Cebimde yarım altınla köprü trafiğindeydim. Yolu yarılamıştım. Araçlar durma noktasına gelince “Bu saatte ne trafiği artık” diye isyan ettim. Özenle gıcıklandırılmış bir Amerikan romantik komedi filminin içinde gibiydim. En iyi arkadaşımın düğününe geç kalmıştım. Romantik komedi filminde görülemeyecek bir trafiğin içindeydim. Cuma akşamı trafiği… Zaten işten geç çıkabilmiştim, üstüne bir de bu yoğunluk… Gecikme işini iyice abartmıştım. Sekizde gitmem gereken düğüne on bir gibi varacaktım bu gidişle. Kurumsal kostümleri içindeki mutlu çift geldi gözümün önüne. “Onlar şimdi koşturmaktan kimin orada olup olmadığının farkında değillerdir” diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Bir türlü rahatlayamıyordum. Cebimdeki altını kontrol ettim.
Köprüyü geçtikten sonra trafik seyreldi. Hızlandım. On bir buçuk gibi rıhtıma vardım. Denizin üzerindeki devasa otel binası göründü. Kocaman, açık renk bir kaya parçası gibiydi. Biraz sonra bu tuhaf yapının içinde gülüp eğlenip dans edeceğime inanasım gelmiyordu. Otelin görkemli kapısından içeri girdim. Hiç ses yoktu. Ne insan sesi, ne müzik… Düğün bitmiş olabilir miydi? Gecikmiştim ama o kadar da değil. İçeri yerleştirilen yönlendirme yazılarını takip ederek arka bahçe kapısına geldim.
Dışarı çıktığımda gözlerime inanamadım. Tüm davetlililer ışıklar içindeki sessiz pistte dans etmekteydi. Bir kısmını hemen tanıdım. Bir kısmı yabancıydı. Herkes deli gibi tepiniyordu. Müzik yoktu. Pisti döven taban seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Saatler süren birkaç saniye gözümü kırpmadan ve nefes almadan bu sahneye baktım. Sahnedeki yoğun harekete… Yüzler gülüyordu. Eller kollar birbirine karışarak havada dönüyordu. Beller bir o yana bir bu yana kırılıyordu. Ayaklar seke seke kayıyordu. Ama hiç müzik yoktu.
İstemsizce geri adım attım. Kaçmaya hazırlanıyordum. O anda yanımda bir görevli belirdi. Belki de hep oradaydı. Elindeki şeffaf poşeti açtı. İçinde iki siyah yuvarlak… Uzatıp gülümsedi. Bir an için bunların dans pistindekileri delirten haplar olduğunu düşündüm.
“Hoş geldiniz buyurun .”
“Nedir bunlar?”
“Mikro kulaklık efendim, kablosuz. Belediye on buçuktan sonra müzik yayınına izin vermediği için müzik konusunu bu kulaklıklarla hallediyoruz.”
Eve gitme isteğiyle dolmuştum. Ama artık geri dönemezdim. Poşetteki kulaklıkları alıp taktım. Cebimde yarım altın, yüzümde yarım yamalak bir gülümseme piste doğru yürümeye başladım. Küçük bir cızırtının ardından hareketli bir şarkı çalmaya başladı. Müzikle birlikte yürüyüşümdeki tedirginlik seyreldi.
Kalabalığın bir parçası oluvermiştim. Bir an için otel binasının kaya kütlesine benzeyen soğuk binası geldi gözümün önünde. Bu yapının içinde olmama imkân yoktu. Ritme uygun hareketlerle yürüdüm sahneye. Bizimkiler beni görünce etrafımı sarıp dans etmeye devam ettiler. Birkaçı nerede kaldın der gibi jestlerle danslarını zenginleştirdiler. Ortada dolaştırılan içkilerden de birkaç tane yuvarlayınca iyice uyum sağladım ortama. Gelinle damada doğru dans ederek ilerledim. Sarıldık. Sarılarak dans ettik. Cebimdeki altını kontrol ederek kıvırtmaya devam ettim. Altınları kimin topladığını öğrenip bir an önce ona vermem gerekiyordu. Özgürce tepiniyor gibi görünsek de sıkı kurallarla birbirimize bağlanmıştık. Biraz sonra bohçayla dans eden küçük kız kardeşi buldum. Lacivert kesesindeki altını çıkarıp beyaz bohçaya attım. Otele yetişmek için çırpındığım yol boyunca cebimde duran altın bohçadaydı, ben de kayaya benzeyen otelin içindeydim. Gözüm altın bohçasına takıldı. Sonra da gelinle damada baktım. Bu gece topladıkları ganimeti hayatları boyunca gidecekleri düğünlerde birer birer dağıtacaklardı. Ve altın döngüsü tamamlanınca bu dünyadan göçeceklerdi. Aslında kimse bir şey almıyordu veya vermiyordu. Herkes dans ediyordu. Deli gibi.
İçimdeki kameranın uzaklaşma menzili iyice kısalmıştı. Artık otelin görüntüsü gözümün önüne gelmiyordu. En fazla ter içinde kalmış sahneye tepeden bakacak kadar uzaklaşabiliyordu. Bu kadarı bile bana sessiz dansımızın tuhaflığını hatırlatmaya yeterdi aslında. Yine de arsızca dans etmeye ve çılgın gibi zıplamaya devam ettim.
Merhaba,
Pek duru bir öyküydü, nedense çok huzurlu geldi bana. ‘Mikro kulaklıklı düğün’ fikri pek hoşuma gitti.
Elinize sağlık.
Ah ne güzel olurdu gerçek düğünlerin tümü mikro kulaklıklı olsaydı. Düğünlerden nefret eden ve onları kelimenin tam anlamıyla küçümseyen birisi için öykünüz müthişti. Özellikle altın çevrimine değinmeniz çok hoşuma gitti. Daha geçen hafta bir arkadaşıma altın çevriminin zorunluluğunun saçmalığına dair bir söylev verdiğim için çok isabetli oldu bana göre. Ellerinize sağlık, kolay gelsin…
“Bu gece topladıkları ganimeti hayatları boyunca gidecekleri düğünlerde birer birer dağıtacaklardı. Ve altın döngüsü tamamlanınca bu dünyadan göçeceklerdi. Aslında kimse bir şey almıyordu veya vermiyordu. Herkes dans ediyordu. Deli gibi.”
Özellikle bu kısım çok hoşuma gitti, hayatın kaçınılmaz bir özeti. Çok ince şeyler barındıran, uzunluğuyla ters orantılı güzellikte bir yazı olmuş, ellerinize sağlık.