Peygamberlerin, ejderhaların, kutsal kuşların ve ruhların sık sık ziyarete geldikleri bu bulut adada, sadece kadınlar yaşarmış. Ve sürekli anlatırlarmış, anlatılacak anlatılmayacak ne varsa sürekli durmadan yorulmadan anlatırlarmış. Yedikleri buluttan, içtikleri buluttan, oturdukları buluttanmış. Başlarının üzerinde kocaman bir deniz uzanırmış gökyüzü yerine ve koyunları çim niyetine bulutları yermiş. Ağaçlarının kökleri denize saplıymış, bu ağaçların yapraklarından her renk mürekkep de çıkarmış salata da olurmuş. Bir rüyadan buraya düşen küçük kız da, adaya ait olmadığını bilirmiş ama uyanmaya da hiç yanaşmazmış. Hem burada genç kızlar masallar anlatarak isimlerini alır, kadın olurlarmış. Küçük kız da bir masalı olsun istermiş, henüz adı yokmuş ama bulut adadaki büyükleri bunun için biraz daha büyümesi gerektiğini söylerlermiş. O da yılmayıp kalırmış bulutlar üstünde. Hem zaten bu bulut adada misafirlere sonsuz hürmet ederlermiş. Her gece de çok güzel masallar anlatırmış kadınlar.
O gece misafir masalcı, bulutların şahı ve adanın sahibesi Umay’ın kız kardeşi imiş. Meydan da onu görmüş küçük kız. Umay’ın aksine kehribar gözleri yokmuş. Esmer, kavruk teni varmış. O tenden çıkan, zümrüt yeşili gözler. Burnundan kulağına uzanan bir süsü varmış. Dudakları aynı ablasının gibi, üst üste binen ince iki yılanmış. Burnu aynı küçük kızın gibi, hafif büyük, semersiz aşağı iniyormuş. Onu bir parça sevimli kıldığı söylenebilirmiş bu uzvun. Kollarında kalın bilezikler, avuçlarının içinde sarmaşık desenleri varmış. Haki yeşili, göğüslerinin çoğunu ortada bırakan bir bluz ile sarı gül desenleri olan, rengi güneşte ağarmış bir etek giymiş. İnce, karınca belinde bir sürü kumaştan şeritler varmış.
Gülümsemesi Umay’ın aksine sevecen değilmiş. Kendini beğenmiş yanakları her tebessümünde ince sürmeli gözlerini sıkıştırıp, ince bir çizgi haline getirirmiş. Meydanda yürüyen iki kardeş oradakilerle etraftakilerle konuşuyor, şakalaşıyorlarmış.
En sonunda bulutlardan çömlekler yapan küçük kızın yanına gelmiş Turna. Evet, Umay’ın kardeşinin adı buymuş. Turna küçük kıza eğilip. “Bana ne kadar çok benziyorsun sen söyle” demiş. Yılanlar açılınca kız, kadının küçük beyaz dişlerine hayran kalmış. Bir an bu dişlerle insanları yiyeceğini hayal etse de sonra gülmüş. Gece kayın ağacının etrafına toplanmış herkes. Uzak diyarlardan sırf Turna’yı dinlemek için gelenlerin sayısı oldukça fazlaymış. Bu Turna’nın ilk masalıymış. Küçük kız Umay’ın yanında yerini almış. Dakikalar geçiyor ama Turna, ortada gözükmüyormuş. Umay kıza eğilip, “Bekletmeye bayılır” demiş göz kırparak.
Sonunda Turna, eteğini ateşin etrafında savurarak gelmiş meydana. Alevler yüzüne bir hayal gibi şekil veriyor, ince zarif boynunda kırmızı sarı akisler beliriyormuş. Umay’ın tersine hiç hazırlanmamış geceye. Üstündekileri dahi değişmemiş. Elleri arasında timsah derisine benzer kaplamalı bir dümbelek varmış.
Turna ileri geri sallanmaya başlamış. Uzun parmakları ile dümbeleğin derisine durmadan vuruyor, sağa sola yatıyor, ahu misali bilekleri ile parmak uçlarında sıçrayıp raks ediyormuş. Koltuğunun altında tuttuğu dümbelekle insanın içini titreyen ritimler çalıyormuş. Bazen sağ elini semaya kaldırıp öyle zarif oynatıyormuş ki, kimse böylesini daha önce görmemiş. Sanki ellerinin hamuru için tanrı asırlarca uğraşmış. Çıplak ayakları bulutların üzerinde ne güzelmiş. Ağıtlar yakmış Turna o gece. Hikâyesinin aralarında acılı nağmeler tekrar edip durmuş. Sesinin kalınlığı, harfleri bastırması, terleyen göğsünün sürekli inip kalkmaları, kulaklarından ensesine inen sırat yolu… Küçük kız Turna hep anlatsın dilemiş, kuş gibi sıçrayıp dursun hep.
“Ben” demiş Turna, “Ben…”
“Doğdum. Babam Koca Efrasiyab! Umay doğdu, kızını pek sevdi. Uğurdur dedi ilk evladın kız oluşu. Ben doğdum. Astı gül çehresini. Öyle ya er kişi olup soyunu devam ettirecektim, cihana hükmedecektim. Yok saydım kendimi, kovaladım yazgımı. Anam gibi masal mı anlatacaktım, avrat işi dedim; hor gördüm. Gönül koydum kelama. Erlikse erlik, hanlıksa hanlık! Kim demiş almak yok bana?
Turna koydum ismimi. Hak ettim, kazandım.
Onumu gördüm, babam denizdi. Ben okyanus oldum. Kaçtım gittim. Kardeşimi, yaşlı annemi dertli koydum. At bindim, ok attım, kılıcımı çıkarıp kınından kaç aslan canı aldım. Cümle âlem duydu şanımı. Koca Efrasiyab’ın Kara oğlu…
Göğüslerim çıktı, derilerle sardım. İçimden dışıma kan aktı, dedim aksın. Öyle aksın ki, benden geriye zerre bir şey kalmasın. Sürmeli gözlerimin kirpiklerini tek tek koparıp ateşlere attım. Zülfüm hiç uzamadı, izin vermedim.
Parmaklarımız ne güzeldir bizim. Dillere destan. Dedim ki koyayım ellerimi örse, dümdüz edeyim vura vura. Turnayım turna olmasına da kanatlarım varken ne demeye vurayım kıyıya. Kıyamadım ellerime. Şimdiki aklım olsa keser atardım şu parmakları.
Oysa o dem parmaklarımla kavramak isterdim hayatı. Anlam isterdim. Şimdi o anlam ellerim arasındadır, karnımın hemen yanında. Zaten anlam ya bir kadının ellerinde olur ya karnının içinde.
Babam buldu beni. Ona kazandırdığım mülkü askeri bilmiş. Tuttu kanatlarımdan, <<Soluklan>>, dedi. Uçamadım ya, bir hırs ettim bir hırs. Kaçtım baba evinden. Koca Efrasiyab’ın bile cesaret edemediği ejderin önüne çıkıp alacaktım cihanı.
Yolda bir oğlan gördü beni. Atladım atının arkasına. <<Götür>> dedim. <<Kaf dağının ardına götür beni.>>
<<Meczup musun hatun?>> dedi bana. <<Kız başına ne demeye dolaşırsın, tanımadığın âdemin atına binersin? Korkmaz mısın maşuğun olur da bu âdem, kerem misali yanar?>> dedi bana.
Ben turnaydım turna olmasına da, kaç turna daha varmış daha içimde. Sayamadım. Hepsi kanatlandı o an. Hepsi aynı anda çıkmak istedi şuradan.”
Demiş Turna sol göğsüne vurarak.
“Döndüm oğlana, <<Hatun mu sanırsın beni gafil, anandan başka hatun mu görmedin?>> örse koymaya gözümün kesmediği ellerimi aldı ellerine. Bildim ki ellerimden tanımış beni.
Yaratan olaydım kendim için yoğururdum hamurunu, inkâr etmem. Öyle güzel öyle yiğit oğlandı. Bir gözleri vardı içlerinde cihanı gördüm. Âlem onun gözlerinin yanında noksan kaldı.
Atıldım boynuna.
Ah benim tamahkâr kalbim, ebleh içim, hadsiz serim. Toprak olaydım ezileydim, su olaydım kuruyaydım, ateş olaydım yanaydım. İnanılır ya bu gözler göreceğini görmeden ölmez. Çıkaydı gözlerim avuçlarıma alaydım.
Yola revan olduk erimle. Sandım ki dünyayı elinde tutan ejderhayı ben yenerim. Kılıcımı boynuna saplar, dişlerini tek tek sökerim.
Ne çirkin dehlizlerden geçip düştük koynuna o ejderin. Babamın askerlerinden birini yiyordu o vakit. Erim arkasına aldı beni, <<Zafer senin olsun>> dedi, <<yaşlanmak istiyorum ben.>>
Yaşlanmak o vakit bir lütuftu, şimdi zulüm.
Ejder çirkin koca suratını bize öyle yaklaştırdı ki Azrail’in soluğu değdi burnumuza. <<Ne ararsınız burada, kaçın gidin. Yanaklarınız yeni al olmuş, ecel sizin neyinize?>> diye bağırdı bize ejder. Koştum ona doğru, ona sahip olacağımı haykırdım.
Pençesini güneşli ovalara döndürdü. <<Kaçın!>> dedi tekrar. <<Savaşacağım!>> dedim.
<<O vakit bir bilmece soracağım diğerlerine sorduğum gibi. Cevap verirsen âlem senin, veremezsen senin canın benim.>> dedi ejder.
<<Zaman Tanrı mıdır, Tanrı mıdır zaman olan?>>
Bir vakit geçti, ben düşünüyordum. Ejderha kürdan niyetine bir insan bacağını dişleri arasında gezdiriyordu. Yanımdaki yiğit de yüzü yüzümde bekliyordu.
Bir an <<Zamanı Tanrı yaşar.>> dedim. Dememle ejderin yiğidimi ağzına alışı bir oldu. Dönüp yüzüme pişman bakmadı yiğidim. Bakmadı.
Uzun kılıcımı batırdım gözlerine ejderin işte o vakit. Ona sahip olmuştum, cihan benimdi ya sonra da cihanın gözlerini kör ettim.
Şimdi ne cihan görür ne ben, zamanı seveni.”
Turna ejderin derisinden dümbeleğini alıp bir ağıt daha yaktı.
Böyle mistik hikayeleri oldum olası sevmişimdir ve bu hikaye de gerçekten başarılı olmuş. Ellerinize sağlık
Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için, sağ olun…
Gerçekten çok beğendim.kalemin güçlü olsun yüreğine sağlık ?
Çok teşekkürler yorumunuz için, çok sağ olun.
bu ay okudugum en guzel oyku bu oldu diyebilirim. eline saglık kardesim
Çok mutlu oldum yorumunuz için. Çok çok teşekkür ediyorum.
Merhaba, enteresan bir öyküydü. Mitolojiden beslenmiş, biraz masalsı, biraz şiirsel. Kesinlikle farklıydı. Özellikle ilk paragrafı beğendim.
Diğer seçkilerde görüşmek üzere.
Merhaba,
Yazdığım masallarda doğu mitlerinden özellikle yararlanıyorum. Bana daha özel, daha el değmemiş geliyor. Ejderin verdiği cevapsa Orhun Abidelerinden alıntı.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Sağ olun. Görüşmek üzere..
Çok güzel bir öyküydü. Sonlara doğru kendimi iyice kaptırmışım. Bir zamanlar okuduğum ılgana adlı romanıda hatırlattı. Bilmiyorum okudun mu? Eğer okumadıysan okumalısın. Türk ve Doğu mitolojisinden ilham alınarak yazılmış, fantastik bir romandır. Yazarıda Özgür Özol’dur. Ellerine sağlık ?
Bu güzel yorumunuz için ayrı, önerdiğiniz kitap için ayrı teşekkür ederim. Henüz okumadım ama emin olun bu hafta hemen bulup okuyacağım. Çok çok sağolun.
Bu ay hakikakaten enfes öykülerle dolmuş taşmış seçki ama naçizane en beğendiğim öykü sizin öykünüz oldu. Farklı ve hoş bir havası vardı. Ellerinize sağlık :))
Artık yorum gelmeyeceğini düşünüp bakmamıştım kaç gündür. Çok çok teşekkür ediyorum değerli yorumunuz için. Sayenizde günüm daha güzel oldu..