Öykü

Tazmanya Hırsız

Aslında bütün sorun, dünyanın bütün sorunu, felsefecilerin ve felsefeci kılıklı konsomatrislerin bütün sorunları sadece ve sadece ameliyat eldivenleri.

Tabii ki bir insancık olarak ruhumun penceresinden gördüğüm bütün sorunlar dünyanın bütün sorunları. Bütünleri ya da tümleri diyeceğim. Çünkü üçgenleri sevmiyorum. Katy Pery ya da İlluminati yüzünden değil. Sadece 180 yüzünden. O sayıyı sevmiyorum. Üçgenin sütyenlerinin beden ölçüsü. Ama Allahım yüz seksen beden. Bir varlık neden sütyen bedenini dünyadaki bütün insanlara özellikle küçük çocuklara söyleyip onları sözlü bir tacizin içine sokar ki? Neden? Niyetin ne senin? Geometri mi? Yoksa pavyon mu?

Onun niyeti tartışılır. İşin özü, ameliyat eldivenleri benim hayatımı karattı. Hem de ne için? Bilmem ki ne için? Bakalım ne için.

Şunun için bunun için diyeyim mi? Hayır, öyle bir şey demeyeceğim. Onun yerine “bugün nasılsınız?” diye sorayım mı? Yok yok yazık olmasın. Aklıma, aklınıza, gözlerime ve gözlerinize. Şiir gibi oldu. Biraz daha zorlasam gerçekten romantik bir genç kız olabilirim.

Ama değilim. Kendimi zorlamayı sevmiyorum. Ayakkabılar ayağımı vurmadıkça tabii. Kirli yerlere basma korkum var. Tamam tamam anlatıyorum. Veeeee… çalsın sazlar oynasın eller.

Birkaç önce bir köpük partisine gittim. Yanlışlıkla falan değil. Ki böyle partilere yanlışlıkla gidilir. Özellikle kış mevsimindeyseniz ve burnunuz oksijenle kavga edip mukusla sarmaş dolaş olmaya karar vermişse karı köpük zannedebilirsiniz. Ha tabii bir de unutmadan beyninizin sakız çiğnemesi gerekiyor. Böyle ağzı yorulana kadar sakız çiğneyen bir beyin. Tabii ki sakız şişirebiliyor.

O yüzden hava soğuk değil. Çünkü soğuğu hissedecek bir beyin yok.

Neyse gittim işte. Üç beş arkadaşa uydum “Kışın köpük partisi olur mu?” diye sormadım ve gittim. Mayo falan mı giydiğimi düşünüyorsunuz. Hayır. Yani gökyüzünde sobalar olsaydı belki. Ama belki diyorum. Çünkü sakız çiğneyen bir beynim var.

Ama gel gör ki köpük partisi bir bankada. Evet, banka. Ciddiyim banka. Para yatırdığınız, para çektiğiniz, finansal şeyler yaptığınız yerde.

Kısacası bizim binanın hemen karşısındaki banka. Ben sürekli giderim. Önündeki bankamatiklerden genelde para çekerim. İçine girip, çılgınlar gibi bağırıp dans etmek hiç nasip olmamıştı. Neyse ki böyle bir ihtiyacımın gerçekleşebilecek olması beni sinir bozucu derece de mutlu ediyordu. Eğer geleceği gören bir kuaför olsaydım ve geçen hafta saçlarımı kestirmeye benim bedenimde başka bir ruh gelseydi ona derdim ki: “O partide ihtiyaçların gerçekleşmeyecek. Çünkü partiler ihtiyaçlar için değildir.” Ama bunu geleceği gördüğüm için değil filozof olduğum için söyleyecektim. Sonra yine aynı ruha bu sefer geleceği gördüğüm için: “Evde kalacaksın. Boşuna uğraşma. Bunları görüyorum ben.” diyecektim.

Ama ortada böyle bir kuaför yoktu. Kuaförlüğü seçtim çünkü annemin dükkânının kiracısı bir kuaför. Adamdan nefret ediyorum. Tam bir pislik. O yüzden kuaförlük…

Neyse gittik işte kızlarla. Birinin bir arkadaşının düzenlediği bir parti. İşin şaşırtıcı kısmı herkes Türkiye’de yaşadığımızı unutmuş. Gerçekten. Bir bankada bir köpük partisi ve Türkiye’de. Bunu sorgulamayı ben bile unuttum. (Ben de kimsem artık.)

Ama hiçbirimiz sorgulamadık. Arkadaşlarım bana söylediği zaman soru bile sormadım. Hemen kabul ettim. Tuhaf bir durumdu. Çünkü ben böyle şeyler yapmazdım. Cıvkını çıkartana kadar sorardım. Ama bu sefer sormadım.

Bankanın kapısından adımımızı atar atmaz gözümüze takılan ilk şey her şeyin aynı olmasıydı. Çalışanlar ve oturaklar dışında tabii. Onlar bilinmeyen diyarlara gitmişlerdi. Bir de müzik vardı. Klozette fıs etmeye çalışan birinin ıkınmasına benzeyen bir müzik.

Girdik kızlarlarla içeri. Herkes ayaktaydı. İnsanlar birbirlerine sokulup sanki müzik çok yüksekmiş de tuvalet kâğıtlarına borçları varmış gibi fısıldaşıyorlardı. Ellerinde plastik bardaklar ve çerezler, gırtlaklarında dışarı çıkmayı bekleyen bir karınca yuvası, bakışlarında patlatılan sivilce iltihapları ve daha neler neler.

Niyetimin ne olduğunu bilmiyorum. Eğlenmek mi? Kızlara uymak mı? Öylesine mi? Bilmiyorum. Böyle durumlarda iki seçenek vardı. Ya git bom gibi etrafa bak ya da git bir yerde otur. Oturak yok. Tek çare bomluk.

Derken bir şey fark ettim. Ellerimde ameliyat eldivenleri vardı. Herkesinkinde vardı. On saniye daha ellerime baktım.

Sonra zaten bütün dişlerin arasındaki etler çıktı ve köpük yağmuru başladı. Bağrışmalar, kahkahalar ve zıplamalılar arttı. Her yer bembeyaz oldu. Hiçbir şey gözükmeyecek kadar.

Bu aptal köpük bir saat sonra falan eridikten sonra karnımın acıktığının farkına vardım. Biraz ilerde bir dönerci vardı. Gidip alıp yiyebilirim diye düşündüm. Ve cüzdanımı çantamın içinde aramaya başladım. Ama yok. Ne kadar baktıysam da çıkmadı.

Gidip kızları bulup onlara da sordum. Ama onların da cüzdanı yoktu. Sonra ağızdan ağızda herkese yayıldı. Çantalar, cepler, montlar karıştırılmaya başlandı. Ama yok. Cüzdanlar yok.

Derken birimiz akıl edip polisi arıyordu ki; birisi banka gişelerinden birinin üzerine çıkıp bağırarak:

“Arkadaşlar cüzdanları kim aldıysa söylesin. Bizden sır çıkmaz. Açıklasın. Dardaysa yardım ederiz.” dedi ve ona karşılığı Tazmanya canavarı kostümünde birisi verdi:

“Ben aldım. Hatta hepiniz buraya benim için geldiniz. Sakin olun anlatacağım.” dedi ve sanki yıllardır sigara içmeyen birisi gibi iki üç kez oksijenden nefes çekti. Sonra devam etti:

“Adım Cemo. Ben bir hırsızım. Küçükken saçlarım bonus gibiydi. Ama artık keltoşum. Hırsızlık beni yordu. Evli de değilim. Babam narkotikti. Erzurumluyum bu arada. Bunların konuyla bir bağlantısı yok gerçi. Narkotiklik dışında.

Babam sayesinde uyuşturucudan çok şey öğrendim. Aslında işin özü sizin beyinlerinizin sorgulama ihtiyacını onun yarattığı bir uyuşturucuyla etkisiz hale getirdim. Birkaç günlüğüne. Bu uyuşturucu nefes yoluyla bulaşıyor. Benim ve sizlerin arkadaşı olan bir arkadaşımdan yardım istedim. O da yardım etti. Sonra konuşa konuşa her birinize yayıldı. Tahmin edersiniz ki günümüzde de bu uyuşturucu çok fazla kullanılıyor. Yoksa bu kadar insanın sessiz kalması imkansız.

İşte ben on beş yaşıma geldiğimde de babamın ofisini Tazmanya Canavarları saldırdı. Çizgi filmlerdekinden bahsetmiyorum. Gerçeğinden bahsediyorum. Zaten babamın çalıştığı karakol bir hayvanat bahçesinin yanındaydı. Oradan kaçıp saldırmışlar işte. Babam da ölmüş. Ben de o yaşta tek çare hırsızlığa başlamıştım. Malum Türkiye şartları.

İlk çaldığım şey ameliyat eldivenleriydi. Annemin elleri bulaşık yıkarken çatlamasın diye marketten çalıvermişim. O günden sonra hangi hırsızlığıma ameliyat eldiveni götürmesem başım belaya giriyordu. Yani benim bir totemimdi bu durum. Sizin ellerinizde de var. Kapıdan girerken hepinize taktık. Uyuşturucunun diğer bir etkisinde hafıza kaybı. Hatırlamamanız normal.

Dediğim gibi ilk ameliyat eldivenleri. Daha sonra kendimi geliştirdim tabii. Hatta çok geliştirdim. Artık bir ortamda kimseye çaktırmadan her şeyi çalabiliyordum. Tıpkı çizgi filmlerdeki Tazmanya canavarı gibi. O da her şeyi hızlıca silip süpürebiliyordu. Bu yüzden lakabım Tazmanya hırsız oldu. Anlayacağınız bu Tazmanya canavarının bana etkileri çok büyük oldu. Hem babamı öldürüp beni zorluğun içine soktu. Hem de varlığını bedenime sokup beni bu hayattan kurtardı. Yani arkadaşlar cüzdanlarınızı ben çaldım. Hepsi tuvalette. Bunu itiraf ediyorum. Çünkü bıktım artık saklanmaktan. Ben yanlış bir şey yapmıyorum. Ben kaçmamı gerektiren bir şey yapmıyorum. Yaşamak için çabalıyorum. İş bulamıyorum. Yapabileceğim başka hiçbir şey yok. Ayrıca bu lakap polisler tarafından bana verildi. Ben hiçbir zaman bu işi bir şamataya dönüştürmedim. Bugün için böyle bir şey düzenledim. Az sonra kafama bir kurşun sıkıp öleceğim. Bütün söylediklerim ve yaptıklarım kameralar tarafından kaydedildi. Yani anlayacağınız bu bir eylemdir. Benim, beni bu hale düşürenlere karşı açtığım savaşın eylemi.” dedi.

Hepimiz kendisini vurmasını beklerken o birden bire bizlere yerinden hortlamış gözlerle bakıp:

“Nasıldım? Sizce seçmeleri kazanır mıyım?” dedi ve ben de artık duramadım. Ona:

“Ne seçmesi ya? Ne diyorsun sen?”

“Oyunculuk seçmesi. Benim yıllardır katıldığım ama bir türlü seçilemediğim bir ajansın oyunculuk seçmeler var. Her seferinde katılıyorum. Ama bana her seferinde “Aynısınız biraz daha çalışın. Hiçbir ilerlemeniz yok.” diyorlar. Ben de son çare buna başvurdum. Ne yapayım? Başka nasıl çalışabilirim bilmiyorum. Gerçekten oyuncu olmak çok istiyorum. Babamın narkotik olması dışında söylediklerim yalandı. Ameliyat eldivenleri de parmak izi olmasın diye. Titizlik konusunda hassasım biraz. Ama söylesenize nasıldım?” dedi.

Zilan Damla Polat

2008 yılında televizyonda başlayan bir tiyatro programını, ailesinin kendisini küçükken götürdüğü bir tiyatro oyunu yüzünden izlemek zorunda kalır. Çünkü ailesi onu masanın altından dev bir kızın şak diye kelebek olarak çıktığı bir oyuna götürür. O andan itibaren beyni ilk saçmalama virüsünü kapar ama o bunun farkına varamaz. 2008 yılında BKM’nin başlamasıyla beraber biraz daha mutluluk için 4 yıl tedavi görür. Ama o tedavi istemez. Tam tersine hastalığa sahip olmak ister ve seçkiye öykü gönderir.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for hilay hilay says:

    Oldukça farklı bir tat veren farklı bir öykü olmuş açıkçası ama bu farklılık kesinlikle kötü durmamış. Sanki bir arkadaşım yaşadığı bir anıyı bana anlatıyormuş gibi hissettirdi bana. Elinize sağlık :blush:

  2. Avatar for Zilan Zilan says:

    Teşekkür ederim. Eğer size bir arkadaş anısı gibi geldiyse ne mutlu bana. :blush::blush: Teşekkürler.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for hilay Avatar for Zilan