Öykü

Sevilmeyen Dev

Size, deve hörgücü şeklinde iki dağın arasındaki küçük bir köyden bahsedeceğim. Bir köy düşünün ki, içinde boyu bir buçuk metreyi geçmeyen, üşengeçlikten sakallarını dahi kesmeyen bir sürü insancığın yaşadığı söylenebilir. Bu küçük halk, kendilerini öyle çok seviyorlar ki ellerini soğuk sudan sıcak suya sokmaktan bile acizler. Peki birbirlerine yardım ederler mi? Ah! Bu hayatta görülmemiş bir şey. Hem, bu ne büyük bir kabalık?! Nasıl olurda bunu onlara sorma cesaretini gösterirsiniz! Evet efendim! Onları hiç, ama hiç kimse sorguya çekemez. Burnundan kıl aldırmaz onlar! Geçen gün küçük Joe’nun evi yanarken bir kişi bile su dökmedi. Zavallı adam üzüntülü bakışlar ile evinin alevler içinde çöküşünü izledi.

Sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu şehirde itfaiye yok mu beyim?! Size ne. Var ya da yok, hem olsa bile onlar ancak kendi evlerini söndürmek için bu işi yapıyorlar. Peki küçük Joe bir kova su dökememiş mi? Bilmem, dökmüştür herhalde. Aman! Siz de ne çok ayrıntı istiyorsunuz canım! Görmüyor musunuz ki? Bunlar ölen komşularını bile gömmeye tenezzül etmezler. Eğer bu köyde evlerde her gün su akıyorsa, bu yaşlı Chuck’ın yıllar süren emeklerinin bir sonucudur. Zaten yüz metre ilerideki Büyük Göl’ü de keşfeden onun dedesi idi. Yoksa kimsenin kalkıpta göl falan keşfedeceği yoktu yani. Pekala susuzluktan ölmeyi göze almışlardı. Neyse ki bu hikaye ne Chuck’ın dedesi, nede saçma sapan işleyen ve bazen çalışmayan su şebekesi üzerine değil! Aksi takdirde eminim ki çok sıkıcı olabilirdi.

Hikayemiz her günkü gibi, herkesin yataklarından öğlen 3’te çıkarak birbirini selamladığı bir çarşamba günü başlıyor. Sandığınızdan çok daha meraklı olan Yaşlı Chuck, hayatı boyunca merak ettiği dağların ardındaki güneşi görebilmek için, kısa bir yolculuğa başlıyor. Kısa diyorum çünkü o dağı aşmak için yaklaşık yüz metre yürüyüp, bir bu kadarda tırmanmanız yeterli. Köy meydanındaki dar ve uzun yoldan dağa doğru yürümek üzere yola çıkan Chuck’ı gören köy sakinleri;
-Sen delisin Chuck! Orada hiç birşey olmadığını biliyorsun!

-Yaşlılık başına vurmuş senin, ihtiyar herif!
-Eğer bir hafta içinde geri gelmez isen, evini ben alacağım yaşlı bunak!

Diye sesleniyorlardı. Ama durun, bu konuşmalar size garip geldiyse bile, onlar için aşırı sıradandı. Keza onlar günaydın derken bile resmen küfür eden insanlardı, birbirleriyle göz göze gelmekten hep kaçınırlardı. Yine de Chuck, yaşadıkları yerde bir gariplik olduğunun farkındaydı ve bu yolculuğu ne pahasına olursa olsun yapacaktı. Ara sıra gökyüzünden gelen sesler ve garip depremler, nedense ona her zaman bir canlının üzerinde yaşadıklarını düşündürüyordu ve bu iki dağın aslında birer kambur olduğunu da ekliyordu, kendi içinde tuttuğu çalışmasına.

Bir süre sonra dağın eteklerine gelen Chuck, kör olmaktan korkarak dağın tepesine tırmanmaya başlar. Çünkü dağın tepesine çıkarak güneşe direk bakmak, onun narin gözlerini güneşe karşı savunmasız kılacak ve tüm vücudu anında kurumaya başlayacaktır. Neyse ki biraz dinlendikten sonra güneş batmaya başlamıştır ve Chuck artık güvenle tırmanabileceğini düşünmektedir. Yaşlı Chuck, çok geçmeden büyük kamburun tepe noktasına ulaşmıştır, havada bir yaz karanlığı vardır, güneş olmamasına rağmen Chuck net bir şekilde görebilmektedir.
Biraz etrafına göz attığında sarsıcı bir gerçekle karşılaşır. Aslında dışarıda çok daha büyük bir dünyanın bulunduğunu yeni keşfetmiş ve etrafı dikkatle izlemeye başlamıştır. Kısa süre sonrada aslında hareket ettiklerini fark ederek, üzerinde yaşadıkları şeyin ne olduğunu öğrenmek amacı ile, ileri doğru kayarak kamburun tepesinden aşağı süzülmüştür. Çok geçmeden, bunun kafasında saç bile bulunmayan, çok çirkin bir yaratık olduğunu keşfeden Chuck, birazcıkta korkarak onunla iletişim kurmaya çalışır.

-Hey, sen! Sen nesin böyle! Diye bağırarak seslenir, sesini duyurabilmek için.

Ardından hemen cevap gelir;
-Ben bir devim, arkadaşım olur musun?
-Kusura bakmayın bayım, fakat ben buraya bir amaçla geldim. Diye yanıtlar Chuck.
Dev kocaman elini uzatarak Chuck’ı avucuna alır ve avucunu açarak gözlerinin hizasına getirir. Chuck ile göz göze gelirler.

-Orada senin gibi başkaları da var mı? Diye, korkuyla karışık bir ses tonu ile sorar Chuck.

-Hayır, benim hiç arkadaşım yok… Ben çok çirkin bir devim. Bu yüzden yıllardır üzerimde yaşamanıza izin veriyorum, sizleri dinliyor ve sizlerle iletişim kurmaya çalışıyorum. Deprem sandığınız hareketleri sizinle iletişim kurabilmek için yapıyordum.

-Ne diye yıllardır sana zarar verdiğimiz halde bize katlanıyorsun ki? Eminim arkadaşların bile bundan daha iyidir!

-Üzgünüm ki dünya sizin gibi zavallı yaratıklarla dolu. Sizler farklı olan her şeyi eleştiren ve insanı yerin dibine sokan, alaycı gözlerle bakan yaratıklarsınız. Diye yanıtlar dev, sinirli bir ses tonuyla.

-Köyümden neden kaçtığımı sanıyorsun! Diyerek, bastonu ile devin burnuna vurur Chuck.

Bir an için büyük bir sessizlik oluşur. Kendisi de en az dev kadar yalnız ve ince ruhlu olan Chuck, köydekilere, onların bağlılıklarını sınayacak bir oyun oynamaya karar verir. Dev ile bir süre konuştuktan sonra dev, onu tekrar kamburunun tepesine bırakır. Tekrar köyüne geri dönen Chuck hiç kimseye bir şey söylemeden evine gider ve uyur.

Ertesi öğlen, köy sakinleri birbirlerine günaydın demek için uyandıklarında, kendilerini yüzyıllar önce göç ettikleri kasabanın içinde bulurlar. Etraflarını çeviren, kendilerinden en az iki kat daha uzun, güçlü ve yapılı varlıkları fark ederler. Bu varlıklar büyük oranda kendilerine benzemektedirler, köy sakinleri buna anlam veremez. Aralarından bir ses; “Sizi kusurlu pislikler! neden geri geldiniz!” Diye sinirli bir ses tonuyla bağırır. Köy halkı daha ne olduğunu anlayamadan, soydaşları kovalar ile onların üzerlerine soğuk su atarak, dört bir ağızla alay etmeye başlarlar. Herkes iki yana ayrılır ve köy sakinleri oluşan ince uzun insan koridorundan geçerek bulundukları yeri terk etmeye başlar. İki yandaki soydaşları, geçen köy halkına sürekli çamur atarak bağırmaktadır. Kilometrelerce ilerledikten sonra, karşılarında çok çirkin, gri renkli bir yaratık görürler, bunun bir dev olduğunu anlamaları pekte uzun sürmez.

Dev yerde bağdaş kurmuş ağlamaktadır, kendileri de devden pek farklı olmayan köy halkı, deve nesi olduğunu sorarlar. Dev ise kendisinin çirkin olduğunu ve onlar gibi kendi soyu tarafından dışlandığını anlatır. Daha sonra dev arkasını döner, ve köy halkı birden bire, herkes onları dışlayıp taşlar iken, yüzyıllardır kendilerine sahip çıkan o muhteşem ruhlu varlığı görür. Doğa mucizesini yaparak, deve iki adet çok çirkin kambur vermiş ve onun çirkinliğini, başkaları için üzerinde yaşamaya elverişli hale getirmiş ve iki eksiyi bir artıya çevirmiştir. Tüm köy halkı anlar ki, aslında eksiklerimiz ile başkalarının eksilerini kapatarak büyük artılar elde edebiliriz. Bu vakitten sonra doğa bir kez daha görevini yaparak, eksiklerini gidermiş, tüm söküklerini dikmiştir ve onlara kim olduklarını hatırlatmıştır. Daha sonraları köyün girişindeki tabelaya da yazıldığı gibi;
“Daima kibar olunuz ve daima seviniz! Unutmayınız ki mutluluk her zaman orada duracaktır fakat siz kabullenene kadar ona kör kalacaksınız.”

Halil Oğulcan Karamağara

Bir sürpriz yumurtanın içinde, 1994 yılında, İstanbul'da düşmüşüm annemin karnına. Mesela ağlamamışım doğduktan sonra. Tabii sonradan arayı kapattım. Şu anda Tekirdağ, Namık Kemal Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyor, kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Anime, dizi ve film izlemeyi çok severim. Okumayı da. Arada kendimi oyun oynamaya kaptırdığım da olmuyor değil. En çok da büyünce yazar olmak istiyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *