Öykü

Sır Perdesi

“Bir bardak su alır mısınız?” diye sordu Ernst. Kadının cevabını beklemeden odanın köşesindeki sebile doğru gitti ve karton bardağı alıp içine ılık su doldurdu. Gözleri kan çanağına dönmüş, titreyen ve korktuğu her halinden belli olan kadının, elleri kelepçeliydi. Bu sabah işlenen bir seri cinayetin, tek şüphelisi konumundaydı. Ernst, kadına bardağı uzattı. Kadından bir hamle gelmeyince, bardağı kadının bulunduğu tarafa daha yakın konuma bıraktı.

Sorgu odasında Detektif Ernst Purcell, ortağı Dominic Hart ve şüpheli Alice Underwood dışında kimse yoktu. Üç tarafı kalın duvarlarla çevrili oda, içeriyi aydınlatmaktan aciz lambanın loş ışığı altında hayli kasvetliydi. Kadın, önünde duran bardağa uzandı ve (elleri kelepçeli olduğundan) bardağı iki eliyle kaldırıp ağzına doğru götürmeye çabaladı. Dili damağı kurumak üzereydi. Titriyordu ve bu yüzden birkaç damla su etrafa sıçradı. Yaklaşık 2 saattir sorgu odasında tek başına bekletiliyordu.

Ernst, tek söz etmeden ortağına baktı ve başını iki yana salladı. Tuhaf bir şeyler vardı bu işte. İçinden bir ses, bu sabah ihbar üzerine gittikleri evde karşılaştıkları manzaranın; basit bir aile içi şiddet veya kıskançlık krizi olmadığını söylüyordu. Basit aile içi şiddetlerde parçalanmış (ah, ne kadar mide bulandırıcı bir manzaraydı) ve bir kısmı kayıp cesetler olmazdı. Bu sabah karşılaştıkları manzara, çok daha kötü bir şeyi işaret ediyordu. Yalnızca kötücül hislerle yoğurulmuş; planlı, acımasız ve soğukkanlı birinin elinden çıkmışa benziyordu. Karşısında oturan 23 yaşındaki genç kadın ise, bütün bunları yapabilecek biri gibi durmuyordu. Ama bu, yalnızca bir histi. Seri katillerin tahmin edilebilir olduğunu kim söylüyordu ki?

Sabaha karşı 05.40 sularında polis merkezi aranmış ve Springfield’ın merkezine yakın konumdaki Brentwood Villalarından birinde yaşayan bir kadının ve kocasının öldürülmüş olduğu yönünde ihbar alınmıştı. Komşular, genç bir kadının (Alice Underwood’ un) çığlıklarını işitmiş ve eve ulaştıklarında korkunç manzarayla karşılaşmışlardı.

Alice, yaklaşık 6 ay önce işe alınan bir bebek bakıcısıydı. Nancy, geçtiğimiz sonbahar hamile kalmıştı ve kendisine yardımcı olsun diye Alice’i işe almıştı. Hastaneden alınan bilgiye göre; Nancy Bowen’ın birkaç gün içinde doğum yapması bekleniyordu. Alice; sabıkası olmayan, çevresi tarafından sevilen bir üniversite öğrencisiydi. Paraya ihtiyacı vardı ve yaklaşık 3 yıldır farklı evlerde bebek bakıcılığı yapmaktaydı. Korkunç manzara, genç kadın hakkında bu zamana kadar bilinenlere hiç uymayan bir durumdu. Sicili temizdi.

Olay yerine giden polis ekiplerinin verdiği ilk bilgiye göre; Alice, 36 yaşındaki Nancy ve kocasının cesetlerinin hemen yanında sinir krizi geçirir halde bulunmuştu. Nancy’nin karnı parçalanmıştı ve 41 yaşındaki kocası Eric Bowen ise gırtlağı kesilmiş haldeydi. Anlaşılan Alice, Nancy’nin evde doğum yapmasının uygun olacağına karar vermişti. Karnı bıçakla yarılan kadının, iç organlarının birkaçı da kayıptı. Ne korkunç bir manzara olduğunu tahmin etmek zor değildi. Alice, içeri giren polislere tek söz etmemişti. Sadece ağlıyor, titriyor ve boş bakışlarla etrafa bakınıyordu. Ernst ve Dominic, cinayet mahalline polis ekiplerinden 20 dakika sonra ulaşabilmişti ve vardıklarında bebek bakıcısı, çoktan gözaltına alınmıştı.

Evde yapılan aramada cinayet zanlısı Alice, maktul Eric ve Nancy dışında kimsenin parmak izine rastlanmamıştı. Bebek kayıptı. Alice’in, bebeği de öldürmüş olabileceği düşünülüyordu. Tom ve Dominic’ in evde yaptığı incelemeler sonunda, hayli can sıkıcı ve dikkat çekici ipuçları bulunmuştu. Eric ’in bedeni, oturma odasındaki tekli koltuğun üzerinde bulunmuştu. Çok kan kaybetmiş olmalıydı. Gırtlağı, bir ekmek bıçağı ile derinden kesilmişti. Katilin, bıçağın keskin tarafını nereye değdirmesi gerektiğini bildiği çok belliydi. Bıçağın üzerinde yalnızca Eric ’in parmak izlerine rastlanmış olması, kafalarda büyük soru işaretleri oluştursa da; bebek bakıcısının üzerindeki şüpheli bakışları dağıtamamıştı.

Nancy’nin durumu ise daha berbattı. Karın boşluğundaki açıklıktan görülebildiği kadarıyla sadece bebeği alınmamıştı. Aynı zamanda karaciğeri ve kalbi de olması gereken yerde değildi. Bütün bunlar gerçekleşirken karşı koymuş olması gerekiyordu ama buna dair bir iz de yoktu. Adam da, karısı da fazla mücadele etmemiş görünüyordu ki bu, tuhaftı. Koltuğun üzerindeki kanı saymazlarsa etrafa sıçrayan tek damla kan yoktu. Tırnaklarında ne Alice’e, ne de bir başkasına ait DNA izine rastlanılmıştı.

“Biraz daha iyi misiniz Bayan Underwood?” diye sordu Ernst.

Kadın, başını salladı ve “Bulabildiniz mi?” diye sordu. Uzun zamandır söylediği ilk kelimeydi. Ernst, kaşlarını çatarak ortağının yanındaki boş sandalyeye oturdu.

“Bebekten mi söz ediyorsunuz?”

Kadın, bebek kelimesini duyunca irkildi. Yüzünde garip bir ifade belirmişti. Ağzını açmadan evet anlamında başını salladı. Gözleri, korku ve şüpheyle bir sağa bir sola bakıyordu. Sanki her an, sorgu odasının bir köşesinden dehşet verici bir şeyin çıkacağını düşünüyor gibiydi. Buna tüm kalbiyle inandığı gözlerinden okunuyordu.

“Biz de bebeğin yerini siz söylersiniz diye umuyorduk,” dedi Dominic. “Eric ve Nancy Bowen cinayetlerinin tek zanlısı konumundasınız ve deliller sizin aleyhinize, Bayan Underwood. Bu sabah o evde neler yaşandı?”

Kadın, bakışlarını masanın üzerinden ayırmadan “Bebeği bulmalısınız,” dedi. Dom, bu kez daha sert bir tavırla “O zaman bize gerçekleri anlatın,” diye yüksek sesle söylendi.

Kadın, yutkundu. Boğazında büyük bir yumru var da, güçlükle yutmuş gibiydi. “Anlatsam da bana inanmayacağınızı biliyorum,” dedi. “Ben bile hâlâ olanlara inanamıyorum.”

Ernst, ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve “Bize her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatırsanız,” dedi. “Size inanabiliriz. Ama bize bir şeyler vermeniz lazım. Buraya getirilene dek polislerin sorularına cevap vermediğinizi biliyorum. Sorgudan önce defalarca ‘Ben yapmadım,’ demişsiniz. Bu, yeterli değil Alice.”

Ernst Purcell, kadına adıyla hitap ettiğinin farkında değildi. Gerçi farkında olsa dahi, o anda bunu umursadığı söylenemezdi.

“Siz yapmadıysanız bunu kim yaptı?” diye sordu Dominic. Ortağının sorgulama biçiminden şu ana kadar hoşnut değildi. Yaklaşık 8 yıldır birlikte çalışıyorlardı ve çoğunlukla, sorgu odasında böyle sakin ve anlayışlı olmazdı. Hisleriyle hareket etmeyi seven biriydi Ernst. Dom ise tam aksi bir kişiliğe sahipti. Bunca yıldır uyum içinde çalışmalarıysa, büyük bir mucizeydi.

Alice, anlatıp anlatmamak arasında büyük bir tereddüt içindeydi. Bowenların evinde işe başladığından beri her şey giderek tuhaflaşmış, her geçen gün akıl sınırlarını zorlar bir hal almıştı. Gariplikleri fark etmeye başladığında, çevresindekileri uyarmaya çalışmıştı ama kimse ona inanmamıştı. Özellikle de Nancy, bakıcısının sözlerini hep kulak arkası etmeyi tercih etmişti. Oysa şimdi; 12 yıllık eşinin gırtlağı kesilmiş ve kendisinin de karnı deşildikten sonra iç organları çıkarılmıştı. Cansız bedenleri, morgda yan yana iki çekmecedeydi.

“Onlara bunu neden yaptınız Bayan Underwood?” diye sordu Dominic. Ortağının aksine cinayeti kadının işlemiş olduğuna neredeyse emindi. Tek yapmaları gereken kadını konuşturmaktı. Bu işin çok uzun süreceğini sanmıyordu. Ernst, ortağının omzuna elini attı ve hafifçe sıktı. Biraz hızlı gidiyordu sanki. Büyük bir dehşetin içinden çıkmış, korkmuş bir kadına bu kadar seri soruların sıralanması, çok mantıklı değildi.

“Bize her şeyi anlatın, dosyayı kapatalım,” diye ekledi Dominic. “Karşımızda çocuklar gibi ağlamanız, cinayeti işlemediğinizi söylemeniz pek yardımcı olmuyor. Eğer bu işten paçayı sıyırmak istiyorsanız, konuşmanız gerekli. Bizimle işbirliği yaparsanız; bu, mahkemede jürinin kararını doğrudan etkileyecektir. Pişman olduğunuzu söylerseniz, cezanız idam olmayabilir.”

Kadın, ağlamaktan helak olmuş gözleriyle adama baktı ve “İdam mı? Ben hiçbir şey yapmadım.”

Gözlerinden yaşlar boşalıyordu ve hayli öfkeli görünüyordu. “Sence ben, soğukkanlı bir katile benziyor muyum?” diye sordu. Yüzünde alaycı ve ürkütücü bir ifade vardı. “Ben kimseyi öldürmedim,” dedi. “Ve bunun için hayli pişmanım. Elime fırsat geçtiğinde o yaratığı öldürmeliydim.”

İki dedektif birbirlerine baktılar. Ne demek istiyordu? Dominic, kadının kafayı yediğine emindi. Bir ruh hastası ile karşı karşıyaydılar. Ruhi bunalıma giren genç ve bekâr bir kadın, hamile işvereninin mutlu aile tablosunu delice kıskanıyor; kocasını elinden almak istiyor ve bu kıskançlık; bir müddet sonra, sağlıklı düşünmesine engel oluyordu. Önce sezaryen doğuma girişiyor, hızını alamayıp kadının cansız bedenine daha fazla zarar vermek adına iç organlarını yerinden çıkarıyordu. Hayata gözlerini birkaç dakika önce açan (kim bilir, belki de ölü doğmuştu) masum bebeğini, hemen ardından da muhtemelen duyduğu derin aşka karşılık vermeyen Eric’i öldürüyordu. Belki de adamı önce öldürmüştü. Adamın, bütün bunlara şahit olurken sessizce beklemesi ve olanları seyretmesi, pek mantıklı gelmiyordu. Sıralamanın pek önemi yoktu. Her şey gün gibi ortadaydı. Peki, sonrasında neler yaşanmıştı?

Cesetleri saklayamadan, aklı başına gelmiş; yaptıklarını fark etmişti muhtemelen. Bu senaryonun üzerinde yoğunlaşırlarsa, muhtemelen dava dosyasını iki gün içerisinde kapatabilirlerdi. Dominic, kafasında canlandırdığı bu olaylar silsilesinden adı gibi emindi. Genç ve güzel bebek bakıcısı ile hamile eşinden gerekli ilgiyi göremeyen orta yaşlı erkek ilişkisi; çok sık karşılaşılan bir durumdu.

“Size her şeyi anlatacağım,” dedi kadın. “İnanıp inanmamanız umurumda değil. Beni sonuna kadar dinlemeniz dışında, sizden bir şey istemiyorum.”

Dominic, kadına doğru eğildi ve “Başlasan iyi olur,” dedi. Ortağının tavrından da, beklemekten de sıkılmıştı ve kadından adeta tiksiniyordu.

Kadın gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Birkaç saniye kadar kendisini toparlamak için bekledi. Anlatmaya hazır olduğunu hissediyordu ama bu iş, düşündüğünden de zordu. Dün gece, Nancy ve Eric ile birlikte ölmüş olması gerekiyordu zaten. Kurtulması, büyük bir şanstı. Ama diğerlerini uyarmalıydı. Bu yüzden anlatması hayati önem taşıyordu.

“Nancy ile çok yakındık,” diye başladı sözlerine. “O, çok iyi ve anlayışlı bir kadındı. Yaklaşık 6 aydır birlikteydik ve konuşmayı çok seviyorduk. Benimle birçok şeyini paylaşıyordu. Elbette ben de onu çok seviyordum ve onun bu yakınlığı hoşuma gidiyordu.”

Genç kadın, uzun siyah saçlara ve mavi gözlere sahipti. Çoğu erkeğin ilgisini çekebilecek derecede güzeldi ve bir ailenin yıkımına sebep olması; çok da şaşırtıcı değildi.

“Nancy, bebeğin onlar için ne kadar önemli olduğunu anlatıp dururdu her zaman. Anlattığına göre (ki eşiyle ilgili her şeyi anlatmaya bayılırdı), Eric ile 2008 yılında evlenmişlerdi ve birbirlerine sırılsıklam âşıklardı. Bu konuda onlara imrenmediğimi söylersem yalan söylemiş olurum. Çok mutlu bir çiftti.”

Dominic, “İşte bu,” diye geçirdi içinden. Nancy ile Eric’in ilişkilerini kıskandığını itiraf ediyordu.

“Nancy, evlenir evlenmez hemen çocuk sahibi olmak istediklerini anlattı. Ama Tanrı, onlara bunu uygun görmemişti. Aynen böyle söylemişti bana. Uzun yıllar çocuk sahibi olamamışlardı.”

* * *

Alice, işe başladıktan kısa bir süre sonra işvereniyle hayli yakınlaşmıştı. Nancy, alçakgönüllü ve cana yakın bir kadındı. Öyle burnu havalarda değildi. Alice, belki de sırf bu yüzden kadına büyük hayranlık duyuyordu. Aslında Nancy Bowen’a hayranlık duyması için çok fazla sebebi vardı. Nancy, güzel bir kadındı ve saygın bir mesleğe sahipti. Yaşadığı muhite ve oturdukları eve bakılırsa, iyi kazanıyor olmalıydılar. Eşi Eric ile birbirlerine çok yakışıyorlardı. Alice, ilişkilerine saygı duyuyordu. Böylesi bir bağlılığa sahip olmanın da büyük bir şans olduğuna inanıyordu.

Nancy, hamileliğin beşinci ayından sonra ücretsiz izin alarak evde kalmayı tercih etmişti. Bebeğe bir şey olmasından korkuyordu. Hem bir yıl kadar Eric’in kazancıyla da idare edebilirlerdi. Evin borcunu bitirmiş, kenara bir miktar para koymayı dahi başarmışlardı.

Eric ‘in işte olduğu dönemler, Alice ve Nancy uzun saatler boyunca evde baş başa kalıyorlar ve giderek daha fazla yakınlaşıyorlardı. Aynı ortamda sürekli bulunmak zorunda kalan herkesin başına gelen şeyi yaşıyorlardı. Nancy de, genç kızın varlığından hoşnuttu. Yalnız kalmak (hele böyle bir dönemde) en son isteyeceği şeydi. Alice’in arkadaşlığı sayesinde kendisini güvende hissediyordu.

“İzin almak için biraz erken davranmadın mı?” diye sordu Alice. Nancy, bir bebek dergisi okuyordu ve bakışlarını sayfalardan ayırmadan, “Bunu söyleyen ilk kişi değilsin,” diye cevap verdi.

“Biraz panikledim sanırım,” dedi Nancy. “Uzun yıllar sonra bebek sahibi olacağımızı öğrenmenin şaşkınlığını üzerimden atabildiğimi söyleyemem. İtiraf etmeliyim ki; bazı geceler uyandığımda karnımı yokluyorum. Gerçekten orada bir bebek olup olmadığına emin olamıyorum.”

Alice, kadınla konuşmak ve onun duygularını paylaşmak istiyordu. Ancak sınırları aşmaktan ve yanlış bir şey söylemekten de çekiniyordu. Kendisini, yüksek bir noktaya asılmış ve iki uçtan sabitlenerek gerilmiş bulunan ince bir ipin üzerindeymiş gibi hissediyordu.

Nancy bakışlarını yeniden dergiye çevirdi.

“Biliyor musun Alice,” dedi. “Evlendikten iki yıl kadar sonra hamile kalamadığımı fark ettik ve doktora gitmeye karar verdik. Bir sürü doktora gittik, birçok tahlil yaptırdık. Tüp bebek tedavileri, değişik ilaçlar ve bir sürü zahmetli işe karşın yine de bebek sahibi olamadık. Doktorlar, sorunun bende olduğunu söylediler. Yumurtalıklarımda sorun vardı ve hamile kalma ihtimalim çok düşüktü.”

Alice, bu samimi itiraftan dolayı hem biraz şaşkındı hem de mutluydu. Herkese anlatılacak şeyler değildi bunlar. En azından bir kadın gözüyle baktığında, yumurtalıklarında sorun olduğunu; daha birkaç ay önce tanıştığın birine söylemek, cesaret isteyen bir işti.

“Eric ile 11 yılın sonunda bebek işinin peşini bırakmaya karar verdik. Daha fazla zorlamanın anlamı yok, diye düşündük sanırım. O kadar sene uğraşmamızın bile aptalca olduğuna inanıyordum. Sinirlerimizi yıpratmak ve birikimimizin yarısından fazlasını kaybetmek dışında hiçbir halta yaramamıştı. Bana kalsa, yolun en başında bu işin peşini bırakırdım ancak mesele zaten ben değildim. Eric, çocuk sahibi olmayı her şeyden çok istiyordu. Ah Alice, her şey o kadar garip ki! Beş yıllık mücadelenin sonunda ona, ayrılmak isterse bunu anlayabileceğimi söylemiştim. Sonuçta hâlâ 30’lu yaşların başındaydı ve başkasıyla evlenip çocuk sahibi olabilirdi. Ama Eric, bunu asla kabul etmeyeceğini söyledi ve beni bırakmadı.”

Alice’in elleri titriyordu ve biraz da burnu akıyordu. Ernst, kadına bir peçete uzattı. Kelepçeli elleriyle peçeteyi alan kadın burnunu sildi ve sözlerine devam etti.

“Nancy’ye nasıl hamile kaldığını sordum. Birkaç hafta sonra, sohbet esnasında benim de fazlasıyla merak ettiğim bu konuyu anlatabileceğine inandım. Önce bu kısmı anlatmak istemedi. Neden sonra fikrini değiştirdi. Kimseye anlatmayacağıma söz verirsem, benimle bir sırrı paylaşacağını söyledi. Ben de kimseye söylemeyeceğime dair yemin ettim. Nasıl hamile kaldığını merak ediyordum ve yeminlere de pek inanmıyordum.”

Gözlerini kendisini dinleyen iki dedektife çevirdi ve “Onu dinledikten sonra, kimseye anlatmamam gerektiğini hissettim. O yemini etmemiş olsaydım bile böylesi bir şeyi kimseye anlatamazdım zaten.”

* * *

Genç kadın, kısacık bir anlığına sorgu odasında Nancy’yi gördü. Kadın, turkuaz rengi tek parça bir elbise giymişti. Omuzları açık, dizi hizasındaki bu elbise, Nancy’ye çok yakışıyordu. Ellerini, bu sabah zoraki doğum yapmamışçasına şişkin karnının üzerinde birleştirmişti ve “Bunu anlatmayacağına dair yemin etmiştin,” diyordu. Alice, gözlerini kapadı. Nancy, feci şekilde can vermişti ve cesedi birkaç kat aşağıda morgdaydı. Yani gördüğü şey, basit bir hayalden ibaretti. Tekrar gözlerini açtığında, iki dedektif dışında odada başka bir şey görmediğine memnundu.

“Benimle bu özel anısını paylaştığında, bunu neden bir sır olarak gördüğünü uzunca bir süre anlayamadım. Neticede anlattığı şeyin bir düş olduğuna inanıyordu. Diğerlerinden zerre farkı olmayan bir gecede gördüğü, manasız ve ürkütücü bir düşü (veya kâbusu), neden bu denli ciddiye alıyordu ki? Bunu, hamileliğindeki tuhaflıkları fark edene dek anlamamıştım. Ancak bir müddet sonra, böyle davranmasının sebebini idrak ettim. Çünkü kendisine dahi itiraf edemese de; bunun düş olmadığına emindi.”

“Size ne anlattı Bayan Underwood?” diye sordu Ernst.

“Perilere inanır mısınız?” diye sordu genç kız. Sonra da, cevabı beklemeden bu soruyu hiç sormamış gibi anlatmaya devam etti.

“Nancy, bir gece tuhaf bir düş gördüğünü söyledi. Gecenin çok geç bir saatinde göğsünde bir sancı hissetmiş. Uyanmış ve gözlerini uzunca bir süre tavana dikmiş. Kafasını çevirip baktığında; eşinin hemen yanında, derin bir uykuda olduğunu görmüş.”

Dominic, saatine baktı ve yaklaşık 30 dakikadır sorgu odasında olduklarını fark etti. Bir sigara içmesi gerekiyordu. Ceketinin cebinden sigara paketini çıkardı ve önce ortağına uzattı. Ernst, istemediğini belirten bir hareket yaptı. Dominic, paketin içinden bir dal sigara çıkarıp yaktı ve derin bir nefes çekti. Şimdi daha iyi hissediyordu.

Alice, odayı kaplayan sigara dumanını seyretti bir müddet. Gri renkli duman, en kısa zamanda çöpe atılma hayaliyle odayı zoraki aydınlatan lambaya doğru süzülüyordu. Sigarayı bırakalı uzun yıllar olmuştu. Başka bir zaman olsa, kokusundan ve dumanından rahatsız olabilirdi ama son yaşadıklarından sonra; sigara dumanı umurunda değildi.

“Anlatmaya devam et,” dedi Dominic soğuk bir tavırla.

Alice, Nancy’nin o geceyi ilk kez anlattığı anı düşündü. Birkaç dakikalığına sorgu odasından ayrıldı. Kendisini yaklaşık 3 ay öncesinde buluverdi.

İlkbaharın son günlerindeydiler ancak hava hayli sıcaktı. Radyodaki hava durumu sunucusu, hava sıcaklığının mevsim normallerinin üzerinde seyrettiğini söylemişti. Alice, içi buz gibi limonata dolu bardağı Nancy’nin önündeki sehpaya koydu ve hemen karşısındaki koltuğa oturdu.

“Pencereden dışarı bakmak için yataktan kalkmıştım,” dedi Nancy. “Gökyüzünde yıldızsız bir gece olduğunu hatırlıyorum. Sonra parlak, rengârenk bir ışık gözüme çarptı.”

Alice, kadının o anları anlatırken bile yaşadıklarından ötürü ne kadar büyülenmiş olduğunu fark edebiliyordu.

“Nasıl bir ışık?” diye sordu Alice.

Nancy, bakışlarını genç kadının üzerinden ayırmadan “Sarı, mavi, kırmızı, yeşil ve daha birçok farklı rengi seçebiliyordum. Dönüp duruyorlardı. Her saniye değişen, dönüşen bir ışıktı. Ama öylesine, yalnızca basit ışıklar gibi değildi. Sanki sıvı bir şeydi. Görünmez bir delikten aşağı akıyordu sanki. Hani dokunsam elime bulaşacağından emindim. Anlaması zor biliyorum.”

Alice, anlaması da anlatması da zor, diye geçirdi içinden. Ama bunu çok tuhaf karşılamadı o anda. Düşlerde böyle şeyler olurdu, öyle değil mi? Alice, bu konuda birkaç kitap ve makale okumuştu. Freud’a göre rüyalar, bastırılmış arzuların üstü örtük bir şekilde dışavurumuydu.

“Başımı çevirip Eric’e baktım. Onun da bu dehşetengiz ancak diğer yandan muhteşem sahneyi görmesini istiyordum. Oysa o, uyumaya devam ediyordu. Başımı kaldırıp gökyüzüne doğru bakınca, yüzlerce yıldızın kaydığını gördüm. Gökyüzünün lacivert tualine vurulan fırça darbeleri gibiydi.”

“Gökyüzünden kayıp düşen yıldızlardan (belki de o şeylere, sıvı formunda ışık demeliyim, bilemiyorum) birisi evin bahçesine düşüverdi. Zemine çarptığı anda bir saniyeliğine her yanı gün gibi aydınlattı. Hemen kapıya doğru koştum ve bunu yapmadan önce de Eric’e seslendim. Onu uyandırmaya çalıştım ama derin uykuda olduğundan (uykusu her zaman çok ağırdır) bana yanıt vermedi.”

“Kapıya indiğimde, bahçedeki parlak ışık demetinin öylece havada salındığını gördüm. Önce toprağa düşmüş ve hemen ardından yeniden havalanmış olmalıydı. Bir kukla gösterisi gibiydi. Sokağa baktım. Bu sahneyi gören başkaları da olmalıydı. Işığımsı şeyin zemine çarpışını, her yanı kısacık bir anlığına gün gibi aydınlatışını; birileri fark etmiş olmalıydı. Ama kimseyi göremedim. O anda, bütün bu görsel şölene tek başıma şahit olduğum için kendimi şanslı hissettim. O şey, daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Böyle güzel ve benzersiz şeylerin, genellikle kötü olayları peşinde sürüklediğini bilecek kadar da aklım başımdaydı. İçimde giderek büyüyen dokunma hissine karşı koymaya çabalıyordum. İçimden bir ses, Eric’i uyandırmam gerektiğini haykırıyordu. ‘Güzelim hemen eve gir ve kocanı uyandır. Gördüğünü sandığın şey hiç normal değil ve sırf bu sebeple başını belaya sokacaksın,’ diyordu.”

Yutkundu. Bir dakika kadar dudakları birbirinden ayrılmadı. Alice, önce kadının bir şeyler hatırlamaya çabaladığını düşündü. Ama sonra devam edip etmemek arasında kaldığını fark etti. Yüzündeki ifade, her şeyi açıklıyordu. İçinde büyük bir çelişki yaşıyordu muhtemelen. Bir yanı daha fazla anlatmaması gerektiğini bağırıyor; diğer yanı ise “Zaten anlatmaya başladın, tamamla ve rahatla kızım,” diyordu. Belki aklının koridorlarında başka çelişkiler daha bulunuyor olabilirdi. Gördüğü şeylerin bir düş olup olmadığıyla ilgili tutarsızlıklar, o karanlık ve dar koridorlardaydı.

“içeri girip Eric’i uyandırmaya karar verdim ama bu düşüncemi uygulayamadım. Aklım, bedenime söz geçiremedi. Bunun kulağa çok tuhaf geldiğinin farkındayım. Ama elimi ışığa doğru uzattım. İşte tam bu anda ışığın yüzü beliriverdi. O kısacık anda, o şeyin sıradan bir ışıktan farklı olduğunu anladım. Bir periydi. Bana sorgulayan gözlerle bakan bir ışık persinin yüzüydü.”

Alice, düş veya kâbus adına her ne deniyorsa; çoğunlukla fizik kurallarını ve mantığı hiçe sayan detaylar barındırdığını biliyordu. Kendi düşlerinde de böyle olmuyor muydu? Kaç kere uçtuğunu görmüştü? Periler ise sıklıkla masalların ve rüyaların içinde yer alan öğelerdendi sonuçta.

“Işık, bir lastik gibi uzadı ve elime yapıştı,” diyerek sözlerine devam etti Nancy. “Elimi geri çektiğimde, ışığın elime bulaşan kısmının (bir saniye kadar kırmızı, ardından yeşil ve hemen sonra başka bir renge dönüşüyordu) giderek yayıldığını gördüm. Bütün bedenimi sarıyordu. Kulağıma tuhaf sesler geliyordu. Sanırım ışık-peri; anlamadığım, daha evvel hiç duymadığım bir dilde konuşuyordu ve sesler, mekanizeydi. Bir radyo yayını dinliyormuş gibi hissettim. Ama daha boğuk, daha kesik kesikti. Çok uzak bir noktadan yapılan, belki de çok eski bir zamandan gelen bir yayın gibiydi. Bilemiyorum, uzaklık algısı çok değişkendir, öyle değil mi? Tek bildiğim, ışık her yanımı sardığı anda, önce ondan kurtulmaya sonra uyanmaya çalıştım. Bağırdım, çığlık attım ve yardım istedim. Korkmuştum. Işığın beni yuttuğunu hissediyordum. Bir daha oradan çıkamayacağıma inandım. Sesimi kimseye duyuramadığım ortadaydı.”

Alice, kadının gözlerindeki dehşeti görebildiğine yemin edebilirdi. Gözbebeklerinin hemen ortasındaki siyahlıkta ve beyaz renkteydi. Gözlerini her kırpışında büyüyordu sanki.

“Sonra o peri,” dedi Nancy. Bu sözün ardından bir süre durdu. Devam etmek istiyordu ancak aklındakileri nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi.

Alice, Nancy’nin cümlelerini aktarırken; karşısında duran adamların bakışlarının giderek daha rahatsız edici hale geldiğini hissediyordu. Sorgulamanın başından bu yana kendisine nazik davranan Ernst ’in bile bakışları değişmişti.

Alice, yutkundu. “Bana ışığın içine girdiğini söyledi. Bunu ilk duyduğumda, ben de tam olarak kavrayamamıştım. Her yanını kaplamış. Sonra bir şey hissetmiş. Işığın, cinsel organına girdiğini…”

Ernst, hayretle kadına baktı. Eğer o anda aynaya bakabilseydi, çok komik göründüğünü söyleyebilirdi. Dom, kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Alice Underwood denen sürtük, kesinlikle kafayı yemişti. Artık bu konuda zerre şüphesi bulunmuyordu.

* * *

“Bunun kulağa çok saçma geldiğini biliyorum Alice,” dedi Nancy. “O gece gördüğüm düşte, evimin bahçesinde rengârenk bir ışık-periyle cinsel birleşme yaşadım. Eric ile yaşadıklarıma veya daha önceki tecrübelerime hiç benzemiyordu. Bedenimin her milimetresinde perinin dokunuşlarını hissedebiliyordum. Kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Ne dediğini anlayamasam da; şuh sözleri olduğunu tahmin ediyordum. Peri bana sahip oldu ve bir süre sonra (sanırım bir ay kadar) hamile kaldığımı öğrendim. Karnımdaki çocuğun Eric’e ait olmadığını söylemiyorum. Biliyorum; bebeğimin babası Eric. Ama gördüğüm düşün de bir anlamı olduğundan eminim.”

“Sence bu, ne anlama geliyor?” diye sordu Alice. Hamile kadın, iki elini göğsünün altındaki şişkinliğin üzerinde birleştirdi ve “Tanrı benimle konuşuyor,” dedi. “Bana bunca yıl sonra bir bebek vereceğini müjdeledi. Düşümde bana sahip olan ışık, perilerinden biri Alice.”

Alice, dehşete düşmüşçesine kadına bakıyordu. Nancy, bu bakışların ne demek istediğini anlamıştı. Olabildiğince sakin kalmaya çalışarak sordu.

“Bundan başka kimseye bahsettin mi?”

Nancy, “Hayır,” dedi. “Yani ilk kez sana anlatıyorum. Eşimle paylaşmayı düşündüm. Sonra vazgeçtim. Nasıl anlatabilirdim ki? Eric’e hamile kaldığımı söylediğimde çok sevindi. Çılgına döndü. Bir mucize gerçekleşmişti ve bebeğimiz olacaktı. Bunun bizi ne kadar mutlu ettiğini tahmin edebiliyor musun? Kim, bir düşün üzerinde dururdu ki? Ben de durmadım.”

Alice de durmadı. Hamileliğin sonlarına doğru yaklaşılırken, haftada 5 (kimi zaman 6) gün Nancy ile bir araya geldi ve bu düş meselesini hiç kurcalamadı. Bir şeylerin garipleştiğini hissediyordu. Daha önce hamilelik yaşamamıştı ve Nancy’ye dek çalıştığı kadınlar, doğum yapmış; bebeklerini kucaklarına almış kişilerdi. Belki de sırf bu yüzden Nancy’nin hamileliği esnasında kendisine tuhaf gelen şeylerin üzerinde durmadı.

Alice, derin bir nefes aldı.

“Hamileliğin ilk aylarında yanında değildim. Ben, Nancy’nin üçüncü ayının sonunda işe alındım. İşe başladıktan sonra birkaç hafta, her şey sıradandı. Mide bulantıları, kusmalar, doktor kontrolleri; normal seyrinde devam ediyordu ve Nancy de, bebek de (bu kelimeden sonra yine yüzünün şekli değişti, birkaç saniye sustu) iyiydi.”

Dominic, bir sigara daha yakmıştı. Sessizce dinlemeye devam ediyordu.

“Sonra aşermeler başladı,” diye sözlerine devam eti Alice. “Bilirsiniz, hamile kadınların canı olur olmadık şeyler çeker. Çilek, erik, çikolata, limon…”

“Bayan Bowen’ın canı da sık sık bir şeyler çekiyordu. Ama yalnızca masum şeyler değildi ve uzunca bir süre bunları benden gizlemeyi başarmıştı.”

“Tam olarak ne tarz şeyler?” diye sordu Dom.

“Nancy, gündüzleri Eric’i telefonla arayıp canının et çektiğini söylüyordu. Sürekli et yemek istiyordu. Pirzola, biftek ama en çok ciğer, böbrek, dalak…”

Dedektif, anlamaya çalışırcasına bakıyordu kadına. Sanki daha dikkatli ve uzun bakarsa, kadının yüzünde yazılı gizli cümleler açığa çıkacak ve oradan her şeyi okuyabilecekmiş gibi hissediyordu. Hamile bir kadının canının sürekli et istemesinin ne mahsuru olabilirdi ki?

“Başlangıçta” dedi kadın. “Bu durumu da çok önemsemedim. Nancy’nin benden istediği şeyleri hazırlayıp getiriyordum. Ama pişirip önüne getirdiğim şeyleri yiyemiyordu. Delicesine arzuladığı biftekleri, pirzolaları midesi bir türlü almıyordu. Yemek için kendini zorladığında ise kusuyordu.”

“Bir gün beni, arka bahçedeki depodan bir şeyi almam için gönderdi. Depoya gittim ancak kapısının kilitli olduğunu fark edip eve geri döndüm. Amacım anahtarı almak ve sonra dönüp benden istediği şeyi getirmekti. İşte ilk kez o zaman Bayan Bowen’ı, buzdolabının yanında çiğ et yerken gördüm.”

Dom, Alice’in söylediği son cümleden sonra başını hayretle kaldırıp kadına baktı. Çiğ et yemek mi? Bunu hayal etmek bile midesini bulandırmaya yetiyordu.

“Dolabı açmıştı ve çiğ etleri tezgâhın üzerine koymuştu. Biraz biftek ve ciğer vardı. Onları büyük bir iştahla ağzına götürüyordu. Gördüklerime inanamıyordum. Her ısırıktan ayrı bir keyif alıyordu ve bunu mutfağın girişinde izlerken hissedebiliyordum. Birkaç dakika içinde dolaptaki tüm çiğ etleri yemişti. Ancak işini bitirdiğinde beni fark edebildi. İlk başta bir şey söylemedi. Sanırım ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu.”

“’Bunu görmek zorunda kaldığın için özür dilerim Alice,’ dedi. Ağzının kenarından bir parça et sarkıyordu ve midem ağzıma gelmişti. ‘İnsan hamileyken çok değişik şeyler aşerebiliyor,’ diyerek konuyu kapattı. Sonra da hiçbir şey olmamışçasına Eric’i aradı ve gelirken birkaç kilo daha et almasını söyledi.”

“Bunu daha sonra Bayan Bowen ’la konuşmayı denediniz mi?” diye sordu Ernst.

“Denedim,” diye yanıtladı kadın. “Çiğ et yemesinin, hem kendisine hem de bebeğe zarar verebileceğini söyledim. Bunun normal olduğunu belirtti ve her şeyin yolunda olduğunu söyledi. ‘Bunu bebek istiyor,’ dedi bana. Nancy’ye göre önemli olan karnındakiydi ve onun da sorunu yoktu.”

“Alice,” dedi Ernst. İkinci kez adıyla hitap etmişti. “Dün geceye gelmemiz lazım. Olayları biraz daha hızlı aktarabilir misin?”

Alice başını salladı. Aslında, tam olarak bunu yapmaya çalışıyordu.

“Doğuma birkaç hafta kala başka tuhaflıklar daha meydana geldi. Hamilelikle ilgili bilgi ve tecrübe eksiğim olduğunu inkâr edemem. Ama Nancy’nin gebeliğindeki gariplikler, fark edilmeyecek gibi değildi. Bebek (yine o ifade, kusacak gibi oluş ve toparlanma) hızla büyüyordu. Doktorlar, bir sorun bulunmadığını söylüyordu. Gelişiminin çok iyi olduğunu ve en az 4 kg ağırlığında doğacağını belirttiler.”

“Bir gün, bulaşıkları makineden çıkarıp dizerken Nancy, parmağını kesti ve canı yandı. Kesik derindi. Ben pamuk, yara bandı ve tentürdiyot almak için dolabın kapağını açtım. Arkamı döndüğümde Bayan Bowen’ın, parmağındaki yaradan damlayan kanı yaladığını gördüm. Bir memeyi emen bebek gibi keyifle, mutlulukla yapıyordu bunu düşünebiliyor musunuz?”

Ernst, kadının anlattıklarının giderek inandırıcılığını kaybettiğini düşünüyordu. Başlangıçta kadının söyleyeceklerinin önemli olabileceğini hissetmişti ama görünen o ki; Dom, haklı çıkacaktı.

“Onu, görmeliydiniz! Yüzünün güldüğüne yemin edebilirdim.” Yutkundu. O anları tekrar hatırlamak canını acıtmış gibiydi.

“Bu olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra Nancy ile konuşmayı denedim. Hamileliği boyunca çiğ et yemesinin, yarasını emmesinin normal olmadığını anlatmaya çalıştım. İlk defa bana bağırdı. Yüksek sesle ve büyük bir öfkeyle gürledi. Bir daha bu konuyu açmamamı söyledi. İşime son vermekle tehdit etti.”

“Annelerin, hamilelik dönemlerinde ve özellikle doğumdan sonraki ilk aylarda aşırı korumacı olduğunu biliyordum. Bebeklerine karşı fazlaca duyarlı oluyorlar. Ama Nancy’nin durumu, biraz daha farklıydı. Korumacılığın dışında, başka bir şey vardı. Bunu sezebiliyordum. Eric ile konuşmanın uygun olacağını düşündüm. Sonuçta hormonları farklı çalışan Nancy idi ve adam, daha mantıklı düşünebilirdi. Eric’e söyledim ve güldü. Beni ve anlattıklarımı ciddiye almadı. Bunca yılın ardından, çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşıyordu ve o şeye, asla toz kondurmuyordu.”

“Zaman geçtikçe, değişimler daha fark edilir olmaya başladı. Nancy ve Eric, bu gariplikleri hayranlıkla seyrediyor; bebeklerinin özel olduğuna inanıyorlardı. Bense, dehşet içinde izliyordum her şeyi. İşe ihtiyacım bulunuyordu ve onların gözünü açmak niyetiyle yeniden konuşmak gibi bir hataya düşmekten kaçınıyordum. Nancy’nin kollarındaki kesikleri de o zaman fark ettim.”

Ernst, Alice’in son söylediği cümleyi düşündü. Nancy Bowen’ın cesedindeki detayları gözlerinin önüne getirdi. Kollarında ve bacaklarında ince kesikler, yaralanmalar mevcuttu. Otopsi sonucu henüz çıkmamıştı ancak bunların, tırnaklar vasıtasıyla yapıldığı belliydi.

“Nancy’ye kesikleri sordum. Önce cevap vermek istemedi. Anlamamış gibi davrandı. Israr edince, çekingen bir tavırla (yalan söylediği her halinden belliydi) Eric’in yaptığını söyledi. Buna inanmadım elbette. Eric, eşine zarar verebilecek biri değildi.”

Dom, “Biz sizin tırnaklarınızla meydana gelmiş olacağını düşünüyoruz,” dedi. “Otopsi sonucunda bundan farklı bir şey göreceğimizi sanmıyorum.”

Alice, başını salladı ve “Keşke bütün bunları uyduruyor olsam,” dedi. “Aklımı kaçırmış ve gerçekten o insanlara zarar vermiş olsam, sizin için ne güzel olur öyle değil mi?”

“Daha sonraki günlerde Nancy’nin tırnaklarıyla kesikler attığı yaralarından akan kanını emdiğine şahit oldum. Tanrı’m, her şey giderek daha korkutucu bir hal alıyordu. İşi bırakmayı dahi düşündüm. Paraya ihtiyacım vardı ancak olanlardan delice korkuyordum.”

Dom, masanın üzerindeki sigara paketinden bir sigara daha çıkardı ve ağzına götürdü. Zehirli havadan biraz daha içine çekmezse, bu saçma hikâyenin geri kalanını dinleyemezdi. Ah bir şişe de viski olsaydı, hikâye daha çekilebilir olurdu.

“Her şeyi gördüm. Eric’in mutfaktan bıçağı alışını, sakince ilerleyişini ve gözlerindeki parlaklığı gördüm. Gecenin çok geç bir saatinde Nancy ve Eric’in konuşmalarına uyandım. Seslere doğru gittim ve onları salonda otururken gördüm. Nancy, Eric’in elinden tutmuştu ve gülümsüyordu.”

* * *

Saat 05.16’yı gösteriyordu ve Alice, kulağına gelen seslerden ötürü uyanmak zorunda kalmıştı. Önce gördüklerini anlamsız buldu. Sabaha karşı çok erken bir saatte Bowen çifti, salonda oturmuş konuşuyorlardı. Eric, eşinin elini tutuyordu.

“Böyle olması gerekiyor,” diyordu Eric. “Bunu biliyorsun. Eğer hastaneye gidersek, onu bizden alırlar. Ona zarar verebilirler.”

Nancy, gözlerinden akan yaşın aksine gülümsüyordu. “Biliyorum,” dedi. “Ama bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.”

Alice, kendisini henüz fark etmemiş olan çifte büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu. Neden söz ediyorlardı?

“Sana ne söylediğini biliyorsun,” dedi adam. “Ona karşı gelemeyiz. Sen, özel bir kadınsın tatlım. Yavrumuz da özel ve onu sağlıklı bir şekilde doğumunu sağlamak, bizim öncelikli hedefimiz.”

Eric, oturduğu yerden kalktı ve mutfağa gitti. Alice, kötü bir şey olacağını hissediyordu ama bu hissin adını koyamıyordu. İşte o anda, mutfağın kapısından elinde ekmek bıçağı ile çıkan Eric’i gördü. Odanın penceresinden içeri süzülen ay ışığı, adamın elindeki bıçağa vuruyor ve zaman zaman odayı aydınlatıyordu. Karanlıkta oturan çiftin yüzündeki dehşetengiz memnuniyet, kolaylıkla seçilebiliyordu. Alice, bir adım daha atıp salona girmeyi ve bir şeyler söylemeyi düşündü. Ama sonra bundan vazgeçti. Öylece beklemeyi ve olanları izlemeyi daha uygun buldu.

“Tatlım,” dedi Nancy büyük bir sevinçle. Yaşlar, yağmur gibi yanaklarından akıyordu ve tuhaf bir şekilde hem mutlu hem hüzünlü görünüyordu. “Onu çok sevdiğimi söylersin değil mi?”

Eric de ağlıyordu. Hamile kadının yanına diz çöktü ve “Merak etme hayatım,” dedi. “Bebeğimize onu ne kadar çok sevdiğimizi söyleyeceğim.”

Adam, kadına iyice yaklaşarak Nancy’nin bacaklarının arasına doğru yürüdü. Kadın, neşe içinde adamı kendine doğru çekti. Eric, bıçağı kaldırdı ve boştaki eliyle Nancy’nin elini sıkıca tutmayı sürdürdü.

Nancy, anlaşılmaz birkaç kelime çıkardı ağzından. Radyodan çıkan mekanize bir sese benziyordu. Cızırtılı ve anlaşılması güç…

Bıçağı, kadının göbek deliğinin hemen altında gezdirdi ve karnını kesti. Bir cerrah misali kendinden emin ve sakin görünüyordu. Nancy, kıpırdamadan öylece duruyor ve hiç karşı koymuyordu. Alice, dehşet içindeydi ve titriyordu. Çığlık atmak için yanıp tutuşuyor olmasına karşın, ses çıkarmaması gerektiğini hissediyordu. Yapması gereken, bir an evvel oradan uzaklaşmaktı. Mutfağın arka tarafında bulunan bahçe kapısından çıkıp uzaklaşabilirdi. Ama yapamadı. Nedenini bilmediği bir şekilde, orada kalması gerektiğine inanıyordu. Bu, hem saçma hem de ürkütücüydü.

Nancy’nin kesik yarasından turkuaz rengi geceliğinin eteklerine kan sızıyordu ve elbisenin rengi giderek siyaha dönüyordu. Alice, nasıl oluyor da kadın bütün bu acıya katlanıyor; anlayamıyordu. Adam, bıçağı kadının karnında gezdirdikten sonra yere attı ve parmaklarını kesiğe doğru soktu. İşte bu olduğu anda, Alice çığlığı bastı.

* * *

Dom, ayağa kalktı ve kadının anlattıklarını birkaç saniye düşündükten sonra “Sizi sonuna kadar dinledim,” dedi. “Nancy’nin gökyüzünden düşen ışığın içinden çıkan bir periden hamile kaldığını ve doğumun kocası tarafından gerçekleştirildiğini söylediniz. Daha sonra bebeğin, Eric ’in gırtlağını kestikten sonra annesinin iç organlarını yediğini de eklediniz. Yanlış anlamamışım öyle değil mi?”

Alice suskundu. Anlatılacak her şeyi anlatmıştı. İki detektif birbirlerine baktılar ve birkaç saniye tek kelime etmediler.

“Senin kafayı yemiş bir kaltak olduğuna artık eminim,” dedi Dom gülerek. “Lanet olası kafayı sıyırmış bir manyaksın. Seni idam sehpasında gördüğümde bir keyif sigarası yakacağıma emin olabilirsin.”

Bu sözlerin üzerine sorgu odasından çıktı. Ernst, ortağının ardından bir süre baktı ve sonra Alice’e döndü. Dilinin ucuna birkaç kelime geldi. Sonra bunları söylemekten vazgeçti. Kısa bir süre de olsa genç kadının suçsuz olabileceğini düşündüğü için kendisini aptal gibi hissetti. Sorgu odasını terk etti. Gidip cinayetlerle ilgili raporunu tamamlaması gerekiyordu.

Sorgu odasında tek başına kalan Alice, polisler gelmeden evvel olanları düşündü. Bebeğin, karnını Nancy’nin iç organları ile doyurduktan sonra kendisine bakıp gülümsemesini ve parlayan gözlerini anımsadı. Cızırdayan mekanik sesiyle söylediği anlamsız sözler çınladı kulaklarında. Sonra sıvı ışık formuna bürünüp gözden kayboluşunu hatırladı.

İçinin titrediğini hissetti.

* * *

Alice Underwood, bir süre sonra Missouri Eyaleti yasalarına göre idama mahkûm edildi. Mahkemede jüri karşısında da ifadesini değiştirmedi. Ernst, kadının neden kimse inanmasa da aynı şeyleri ısrarla söylediğini anlayamadı. Kayıp bebek ise hiç bulunamadı.

Amerika’nın çeşitli bölgelerinde iç organları yenmiş, vahşice katledilmiş insanlar bulundu ama kimse, Alice ve Bowen çiftinin başlarına gelenlerle ilişkilendirmedi.

Olcay Şeker

1984 İstanbul doğumlu, İstanbul Üniversitesi inşaat mühendisliği mezunu olan yazar, bilimkurgu ve korku gerilim türünde eserler vermektedir. Ilk kitabı 7 Pencere 2016 yılında okuyucuyla buluşmuştur. 2017 yılında Kasaba, Avcı ve Hiçbir Zamana Ait Olmayan Adam isimli kitapları basılan yazarın, 2019 yılında da Karanlık Çökerken isimli öykü kitabı raflarda yerini almıştır. Son kitabı Gölgeler, 2020 yılı başında Ahbap Kitap etiketi ile satışa sunulmuştur. Yazarın bazı kısa hikayeleri de çeşitli sitelerde ve öykü seçkilerinde yer almaktadır.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *