Öykü

Ötede Bir Yerlerde

Tarren sokakları sidik, at pisliği, ter ve ekmek kokuyordu. Taze ekmek, diye düşündü Rols üzerine basmamak için köpeğe ait olması muhtemel başka bir dışkının üzerinden atlarken. Dışkının üzerindeki sinekler ivediyle kaçıştılar. Yanında yürüyen Gimli’ye üstünkörü bir bakış attı. ‘’Bu çöplüğü daha ne kadar solumam gerekiyor,’’ dedi kaşlarını çatarak.

‘’Bi paralı asker için fazlaca titizsin,’’ dedi Gimli dudaklarını geren çirkin bir sırıtışla. ‘’Bileydim gelirken sana kızımın kokulu mendillerinden getirirdim.’’

‘’Ne kadar?’’ diye üsteledi Rols. ‘’Şu tanrıların ötelediği yerden çıkar beni. Kızın hakkında daha sonra da konuşabiliriz.’’

‘’Az daha sabret,’’ dedi Gimli. Zayıf ve bol tüylü bir köpek önlerinden geçti, birkaç çıplak oğlan da peşinden koşuştular.

‘’Buraları biliyor musun, hep böyle miydi?’’ diye sordu Rols.

‘’Nasıl mıydı,’’ dedi Gimli. Kırklı yaşlarının sonundaydı adam ve biraz da tıknazdı.

‘’Yoksul,’’ dedi Rols her harfin üstüne itinayla bastırarak. ‘’Bizim oralarda köleler bile bunlardan daha iyi yaşıyor. Sebebi savaş mı yoksa hep böyleler miydi?’’

‘’Kölelerin nasıl yaşadığını bildiğini mi sanıyon?’’ dedi Gimli. ‘’Eğer bildiğini sanıyosan hiç bi bok bilmiyondur.’’

Rols başka bir ortamda olmuş olsalar üstelerdi ama susmayı yeğledi. Bu Gimli denen adamı anlaması güçtü; her şeyi ciddiye alabilir, her şeyi de şakaya vurabilirdi.

On dakikalık sessiz ama kokulu bir yürüyüşün ardından bir genelevin önünden geçtiler. Kapısında kırklı yaşlarda tek göğsü dışarda çirkince bir kadın dikiliyor, geçenlere Rols’a çok da çekici gelmeyen bakışlar atıyordu. Rols ve Gimli’yi de es geçmedi. Rols buralardaki genelevlerin yaşlı kadınlar ve hastalıklardan başka bir şey barındırmayacağını düşünerek bakışlarını önünde tuttu.

Bir diğer on dakikanın ardından içerisinden hoş yemek kokuları yükselen bir hanın önündeydiler. Rols, Gimli’yi dürtükledi. ‘’Şurada karnımızı doyurabilir ve bir iki maşrapa soğuk bira içebiliriz ha?’’ dedi. ‘’Bak içkileri ben ısmarlıyorum. Muhtemelen kızarmış ördekleri filan vardır.’’

‘’Muhtemelen,’’ dedi Gimli, ‘’orda yiyeceğimiz tek et köpek etidir. Biraz şanslıysak ve buranın kedileri topalsa kedi eti de olabilir. Bira için de at sidiği veriyorlardır.’’

Derin bir of çekti Rols ve matarasını yolculuğun ilk yarım saatinde boşaltmış olduğu için kendine lanet etti. Bohçasında da giysiden başka bir şey yoktu. ‘’Bari şu mataranı ver de bir yudum içeyim,’’ dedi.

‘’Bir gümüş,’’ dedi Gimli sararmış dişlerini göstererek.

‘’Bir gümüş mü?’’ dedi Rols. ‘’Seni soyguncu puşt. Bir gümüşe on maşrapa bira alabilirim, hem de en âlâsından.’’

‘’Burda değil,’’ dedi Gimli. ‘’Burda bir gümüşe ya benim mataramdakini alırsın ya da,’’ dedi karşıdaki hanı işaret ederek, ‘’on maşrapa at sidiği.’’

‘’Kalsın,’’ dedi Rols. ‘’Ne at sidiğini ne de senin hastalıklı mataranı istiyorum.’’

Gimli omuz silkti. Rols boynuna doladığı uzunca çaputu burnunu da kapatacak şekilde yüzüne doladı. Bu biraz olsun kokuyu bastırırdı.

Hanı arkalarında bıraktılar. Buralar geriye nazaran daha temiz gibiydi. Ya da Rols alışmaya başlıyordu. Biraz sonra ilerde bir insan kalabalığı gördüler. Görüntüden önce ses gelmişti. Rahatsız edici uğultu yaklaştıkça daha da beter bir hal aldı. Yüksekçe bir meydana bir kız çıkartıldı. On beş yaşlarında başı kazınmış ve sağ kulağı kesikti. ‘’Kırk gümüşten başlatıyorum,’’ diye duyurdu elinde tek başlı bir kamçı olan mezatçı.

Köle tacirliği alışılmadık bir şey değildi ama buralarda görmek Rols’u şaşırtmıştı. ‘’Buralardaki insanların fakir olduğunu sanıyordum,’’ dedi Gimli’ye dönerek.

‘’Öyleler,’’ dedi Gimli. ‘’Ama hepsi değil.’’

Kalabalığın arasında yaşlıca bir adam ‘’Kırk iki,’’ dedi.

‘’Kırk beş,’’ dedi bir diğeri.

‘’Bir kulağı yok,’’ dedi genç bir adam. ‘’Etmez ama elli gümüş veriyorum.’’

Mezatçı ‘’Elli,’’ diye duyurdu. ‘’Bir kulağı yok doğrudur,’’ diye ekledi. ‘’Eski sahibi karışmaması için onu işaretlemiş ama bu kesinlikle duymasına engel değil. Kulakları da gözleri de oldukça sağlam.’’

‘’Elli iki,’’ dedi kalabalığın arasından biri önündekilere tükürükler saçarak.

Ön saflarda yaşlıca bir kadın kalabalığı yararak ve küfrederek ilerledi. Sürünürcesine kızın yanına kadar çıktı. Mezatçı ise kadının karşısına dikildi. ‘’Maalesef,’’ dedi, ‘’yaklaşmanız yasak.’’

‘’Onu kontrol etmeden alacak kadar aptal olduğumu mu sandın,’’ dedi kadın.

Kalabalıktan onaylar nitelikte sesler yükseldi.

Mezatçı yaşlı kadının önünden usulca çekildi. ‘’Pekâlâ,’’ dedi. ‘’Öyle diyorsanız.’’

Yaşlı kadın kızın karşısında durdu, dudaklarını açıp dişlerini kontrol etti. Sonra giysisinin sol yakasını sıyırarak bir göğsünü açığa çıkardı. Belli ki genelevlerden birinin sahibiydi. ‘’Elli altı,’’ dedi yüzünü ekşiyerek. ‘’Buna daha fazla vermek aptallıktır.’’

‘’Elli altı,’’ diye duyurdu mezatçı. Kalabalıktan başka bir teklif gelmeyince de sattığını duyurdu.

‘’Hadi gidelim,’’ dedi Gimli.

Rols başıyla onayladı. Bu sırada kızın yerine onlu yaşlarda çıplak bir oğlan çıkartılmıştı. ‘’Küçük olduğuna bakmayın,’’ diyordu mezatçı, ‘’sularınızı taşıyabilir, hayvanlarınıza bakabilir ya da siz ne isterseniz. Otuz iki gümüşten…’’

Mezatçının sesi geride kaldığında Rols kol yeniyle alnındaki teri sildi ve alışkanlıkla matarasına uzandı. Boş olduğunu anımsadığında elini kılıcına yöneltti ve kabzasından tuttu. Neredeyse vücudunun bir uzvu haline gelen kılıcı bile ağır gelmeye başlıyordu artık. Şu Gimli denen herif cimrilik etmeyip te birer at kiralamayı kabul etseydi şimdiye çoktan Yoldaşlar Birliği’ne kayıtlarını yaptırmış, karınlarını doyurmuş, hatta güzel de bir şekerleme yapmış olurlardı.

Gimli ile Tarren’in daha az varoş olan doğu kısmında, bir handa tanışmışlardı. O da bir paralı asker olduğunu söylediğinde meslektaş oldukları ortaya çıkmıştı ama tabii bu uydurma da olabilirdi. Gimli masrafları düşürmek ve gecenin bir yarısı birkaç sikke için boğazlarını kesebilecek adamlara karşı, karşılıklı nöbet tutabilmek için tek bir oda kiralamayı önermişti. Bu makul bir teklifti ve Rols kabul etmişti. Yine de nöbet değişilip sıra Gimli’ye geldiğinde gözünü bir saniye olsun kırpmamıştı Rols. Eğer bir adamın boğazını kesmek istiyorsan bundan daha iyi bir fırsat olabilir miydi? Neticede Gimli ters bir hareket yapmamıştı. Ayrıca sabah askerlik belgesini de gördüğünde Gimli’nin de bir paralı asker olduğu kesinleşmişti. Yine de bu adama güvenmiyordu Rols. Her an kestirme diye soktuğu bu kenar mahallelerden birinde birkaç adam tarafından boğazı kesilecekmiş ve o kendi kanında boğulurken Gimli karşısına geçip sarı dişleriyle gülümseyecekmiş gibi bir his vardı içinde.

Gimli’ye ters bir bakış attı. Adam gökyüzündeki devasa ocaktan ve burunlarını dolduran ufunetten etkilenmiyor gibiydi. ‘’Ölmüş tanrılar adına,’’ dedi. ‘’Nasıl bu kadar ilgisiz olabilirsin?’’

‘’Ne?’’ dedi Gimli.

‘’Terden sırılsıklam oldum,’’ dedi Rols. ‘’Ve kokudan bayılmak üzereyim ama sen nemli çimenlerin üzerinde otlayan bir öküz gibisin.’’

‘’Evet,’’ dedi Gimli. ‘’Ben buralıyım.’’

Buralı mıydı? ‘’Buralı mısın?’’ dedi inanmayarak.

‘’Hay Dagos’un gazabı,’’ diye tısladı Gimli. Buralıyım, hem neden olmayayım ki? Yanıma seni değil on iki yaşındaki bi oğlanı almalıydım. Daha az konuşur ve daha az mızmızlanırdı.’’

‘’Git bul o zaman seni oğlancı puşt,’’ dedi Rols, bir elini hâlâ kabzada tutuyordu. Etraftaki insanlarsa meraklı gözlerle onları izliyordu; oldukça yaşlı ve açlıktan ölecekmiş gibi duran bir kadın, burnunda paslanmış demir bir halka olan daha genç bir kadın ve birkaç çıplak çocuk.

Gimli hızla kılıcını çekti. Halkalı kadın çocuklardan birini kucağına alıp uzaklaştı, diğer çocuklar kaçıştılar ama çürümüş bir erik gibi görünen yaşlı kadın kıpırdamadı.

Rols yerinden kımıldamayan kadının yüzünde bir gülümseme sezdi ama emin olamadı. Bu kadar yaşlı bir insanın duygularını anlamak güçtü. Sonra bakışlarını Gimli’ye çevirdi ve sinirinden yüzü gerilmiş adama karşı sırıttı. ‘’Eğer istediğin buysa,’’ dedi ve hızla çekti kılıcını. Yaşlı kadın yerinde kıpırdandı ve garip sesler çıkarmaya başladı. Rols’e göre en iyi ihtimalle gülüyordu.

Gimli kılıcını çektiği hızla kınına geri soktu. ‘’Seni öldürmeyeceğim çocuk,’’ dedi. ‘’Zaten bu aptallıkla çok yaşamazsın.’’ Sonra arkasını döndü ve hızlı adımlarla uzaklaştı.

Giden adamın ardından ‘’Kaç bakalım,’’ diye bağırdı Rols. Zaten kavga etmek de istemiyordu; adamın uzaklaşmasına izin verdi. Bu sokaklarda en iyi ihtimalle yaralansa bile etraftakiler ölmesi için elinden geleni yapardı ve kesesindeki sikkeler için ise daha fazlasını. En başta da şu karşıdaki yaşlı kadın.

Kılıcını kınına geri soktu ve etrafına baktı. Şimdi ne yapmalıydı? Buraları hiç bilmiyordu ve her taraf birbirine benzeyen döküntü evlerle doluydu. En iyisi önce susuzluğunu giderip karnını doyurmaktı. Belki ucuz ve az bitli bir oda bulursa birkaç saatliğine kestirebilirdi bile. Nasılsa savaşın bir yere kaçtığı yoktu.

Etrafına baktı, yakınlarda karşı kaldırımda sırıtan yaşlı kadın harici birini aradı; kimse yoktu. İçinden küçük bir küfür ederek yaşlı kadının karşısına dikildi. ‘’Buralarda, iyi bir han var mı?’’ dedi. ‘’Soğuk bir şeyler içebileceğim ve karnımı doyurabileceğim bir yer?’’

Yaşlı kadın konuşmadı, sırıtmaya devam ediyordu. Sonra sağ avucunu usulca açtı kadın. Para mı istiyordu? Rols omuz silkti ve kesesinden iki bakır sikke çıkardı. Bu ücret basit bir yol tarifi için fazla bileydi. Sikkeleri kadının avucuna yavaşça bıraktı. Sikkeler hafifçe tınladı.

Yaşlı kadın usulca avucunu kapattı, elini sırtındaki çaputun içinden geçirdi ve sikkeleri iç cebine yerleştirdi. Sonra doğruldu ve yaşından asla beklenmeyecek bir hızla uzaklaştı. Koşmaya çalışan bir kaplumbağa gibi görünüyordu.

Rols parasını alıp giden kadının arkasından bakmaktan başka bir şey yapamadı. Bu sefer içinden ettiği küfür bir öncekine nazaran daha büyüktü.

Gimli’nin gözden kaybolduğu yola baktı. Adam görünürde yoktu ama yeterince hızlı olursa ona yetişebilirdi belki. Bu düşünceyi geldiği anda geri kovaladı. Yine de Gimli’nin gittiği tarafa doğru yürümeye başladı. Belki yolda bir hanla karşılaşırdı.

Karşılaştı da. Ama bu han da geride gördüklerinden çok farklı değildi. Aklına Gimli’nin köpekler ve sidik hakkındaki sözleri geldi ama bunlar elbette ki o cimri herifin uydurmalarıydı. Cebinden çıkmasını istemediği birkaç sikke için uydurulmuş şeyler. Değil mi?

Zaten sonuna kadar açık olan kapıdan girdi. İçerisi de en az dışarısı kadar kötü kokuyordu; belki de daha fazla. Hancı içeriye giren bir müşteri için olsa gerek sonuna kadar gerdiği ağzıyla gülümsedi. Eğer dişleri olsaydı güzel bir gülümseme olduğu bile söylenebilirdi. Hancının yanında bir de oğlan vardı. Belden üstü çıplak olsa da aşağısına yarım bir pantolon geçirmişti. Buralarda gördüğü tek çıplak olmayan çocuk olması bakımından ilginç bir görüntüydü bu.

‘’Ne alırdınız lordum?’’ dedi oğlan.

Lort mu demişti o oğlan? Bu normalde Rols’un katıla katıla güleceği bir şeydi ama bugün hiç de normal değildi. ‘’Neyiniz var?’’ diye sordu.

‘’Siz ne arzu ederseniz,’’ dedi dişsiz adam sırıtarak. Konuşması bir garipti.

‘’Kızarmış ördek ve soğuk bira,’’ dedi Rols.

‘’Kızarmış ördek,’’ diye tekrar etti adam. ‘’ Vimrov, beyimiz kızarmış ördek istedi. Sağır mısın? İkile.’’

‘’Kızarmış ördek, tamam,’’ dedi oğlan ve hızla uzaklaştı. Ardından bir kapı kapandı.

Rols zaten toplamda iki tane olan masalardan birini seçmek için çok oyalanmadı; geridekine oturdu, bohçasını yandaki sandalyeye bıraktı. İçerisi en azından az da olsa serindi.

Hancı önüne bir maşrapa bira koyduğunda -Rols bira olmasını umuyordu- aradan çok zaman geçmemişti. ‘’Kızarmış şeyinizin gelmesi biraz uzun sürebilir,’’ dedi adam.

‘’Ördek,’’ dedi Rols.

‘’Ördek,’’ diye onayladı adam ve uzaklaştı.

Rols korkmaya başlıyordu. Önüne konan maşrapayı bir müddet süzdükten sonra burnuna yaklaştırdı ve kokladı. Maşrapayı aldığı hızla tekrar masaya bıraktı. Akabinde masadan kalktı ve hancının yanına kadar yürüdü. ‘’Midem,’’ dedi, ‘’iyi hissetmiyorum. Ördeği de iptal edin. Bir bardak soğuk su alabilir miyim?’’

Adam ‘’Ördeği iptal mi edeyim,’’ dedi anlamamış gibi.

‘’Tabii ki parasını ödeyeceğim,’’ dedi Rols ‘’Yani uğraşlarınız için.’’

Adamın olmayan dişleri para lafını duyunca tekrar ortaya çıktı. ‘’ Vimrooov’’ diye seslendi. ‘’Ördek iptal.’’

Oğlan hızla içerden çıktı ve aynı ivedilikle kapıyı ardından kapattı. Usul adımlarla tezgâhın yanına geldiğinde ellerinde tırmıklar vardı. En azından şanslı günümdeymişim, diye düşündü Rols ve hayvanın ölmemiş olmasını umdu.

‘’Size soğuk su vereyim,’’ dedi hancı ve tezgâhın altından bir testi çıkardı, bir de ahşap bardak.

Adam suyu doldururken ‘’Bana bir oda lazım,’’ dedi Rols. ‘’Gece için değil, ikindine kadar kestirebileceğim bir yer.’’

‘’Tabii,’’ dedi adam, ‘’yukarda yerimiz var. Eğer samandan bir yatak sorun olmazsa Vimrov üzerine temiz bir çarşaf atabilir.’’

Samandan yatak muhtemelen buralarda bulabileceğinin en iyisiydi. Temiz çarşaftan şüpheliydi ama ‘’Uygundur,’’ dedi Rols.

Çırak, hancının el hareketiyle merdivenlere yöneldi ve hızla yukarıya çıktı. Ahşap basamaklar gıcırdadı. Hancı su dolu bardağı tezgâhın üzerinde ittirerek Rols’un önüne kadar getirdi. Sıkı sıkı tuttuğu bardağı bırakmadı. ‘’Yatakla birlikte toplamda bir gümüş ve iki bakır,’’ dedi. ‘’Harrinor sikkesi mümkünse.’’

Rols damarlarındaki tüm kanın beyninde gezindiğini hissetti. Bu pişkinlik de fazla değil miydi? Sağına soluna baktı, sonra kılıcını hızla çekti ve aynı hızla kabzasını masaya vurdu. İrkilen adam suyu bırakıp birkaç adım geriledi. ‘’Beni aptal mı sanıyorsun?’’ dedi Rols kısık bir sesle. ‘’O önüme koyduğun şeyi kendin içebilirsin ve içerdeki şeyi kendin yiyebilirsin.’’ Para kesesini çıkardı, içinden yedi bakır saydı. ‘’Yedi bakır,’’ dedi sikkeleri masaya vururken. ‘’Ya da,’’ dedi ve tezgahtaki kılıcı daha sıkı kavradı.

‘’Yedi bakır,’’ dedi adam hızla. Tezgâha yayılan sikkeleri ivediyle avuçladı.

Rols önündeki suyu aldı ve bir dikişte bitirdi; en azından gerçekten suydu. Bir bardak daha doldurdu ve onu da içti. Sonra kılıcını kınına geri soktu, bohçasını aldı ve merdivenlere yöneldi. O atlardan birini kiralamalıydım, diye düşündü. Şimdi o atlardan birini kiralamış olsaydım eğer…

Ayaklarının altında basamaklar gıcırdadı. Basamakları birer birer çıkacak, zembereği kaldırıp kapıyı açacak ve pireli samanların üzerine serilmiş temizimsi çarşafın üzerine atacaktı kendini. En azından bu olsundu. Ölmüş Tanrılar eğer gerçekten ölülerse bu kadarına bari göz yummalıydı.

Zemberek kalkıp kapı açıldığında içerdeki oğlan çift kişilik ahşap karyolanın üzerine örttüğü çarşafın köşelerini sokuşturmaya çalışıyordu. Çarşaf beyaz sayılırdı; kül ne kadar beyazsa o kadar. Birkaç yerine çocuğun elinden kan bulaşmıştı.

‘’Neredeyse hazır lordum,’’ dedi oğlan dönerek. ‘’Biraz daha beklerseniz…’’

‘’Bu kadarı kâfi,’’ dedi Rols. Çocuk başıyla onaylayıp kapıya yöneldiğinde atkı niyetine kullandığı çaputu boynundan çözdü, yatağın yanına astı. Kılıç kemerini de onun üstüne. Tam mintanını da sıyırıyordu ki çocuğun hala gitmemiş olduğunu fark etti. Tuvaleti gelmiş gibi, ya da bir şey söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibiydi; farkı anlamak güçtü.

Rols sorgularcasına suratına bakınca hızla döndü ve odadan çıktı oğlan.

Yatağa bir göz attı. Nasıl da yorulmuştu, uzandığı anda uyumak istiyordu ama soyulmak da istemiyordu. Köşedeki çürük sandalyeyi alıp kapıya dayadı, para kesesini yastık niyetine dürülmüş battaniye parçasının altına koydu. Mintanını da sıyırdıktan sonra yatağa uzandı. Bu altında küçük bir pireler şehri olması muhtemel yatak neredeyse kırmızı dudaklı bir kızdı gözünde. Neredeyse.

Yatağa uzandı, kılıcını biraz daha yanına yanaştırdı. Sonra gözlerini kapattı.

* * *

Vimrov elindeki nemli çaputla tezgâhı silerken itinayla kurduğu planını düşünüyordu. Bu plan işe yaramazsa dayak yerdi. İşe yarasa bile yine de dayak yiyebilirdi; aslında planının başında bile dayak yemek vardı. İçten içe acınası haline güldü ve bu yeni denemenin başarılı olmasını umdu. O çok sevdiği ama kapağı yırtık olduğu için adını bilmediği kitabında ‘Hayatın her anı kumardan ibarettir,’ demiyor muydu hem? ‘Ya oynarsın ya da oynamazsın. Oynamazsan zaten kaybedersin. Oynarsan da kaybedebilirsin; ama bu iki durum arasında küçük bir fark var.’

Masalardan birine bulaşmış kanı tırnağıyla kazımaya çalışan Duvan’a baktı. Artık zamanı gelmişti. Derin bir nefes aldı ve sağ ayağının kıyısında duran bira fıçısını hafifçe itekledi. Fıçı önce yavaşça sallandı, ardından da yan yattı.

Duvan sese aniden döndü ve Vimrov’un üzerine yürüdü. ‘’Seni sakar velet,’’ diye çemkirdi. ‘’Kaldırayım demiyor bir de suratıma bakıyor.’’ Sağ eli kalktı ve hızla Vimrov’un yüzüne indi. Sırf beni uğraştırmak için bunu bilerek yapmıyorsan neyim. Bir tokatla yırttığını sanma,’’ dedi işaret parmağını sallayarak. ‘’Yukardaki puşt hele bi gitsin…’’

Sonra döndü ve yerdeki fıçıyı aldı. Dökülen sıvının kokusu hanı hızla doldururken, ‘’Ayağım takıldı,’’ dedi Vimrov yavaşça. ‘’Görmedim. Gamos şahit ki…’’

‘’Kes,’’ dedi Duvan fıçıyı yerden alırken. İçinde kalmış mı diye hafifçe salladı. Sonra gözlerini devirdi. ‘’Geldiğimde yerler temizlenmiş olsun,’’ dedi ve hızla handan çıktı.

Birinci kısım tamamdı, artık acele etmesi gerekiyordu. Hemen merdivenlere yöneldi ve basamakları ikişer ikişer çıkarak kapıya vardı. Zembereği kaldırdığında kapı açılmadı. Omuzuyla yüklenmek de fayda etmedi. Kapının arkasında bir şey mi vardı? Nasıl bir asker yaşlı bir hancı ve bir çocuktan korkardı ki?

Plan burada bitemezdi elbette. Kapıyı zorlamayı bırakıp hızla merdivenleri indi, dışarıya çıktı ve hanın arkasına yöneldi. Neredeyse düz olan taş duvarın dört adam boyu yukarısındaki pencereye baktı. Yapması gereken tek şey bu duvarı tırmanıp pencereden içeriye girmekti. Ne kadar zor olabilirdi ki?

* * *

Rols sırtını bir şeyin ısırdığını hissetti ama çok da umursamadı. Yarı uyku yarı uyanıklık halinde badem gözlü esmer bir güzelliğin, işaret parmağını sağ kol pazısında gezdirdiğini görüyordu. Ne kadar da gerçekçiydi.

‘’Hey,’’ dedi biri. Rols’un gözleri hızla açıldı ve kolunu dürtükleyen çocuğu o anda fark etti. Oğlan birkaç adım geri çekildi.

Rols kılıcına meyletti ama sonra vazgeçti. ‘’Burada ne işin var,’’ dedi onun yerine. ‘’Beni soymaya mı çalışıyordun yoksa?’’ ‘Ve buraya nasıl girdin?’ diyecekti ki aşikâr olan cevabı gördü.

‘’Seni soymak mı?’’ dedi oğlan. ‘’Uyandırdıktan sonra mı?’’

Bu mantıklı argüman karşısında ‘’O zaman amacın ne?’’ dedi Rols.

Önce bir yutkundu oğlan, yutkunuşu derince bir nefes takip etti. ‘’Beni buradan götürmeni istiyorum,’’ dedi. ‘’Onun paralarını nerede sakladığını biliyorum; hepsi senin olabilir.’’

‘’Babanı soyup buradan kaçmayı mı planlıyorsun?’’ dedi Rols gülerek. ‘’Ve ben de bir çocuk hırsızı olacağım öyle mi? Bunun cezasını biliyor muydun?’’

‘’O benim babam değil,’’ diye atıldı oğlan. ‘’Hem ben de gönüllüysem bu kaçırmak olmaz, öyle değil mi? Kaçırmış olsan bile kim umursar ki zaten, ya da bizi nasıl bulacaklar?’’

Rols çocukla boyunu hizalamak adına yatağa oturdu. ‘’Bak çocuk,’’ dedi. ‘’İyi bir yaşantın olmadığını görebiliyorum; ama benimki de çok farklı değil emin ol. Yaşın doğru düşünmene olanak sağlamıyor ama ilerde anlayabilirsin. Elimizde olanla mutlu olmamız gerekir.’’

‘’Elimde ne varmış ki benim?’’ dedi oğlan. Neredeyse ağlayacakmış gibiydi. ‘’Artık kedi öldürmek istemiyorum,’’ dedi. ‘’Ve o adam bana geceleri…’’ Ayaklarına baktı.

‘’Dövüyor mu?’’ dedi Rols.

Çocuk olumsuzca başını salladı. Ama bir şey de demedi, ya da diyemedi.

O atı kiralamalıydım, diye düşündü Rols. Eğer o atı kiralamış olsaydım…

Elini çocuğun omuzuna koydu. ‘’Üzgünüm,’’ dedi. ‘’Gerçekten üzgünüm ama seni götürebileceğim bir yer yok. Yani buradan daha iyi bir yer.’’

Oğlan gözünden dökülmek üzere olan yaşları sağ koluyla temizledi. Sonra kapıya yöneldi, sandalyeyi çektikten sonra odadan ayrıldı.

* * *

Havanın kararmasının üzerinden saatler geçmişti. Yolcunun hanı terk etmesinin üzerinden de bir o kadar. Vimrov gaz lambasının altına iyice yanaştırdığı kitabının cümlelerini seçmeye çalışıyor Duvan ise müşteri arayışı içerisinde kapıyı gözlüyordu. Elbette kimse gelmeyecekti.

Bir plan daha başarısız olmuştu. Bu kaçıncı denemesiydi? On mu? Belki de daha fazla; ama pes etmek yoktu elbette. Bir gün elbet buradan çıkacaktı. Hem adam en azından onu ispiyonlamamıştı. Bu da bir şeydi.

Duvan eline aldığı bir mumla mahzene yöneldi, –pek mahzen sayılmazdı gerçi- ardından bir kapı kapandı. Kapı tekrar açıldığında Duvan’ın elinde gerçek bir bira fıçısı vardı. Tezgâhın arkasından aldığı bir maşrapa ve bir de ahşap bardağı sıvıyla doldurdu. Bardağı oğlanın önüne bırakıp kendisi de maşrapayı aldı. ‘’Geldiğimde yerler yeterince temizdi,’’ dedi, ‘’eğer sözümü dinlersen ödüllendirilirsin.’’

Vimrov önüne konan bardağı aldı ve iştahla yudumladı. Bu pek fazla görülmeyen nezaket değerlendirilmeliydi. Biralardan son yudumlar alınırken yukardan bir devrilme sesi geldi. Duvan küfretti. ‘’Pencereyi yine mi açık bıraktın çocuk,’’ dedi, sağ eli kalktı ama inmedi. Onun yerine ‘’Yine şu kuşlardan biridir,’’ dedi. ‘’Git, yakalayabilirsen yakala yakalayamazsan da kovala şunu.’’

Vimrov kitabını da alıp hareketlendi. Ardında merdivenleri gıcırdatarak yukarıya çıktı, hayvanı ürkütmemek için zembereği yavaşça açtı. Daha önce onlardan birini yakalamıştı ve baykuş eti oldukça lezzetliydi.

Pencereden giren ay ışığıyla içerisi hafifçe aydınlıktı. Karyolanın başına konmuş baykuş kocaman açılmış gözleriyle Vimrov’u süzüyordu.

Kapının yanında duran eski örtüyü yavaşça aldı Vimrov, kitabı da yere bıraktı. Örtüyü elinde düzgünce gerdi ve baykuşun üzerine atladı. Hayvan daha hızlıydı elbette; hemen pencereye yöneldi ve dışarıya kaçtı. Vimrov yeni hüsranın karşısında pencereye kadar yürüdü ve uçan hayvanın ardından bakmaktan başka bir şey yapamadı. Ahşap pencerenin kanatlarını tam kapatıyordu ki ‘’Sakın,’’ dedi biri sessizce. Vimrov korkuyla irkildi. ‘’Lanet olsun çocuk, sen bu duvarı nasıl tırmandın ki?’’

Bu, sabahki adam değil miydi? Peki neden…

‘’Ne bakıyorsun,’’ dedi adam. ‘’Çıkmama yardım etsene.’’

Vimrov hareketlendi ve adamın kolunu kavradı, yapabildiği kadar yardım etti. Bir an sonra adam ahşap zeminin üzerine yığıldı. Sonra doğruldu ve üzerini çırptı. Vimrov’un kulağına eğildi. ‘’Neyin varsa al ve o pencereden in,’ dedi, ‘’sonra bir yere ayrılma ve aşağıda beni bekle.’’

Vimrov şaşkınlıktan konuşamamıştı. ‘’Gitmek istiyor musun istemiyor musun?’’ dedi adam. ‘’Hızlı karar vermen gerek.’’

‘’Tabii ki istiyorum,’’ dedi Vimrov.

Çok sesli söylemiş olacak adam sağ avucuyla ağzını tıkadı. Sonra nefes almasına izin verdi. ‘’Acele et,’’ dedi, boynundaki çaputu gözlerine kadar yüzüne çekti ve kapıyı yavaşça açıp dışarıya çıktı.

Vimrov’un alması gereken çok bir şeyi yoktu. Önce kitabını aldı akabinde de Duvan’ın duvarın taşlarından birini söküp içine tıkıştırdığı para kesesini. Sonra pencereye yöneldi ve dikkatli adımlarla aşağıya indi. Tüm bunlar gerçekten oluyor muydu? Kalbi göğsüne sığmıyordu.

Adamı beklemeye koyuldu. Dakikalar birbirini kovaladı ancak kimse gelmedi. Yoksa gelmeyecek miydi? Ama neden gelmesin ki? Biraz daha bekledi. En sonunda dayanamayıp tekrar pencereye tırmanmak üzere hareketlendiğinde pencerede göründü adam ve aksak hareketlerle aşağıya indi. Kol yeniyle alnını sildi. Ellerinde parlayan sıvı kan mıydı? Vimrov korkuyla geri çekildi. ‘’Onu öldürdün mü,’’ dedi yavaşça.

‘’Ne,’’ dedi adam. ‘’Sen beni ne sanıyorsun, cani filan mı? Bayılması için birkaç defa vurdum sadece, bayılmayınca da birkaç defa daha. Belki de biraz daha fazla ama kesinlikle ölmedi. ‘’Her neyse,’’ dedi, ‘’acele et de buradan gidelim.’’

* * *

Rols, Vimrov’a sokağın karşısında kalıp kendisini göstermemesini söyledi ve ahıra yöneldi. İçerisinden herhangi bir ışık yansımayan ahırın kapısını sertçe vurdu. Bu saatte at almaları zor olacaktı ama denemeye değerdi.

Pencereden bir adam çıktı. ‘’Hay Gamos’un gazabı,’’ diye kükredi. ‘’Deli misin nesin be adam, saatten haberin var mı?’’

‘’Bana bir at lazım,’’ dedi Rols. Kiralamak değil satın almak istiyorum. Bu saatte sorun teşkil etmemesi için.’’

Adam bir müddet düşündü. ‘’Paran var mı,’’ dedi. ‘’Takas makas etmem ben.’’

Rols para kesesini belinden çözdü, avucundan hafifçe attı ve geri tuttu.

‘’Ben ne verirsem onu alacaksın,’’ dedi adam. ‘’Satılık olan tek bir atım var.’’

‘’Bakmamda sakınca yoksa?’’ dedi Rols.

‘’Bekle,’’ dedi adam.

Rols bekledi. Adam neden sonra yularından tuttuğu zayıfça bir atla çıka geldi. ‘’Sol gözü kör,’’ dedi. ‘’Onun haricinde güzel hayvandır.’’

Rols konuşmayı uzatmamak adına ‘’Yedi gümüş,’’ dedi bu ata fazla olmasına rağmen.

‘’Dokuz,’’ dedi adam. ‘’Ya al ya da yoluna git.’’

‘’Sekiz,’’ dedi Rols, ‘’ve bana bir gün yetecek yiyecek vereceksin. Teklifim bu,’’ dedi ve yola bir göz attı. Pazarlık yaparken bunu yapardın ve bu karşıdakine her an cayıp gidebilirmişsin hissi verirdi. İşe yaramasını umdu.

Biraz duraklayan adam ‘’Anlaştık,’’ dedi ve elini uzattı. Rols uzatılan eli sıkmaya meyledince ‘’Seninle el sıkışmak isteyen kim be adam,’’ dedi. ‘’Sadece paramı ver, yiyeceğini de getireceğim.’’

Ne huysuz insanlar var, diye düşündü Rols. Sonra adamın eline sekiz gümüş saydı. Parasını aldıktan sonra içeriye giren adam dakikalar sonra elinde bir çıkınla geri döndü. Çıkını uzatırken ‘’İki bakır,’’ dedi. ‘’Yiyecek için anlaştık çıkın için değil. Ya da istersen içindekileri elinde taşıyabilirsin.’’

Rols içinden küfür ederek iki bakır daha verdi adama. Atın yularını yakaladı ve hızla uzaklaştı. Çocuk bıraktığı yerdeydi. ‘’Bohçayı sallayarak önce karnımızı doyuralım,’’ dedi. ‘’Sabahtan beri bir şey yemedim.’’

Oğlanın gözü ata kaydı. ‘’At ne için,’’ dedi.

‘’Anlatacağım,’’ dedi Rols. ‘’Önce bir kuytu bulup karnımızı doyuralım.’’

Oğlan başıyla onayladı. Hava neredeyse sabahki kadar sıcaktı ve bir o kadar da pis. Temiz bir kuytu bulmaları uzunca bir zaman aldı. Kuytu bulunup çıkının içindekiler yere serilince herifin bir günlük yiyecek diye verdiklerinin iki yufka ekmek, iki soğan ve çeyrek topak peynir olduğu ortaya çıktı. Küçük bir küfürleşmenin ardından yiyeceğe giriştiler.

‘’Sabah götürebileceğim bir yer yok deyip gecenin bir vakti geliyorsun,’’ dedi oğlan ağzı dolu vaziyette.

‘’Evet, yoktu,’’ dedi Rols. ‘’Ama artık bir planım var.’’

‘’Plan?’’ dedi oğlan.

Günün başındaki planım, kaybetmek üzere olduğu bir savaştan ardına bakmadan kaçan Kara Ayı lakaplı bir adama paralı askerlik yapmaktı, dedi Rols. ‘’Tabii bu eski lakabı. Kral tarafından verilen bir emirle lakabı Küçük Panda olarak değiştirilmiş. Hatta göğsüne ve kalkanlarına da bunu işletiyormuş. Beni göğsümde bir pandayla hayal et.’’

Oğlan eğlenmiş görünüyordu. ‘’Peki şimdiki plan?’’ dedi.

‘’Böyle bir hayatı yaşamak istemiyorum,’’ dedi Rols. ‘’Planım ötede bir yerlerde yaşanabilecek bir yer aramak ve bunu yaparken de bol bol gezmek. Gerçek olup olmadığını merak ettiğim onca şey var. Beyaz yağmurlar, Poseroum giyen insanlar…’’

‘’Büyücüler ve maskeciler,’’ diye ekledi Vimrov.

‘’Bacaklarının arasındaki atı sadece bakışlarıyla delirtebilecek adamlar,’’ diye devam etti Rols.

‘’Ölümsüzler’’ dedi Vimrov heyecanla.

‘’Ölümsüzler,’’ diye onayladı Rols. ‘’Bedeninde bitkiler yeşerenler ve bizim bilmediğimiz onlarca şey. Belki tüm bunlar uydurmadır ama bilebilmenin başka bir yolu var mı?’’

‘’Dünyayı gezmek için para gerekmez mi?’’ diye sordu Vimrov. ‘’Sen zengin misin?’’

‘’Zengin değilim ama birçok zengine hizmet ettim,’’ dedi Rols. ‘’Bize bolca para kazandırabilecek birkaç planım var ama bu planlar senin gibi birini de içeriyor. Benimle gelir miydin?’’

Çocuk cevap vermeden evvel sözünü kesti Rols. ‘’Bunlar tehlikeli planlar,’’ dedi uyarı mahiyetinde. ‘’Hatanın sonucunda canımıza mal olabilecek şeyler. Belki yatacak bir yerimiz olmayacak; sokaklarda kalacağız. Aç da kalabiliriz susuz da. Başımıza da özellikle benim şansım göz önüne alınırsa iyi şeyler gelmeyebilir.’’

Oğlan bir müddet sessiz kaldı. Sonra ‘’Kedi öldürmekten iyidir,’’ dedi.

‘’O zaman anlaştık,’’ dedi Rols gülümseyerek ve elini uzattı. Çocuk kendine uzatılan eli sıkıca sıktı.

‘’Şimdi ilk yapmamız gereken ortak dili öğrenmek,’’ dedi Rols. ‘’Ve önümüzdeki hayatta din adamlarından olabildiğince uzak durmak. Ne kadar zor olabilir ki?’’

BİRİNCİ KISMIN SONU

Osman Eliuz

Yazım sanatının her türünü okuyor, deniyorum. Hangi tür olursa olsun gerçeğin kıyısında gezen anlatıları seviyorum. Üslubum genel olarak karaktere yaslanır. Olaydan öte hikaye ediş ilgimi çeker. Sanırım bendeki sıradan bir öyküde renk bulma çabası, yahut ona bir renk uydurma çabası. Yazmanın yakamı bırakmayacağı besbelli, o açıdan direnmeye lüzum görmüyorum.

Ötede Bir Yerlerde” için 15 Yorum Var

  1. Merhaba, güzel akıcı olmuş. Sonuna kadar zevkle okudum. Okudukça öykü gözlerimin önünde canlanıyordu. Kaleminize kuvvet.

    Şu kısım aklımı kurcaladı;
    Çocuk cevap vermeden evvel sözünü kesti Rols.

    Biri cevap verirken konuşması kesilmiş mi? Yani dah çocuk cevap vermeden sözün kesilmesi anlatım bozukluğu olmuş. Bunun haricinde hata görmedim. Beğenerek okuduğumu söyleyebilirim. Ayrıca devamını bekliyorum. Farklı ve güzel bir konu olmuş.
    Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle. . .

    1. Merhabalar. Öncelikle bu uzun öyküyü okuyup yorumladığınız için teşekkür ederim. Ayrıca beğenmenize sevindim.
      ”Çocuk cevap vermeden evvel sözünü kesti Rols.” Güzel yakalamışsınız, şimdi baktığımda bana da kusurlu gibi geldi. Asıl söylemeye çalıştığım çocuk cevap vermeye yeltendiğinde Rols’un yeni bir söze giriştiğiydi. Elimden geldiğince karışıklığı önlemeye çalışacağım. Gelecek seçkilerde görüşmek üzere.

  2. Akıcı bir öyküydü, oluşturulan evrenin detayları da tatmin ediciydi. Günlük hayatta insanlardan kendilerine has kalıp cümleler duymak güzeldi. Kaleminize, emeğinize sağlık.Böylesi bir şehir insanı delirtebilir 🙂

    Konu merak uyandırıcı ve yazar okuyucu öykünün son kısmındaki keşif vaadiyle iştahlandırılıyor. Ama karakterinizde ufak birşey beni rahatsız etti, naçizane fikrim şu; bir kılıcı uzvu gibi kullanmayı bilen bir paralı askerin birçok zorlu ortamda bulunduğu tahmin edilebir. Buna ek olarak bir paralı askerin rütbesi düşürülmüş bir birliğe ulaşmak için bu kadar uğraş vermesi karakterin ne kadar zor durumda olduğunu ortaya çıkarıyor. O zaman benim elimde iki seçenek kalıyor;
    Bir; kahraman kendinden uzakta, küçük düşürmüş bir liderin emri altında birkaç sikke için çalışabilecek kadar seçeneksiz
    İki; yeterli bir asker olarak görülmediği için ancak değersiz olarak görülen bir liderin yanında iş bulabiliyor.

    Hancıyı soğukkanlılıkla dövebildiğine göre tecrübeli biri ve kendini cani olarak nitelendirmiyorsa kendi içinde paralı askerliği kurallara oturtmuş demektir, yani bu işte kural koyacak olgunluğa erişmiş, ayrıca onurlu bir yaşam istiyor. Yani yeteneksiz biri değil , bu demektir ki küçük panda nın emrine çaresizlikten giriyor. Kahramanın nispeten insanlara kolay kanması, ayrıca handa yemediği ve içmediği şeyin parasını gene ne olduğunu az çok tahmin ettiği birine vermeyi teklif etmesi tecrübeli askeri benim zihnimde bir çaylağa çeviriyor. Bu durumda çocukla yapacağı keşiflerde hayatta kalma ihtimali düşük görünüyor. Neyse meraklı bir okur olarak öykünüzün içimde oluşturduklarını kendimce söylemeye çalıştım devamını yazıp kafamdaki soru işaretlerini gidermeniz dileğiyle, esen kalın. 🙂

    1. Merhabalar. Okuyup yorumladığınız ve özellikle iyice irdelediğiniz için teşekkürlerimi sunayım başta. Ayrıntılara güzel inmiş, kaliteli çıkarımlar yapmışsınız 🙂
      Hikayenin bu kısmında Rols’un geçmişine hiç değinmedim. Sizin çıkarımlarınız haricinde genç olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ayrıca insanlara güven duymayan birisi. Söylediğiniz gibi nazik de sayılabilir (duruma göre).
      Ama handa para ödemesini sizinkinden daha basit bir sebebe bağlayayım. Saatlerdir alışık olmadığım bir sıcakta -ufunet de cabası- yürümüş ve sinirlerimi alt üst edecek birkaç olay yaşamışım. Bu yorgunlukta girdiğim handa önüme konulan şey de üstüne ekleniyor. Yiyeceği ve içeceği elde edemediysem (çevrede bulabileceğim diğer hanlar da çok farklı değil) yorgunluğumu bari giderebilmeyi umarım ki ben hancı olsam ısmarladıklarının parasını ödemeyen birine oda kiralamazdım. Zaten tamamen para ödediği söylenemez, ortada buluşuluyor diyelim.
      Paralı askerlik mevzusuna geleyim: Çoğu coğrafyada paralı asker çaresizlikten tutulur zannımca. Senin için savaşabilecek sadakatine güvendiğin askerlerin yoksa parasını ödeyip satın alabileceklerine yönelirsin. Çaresiz olan Rols değil de Küçük Panda aslında. Sonuçta paralı askersem sadakatim aldığım parayla orantılı. Ya karşıdaki daha fazlasını vaat ederse? Ama asıl korkulması gereken insanlar da çaresiz insanlar değil midir?
      Rols bir paralı asker olduğu halde onur derdine düşmüş, yaptığı işten sıkılmış, başkasının emri altına girmekten de. Vimrov’un hayatını görmek onu tetikliyor diyeyim. Sonuçta Vimrov bir köle. Peki Rols ne? O da bir nevi köle sayılmaz mı?
      Gelecek povlarda Rols’un geçmişinde yaşadıklarına da değinmeye çalışacağım elimden geldiğince.
      Hancıyı soğukkanlılıkla dövebilmek: Yaşlı bir adam sonuçta metinde belki yeterince ifade edememişimdir.
      Tecrübeli mi, çaylak mı? İnsanları siyah ya da beyaza ayırmayı sevmediğim için Rols gri bir karakter diyeyim.
      Neredeyse bir uzuv halline gelen silah: sürekli yanında taşıdığı için alıştığı bir ağırlık 🙂
      Muhtemelen cevaplarım sizi tatmin edecek ölçüde olmadı. Daha iyilerini sunabilmek dileğiyle, sevgiler.

      1. Aksine cevaplarınız gayet yerindeydi, tatmin ediciydi benim için, zaman ayrıp cevapladığınız için teşekkür ederim. Ben de siyah beyaz, iyi kötü ayrımını sevmeyenlerdendim. Rols’u sadece bir öyküyle yorumlamak zaten pek sağlıklı değil davranışlarının ardında derin bir geçmişinin olduğu aşikar. Yavaş yavaş tanıyacaz onu sanırım 🙂

  3. Güzel ve akıcı bir öyküydü, devamının olması da güzel. Karakterleri sevdim, belki daha akılda kalıcı isimleri olabilirdi. Devamında vikinglere nasıl bağlıyacaksın bakalım 🙂 eline sağlık.

    1. Merhabalar, beğenmenize sevindim. Elimden geldiğince farklı isimler türetmeye çalışıyorum, akılda kalıcılığı söylediğiniz gibi tartışılır 🙂 Hikayenin devamı Viking’e bağlanmayacak. Viking için aklımda şu an bir fikir yok ama konu çok ilgi çekici. Yazarsam umarım tatmin edici olur. Teşekkür ederim okuyacak sabrı gösterdiğiniz ve güzel yorumunuz için. Daha iyilerinde görüşebilmek dileğiyle.

  4. Merhaba. Her zamanki gibi aklınızda oluşturduğunuz mitolojik evrende geçen güzel bir öykü yazmışsınız. Fantastik bir dünyada macera içinde geçecek bir yol hikayesinin başlangıcını sürükleyici bir şekilde işlemişsiniz. Ayrıca öyküde anlattığınız ortamın kötücül karelerinin karakterlere de sirayet etmesi, bende hikayenin anti-kahramanlık üzerinden devam edebileceği hissi yaşattı. Birde isimler biraz daha bizden olabilirdi. Güzel işlenmiş fantastik bir öykünün tüm başarısını yabancı isimlere yüklemek bence doğru değil. Eski Türkçe sözlüklerden karakter isimleri seçebiliriz ya da köklerden farklı isimler türetilebileceğini düşünüyorum. Bu sadece benim naçizane düşüncem. Kaleminize sağlık, gelecek seçkilerde görüşmek üzere.

    1. Merhabalar. Evvela bu uzunca öyküye zaman ayırdığınız, sonra güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Yakaladığın tespitler de gayet yerinde. İsimlere gelecek olursam, yabancı değiller aslında. Eğer başka dillerde varsa da ben bilmiyorum. Bir anda uydurulmuş şeyler; ama sözlerinizde haklısınız. Belki daha kültürel isimler seçsem çok daha hoş ve akılda kalıcılık olarak da daha başarılı olabilir. Eleştiriniz üzre uğraş vereceğimden emin olabilirsiniz. Daha iyilerini sunabilmek dileğiyle.

  5. Merhaba,
    “Tarren sokakları sidik, at pisliği, ter ve ekmek kokuyordu.” Açılış cümlesinde bir durdum ve tekrar okudum. Üç irrite edici ve bir güzel koku. Sanırım bunlar ayrı cümleler halinde olsa daha iyi olurdu yâhut “ve” bağlacı yerine farklı bir kelimeyle birleştirebilirdiniz ekmeği.
    “Bu Gimli denen adamı anlaması güçtü; her şeyi ciddiye alabilir, her şeyi de şakaya vurabilirdi.” son kısım “her şeyi şakaya da vurabilirdi” daha doğru gibi.
    “Gimli denen herif cimrilik etmeyip te ” yerine “etmeyip de”

    Güzel bir öyküydü. Akıcı, merak uyandırıcı, diğer öykülerinize atıflarla desteklenmiş…
    Kaleminize kuvvet.

  6. Merhabalar. Zaman ayırıp okuduğunuz ve düzenlemeleriniz için teşekkür ediyorum; ne kadar uğraşsak da gözümüzden kaçıyor illa bir şeyler. Giriş cümlesinde kötü kokuların yanına ekmek kokusunu da koymaktaki amacım karakterin acıkmaya başladığına bir işaretti. Bende hep öyle olmuştur; çöplüğün yanından da geçsem yakınlardaki fırından yükselen ekmek kokusu kendini hissettirir. Öyküyü bir müddet dinlenmeye bıraktıktan sonra, sizinde düzenlemeleriniz doğrultusunda tekrar üzerinden geçeceğimden emin olabilirsiniz. Daha iyilerini sunabilmek dileğiyle.

  7. Bir öykü değil de, romanın bir parçası gibiydi. Ve maalesef bir çember oluşturmadığınız için sona geldiğimde biraz huzursuz hissettim. Genelde yazarların bu kısımda okuyucuyu heyecanlandırıp bir sonraki öykü için özlem duyacaklarını sanıyor gibiler, sizin de böyle mi bilmiyorum ama ben de kocaman bir boşluk oluştu. Bütün öyküleri okumasam da, şimdiye kadar seri giden öykülerden hiçbirisi ilgimi pek çekmedi. Ki zaten yazarları da bir süre sonra bıraktı. Eğer anlatımınız ve yarattığınız dünyanın güzelliği olmasa zamanımı boşa harcamış olarak görecektim.

    Ve maalesef temayı başarısız kullandığınızı belirtmeliyim. Tabii ki bir zorunluluk yok ama belirlenen temanın öykünün içinde en az bir kez geçmesi yeter diye de kestirip atmak doğru olmaz diye düşünüyorum. Amaç yaratıcılığın sınırlarını zorlayıp beceri elde etmek olmalı.

    Şimdi gelelim kartın öteki tarafına, öykülerinizde harika dünyalar yaratıyorsunuz. Ayrıntılara gösterdiğiniz özenden, kendime ders çıkarmaya çalışıyorum. Betimleme konusunda biraz geride sayılırım, sizin bu öykünüzde bu konunun hakkını fazlasıyla vermişsiniz, tebrikler.

    Anlatım tarzınız ve kullandığınız kelimeler için gösterdiğiniz özen kendisini belli ediyor. Her ne yapıyorsanız doğru yoldasınız, her cümleden lezzet alarak okudum. Kaleminize sağlık.

    1. Merhabalar. Öncelikle açık sözlülüğünüzden ötürü teşekkür edeyim. Bir ara benim de deneyip sonuçlarından hoşlanmadığım bir şey bu. Her insan kendisine güzel yorum yapılmasını ister elbet; lakin bu seçkinin amacı acemi yazarları bir araya toplamaksa birbirimizden olabildiğince faydalanmalıyız, öyle değil mi?
      Öykünün temaya uygunsuzluğuyla başlayayım; ki benim de yazarken buram buram yüzüme vurmadı değil. Muhtemel ki diğer arkadaşlar da bu durumdan hoşnut olmadılar, ama belirtmek de istemediler belli ki. Bu öykü seçki için yazdığım bir öykü değil; -sizin de fark ettiğiniz üzere-, bencilliğime yenik düşüp seçkiyi boş geçmemek adına, zaten aklımda olan bir povu yazdım ve yazarken temaya uygun güzel bir fikir bulabileceğimi umdum; elbette ki umduğum gibi olmadı. Zaten panda, hikayenin ruhuna çok uygun düşmedi; bu sebepten metinden çıkartacağım.
      Aslında bu seçki için ilk başta masal tadında bir kısa öykü düşünmüştüm. Fakat yarısına kadar bile gelemeden vazgeçtim, tekrar başlamaya meylettim ama olmadı bir türlü… Sonradan yukarıda belirttiğim saçma fikre yöneldim anlayacağınız.
      Öyküye benzemediğini söylemişsiniz; kesinlikle haklısınız.
      Seri öyküler hakkındaki düşüncelerinize kısmen katılıyorum. Burada üzerinden en az bir ay geçiyor ki bu bile fazla ve de bir seriyi sürdürebilmek tema kısıtlamasıyla çok doğru görünmüyor. Kendi adıma seçkiye seri diye tabir edebileceğim bir dizi ile katılmadım şu ana dek. Bazıları aynı serinin içindeydiler fakat her biri farklı öykülerdi. ‘Ötede Bir Yerlerde,’ için de aynı şey geçerli ve devamı gelmeyecek. O yüzden söylediğiniz gibi sonunun beklenti vermekten çok, bir final havası taşıması daha doğru olurdu belki.
      Betimlemeler konusunda kendinize haksızlık etmeyin. Sizin benim kadar betimlemelere ihtiyacınız yok; kısa öykülerde yakaladığınız başarıyı ve şiirselliği betimlemelere boğmak, isteyeceğiniz son şey olmalı. Ek olarak bu benim başarabileceğim bir şey değil.
      Bunlara ek kendimi öykücü olarak tanımlayamıyorum ama sizin ve diğer arkadaşların yorumlarıyla ve katkılarıyla kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Hikayeyi okuyacak sabrı gösterdiğiniz için teşekkür ederek ve yapıcı yorumunuz için minnetlerimi sunarak daha iyilerinde görüşebilmeyi umuyorum.

  8. Tekrar merhabalar. Öykülerinizi her okuyuşumda kafamda hep aynı şey canlanıyor. Karşımda iyi bir hikaye anlatıcısı var. Öykü akıp gidiyor. Bizi yine farklı, keyifli bir maceraya ortak etmişsiniz. Kahramanları yedirmiş, içirmiş, yatırmış, kaldırmış, konuşturmuş, küfür ettirmiş, espri yaptırmışsınız… Bizler de zevkle onları bir köşeden gizlice izlemişiz gibi 🙂

    İşin gelişime dönük eleştirel kısmına gelince, şu seri öykü meselesi bana göre de öyküde aranan güçlü etkiyi zayıflatıyor. Vuruculuğu azaltıyor. Engin bir denizden rastgele alınmış bir avuç su gibi. Oysa öykü bana göre, ya o denizin en nadide parçası denebilecek olayları aktarmalı ya da sıradan bir parçayı nadide ifadelerle öyle bir anlatmalı ki, insanda sürekli bir ağzında evirip çevirme hevesi oluşsun. Bu tabii ki fazlasıyla idealize edilmiş bir düşünce ama hedef bence kusursuza yakın bir yerleri gözümüze kestirmek olmalı. Bu sebepten yüzümü o tarafa dönmeyi yeğliyorum. Hayal gücünüzü takdir ediyorum. Akıcı anlatımınıza şapka çıkarıyorum. Betimlemelerinizi beğeniyorum. Bunlar bende, sizden daha rafine metinler, cevherler çıkabileceği düşüncesini oluşturuyor. Yeri geldi ben de o tabiri kullanayım: kaleminize kuvvet 🙂

  9. Merhabalar. Öykümü okuyacak sabrı gösterdiğiniz için, övgüleriniz ve iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Tavsiyeleriniz için de ayrıca 🙂 Söylediğiniz gibi en iyiyi hedeflemek her zaman daha güzel sonuçlar doğurmuştur; umarım bizim için de öyle olur. Her hikayem için olduğu gibi bunu da bir ders olarak alacağım. Daha iyilerini sunabilmek dileğiyle.

ozbabur için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *