’in gürültülü ayak sesleriydi. Zamanın ucunu kaçırdıkları uzunca bir süre ve ufak bir yemek molası sonunda orman birdenbire sona erdi ve kendilerini bir açıklıkta buldular. Tam önlerinde fildişi renginde, kadim ve yüksek bir kule yükseliyordu. Zemin, kule ile aynı renkteydi. Sern, zeminin irili ufaklı bir sürü parçadan meydana geldiğini fark etti. Yakından baktığında ise dehşetle bu parçaların kemik olduğunu gördü, insan kemikleri… Bütün arazi onlarla kaplıydı. Kule kemiklerden yapılmıştı. “Evet, insan kemikleri…” diye doğruladı Emoen, dostunun yüzündeki dehşet ifadesini gördüğünde. “Büyük ihtimalle öldürdüğü zavallıların ve düşmanlarının kemikleri. Ama merak edilecek bir şey yok. Büyücü öldüğünden beri kemikler hareketsiz.”

“Hareketsizle neyi kastediyorsun? Sakın…”

“İskelet savaşçılar, evet. Haydi ama… Bir Necromancer’in iskeletlerden tut da zombilere kadar her türlü yaşayan ölüye hükmedebildiğini biliyor olmalısın.” diye çıkıştı Emoen.

“Elbette biliyorum. Ama bilmek içimi rahatlatmıyor.” diye yutkundu iri savaşçı.

Emoen gülümseyerek kulenin ön kapılarına doğru ilerledi. Üzerlerinde koca kurukafalar olan çift kanatlı devasa kapılar kapalıydı. Emoen çantasına tıktığı parşömenlerden birini çıkararak bir büyüye başladı. O kelimeleri okudukça kapılar ağır ağır açılmaya başladı. Sern kılıcını çekti ve kalkanını omuz hizasına kaldırarak korumacı bir tavırla kapı ile büyücü arasına girdi. Ama kapıdan çıkan herhangi bir şey olmadı. Emoen memnuniyetle kapılara baktı ve “Şimdi… Bundan sonrasında çok dikkatli olmalıyız. İçeride kulenin gardiyanları olabilir.”

“Ve tarikat üyeleri…” diye ekledi Sern.

“Ve tarikat üyeleri, evet.” dedi Emoen. “Bundan sonra yükün çoğu senin omuzlarında. Fizik gücüne ihtiyacımız olacak çünkü. Merak etme, sana yardım edeceğim. Ama ben ne dersem sorgusuz sualsiz yapman gerekiyor. Her ne görürsen gör, her ne duyarsan duy. Sadece benim söylediklerime uy, yeter. Beni anladın mı?” Sern anladığını belirterek kafasını salladı.

“Güzel. Şimdi üzerine koruyucu bir tılsım yerleştirmem gerek. Buraya gel.” dedi ve Sern’in üzerine küçük bir büyü yaptı. Yaptığı işten memnun bir ifadeyle savaşçıya baktı ve tek eliyle kapıya doğru davetkar bir hareket yaparak konuştu; “Haydi gidelim.”

Kulenin içi de en az dışı kadar ürperticiydi. İnsan kemikleri dekorasyonda bol bol kullanılmıştı. Her şey kemikten yapılmıştı fakat oldukça sağlam bir yapıydı bu. Önlerinde kemiklerden oluşan, kulenin tepesine doğru çıkan uzun bir merdiven vardı. Bu merdiveni takip ettiler. Biraz ilerleyince duvar dibine sıralanmış boy boy tabutlarla karşılaştılar.

“Vampirler…” dedi Emoen. Onun bu sözüyle birlikte tabut kapakları teker teker açılmaya başladı ve kana susamış yaratıklar üzerlerine hızla saldırdılar. Sern tam kılıcını dövüş için hazırlamıştı ki Emoen onu durdurdu ve cebinden çıkardığı garip bir madalyonu vampirlere doğru tuttu. Madalyondan yayılan kırmızı bir ışın yaratıkların saldırısını anında durdurdu. Vampirler kısa bir süre için madalyona baktılar ve sessizce tabutlarına, huzursuz uykularına geri çekildiler.

“Bunu nasıl yaptın?” diye sordu Sern, dostunun yetenekleriyle gurur duyan birinin ses tonuyla.

“Biraz büyü, biraz yetenek… Senin gücünü asıl dövüşe saklamamız lazım. Böyle ufak tefek dövüşlerle harcayacak vaktimiz yok.” diye yanıtladı Emoen.

“Ufak tefek mi? Orada en azından bir düzine vampir vardı. Bizi kolaylıkla haklayabilirlerdi, biliyorsun değil mi?”

“Ben varken değil.” dedi Emoen kendinden emin bir gülümseme ile. Sern’e bir göz kırptı ve “Bu taraftan.” diyerek yoluna devam etti. Sern, dostunun arkasından hayranlık ve hayret karışımı bir edayla bakarak onu takip etti. Yol üzerinde bir tabur iskelet savaşçı ve birkaç zombi ile de karşılaştılar. Fakat hepsi Emoen’in madalyonu önünde gerileyip geldikleri dehlizlere saklandılar. Merdivenlerin ortalarında Emoen durdu ve başıyla bir köşeyi işaret etti. Sern o yöne baktığında sıra sıra dizilmiş taş mezarlar gördü. Lahitlere yaklaştığında bunların kendi gibi savaşçılardan oluştuğunu gördü hayretle.

“Bizden önce tarikatı durdurmaya çalışan dövüşçü ve kahramanların mezarları. Başaramayanların…” dedi Emoen.

“Bunu nereden biliyorsun?” diye sordu Sern.

“Okuduğum parşömenlerden elbette. Ölüm büyücüsü dirildiğinde ona hizmet ve kölelik etmeleri için burada tutuluyorlar. Eğer başaramazsak bundan sonraki adresimiz burası olacak.” Sern bu yorum üzerine oldukça yüksek sesle yutkundu. Az sonra tekrar basamakları tırmanmaya başlamışlardı. Neredeyse en tepeye varmışlardı ki Emoen yine durdu.

“Buradan sonrasına geçemem.” dedi.

“Ne demek geçemem? Bana yardım edeceğini söylemiştin?” dedi Sern panikle.

“Ettim Sern. Buraya kadar tek başına gelemezdin, unuttun mu? Ama bu basamaktan bir sonrasına büyücülerin çıkması imkansız. Necromancer’ın önlemlerinden biri sanırım. Ama merak etme. Bir numaram daha var.” dedi ve Sern’in üzerine başka bir büyü daha yaptı. “Bu seni karşılaşacağın şeytana karşı koruyacaktır. Sözlerini dinleme, hep yalan konuşur. Aşağıda yatanların hepsinin katili de odur. Şimdi git ve kendini kanıtla dostum.” dedi ve onu alnından öptü. Hafifçe kızardığını hisseden Sern çabucak sırtını kadına döndü ve önünde uzanan birkaç basamağı hızla tırmandı.

Şimdi kulenin en üst katındaydı. Oda oval bir daire şeklindeydi. Odanın sonundaki duvarda buzdan dev bir kütle içine sıkışmış, hareketsiz bir insan şekli vardı. Şekil, taht gibi bir şeyin üzerine oturmuş ve sol elini bir şeyi engellemek istiyormuşçasına kaldırmış biçimde donmuştu. Arkasındaki duvarda ise yıpranmış bir flama üzerinde, Bel-etel arması açık bir biçimde görünüyordu. Sern, şeklin kim olduğunu anlayarak “Per’elmo… Seni pislik!” diye mırıldandı kendi kendine. Kılıcını ve kalkanını önüne kaldırıp buz kütlesine doğru bir adım attı. Aynı anda odanın içinde parlak bir ışık patlaması meydana geldi ve “Dur orada iblisin uşağı!” diyen bir ses yankılandı. Sern, ellerini gözlerine siper ederek birkaç adım geriledi. Işık geldiği hızla kayboldu. Şimdi odanın ortasında kıpkırmızı, insan biçiminde bir iblis duruyordu. Kafasında küçük boynuzları vardı ve gözleri alev alev yanıyordu. Göğsünde, üzerinde Bel-etel arması, yani etrafına yılan sarılı bir kurukafa sembolü olan bir madalyon taşıyordu iblis. Elinde ise devasa bir çift elli kılıç vardı. “Geldiğin karanlıklara geri dön şeytanla işbirliği yapan!” diye bağırdı iblis.

“Şu konuşana da bakın hele. Kimin şeytanla işbirliği içinde olduğu açıkça belli…” diye bağırarak karşılık verdi Sern. “Per’elmo için buradayım. Ve istediğimi alana kadar da hiçbir yere gitmeye niyetim yok!” diye ekledi ardından.

“Öyle olsun şeytan tohumu. O halde ölmeye hazırlan!” diye bağırdı iblis ve anında bir büyü yapmaya başladı. Büyü anında Sern’e çarptı fakat görünürde hiçbir etkisi olmamıştı. İblis hızla farklı bir büyü denedi ama yine bir şey olmadı. İblis bıkkınlıkla “Yine mi?” diye bağırdı. Sern ise pis pis sırıttı. Anlaşılan Emoen’in büyüsü işe yarıyordu. Kılıcını elinde bir kez çevirerek odanın etrafında dönmeye başladı.

İlk hamleyi iblis yaptı. Sern bu hamleyi kalkanı ile savuşturdu. Ardından iblis alçaktan bir hamle denedi. Sern bunu da savuşturdu. Ardından hızlı bir saldırı da kendisi yaptı. İblis çabucak kenara kaçarak bu saldırıdan kurtuldu. Karşılıklı vuruş ve savuşturma darbeleriyle geçen birkaç dakika sonunda iki rakip birbirlerinden uzaklaşıp soluklandılar. Sern bu kez dişine göre bir rakip bulmuştu anlaşılan. Çok kuvvetliydi, aynı zamanda çok yetenekli… İblis bir savaş narası atarak tekrar saldırıya geçti. Sern bu darbeden ancak yuvarlanarak kurtulabilmişti. İblis hızla dönüp Sern’in tepesine dikildi ve kılıcını hızla indirdi. Sern çabucak kalkanını kaldırdı fakat darbe çok kuvvetliydi. İri savaşçının kalkanı anında paramparça oldu. Hızla yuvarlanıp ayağa kalktı. Kolunda duyduğu keskin bir acı ile yüzünü buruşturdu. Kalkan tutan kolu kan içinde kalmıştı, büyük ihtimalle kırılmıştı da. İblis tekrar tekrar saldırdı. Sern darbeleri elinden geldiğince engelledi. Bir darbe de omzuna aldı ve acı dolu bir iniltiyle yere kapaklandı. Kılıcını düşürmüştü. İblis hemen başında bitiverdi ve “Ölmeye hazırlan şeytan tohumu!” diye bağırarak devasa kılıcını iki eliyle başının üzerine kaldırdı. Sern bu boşluğu kaçırmadı ve hızlı bir hareketle doğrularak çizmesinden çıkardığı küçük hançeri iblisin boynuna saplayıverdi.

İblis kılıcını elinden düşürüverdi ve inanamayan bakışlarla Sern’e bakakaldı. Elleriyle boğazını tutarak dizlerinin üzerine çöktü. Sonra da yavaşça yana devrilerek hayata gözlerini yumdu. “Bravo Sern!” diyen Emoen’in sesi yankılandı merdivenlerden. “Kolye! Kolyeyi al!” diye seslendi Emoen. Sern güçlükle ilerleyerek kolyeyi iblisin boynundan çıkardı. “Tamam… Şimdi ne?” dedi bitkinlikle.

“Buz kütlesinin üzerinde bir oyuk göreceksin. Per’elmo’nun boyun hizasında… Kolyeyi oraya yerleştir ve pisliğin işini bitir!” diye bağırdı Emoen.

“Tamam…” dedi Sern. Çok kan kaybetmişti, çok bitkin hissediyordu. Zorlukla da olsa buz kütlesine varmayı başardı ve oyuğu buldu. “Al bakalım pislik. Cehennemde görüşürüz!” diyerek kolyeyi oyuğa yerleştirdi. Kolye anında parlak yeşil bir ışık yaydı ve buz kütlesi patladı.

Sern patlamanın etkisiyle geriye savrularak odanın ortasına uçtu. Sırt üstü yerde yatarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bütün duvarlardan inlemeler ve bağırışlar yükseliyor, duvarları oluşturan iskeletler çığlıklar atarak kıpırdıyorlardı. Şimdi üzeri derin çatlaklarla dolu olan buz kütlesinden ise hastalıklı, yeşil bir ışık yükseliyordu. Sern, arkasından gelen kötücül bir kahkaha ile irkildi. Zorlukla kafasını o yöne çevirdiğinde bunun Emoen olduğunu gördü. Yoksa Emoen değil miydi? Kadının yüzünde o güne kadar hiç görmediği zalim bir gülümseme vardı. O bakarken kadının cüppesi yavaşça kırmızıdan siyaha dönüşmeye başladı. Saçları kısaldı, bıyık ve sakalları çıktı. Şimdi karşısında hiç tanımadığı bir siyah cüppeli duruyordu. Hızla kılıcına doğru hamle yapmaya kalktı fakat tam göğsünden bir şimşekle vurularak yattığı yere mıhlandı. “Sern, Sern, Sern… Sevgili dostum, insan can dostuna böyle şeyler yapar mı?” dedi adam alaycı bir sesle. Ardından da sadist bir kahkaha attı. Elinin bir hareketiyle Sern’in yattığı yer sarmaşıklarla doldu ve iri savaşçıyı yattığı yere bağladı. “Kimsin sen? Emoen nerede?” diye bağırdı Sern hiddetle.

Siyah cüppeli, Emoen’in sesiyle “Kimsin sen? Emoen nerede?” diyerek Sern’le alay etti ve bir kahkaha daha attı. Tekrar normal sesine dönerek “Seni kandırmak o kadar kolaydı ki… Zavallı aptal. Beyin yerine kas taşıyorsun ne de olsa, işe yaramaz kas torbası seni.” diyerek Sern’in böğrüne bir tekme attı. Sern acı ile inledi. Gözlerinde ise öfke vardı. “Ne o? Beni öldürecek misin yoksa?” dedi siyah cüppeli alayla.

“Şüphen olmasın.” dedi Sern, sıkılı dişlerinin arasından. Ellerini şu sarmaşıklardan bir kurtarabilseydi…
Siyah cüppeli buna da bir kahkaha ve başka bir tekme ile yanıt verdi. Buz kütlesi iyice çatladı ve büyükçe bir parça yere düşerek dağıldı. Düşen kısmın ardında Per’elmo’nun önüne siper ettiği kolu göründü. Kol hareket ediyordu.

“Sonunda…” dedi siyah cüppeli, huşu ile Per’elmo’nun yeniden canlanan donmuş bedenine bakarak. “Sonunda efendimiz geri geliyor. Bu dünyaya hükmetmeye! Ve ben yeniden onun sağ kolu olacağım! Veziri!”

“Sen şu lanet tarikatın üyelerinden birisin değil mi?” diye sordu Sern.
Siyah cüppeli bakışlarını tekrar Sern’e yönelterek sırıttı. “Üyesi değil, bizzat başkanıyım. Hem de 200 yıldır. Ama şu saatten sonra dünyanın efendisinin veziri sayılırım. Tıpkı eskiden olduğu gibi…” diyerek bir kahkaha daha patlattı.

“Emoen nerede?” diye sordu Sern ikinci kez.

“Daha anlayamadın mı salak? Onu öldürdüm!” dedi siyah cüppeli.

“Hayır! Yalan söylüyorsun!” diye bağırdı Sern.

Siyah cüppeli tekrar Emoen’in sesiyle “Yalan söylüyorsun!” diyerek kahkahalar eşliğinde bir tekme daha savurdu. “Evet…” diye devam etti normal sesiyle “Onu öldürdüm. Amacımın farkına varmıştı, kimliğimi saptamıştı. Onun yaşamasına izin veremezdim. Sana bir haberci gönderdikten hemen sonra işini bitirdim. Çığlıklarını duymalıydın.” diyerek zalimce sırıttı.

“Aslında sana haber uçurmasına fırsat vermeyecektim. Ama yetenekli bir savaşçı olduğunu duydum. İşime yarayabilirdin. Bu yüzden seni çağırmasına müsaade ettim. Anlıyorsun ya… Paladinler buraya oldukça güçlü bir koruma büyüsü yerleştirmişlerdi. Hiçbir siyah cüppelinin, Necromancer’ın ya da yaşayan bir ölünün girmesine izin vermeyecek bir büyü. Eğer ki büyüyü aşmayı becerip giren olursa da onu bekleyen bir Paladin Şövalyesi daima hazırda tutuluyordu.” dedi eliyle zeminde yatan bir şekli işaret ederek. Sern o tarafa baktığında az ötede, yerde ölü yatan bir Paladin Şövalyesi olduğunu gördü. Boğazına bir hançer saplanarak öldürülmüştü, Sern’in hançeri… “O bir iblis değildi.” diye mırıldandı üzüntü ve hiddet karışımı bir duygu ile.

Siyah cüppeli yine bir kahkaha attı. Çok eğlendiği her halinden belliydi.

“Değildi tabii ki seni aptal. Yoksa neden sana sürekli şeytanın tohumu desin ki? Üzerine yaptığım büyüler sayesinde seni bir şeytan, bir iblis gibi görüyordu. Tıpkı senin de onu gördüğün gibi.” Tekrar Emoen’in sesini taklit ederek “Sözlerini dinleme, hep yalan konuşur.” dedi alayla. Buz kütlesinden bir parça daha koptu. Çevrelerindeki çığlıklar iyice arttı, Per’elmo uyanıyordu.

“Ama senin gözlerin dostluk denilen budalalıkla kör olmuştu. Ben ne desem inandın. Ne istesem gözün kapalı yaptın. Vampirleri ve yaşayan ölüleri Bel-etel madalyonu ile geri çevirdiğimde bile şüphelenip elimdeki madalyona bakmayı akıl edemedin. Tıpkı daha önce buraya getirdiğim, buraya dürüst bir amaç uğruna geldiklerini sanan önceki budalalar gibi… Onları da ben kandırdım, onları da buraya ben getirdim ama Paladin Şövalyeleri hep kazandı. Bugüne kadar… Sen küçük kuklam Sern, bugün yazılanı gerçekleştirdin. Per’elmo sayende hayata dönüyor. Dünyayı kan ve ölümle yönetmeye… Ve ben de sana ödülünü veriyorum. Al işte…” diyerek cüppesinin derinliklerinden kısa bir kılıç çekti ve Sern’in tam kalbine sapladı.
Sern inanamayan bakışlarla acı dolu bir inilti koyuverdi ve oracıkta çaresizce can verdi.

Siyah cüppeli zafer kahkahaları atarak kılıcını zalimce Sern’in bedeninden çıkardı ve Per’elmo’nun önüne diz çökerek huşu ile büyücü kralın dirilişini izlemeye başladı. Ölüm büyücüsü dirilirken adeta kule de diriliyordu. Avlusundaki iskeletler ayağa kalkmaya, çukurlarına gömülü zombiler dışarı çıkmaya başlamışlardı. Ama tek uyanan onlar değildi. Kulenin orta katlarında ölü yatan cesur kahramanlar da hareketlenmeye başlamışlardı. Savaşçıların hayaletleri yavaşça lahitlerinde ayağa kalktılar ve saygıyla birbirlerine baktılar. Birbirlerini daha önce hiç görmemiş olsalar da hepsi birbirini tanıyor gibiydi. Hepsi aynı amaç uğruna ölmüşlerdi ne de olsa. Aynı sahte amaç uğruna… Hepsinin bir zamanlar mağrur yüzlü, onurlu kimseler olduğu her hallerinden belliydi. Kimisi parlak zırhlı bir şövalyeydi kimisi ise fakir ama soylu bir savaşçı. Biri hariç… Kızıl cüppeli, genç bir kadının hayaleti de aralarındaydı. Emoen’in cesedi de burada, aralarında gizliydi çünkü. Siyah cüppeli büyücü, onu ölümünden sonra kralına hizmet edebilmesi için onu buraya getirmişti. Bu bir hataydı.

Bir an oradaydılar bir an sonra ise Sern’in cesedi başında. “Sern…” diye seslendi Emoen, uzaktan gelen yankılı bir sesle. Sern’in gözleri yavaşça aralandı. Daha doğrusu hayaletinin gözleri… Yavaşça yattığı yerden doğruldu ve Emoen ile diğerlerinin karşısına dikildi.

“Emoen… Üzgünüm, başaramadım.” dedi hüzünle yankılanan bir sesle.

“Henüz geç değil” dedi Emoen’in yankılı sesi.

“Bir yol var.” dedi savaşçılardan biri.

“Yardım edeceğiz.” diye ekledi bir diğeri.

“Nasıl?” dedi Sern. “Ben… Ben öldüm!”

“Unutma, ne olursa olsun ben bir büyücüyüm.” dedi Emoen.

“Diriltme büyüsü…” dedi bir savaşçı.

“Hâlâ yapılabilir…” dedi bir diğeri.

“Çok geç olmadan…” diye ekledi ötekisi.

“Hazır mısın?” dedi Emoen’in yankılı sesi.

Sern hüzünlü bakışlarla dostuna baktı. “Seni kurtaramadığım için çok üzgünüm Emoen.” dedi. “Biliyorum.” dedi Emoen, anlayışlı bir sesle. Yapabileceğin bir şey yoktu. Ama şimdi var. İntikamımı al, beni Ölüm büyücüsünün kölesi olmaktan kurtar.”

“Huzura kavuşmamıza yardım et…” dedi bir hayalet.

“İntikamımızı al…” dedi bir diğeri.

“Alacağım!” dedi Sern kararlılıkla. Emoen başını bir kez salladı ve dostuna gülümseyerek büyüye başladı. Bir an sonra Sern gözlerini tekrar açtı. Kendi gözlerini…

İlk fark ettiği tüm yaralarının iyileşmiş olduğuydu. Dikkat çekmeden başını yana çevirdi ve diz çökmüş siyah cüppeli büyücüyü gördü. Sırtı kendisine dönüktü. Haince gülümsedi. Sonra Per’elmo’ya bir bakış attı ve gülümsemesi anında kayboldu. Ölüm büyücüsü neredeyse tamamen serbest kalmıştı. Hemen başının yanında duran, garip bir parıltı ile parlayan çift ağızlı bir balta dikkatini çekti. Üzerinde ne yazdığını anlayamadığı rünler vardı. Tereddüt etmeden baltayı yerden aldı ve ayağa kalktı. Per’elmo serbestti. Ölüm büyücüsü kollarını iki yana açarak bir zafer çığlığı attı. Onun çığlığıyla birlikte kale duvarları ve içindeki tüm yaratıklar da onunla birlikte bağırdılar. Sern “Bu Emoen için, seni pislik!” diyerek baltayı var gücüyle Necromancer’a fırlattı. Sanki baltayı sadece kendisi değil de burada ölen tüm savaşçılarla birlikte aynı anda fırlatıyormuş gibi hissetti birden. Balta inanılmaz bir hızla ve kuvvetle elinden fırladı. Gözünün ucuyla sağında hayalet savaşçılardan birini görür gibi oldu. Sol kulağında bir fısıltı duydu; “İntikam!” Balta, üzerindeki rünler ışıl ışıl parlayarak Per’elmo’nun alnına saplandı. Büyücü darbenin etkisiyle geriye uçarak duvara yapıştı ve orada asılı kaldı. Bir anda tüm ışıklar ve bağırışlar kesildi.

Siyah cüppeli neye uğradığını şaşırarak donakalmıştı. Yavaşça arkasına dönüp Sern’i hayatta görünce ise resmen şok oldu. Ardından da hiddetten köpürerek ayağa kalktı ve iri savaşçıya doğru bir hamle yaptı. Bir anda etrafı hayaletlerle sarıldı. Ne olduğunu anlayamadan etrafına bakarken hayalet savaşçıların her biri aynı anda kılıcını çekerek aniden büyücüye sapladılar. Siyah cüppeli anında can vererek yere yığıldı. Hayaletler kılıçlarını tekrar kınlarına sokarak Sern’e doğru döndüler ve onu eğilerek selamlayarak gözden kayboldular.

Tam o esnada büyük bir gümbürtü koptu ve Per’elmo Bel-etel’in cesedi patlayarak havaya uçtu. Aynı anda tüm kule temellerinden sarsılmaya başladı. Kule yıkılıyordu. Sern “Lanet olsun!” diye bağırarak hızla basamaklardan aşağı koşmaya başladı. O merdivenleri inerken kule etrafında yıkılıyordu. Karşısına çıkan yaşayan ölüler teker teker yere yığılıyor ve bu hayata son kez veda ediyorlardı. Son anda kendisini geniş kapılardan dışarı attı ve tam zamanında geriye dönerek kulenin yıkılışına şahit oldu.

Orada ne kadar yattığını, boşluğa ne kadar baktığını bilmiyordu Sern. Tek bildiği içinde tarif edilemez bir acı olduğuydu. Emoen gitmişti. Gözyaşlarını tutamadı ve sarsılarak ağlamaya başladı koca adam. Sonra bir esinti geldi yüzüne, “Ağlama…” diyen bir ses eşliğinde. Başını kaldırıp baktığında Emoen’in orada olduğunu gördü. Havada öylece süzülüyordu genç kadının hayaleti. Tıpkı hatırladığı gibiydi. Tek bir farkla, üzerinde beyaz cüppe vardı şimdi. “Ağlama eski dostum.” dedi Emoen. “Beni sonsuza kadar sürecek bir esaretten kurtardın. Tüm diyarları kurtardın. Ağlama artık… Sevin. Ben şimdi çok daha iyi bir yerdeyim, buna inan. Seni bekliyor olacağım sevgili dostum. Şimdi kalk ve yaşamana devam et. Görüşmek üzere…” dedi Emoen cıvıl cıvıl bir sesle. Ve arkasında doğan güneş ışığının parıltısıyla birlikte yok olup gitti bu diyarlardan. Sern bir müddet daha orada öylece oturdu. Ama artık ağlamıyordu. Tam aksine, ıslak yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı şimdi. Dostu için seviniyordu çünkü… Huzurlu olduğunu bilmek çok güzeldi. Sonunda bir iç çekişle birlikte yavaşça oturduğu yerden doğruldu ve kendi geçici huzurunu aramak için evinin yolunu tuttu. Belki yolda Boris’e uğrardı. O jambondan hiç kalmış mıydı acaba?

Ölüm Kulesi” için 6 Yorum Var

  1. Hikayeyi ilk okumaya başladığımda bırakmak zorunda kaldım. O an bulunduğum ortamın müsait olmaması nedeniyle bir türü dikkatimi toplayamadım ve en sinir olduğum şeyi yaparak bıraktım.

    Şimdi bu ilk paragraf ne içindi diyeceksiniz? Eğer hikayeyi sonradan okuduğumda, bu kadar güzel olacağını bilsem o anki o ortamı kesinlikle müsait bir hale getirirdim. 🙂

    İnanımlaz keyif alarak okuduğum öykülerden biri oldu. Hatta en üst sıralarda yer alıyor diyebilirim. Keyif almamın nedeni belki de aklımda bir türlü toparlayamadığım olguları senin kaleme dökmen. Fantastik literatürdeki en keyif aldığım yazım tarzı ve kurgu örgüsü oluyor bu tip öyküler.

    Bir kaç kişi neyini beğendin yahu; benzer şövalye, benzer vampir benzer büyücü diyebilir. Lakin hayır, o benzer denilen ırklar; kelimelerin bir cümleye doğru yerleştirilmesi ve son senkronizasyonun düzgün yapılması ile hayal edilemeyecek güzellikte bir kurgunun, bir yazının, bir öykünün oluşmasını sağlayabilir. İşte öyküyü ‘çok’ beğenmemdeki asıl neden budur.

    Hikayeyi okuyup tamamladıktan sonra yazarın kim olduğunu özellikle merak etmiştim. Neyse ki güzel bir süprizle sonradan forumumuza da üye oldu. Böyle bir yazarın forumumuzda bulunması mutluluk verici.

    Tekrar tekrar ellerine sağlık. Takipçinim.

  2. Teşekkürler. Beğenmenize çok sevindim.

    Ayrıca ilgi ile takip ettiğim siz Kayıp Rıhtım sakinlerinden övgü yüklü cümleler duymak beni çok mutlu etti.

    Ben de aranızda olmaktan çok memnunum.

    Görüşmek üzere…

  3. [“Huzura kavuşmamıza yardım et…” dedi bir hayalet.
    “İntikamımızı al…” dedi bir diğeri.]

    Bu kısmı çok sevdim, bütüne bakıldığında anlatımın kusursuz ancak bu kısım diğer her yerden daha çok hoşuma gitti. ‘Sadece bir başka iki satır’ gibi gelebilir başkalarına ama oraya geldiğimde duygulandım. Tebrik ederim.

  4. Bir solukta okunabilecek, eğlenceli bir maceraydı. Sern ciddi bir savaşçı yerine espirileriyle hikayeye renk katan bir kahraman olmuş. Özellikle:
    “Aman ne güzel. Bir ara buraya tatile gelmeliyiz.” demesi oldukça komikti :D. Ciddi anlarda böyle espiriler bir anda okuyucunun kahkahalar atmasına neden oluyor :).
    Emoen’de bir gariplik vardı zaten. Ancak, Sern’in dirileceğini düşünmemiştim.
    İsimlerin seçimini oldukça beğendim. Klasik tarzda değillerdi. Tek bir eleştirim var, Emoen bazen “eski dostum ya da sevgili dostum” diye üst üste tekrar ediyordu. İki cümle kurduysa ikisinde de geçiyor mesela. Bu gözüme takıldı, bunun dışında gayet keyifli bir serüvendi. Jambonda benim de aklım kaldı :P. Yalan değil xD. O son cümle de yine gülümseten bir olgu olmuş tabii ;). Güzel bir bitiriş doğrusu.

    Hem güldüm hem üzüldüm(Sern ve Emoen’e) hem de intikamın alınmasıyla rahatladım. Kahrolsun necromancerlar :D!

  5. Oops… “dostum”ların dozunu biraz fazla kaçırmış olmalıyım 🙂 Gece 2:30’da esneyerek bitirdiğimden gözden kaçmış olsa gerek. Uyardığın için teşekkürler. Jambonda benim de aklım kalmadı desem yalan olur 🙂 Okurken keyif aldıysan ne mutlu bana. Değerli yorumun ve her zaman hoşgelen eletirilerin için teşekkürler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *