Öykü

Sessiz Fırtına

Bambaşka bir Dünyanın kapıları açıldığında sadece “O” sizin çıkış biletiniz oldu!
Peki ya yıllar geçtikten ve kan dolu bir dönüş yaptıktan sonra hala ona güvenebilir misiniz?

(1)
Yıl 2020

“Nasıl başladığını bende bilmiyorum. Tek bildiğim gözlerimi açtığımda bir karnavalın tam ortasında elimde bir silahla olduğumdu. Oraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Geçmişimi bilmiyordum. İsmim yoktu. Tek bir şey vardı gerçek olarak havada dolanan… Elimdeki silahı daha bir kaç saniye önce ateşlemiş olduğumdu. Namlunun ucundan havaya dağılan keskin barut kokusu bunu belli etse bile meydanda korkudan gözleri büyüyen insanların biraz önce tanık olduğu şey sadece bir cinayet olmadığıydı. O keskin kokuyu algılayamıyorlardı bile. Genç kızın titreyen gözleri bana dönmüştü. Evet, işte o kalabalıkta beni en çok rahatsız eden şeydi. Bana inanamayan gözlerle bakıyordu. Kabul ediyorum. Biraz önce en soğukkanlı bir katile bile şok geçirtecek bir cinayet işlemiştim. Aslında inanılmaz derecede basit bir olaydı. Tetiği çektim ve Colt’un ucundan çıkan 15 mm’lik bir kurşun namludan çıktı ve yerde cansız yatan kızın tam karnına saplandı. Ufak bir baskı… Biraz geriye kaçıldı ve otomatikman ellerini 1–2 saniye sonra kan akmaya başlayacak olan yaranın bulunduğu yere koydu. Aslında birisini öldürmenin en kolay yolu kalp ve beyindir ama bu kızda farklı çünkü karnında taşıdığı şeyin ölümü kızında ölümü olacağını bildiğim için karnına doğrultmuştum silahı.”

Genç kadın gözlerinden yaşlar akarak karşısındaki kişiyi dinliyordu. Karşısındaki kişi aslında tüm ülkenin tanıdığı bir dedektifti. Birçok davayı çözmüş ve seri katilleri yakalamış bir dedektif. İşin trajikomik tarafı bundan 4 ay öncesine kadar bu ülkede seri katili tanımlayacak ancak 1 ya da 2 cinayet işlenirken Karnavalda olan bu olay sonrası her şey değişmiş ve seri katiller gün yüzüne çıkmıştı. Ülkenin her kesimi için bu katillerin ilham kaynağı hafızasını kaybetmiş ve şu an ürkek bir şekilde ağlayarak dedektife bakan kadından başkası değildi.

Kadın cinayeti bile hatırlamıyordu aslında. Sadece bu günce vardı elinde yakalandığında. Son sayfasına kadar doldurmuştu ve kadın sanki beynindeki her şeyi, kimliğini, başından geçen korkunç olayları bu deftere yazdıkça hafızasından silmişti. Ama bu günce kadının suçlu olarak hüküm giymesine yol açamayacak kadar çelişkili bir kanıttı. Çünkü kadının el yazısıyla defterdeki el yazısı hiçbir şekilde uymuyordu ve garip bir şekilde yazılar Türkçe değil Eski bir Latinceydi. Kadın geçmişi gibi Eski Latin dilini de bilmiyordu ama bu günce yakalandığı an kadının kalemiyle noktayı koyduğu günceydi. Bu ana tanıklık edebilecek 15’e yakın polis vardı ve hepsi aynı şeyi söylüyordu. Kadın beyaz kumlarla çevrili bir dairenin ortasında oturmuş bir şekilde gözleri kapalı bir hale bu günceye son noktayı koymuş, daha sonra günceyi kapatarak eline almıştı. Kapalı gözlerini açmadan ayağa kalkıp daireyi aştığında ise kadının ela gözleri açılmış ve “Neredeyim?” diye sormuştu.

Dedektif Eraş kadına bu güncedekileri okutmanın bir faydası olabileceğini düşünerek kadınla görüşmeye başlamıştı. İlk önce günce Türkçeye çevrilmişti ama iş burada da bitmiyordu. Çünkü artık bu kadını tüm Dünya merakla izliyordu. O cinayetten sonra Dünyanın dört bir yanında cinayetler başlamıştı. Hepside aynı şekilde… Bir Colt… 15 mm’lik tek bir kurşun. Tam karna saplanıyor ve anında kurban ölüyordu. Bu yüzden tüm dünya bu kadını takip ediyordu.

Günce birçok dile çevrilmiş ve ülke liderlerine gönderilmişti. Türkiye ise bu kadın için en güvenilir adamlarına emir vermişti ama içlerinden bir tanesi tam anlamıyla bu işe gönüllü olmuştu. Ve şu anda o, kadını itiraf ettirebileceğini düşünerek bu satırları okuyordu.

“Aslında sizler cinayeti ayrıntısına kadar biliyorsunuz. Size anlatmam gereken tarafı öncesi ve sonrası. Biraz sonra okuyacağınız satırlarda benim hayatımın en mutlu ama bir o kadarda karanlık anlarını öğreneceksiniz. Sizi benim kâbusumla baş başa bırakıyorum. Sizden bir ricam var yalnız. Bu satırları lütfen ama lütfen bana okumayın. Neden diye soracak olursanız size verebileceğim bir tek cevap olabilir. “O” geri gelecektir ve yeniden beni o karanlığa çekecektir. İşte o zaman gelecekte işlenecek cinayetlerin boyutu artacak ve daha dayanılmaz bir hal alacak. Ve en önemlisi “O” gün yaklaşacak…”

Kadının bu satırlarda ne demek istediğini anlamış değillerdi ama umurlarında bile değildi. Çünkü bu kadın tam bir şizofrendi. Gerçek adı Rüzgar’dı. Soyadı yoktu. Parmak izlerinden kimlik tespiti yapabilmişlerdi. Tek bulabildikleri şey bir isim ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden 4 yıl önce kaçtığıydı.

“Ama biz seni dinlemeyeceğiz Rüzgar… Sana bunları okuyacağım ve sen eninde sonunda cinayeti ve diğer her şeyi itiraf edeceksin.”

Dedektifin sözleri kadının ağlamasını kesmiş ve soğukkanlılıkla konuşmasına neden olmuştu.

“Anlamıyorum. Cinayeti işlemedim ama söylediğinize göre lanet olası o Karnavalda o cinayeti gören en az 30 kişi vardı. Yine tekrarlıyorum! Ben işlemedim ama neden onlar benim aleyhime ifade vermiyorlar.”

Dedektif keskin bir kahkaha attı. Gözleri karşısındaki kadını baştan aşağıya inceledi. Kadın şu an Bakırköy’de hastanede olduğu için üzerinde beyaz bir kıyafet vardı. Saçları ise kısacık kesilmişti. Gözlerinin çevresi ve ağzının etrafı mordu. Çünkü kadın ne bir şey yemeği, ne bir şey içmeyi ve uyumayı kabul ediyordu. İğne yardımıyla kadını besliyorlar ve sakinleştiricilerle 2 gün sonunda uyutuyorlardı. Yine de kadın sanki ölmek istermiş gibi hayattan kopmuş bir şekilde sonunu bekliyordu. Dedektif bir an için ona acıdığı zamanı düşündü. İlk karşılaştıkları gündü. Kadını ilk defa buraya getiriyorlardı. Dedektif başka bir dava için buradayken kadını görmüş ve ilgilenerek onun yanına gelmişti. Sürekli bir şeylerden bahsediyor ve kimliğinin başka bir şey olduğunu bağırıyordu. Bunların hepsini kocasının bir oyunu olduğunu vurguluyordu. Dedektif onun için araştırma yapmıştı ama kadını doğrulayan hiçbir şey bulamamıştı. Ondan sonra 5 sene sonra kadını şimdi görüyordu. Bir katil olarak. Ona acımıyordu artık. Tekrardan kahkaha attı ve dudaklarını kıvırdı.

“Çünkü lanet olası cadı! Birileri senin arkanı topluyor. Tüm o insanlar öldürüldü. Aynı senin yönteminle… İçlerinde küçük çocuklar ve hamileler vardı. Aynı senin öldürdüğün o kız gibi… Melek gibi… Hamileler… Şimdi baş belası… Bana her şeyi anlatacaksın yoksa tüm bu şeyleri okumayı sürdürürüm!”

Rüzgar korkuyla yerinden kalmış ve duvarın kenarına sinmişti… Parmağını dudaklarına götürdü.

“Sessiz ol! Seni duyacak. Bunların hepsini o işledi. Eğer bu söylediklerini duyarsa senin ve benim için geri gelir. Lütfen! Bana o satırları okuma. Ben onları yapmadım. Lütfen… Tek hatırladığım şey “O”! Lütfen!”

Dedektif hızla yerinden kalktı ve masaya yumruğunu vurdu. Gözlerinden öfke adeta alev alev çıkıyordu. Karşısındaki şizofren kadın iyice kendi köşesine çekildi ve ileri geri sallanmaya başladı. Dedektif derin bir nefes aldı ve iğrenir bir şekilde kadını süzdü.

“Seni pislik! “O”nu hatırlıyorsun ama…”

Rüzgar adama cevap vermedi. Onun yerine yüksek bir hıçkırık sesi duyuldu. Dedektif için bugünlük bu kadar sinir krizi yeterdi. Günceyi masadan aldı ve kapıya ilerledi. Hızla kapıyı yumrukladı ve açılmasını bekledi. Bir iki saniye sonra kapıda sarışın bir doktor belirdi ve kapıyı açtı. Dedektif son bir kez daha kadına baktı ve fısıldadı.

“Yarın geri geleceğim. İşte o zaman güncenin hepsini dinlemek zorundasın. Artık kim gelecekse gelsin.”

Hırsla dışarı çıktı ve doktorun omzuna çarptı. Hızlı bir özür mırıldandıktan sonra koridorda kayboldu. Doktor şaşkın bir şekilde adamın kaybolduğu yerden gözlerini aldı ve Rüzgar’a doğru ilerledi. Rüzgar her zamanki gibi uysal bir şekilde yerden kalktı ve Doktor’a tutundu.

“Kızdırdı “O”nu. Bu gece ziyarete gelecek…”

Doktor korku ve şaşkınlıkla gözlerini büyüttü.

“Öldürecek mi onu?”

Rüzgar ona inanan –ya da öyle düşünmek istediği- doktora bakarak,

“Hayır… “O”nun tarzı öyle değil. İlk önce oğlunu öldürecektir.” diye fısıldadı ve Doktor’un gözlerinin içine baktı. Doktor yine de içindeki şüphesine yenildi ve genç kadını odasına doğru götürmek için asansöre doğru yürütmeye başladı.

(2)

Dedektif arabasına doğru ilerliyordu. Siniri hala hat safhadaydı ve içinden bu göreve gönüllü olduğu için lanetler yağdırıyordu. Sicili tertemizdi. Şimdiye kadar eline aldığı ve çözemediği hiçbir dava yoktu. Asayişin parlayan geleceği olarak gösteriliyordu. Ama bu dava… İlk yenilgisini olacak gibi görünüyordu. Çünkü o kadının konuşmaya hiçte niyeti yoktu. 1 ay içinde dava çözülmezse zaten Emniyet bir kılıf uyduracak ve ancak üst düzey ülke yöneticileriyle ittifak ülkelerinin bu hikâyeden haberi olacaktı. Kadına yapıştırılacak şey ise şizofreniydi. Zaten kadın uzun yıllar boyunca şizofreni için tedavi görmüştü. Bu cinayeti işlediğini ama şizofren olduğu için bir ceza almayacağını bunun yerine hastanede ömür boyu tatil bileti kazandığını duyuracaklardı. Hem nasılsa şu ana kadar karnavaldaki insanların biri dışında hepsi ölmüştü ama o kişide konuşmamakta ısrarcıydı. Bu yüzden her kimse veya kimlerse bu cinayetleri işleyenler ona zarar vermiyorlardı. İşte o anda Dedektifin zihninde bir resim belirdi.

Tüm bu cinayetler olmadan önce o adam dışındaki herkes ifade vermeyi kabul etmişti ama o lacivert şapkasını kafasına geçirmiş ve hiçbir şey görmediğini söyleyerek karnavaldan ayrılmıştı. O adamla ilgili bir tek isim ve adres vardı ellerinde. Dedektifin düşüncesindeki anahtar kelime is “O” idi. Kadın sürekli “O”ndan bahsediyordu ve dışarıdaki ortağı da o adamdı. Dedektif hızla arabayı çalıştırdı ve merkeze doğru sürmeye başladı.

“Tabi ya! Daha önce bunu ne diye düşünemedik! Her şey ortada… Adam hiçbir şekilde ifade vermeyi kabul etmemişti. Sadece silah sesini duyduğunda oraya bakmadığı ve döndüğünde ise kadını dahi görmediğini söylemiş ve ortadan kaybolmuş. Neydi o adamın adı?”

Dedektif zihniyle kendisini zorlamayı sürdürüyordu. Sesli bir şekilde isimleri sıralamaya başladı.

“Emre… Hayır… Hakan… Sanmıyorum…”

Merkeze hızla yaklaşıyordu ve isim bir türlü zihninin karanlık köşesinden ortaya çıkmıyordu. Hızla frene bastı ve park etmeden arabadan indi. Bir an önce bu sırrı çözmek istiyordu. En azından kadının ortağını yakaladıklarında ifadeye gerek kalmayacaktı. Ev, iş yeri vesaire… Her yeri ararlar ve elbet bir açık bulurlardı.

“Hey, Ferit! Seninle konuşmam gereken önemli bir konu var evlat!”

Sesin sahibi 58 yaşındaki amirdi. Ama dedektif sadece eliyle 1 dakika işareti yaptı ve hızla merdivenlere ilerledi. Tüm kanıtlar ve olayla ilgili kişi listeleri, dosyaları her zaman alt kattaki kasada dururdu ve orayı da dönüşümlü olarak 2 polis memuru korur. Buraya özel dedektiflerin ve amirlerin dışındakiler izinsiz giremezdi. Bu yüzden önemli dosyaları buraya kapatırlardı.

Dedektif son basamağı atladı ve polis memurlarına eliyle kapıyı açmalarını işaret etti.

“Dedektif kimlik?”

Polis memuru kapıyı açma düğmesine doğru hareket eden Dedektife silah doğrulttu ama diğer Polis memuru eliyle onu durdurdu.

“Aç şu kapıyı Okan. Bu Dedektif Ferit… Şu kadının davasına bakıyor.”

Okan bir an için tereddüt etse de düğmeye bastı ve kapı açıldı. Ferit içeri girerken arkasından gelen amirin sesini duydu ama ilgilenmedi. Dosyayı bulmak zorundaydı hemen.

“Ferit bana bak!”

Yaşlı adam uysal bir ses tonuyla konuşmuştu ama emir verir gibiydi sesi. Yine de Ferit aradığı dosyayı buldu ve tüm dikkatini o adamın ismini aramaya verdi.

“İşte buldum! Kerim Uyrak!”

Sevinçle amirine döndü ama onun gözlerinde olan bir şey Dedektifi durdurdu.

“Üzgünüm Ferit ama oğlun…”

(3)

Genç kadın korkuyla yerinden sıçradı. Kapı aniden ve gürültülü bir şekilde açılmış ve içeriye iki polis eşliğinde 3 saat önce yine kızgınlıkla-bu sefer daha öfkeliydi- içeri giren Dedektifi görünce neden geldiklerini anladı. Daha Dedektif konuşmadan Rüzgar konuşmaya başladı.

“Üzgünüm Dedektif ama “O”nu kızdırdınız.”

Bunu söylemesiyle yüzünün ortasına yediği yumruğu hissetmesi arasında fazla bir süre geçmedi. Sarsıntıyla yataktan düştü ve dudaklarının arasından akan kanın tadını fark etti. Yerinden kalktı ve kolunun tersiyle kanayan burnunu silmek için hamle yaptı ama ikinci bir darbeyle yeniden yere düştü. Ardından karnına bir tekme daha aldı. Çığlık atmaya ve yalvarmaya başlamıştı genç kadın. Bunu hak edecek bir şey yapmamıştı ama yine de Dedektif oğlunun acısını ondan çıkartıyordu. Durmadan tekme atıyor ve yumrukluyordu.

“Dedektif durmazsanız sizi bir daha Rüzgar’ın yanına almam!”

Dedektif Ferit hızla kapıda Polisler tarafından tutulmuş Doktor’a baktı. Parmağıyla yerde acı içinde kıvranan kadını göstererek tükürürcesine konuşmaya başladı.

“ O cadı oğlumu öldürenin yerini biliyor ve bana söyleyecek Doktor!”

Doktor çaresizce kadına baktı ve bağırmaya başladı.

“Hiçbir şey bildiği yok! Görmüyor musun? O çaresiz bir şizofren. Hasta… O cinayeti o işlemiş olabilir ama oğlunla hiçbir ilgisi yok onun.”

Dedektif ona çıkışan ve Polislerden kurtulan Doktorun gözlerinin içine baktı.

“O daha 12 yaşındaydı Arda! Daha 12… Ve lanet olası bu kadına sert çıkıştığımın 1 saat sonrasında herifin biri onu yatağında öldürüyor.”

Artık Dedektif eski dostuna sarılarak ağlamaya başladı. Arda arkadaşına sıkı sıkı sarıldı ve omuzlarından tutarak onu geriye doğru çekerek yüzüne dikkatle baktı.

“Biliyorum Ferit ama buraya gelip hastalarımı dövemezsin. Hadi gel seni benim odama götürelim de biraz sakinleş. Ondan sonra onu sorgu odasına götürürüz. İstediğin kadar sorgularsın.”

Dedektif son bir kez daha yerde acıyla kıvranan kadına baktıktan sonra başını salladı. Arda onu polislere teslim etti.

“Odamı biliyorsunuz. Oraya götürün. Ben hastanın durumuna bakacağım.”

Üçü odadan çıktıklarında Arda koşarak Rüzgar’ın yanına gitti. Onu kollarından tutarak kaldırdı ve yatağa yatırdı. Yüzü kan içindeydi ve kolu çıkmış gibi görünüyordu. Rüzgar acı acı gülümsedi.

“Ben iyiyim ama Dedektifi uyarmıştım. Böyle devam ederse… Bana zarar verir ve “O”nu kızdırırsa sıra başkalarına, diğer sevdiklerine de gelecektir.”

(4)

Ferit sakinleştirici almış ve Arda’nın odasındaki yatakta uyuyordu. Arda merakla yakın arkadaşının çantasını açtı ve günceyi bularak masasına ilerledi. Zaten ilk birkaç sayfasını Ferit kadına okurken dinlemişti ama devamını merak ediyordu. Hızla en son duyduğu cümlenin yazılı olduğu yeri buldu ve sessiz bir şekilde okumaya başladı.

“Ve en önemlisi “O” gün yaklaşacak…

Aslında benim hikâyem olabildiğince mutlu başlıyor. Beni seven bir adamla hem de…

Hani o kişiyi görünce “İşte bu!” dersiniz ya benim başıma da o gün öyle bir an gelmişti ki başka çaremin kalmadığını anlamıştım. Ona daha ilk görüşte aşık olmuştum. Üstelik ben ilk görüşte aşka inanmayan biriydim. Ama o adamı gördüğümde benim için dünya durmuştu. Ama sizi önceden uyarmama izin verin. Bu mutlu bir aşkın hikayesi değil. Sonunda ne “Sonsuza kadar mutlu yaşamışlar” ne de “Ölüm bile ayıramamış onları…” yazısı okumayacaksınız. Sonu bir ölüm, bir şizofren ve bir de “O” ile bitecek çünkü…

Onunla daha 1 ay önce tanışmışken bana evlenme teklif etti. Bana aşık olduğunu zannederek kabul ettim. Ah birde size söylemem gereken şey ismin ve şanım… Ben Mine Soyberk… Soyberk ailesinin son varisi ve 15 trilyonun resmi varisiyim. Ama lütfen bana hastanede taktıkları isimle seslenin. Rüzgar… Çünkü bundan sonraki sayfalarda ben Rüzgar olacağım…

Nerde kalmıştım. Ah, evet… Evlendik. Çoğu arkadaşım, aslında tüm çevrem onunda beni sevdiğine inanmıyordu. Benimle param için evlenmişti. Onları şaşırttık ve 1 buçuk sene evliyken ben hamile olduğumu bir partide açıkladım. Eşim tahminimden farklı bir ifade verdi. O bebeği hemen aldırmamız gerektiğini söyledi. Parti tabii berbat bir sonla bitti ama bizim için tartışma bitmemişti. Israrla “O” bebeği aldırmam gerektiğini söyledi. Israrla “O”nun üzerine basıp duruyordu. Bir anlam veremedim ama bebeğimi doğurmak istiyordum. Büyük bir kavga ettik. O gece ben evde tek başıma kaldım ve kâbuslar görmeye başladım. Hepsinde aynı yeri ama farklı bakış açılarından izliyordum. Yine de o gözlerin bir odak noktası vardı ve o da kocamın öldüğü andı. Terler içinde uyandığımda karnımın çok fazla büyüdüğünü gördüm. Ama nasıl olurdu demeyin bana. Bende kendime sordum. Fakat karnımdan önemli dikkat etmem başka şey ise uyandığım yerin bir hastane odası olduğuydu. Korku ve şaşkınlığı hissettim o anda tabii. Ama işin kötü tarafı hemşireyi çağırdığımda karnımdaki şişlik inmişti. Bana ismimle değil bu isimle, Rüzgarla hitap ediyordu. Her şeyi anlattım onlara. Bebeğimi, kocamı… Ama bana verdikleri tek cevap ne oldu biliyor musunuz?

“Rüzgar, bunları daha kaç defa sana anlatacağız? Kocan ve bebeğin o trafik kazasında öldü…”

Tabii söylediklerine inanmadım. Yatağımdan kalktım ve onların tüm durdurma çabasına karşı çıkarak odadan kaçtım. Beni daha köşeyi dönmeden yakaladılar ve odaya geri götürdüler. Bir sakinleştirici iğnesi yaptılar. Kısa süre sonra kendimden geçmiştim. Uyandığımda beni bekleyen bir doktor vardı. Doktor Arda… Bana her şeyi anlattı. Onlara göre gerçeği, bana göre ise bir kâbusu… Kocam ve ben bebeği aldırmak için arabayla hastaneye geliyormuşuz. Çünkü bebekte Down sendromu varmış. Ben istemişim bebeğimi öldürmeyi ama kocam istememiş. Bunu o jinekolog söylüyormuş.  Ah yalana bakın… Neyse… Tam o sırada bir çöp kamyonu yoldan çıkmış ve bir anda bizi resmen biçmiş… Kocam ve karnımdaki bebek ölmüş ama ben mucize eseri o hurda yığınından sağ çıkmışım. Hatta bana bunları kanıtlamak için kazayla ilgili olan internet sayfalarını bile gösterdi Arda… İnanmadım… Her an bana sakinleştirici vurmak zorunda kaldılar. Ve tamamen iyileştiğimde beni başka bir hastaneye sevk ettiler. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi… Doktor Arda bir Psikiyatr… Beni bu saçma şeylere inandırmaya çalıştı. İnatla kendi adımın Rüzgar olmadığını söyledim durdum. Mine Soyberk ismini verdim ama sizinde bildiğiniz gibi zaten bir Mine Soyberk vardı ve o şu an LA’da ki o lüks evinde yaşıyordu. Onu aradılar ama telefonu yastaki kocası açtı. Sözde Mine Soyberk olan kadın 5 saat önce alkollü bir şekilde lüks villasındaki havuzda yüzmeye çalışırken boğulma tehlikesi geçirmişti. Kocası onu kurtarmış ve bir ambulansla hastaneye götürmek için yola çıkmışlardı. Ama birden bir çöp kamyonu (!) çıkmış ve ambulansı ezip geçmişti. Elbette ki arayan Dedektif baş sağlığı diledi ve telefonu kapattı. O Dedektif, Ferit Erbaş’tı… Yaptığı ilk hata buydu. Telefonu kapamak değildi hatası. Onun hatası aramaktı…

Elbette her şey benim aleyhime işliyordu ve her geçen gün “O”nu rüyalarımda, uyanıkken görmeye başlamıştım. Çıldırmak üzereydim ama o andan sonra “O”nun kim olduğunu anladım. Her geçen gün büyüyor ve çok iyi tanıdığım birine benzemeye başlıyordu. Bazı özellikleri de bana. “O” benim ölen bebeğimdi ve sanki benden intikam almak için geri gelmişti. Anladıktan sonra “O”na bir isim bile verdim. Akın… Mavi gözlü ve kahve saçlı küçük bir çocuktu ve her gün benimle beraber uyanıyor ve geceleri ona ninni söylediğimde uyuyordu. Bu yüzden bana şizofren teşhisi koydular. Ama sonra bir gün benden hastaneden çıkmak istediğini söyledi ve bizde çıktık. Aslında düşündüğümden çok kolay oluyordu. “O” duvarlardan geçiyor ve arka taraftan benim için kapıyı açıyordu. Hatta şu suçlama var ya… Beni yakalayan 3 polisi öldürdüğüm… Hayır, ben değildim “O”ydu. Bana kapı açmak için diğer tarafa gittiğinde biraz daha fazla kaldı. Kapıyı açtığında ise o 3 adamın ölü bedenleriyle karşılaştım. Onları bebeğim, Akın’ım öldürmüştü…”

Arda okuduğu satırlar arasında kaybolmak üzereyken kendisini çekti. Rüzgar’ın yazdıklarına inanmak istiyordu ama o kadar uçuk şeylerdi ki bu yazdıkları bir Psikiyatr olarak direk kadına şizofreni teşhisi konulmalıydı. Zaten Rüzgar bir hastaydı ve yazdıklarının sadece uydurmadan başka bir şey olmadığının kanıtıydı. Ama yine de Arda kendisini bu yazılanlardan koparamıyordu. Eğer kadının yazdıkları gerçek ise şu an yatakta uyuşturucu iğneyle uyuyan Dedektif Ferit’in oğlunu öldürende bu küçük, hayali çocuktu…

Ferit yatağında huzursuzca kıpırdandı. Arda başını kaldırdı ve yakın arkadaşına baktı. Uzun zamandır arkadaştılar. İlkokuldan beri. Biri Polis olmuş ve dedektifliğe kadar yükselmişken diğeri Türkiye’nin en önemli hastanesinde Psikiyatr olmuştu. Ferit bundan 14 yıl önce Hülya ile evlendiğinde de şahidi Arda’ydı. Oğlunu ilk kez kucağına aldığında yanında olan kişide Arda’ydı. Şimdi ise en kötü gününde onun yanında hasta kadının yazdıklarına inanıp inanmamayı tartışıyordu zihninde. Başını eğdi ve sol elinin ilk iki parmağıyla burnunun üzerindeki kemeri tuttu. Düşünüyordu. Ferit zaten 1 sene önce hayatından çok sevdiği eşini kaybetmişti minik kızlarını dünyaya getirirken. O günden beri Ferit iki çocuğuna aşırı bir düşkünlük besliyordu. Ama şimdi küçük oğlunun cansız bedenini son kez görecekti. Son kez ona dokunabilecek ve o küçük, hayat dolu bedeni toprağın soğukluğuyla beraber çürümeye bırakacaktı. Her gün ziyaretine gidecek ve ağlamadan, konuşmadan sadece oturacak ve o cansız, soğuk mezar taşına bakacaktı. Sonra kolunu kaldıracak ve o eski saatine bakacaktı. Ardından soğuk mermerden kalkacak ve o mezar taşına iki küçük öpücük konduracaktı. Biri eşi ve biri de oğlu için… Sonra ise buraya gelecek ve Rüzgar’a itiraf etmesi için her şeyi yapacaktı. Ama onu her görüşünde o oğlunun kanlı bedenini ve evde ananesinin yanında hiçbir şeyden haberi olmayan bebeğini, kızını görecek ve umutsuzluğa kapılacaktı. Büyük bir karanlığa savrulacaktı. Öfkesine sahip çıkamayacak ve Rüzgar’a zarar verecekti. En sonunda ise rozetini kaybetmeye kadar ilerleyecekti. Arda, em yakın arkadaşı buna izin veremezdi ama ne yapabileceğini de bilmiyordu.

Yavaşça yerinden doğruldu ve masasından kalktı. Dedektifi uyandırmadan odadan çıktı ve asansöre doğru ilerledi. Kartını çıkardı ve asansörün yanındaki bilgisayara okuttu. Ekranda Arda Eren yazıyordu. Asansörün kapısı yavaşça açıldı ve doktor kabine girdi. En alt katta tuşuna bastı ve kabinin kapısının kapanışını izledi. Uzun bir yolu vardı.

Bu bina daha 1 yıl önce hizmete sunulmuştu. Özel hastaların kaldığı bu binanın hem yerin altında 20 katı hem de yerin üstünde görkemli bir şekilde yükselen 30 katı vardı. Alt katlar hastaların kaldığı yerlerdi. Üst katlar ise doktorların çalışma alanlarıydı. Bir soruşturma içersinde olan hastaları sorgulamak için sorgu odaları ve en üst katta 5 oda bulunuyordu. Bu beş odanın biri Başhekime aitti. Diğer dördü ise hastanenin en iyi doktorlarının… Bunlardan biride Arda’ydı. Bu yüzden kafadan 30 katı vardı ulaşacağı yere gitmek için. İstediği hastanın bulunduğu yer ise yerin altında -16 idi. Arda bazı şeyleri anlayabilmek için Rüzgar’ın yanına gidiyordu.

Kabinin kapısı en sonunda açıldı ve gri bir koridora çıktı Arda. Hızlı adımlarla en sondaki odaya doğru ilerledi. Bu katta 20 tane oda vardı ama bir tanesi doluydu. Rüzgar’ın isteği böyleydi. Bu katta başka kimse olmamalıydı yoksa “O”, onları öldürürdü.

Arda en son kapıya geldi ve kartını okutucuya okuttu. Bu kapıyı sadece o ve Başhekimin açmasına izin vardı. Başhekim hiçbir zaman buraya gelmeyeceği için Rüzgar kimin geldiğini her zaman doğru bir şekilde biliyordu.

“Hoş geldin Doktor!”

Arda arkasından kapıyı kapadı. Yavaşça odanın en dibinde bulunan yatağa doğru ilerledi. Rüzgar ayakta ona hafifçe gülümsüyordu. Arda hızla kolunu kaldırdı ve Rüzgar’ın başından yakalayarak başını kendisine doğru çekti. Dudakları onun kan tadını hala barındıran dudaklarına değdiğinde Arda’nın boğazından bir inilti yükseldi. Rüzgar tek kolunu kaldırdı ve Arda’nın saçlarına geçirdi diğeri ise genç adamın yüzündeydi. Arda, kadını sertçe duvara çarptı ve öpüşünü onun ağzını aralamasıyla daha çok derinleştirdi. Doktor’un diğer eli yavaşça genç kadının kalçalarına doğru indi ve sıkı sıkı tutarak ona bastırmaya başladı. Rüzgar zevkle boğazından kopan inilti çıktığı anda daha çok yaklaşan Arda’nın gömleğine doğru yavaşça uzandı. Ama Arda hızla ondan kaçtı. Diğer duvara doğru ilerlerken Rüzgar gözleri dolmuş bir şekilde yere yığıldı.

“Arda?”

Doktor başını iki yavaş salladı ve üzerine çeki düzen verdi. Kapıya ilerledi ve kartıyla kapıyı açtı. Tam dışarı çıkarken dudaklarından sadece Rüzgar’ın duyabileceği bir fısıltı döküldü.

“Özür dilerim ama yapamam.”

(5)

Ferit yerinde dönerek gözlerini açtı. Sadece birkaç saniye sürdü olanları hatırlaması. Tam hışımla yerinden kalkacakken bulunduğu odanın kapısı aniden açıldı. Arda sinirli bir şekilde içeri girdi ve masasına ilerledi. Nefesindeki ıslaklığı Ferit’in dikkatini çekti. Arda yatakta yatan arkadaşını hem uyandırmamak için hem de belli etmemek için yumruğu ısırdı sessizce. Bir süre ikisi sessizce geceyi dinlediler. En sonunda Arda’nın çağrı cihazı çalmaya başladı. Arda yavaşça çağrı cihazını belinden çıkardı ve yeşil ekrana sadece 1 saniye baktı ve yerinden hızla kalkarak kapıyı bir dikkatle açtı ve dışarı çıktı.

“Lanet olsun! Neler oluyor?”

Ferit bunu dışından söylese de bir cevap alamadı. Hızla yerinden doğruldu. İlacın etkisi azda olsa kanında dolaştığı için başının dönmesini engelleyemedi. Bir süre oturduğu yerde hareketsizce durdu. Kendine geldiğinden emin olduktan sonra yavaşça yataktan ayaklarını yere doğru uzattı ve botlarını ayağına geçirdi. Eğildi ve bağcıklarını baştan savar gibi başladı ve paltosuyla çantasının bulunduğu koltuğa doğru ilerledi. Onlarının yanına geldiğinde çantasının kapağının açık olduğunu anladı ve masaya döndü. Tamda tahmin ettiği yerde buldu onu. Yavaşça masaya ilerledi ve günceyi alarak okumaya başladı. Arda’nın kaldığı yere geldiğinde durdu.

“Bu şizofren kadın hepsini hayali bir çocuğun mu yaptığını savunuyor yani?”

Ferit hiçbir zaman günceyi okumamıştı. Zaten günce onun eline daha geçen sabah ulaşmış ve onu aldığı gibi buraya, hastaneye gelmişti. İçinden kendisine lanet okudu. Neden bunu daha önce okumamıştı ki. Belki o zaman oğlu…

Başını iki yana salladı. Burada yazan hiçbir şey oğlunun ölmesini engelleyemezdi. Onu öldüren o aşağılığı önceden yakalamak onu kurtarabilirdi ama yapamamışlardı. O pislik adam küçük çocuğu beyaz kumlarla çevrili bir dairenin içinde yatırmış ve yanına Colt marka silahı koymuştu. Ferit normalde o adamın peşine düşer ve yakaladığı yerde öldürürdü ama Dedektif oğlu için Rüzgar’ı suçluyordu. Katil o şizofren kadından başkası değildi onun için.

“Ah, güzel uyanmışsın!”

Ferit başını kaldırıp kapının önünde hüzünlü gözlerle ona bakan Arda’ya başıyla selam verdi ve günceyi kaparak çantasına tıktı. Paltosunu hızla üzerine geçirdi ve çantasını kapatarak sıkı sıkı tuttu.

“Benim….”

Cümlesini bitiremedi. Sadece arkadaşının anlayışlı gözlerinin içine baktı. Arda başıyla ona selam verdi ve arkadaşına yolu açtı. Yavaşça yanından geçerken ona çarptı. Hızla koridorda ilerleyerek Rüzgar’ın yanına ilerliyordu. O odaya son girişi olacaktı.

Tüm gerçeklerin açığa çıkmasını sağlayacak olan günlüğü çantasından çıkardı ve sadece bir saniyeliğine durduktan sonra elini cebinden çıkardı. İki parmağı arasında ufak beyaz bir kart vardı. Çevresine bakma gereği bile duymadan kartı bilgisayar’a okuttu. Ekranda büyük harflerle ARDA EREN yazıyordu. Ferit bir kez arkasına baktıktan sonra açılan kapıdan içeriye girdi. Kabinin kapıları kapanırken gri koridorun ilersinden bağırarak ona doğru koşan Arda’nın ona doğru geldiğini gördü.

“Üzgünüm…”

Kapılar kapandığında Ferit belindeki silahı kılıfından çıkardı ve 16. kat tuşuna bastığında silahın mermi havzasını çıkardı ve içindeki tek kurşuna baktı.

“Bu iş bu gece bitecek…”

DEVAM EDECEK!

Sessiz Fırtına” için 4 Yorum Var

  1. Bir solukta okudum doğrusu. oldukça meraklı ve ilginç bir hikaye olmuş. Bazı yerleri, özellikle ilk kısımları anlamakta güçlük çeksem de merakım sürekli uyanık kaldığı için dert etmeden okumaya devam ettim. Umarım devamını gelecek ayki seçkide görebiliriz. Kaleminize sağlık…

  2. Ece diyorum ya kendini gittikçe geliştiriyorsun,ve inan senin ilk hallerini bilen ben şimdi okuduklarımla şaşırıp kalıyorum hayatım. Birkaç yıl sonra kendinin bile hayal edemediği noktada olacaksın. Kurgunla,anlatımınlabaştan aşağı harikasın…Ben daha ne diyeyim…Daha nice hikayelerini okuyacağım bitanem ben senin değil mi ama? Devamlarını dilerim =)

  3. Zaman geçtikçe kendimi geliştireceğim biliyorum. şimdilik bunlar resmen çerez yazılar. Çok sağol hayatım. 😀

Pandora için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *