Not: Bu öyküyü okumadan önce, KÜLLER PEŞİNDE adlı öyküyü okumanız olay örgüsünü kavrayabilmeniz açısından kesinlikle yararlı olacaktır. |
William gözlerini sakince açtı. Tavan bir kar gibi beyazdı. Vücudunun bir kısmını hissedememesinden dolayı nerde olduğunu tahmin edebiliyordu. Yine vurulmuştu ve teşkilatın özel hastanesindeydi. Sık sık olurdu. Fakat… Olivia, peki o William’ın sıradan bir polis değil de Mİ-6’dan olduğunu biliyor muydu? Ahmak kafam. Şu anda onun bazı şeyleri bilmesi değil yaşayıp yaşamadığı önemliydi. Bunu ilk önce düşünemedi fakat şimdi gereğini yapacaktı. Kalbinin 10 en fazla 15 santim aşağısındaki yarası acısıyla kendini o kadar belli ediyordu ki belki acımasa William nerden vurulduğunu dahi hatırlamayacaktı. Aslında yere düşerken gayet de iyi bellemişti aslında yerini ama şimdi neden anlayamadığına şaşırmıştı. Elleriyle azıcık kalkık, bembeyaz yataktan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. İlk önce pek başarılı olamasa da ettiği bir küfür onu rahatlattı ve ayağa hiç yarası yokmuş gibi kalktı. Tam kapıya doğru yöneldiğinde “Acaba filmlerdeki absürt sahneyi yaşar mıyım?” dedi. O bahsettiği tam kapıya gitmişken kapıyı birinin açmasıydı ki hiç haz etmezdi. Kapıya doğru 3-4 adım attı ve o beklediği sahne gerçekleşti. Kapı sanki yeni yağlanmış gibi hiç gıcırtı yapmadan sadece yere değerek çıkardığı bir sesle açıldı.
Kimin geldiğini en azından tahmin edebiliyordu o yüzden elinden geldiğince hızlıca yerine, yatağına dönmeye çalıştı fakat yakalandığında yatağına daha 2 adım kadar bir mesafe kalmıştı. Arkasından sert bir ses duydu,
-Willi yatağına dön.
Tam bir hayal kırıklığı. William’ın beklediğinin aksine şefiydi. Yatağına uzanıp,
-Sana da günaydın şef. Bugün yine havandasın.
Amr bıyık altından gülmeyi denedi fakat gerçekten havasında değildi. Arkasındaki dolaptan soğuk su aldıktan sonra arkasını döndü ve,
-Senin gibi bir adamımı kaybediyorum. Nasıl havamda olayım?
-Ben sapasağlamım kafana takma kimseyi kaybetmedin.
-Sapasağlamsın ama o garip dünyaya bir kere bulaştın bir daha oradan çıkamazsın. Güvenlik bürosundan haber geldi ekip değiştiriyorsun.
-Ben istemezsem…
-Yok öyle bir şey, bu işlere bulaşınca çıkamazsın ve eğer ben söylüyorsam Coopi’yi de alıp gideceksin.
-Tamam şef, seni kıramam değil mi?
Lanet olsun. Amr ayağa kalktı ve kahverengi saçlarını saklamak için kullandığı siyah şapkayı çıkarıp uzun boyundan dolayı eğilmek zorunda kalıp oturduğu sandalyeye bıraktı ve konuşmadan gitti. William bu sahne karşısında hüzünlenmişti fakat belli etmedi. Amr’ın hemen ardından giren Coopi,
-Nesi vardı?
Coopi hiç bir şey yapamayacağını bildiği için sustu ve sadece. Kahverengi gözlerini kinle,az önce giden Amr’a doğru çevirdi.
***
William arkasında sadece bir poşet taşıyarak gelen Cooper’a aldırış dahi etmeden az ileride onu bekleyen beyaz Mercedes Roadster’a doğru yürüdü. Yan koltuğa biraz sinirli bir şekilde oturdu. Cooper’ın sürücü koltuğuna geçmesini beklerken yeni görevinde başarılı olup olamayacağını merak ediyordu. Cooper arabaya bindiği gibi sürmeye başladı çünkü nereye gittiklerini biliyordu. Tabii ki William’ın sevgilisine, işine gidiyorlardı. Ailesiyle buluşmadan önce yeni işini, şefini ve görevini öğrenmeliydi.
***
Cooper arabayı durdurduğunda William çoktan inmiş onu bekliyordu. Cooper arabayı park edip indiğinde Willi çoktan merdivenleri çıkmış ve içeri girmek için üstünü başını topluyordu. Cooper onun yanına yetişti ve beraber içeri girdiler. İçeri girerken öten x-ray cihazıyla hiç uğraşmadan içeri girip az ilerideki siyah giyimli adama müdürü sordular. Büyük ihtimalle onları bekliyordu.
William hızlıca içeri dalıp bir teklif dahi beklemeden koltuğa oturdu. Cooper ise arkasından kapıyı 3 kere tıklattı, William’ın 2 adım gerisinde ayakta durmaya başladı. Masanın başındaki adam konuşmaya başladı,
-Adım Enes, Türk’üm yeni şefinizim görevleri ben vereceğim.
-Ben görev istemiyorum istihbarat istiyorum, beni bu lanet dünyaya çekip de ortadan kaybolan o Olivier’i bulun.
-Sakin ol görevin zaten onunla ilgili. Onun zaten peşindeyiz ayrıca ben onunla uzun zamandır tanışıyorum, sağ eli orta parmağını kopardığımdan beri ve şimdi benden intikam almak istiyor. Türkiye’de ailemi arıyor onları sen korumalısın çünkü o adamı bir kere alt ettiysen bir kere daha yapabilirsin.
-Alt ettiğim falan yok ya neyse. Tamam. Yarın biletimi Cooper’la evime gönderirsiniz.
-Hayır. Herhangi bir resmi taşıt olmaz. Ejderhayla yolculuk yapacaksınız.
-Ne? Olamaz? Çok yaratıcısın, gerçekten.
-Ciddiyim.
***
-Cooper bu şeylerden birini hiç kullandın mı?
-Hiç gerek yok William bunlar kendisi uçabiliyor.
Saçma… William ve Cooper binanın arkasındaki helikopter pistinden siyah, pullu ve sakallara benzeyen şeyleri olan garip bakışlı bir ejderhaya binerken bir insanın korkudan başka ne hissedebileceğini düşünüyorlardı. Öne Cooper arkaya ise William bindi. Yavaşça, yattığı yerden kalkan ejderha kafasını üstündeki adamlara doğru hafif çevirdi. Ve güçlü bacaklarıyla yere bastırarak kalktı. İki insan boyundaki pullu kanatlarının adeta bir arının kanatlarını çırpması gibi çırparak yükseldi. Enes,
-Ailemin adresi Cooper’a verdiğim kâğıtta var onlara hiçbir şey olmayacak William.
William’ın kanı bu adama ısınıyordu. Kafasını “evet” manasında hafifçe salladı.
***
Cooper lap top’undan bir şeyler karıştırıyordu. William’ın sert bakışlarına maruz kaldığını farketse de görmemiş gibi davranıyordu.William,
-Orda ne yaptığını söyleyecek misin yoksa onu atayım mı?
-Efendim biz Londra’dan,Türkiye Bursa ilçesine gidiyoruz aradaki kuş bakışı ,yani tam olarak bize göre, mesafe 2564,23 kilometre biz şu anda Belçika, Almanya, Avusturya, Slovenya, Macaristan, Hırvatistan ve Sırbistan’ın yolumuz üzerindeki kısımlarını tamamladık, şu anda Bulgaristan sınırına girmek üzereyiz. Bulgaristan’ın henüz başkentine varamasak da Sofya’dan Bursa’ya tam 553,19 km var. Bu yaratığın 2011,04 kilometreyi tam 26 saatte aldığını bildiğimize göre saatte ortalama 77,5 kilometreye yakın bir hızla hareket ettiğini anlıyoruz o zaman 553,19 kilometreyi 7 saat 15 dakika gibi bir sürede alması gerekiyor. Tabii ki bir aksilik olmazsa.
-Etkilendim. Peki bir de bak bakalım Türkiye’nin ücra şehirlerinden birinden geçiyor muyuz?
-Niçin?
-Yemeğimiz bitti ve ihtiyaçlarımız var değil mi evlat?
-Bakıyorum. Edirne’nin merkezinin yakınlarından geçiyoruz fakat ilin nüfusu son bilgilere göre 402.606 işimize yarar mı efendim?
-Tamam şu ıı…alet…yaratığa söyle de orada dursun.
***
-Efendim, efendim vardık kalkın.
-Ne, indik mi?
-Efendim inecek boş ve ücra bir yer arıyoruz.
-Saat kaç?
-11.00 efendim, 3 saattir , Sofya’dan beri, uyuyorsunuz.
Ejderha, Edirne’nin varoş köylerinin birinin tarlalarının üzerinde dolaşıyordu.Bu saatte köye uzak bir bölgede kimsenin bulunmayacağını bilen Cooper ejderhayı yavaşça aşağı inmesi için uyarmıştı. Ejderha,havada süzüle süzüle aşağı iniyordu.
***
-Cooper Türkçe biliyor musun?
-Efendim, yolculuk haberini aldığımız gece tamamen çalıştım ayrıca yolda da biraz bir şeyler öğrendim yaklaşık 35 saat çalıştım ve biliyorsunuz. Hafızam mükemmeldir.
-Ya yaa.
Cooper ve William Edirne sokaklarında başı boş bir şekilde dolaşıyorlardı. Cooper derdini anlatacak kadar Türkçe biliyordu. Birkaç markete girip gofret, çerez, meyve suyu vs. almışlardı şimdi ise bir fırın arıyorlardı. Birkaç simit,börek,poğaça gibi şeyler alacaklardı. Her yerde parayı en az 40 dolar fazla vermişlerdi. Çünkü, William zamanları olmadığı konusunda Cooper’ı sıkıştırıyordu. Zaten paraları da gayet fazlaydı. Bir alışveriş merkezinde tuvalete giren William ejderhaya dönmek için ısrar etse de Cooper’ın yalvarmasına dayanamamış onunla dolaşmayı kabul etmişti fakat bu gerçekten tehlikeliydi; çünkü ejderhayı her an her kez görebilirdi ki… Bunu düşünmek istemiyordu hemen,
-Gitmeliyiz, ben ejderhayla görünmeyecek bir yere gidiyorum istersen ararsın.
-Ama gid…
Cooper daha sözünü bitirmeden bir ses duyuldu. Cooper ve William aynı anda ne olduğunu anlamak için çevrelerine baktılar. Bir ateş topu sokağın ortasına çakılmıştı. William hemen,
-Cooper, nerde?
Cooper etrafına şöyle bir bakındı ve karşıdaki en az 2 en fazla 6 katlı evlere baktı ve
-Şunlardan birinde.
William biraz daha baktıktan sonra, saldırmak için ellerini ortaya çıkaran adamı gördü ve,
-Coop koş.
İkisi de aldıkları eğitimin can korkusunda çok da işe yaramadığını binaya paralel koştukları an fark ettiler. Cooper tam gücüyle koşarken öncekine göre çok daha zayıf bir ses duyuldu ve aynı anda ayağında bir yanma hissetti. Ufak bir ateş topu ayağına çarpmıştı. William önce Cooper’a sonra binaya baktı. Kimse görünmüyordu.
William, Cooper’ın yaralarıyla uğraşırken Cooper da bir yandan Enes’i arıyor diğer yandan yukarıyı gözetliyordu. Birden kalın bir halının altından maskeli bir adam kalktı. Adam bir elini yumruk yapıp birkaç kelime söyledi. Cooper sağ eliyle onun üzerinde yarayla uğraşan William’ı iteledi ve yere düşürdü. Aynı saniyelerde adam elinden iki adet, tenis topu büyüklüğünde ateş çıkardı. İki ateş topuda Cooper’ın göğsüne isabet etmişti.William ateşin geldiği yere baktı. Adam kaçıyordu. Cooper’a baktı,
-Yakala onu. Enes telefonunu açmıyor. Seninle 4 gün sonra 9’da ejderhayı bıraktığımız…
William ilk önce öldü sansa da daha sonra biraz olsun kıpırdadığını anlayınca onun dediği gibi adamı yakalama kararı aldı. Ve cebinden bir kağıt birde kalem çıkarıp bir şeyler yazdı. Ve Cooper’ın üst cebine iliştirdi. Ayağa kalkarken avazı çıktığı kadar,
-Ambulance, ambulance. diye bağırıyordu.
Kesinlikle yardım eden birisi olacaktı bu meydan beklediğinden de kalabalıktı. Son bir kez Cooper’a bakıp ejderhaya doğru koşmaya başladı koşarken kendi kendine konuşuyordu,
-Senin ellerini keseceğim hayvan!
***
-Hızlı uç güzelim, haydi bulalım şu ahmak herifi. Cooper’ın hesabını soralım.
Ejderha,William’ın dediklerini anlamış gibi çok hızlı bir şekilde kalkıp çok hızlı bir şekilde. Şehir meydanının 5-6 km etrafında sürekli turlar atıyordu. William’ın, ejderhanın sağ tarafındaki torbadan çıkardığı özel dürbün gözlüklerini, isteğe göre %3200 yakınlaştırabilen, ağlamamak için kendini zor tutan yaşlanmış gözlerine taktı. Gece görüşü moduna geçti. Cooper‘ın vurulduğu yeri merkez alarak %500 yaklaştırdı. Çatılarda pek kimse görünmüyordu. Fakat bir anda bir çatıda iki kişi gördü. Bu, onlar olmalıydı. Ejderhanın sol tarafındaki torbadan bu sefer bir lazerli ACR ve bir paraşüt çıkarıp ejderhaya o yöne doğru uçmasını söyledi. Oraya 250m kadar kalınca ayağa kalktı rüzgarı kontrol etti, tam isteğine göreydi ve paraşütü sırtına alıp aşağı doğru kendisini bıraktı. Rüzgarın onu oraya doğru sürüklemesiyle fark edilmeyi bekleyen William evin doğusuna bakan brandaya düştü fazla olmasa da ses çıkarmıştı fakat şehir meydanında bir insana garip ateş topları isabet ettiğini insanlar görmüştü. Haliyle garip tepkiler vereceklerdi. Bu yüzden bu kadar sesten korkmazlardı. Gecenin karanlığında görünmeyecek kadar siyah paraşütünü çözerek brandadan aşağı kayıp gitmesine izin verdi. Zıplayarak kolayca yukarıdaki tavanın korkuluklarını yakalayabildi. Tek elini bırakıp sırtındaki silahını çıkardı ve diğer eliyle kendisini yukarı çekti. Adamlar hala orada konuşuyorlardı. Çevik bir hareketle korkulukların üzerinden atladı ve silahını ikiliye doğrulttu.İkisi birden anında William’a doğru baktı. Yüzündeki hafif sırıtmayla adamlara doğru yaklaştı. Az sonra konuştu,
-Bize saldıran hanginizdi?
Bunu duyan adamlardan biri ellerini yumruk yaptı ve kızartmaya başladı. Bunu gören William’ın eli tetiğe doğru uzandı ve sırayla ikisine de ateş etti.
***
Sabah olduğunda iki adam ve ejderhayla beraber bir depodaydı. Saat 6 gibiydi.Olivier için getirdiği işkence aletlerini, silahları ve diğer araç gereçlerin hepsini çıkarmış birazdan yapacağı işler için hazırlanıyordu. İki tane adamların evlerinden aldığı iki sandalyeye adamları oturtmuş son hazırlıklarını yapıyordu. Az ileride bir dere vardı oradan iki kova su almıştı. Artık sabredemiyordu. İki kovayı da aynı anda kaldırıp adamların başına boşalttı. İki adam aynı anda çığlıkla uyanıp su damlata damlata etrafa şaşkın ve garip bir şekilde baktılar. William Türkçe bir şekilde, dün gece bir Türkçe öğretmeni kaçırıp sabaha kadar müthiş bir gayretle Türkçeyi sökmüştü,
-Günaydın beyler iyi uyandınız ama sonsuz uyumak istemiyorsanız hemen kime çalıştığınızı söyleyin.
Adamlar en son kendilerine ateş edildiğini hatırlıyordu. Daha sonra biri kalbinin az altındaki uyuşturucu iğneyi fark etti. Büyük ihtimalle silah uyuşturucu silahıydı.
William adamlara bu kadarının yetmediğini görünce yerdeki akü şarj aletini eline aldı ve,
-Hanginizden başlayayım?
İkisi birlikte önce “yapma” daha sonra ise “ondan” dedi. William hafif bir sırıtmayla,
-Fark etmez, dedi. İkinizde bunu yaşayacaksınız.
Arkalarına geçti ve adamın elini yumruk yapamasın diye eline bantladığı elmaya baktı. Bir adım geri çekildi ve sağ ayağını kaldırıp kendi etrafında döndükten sonra adamın sırtına sert bir tekme indirdi. William,tekmenin etkisiyle sandalyeyle birlikte yere yüzükoyun yapışan adama elindeki akü şarj aletiyle adamın dizlerine elektrik vermeye başladı.Adam, yerdeki suyun içinde sara geçirir gibi titriyordu. William yettiğini düşündüğü anda uçları adamın dizlerinden çekti. Ayağa kalktıktan sonra yanındaki adamın burnuna okkalı bir yumruk attıktan sonra aynı işlemi ona da uyguladı. Sonra ikisini de saçlarından tutarak kaldırıp,
-Konuşacak mısınız? Yoksa devam edeyim mi?
Onlara saldırmamış adam,
-Sürekli kod isim kullanıyor. Özel adamları ona Olivier diyordu. Özel adamlarının hepsi İngiliz. Bize kendini Enes diye tanıttı. Türk’müş.
-Peki kolu,bacağı, parmağı tam mı?
-Hayır, bir parmağı eksik.
-Nerde bu adam?
-Onu ben bilmem (yanındakini gösterir) o bilir. Onu konuşturman lazım.
-Yok onu vurduğu adam konuşturacak. Sen bildiğin her şeyi anlattın değil mi?
-Evet. Niçin?
-Öteki dünyaya senin pek bilgiyle gitmene gerek yok da.
William burun deliklerini açtı ve akü sarj aletini yine eline aldı. Ve adama doğru yürüyüp adamın kafasına şok verdi.
***
Cooper’ın vücudundaki bütün yanıklar çoğunlukla iyileşmişti. Zaten üzerinde sürekli giydiği, sadece MI-6’da bulunan, “kurşun geçirmez takım elbise” sayesinde. Etkiyi yarıya indirmişti. Ve bu sayede yanmamıştı.Yarım saat kadar önce uyanmıştı fakat ona yapılan ağrı kesicinin etkisiyle yarı uyur bir durumdaydı. İşin içinde garip bir durum olduğu için kapıda kesinlikle polis bekliyordu. Duvar saatine baktı, 8.25’i gösteriyordu. 45 dakikası kalmıştı fakat buradan orayı nasıl bulabileceğini bilmiyordu. Giysilerini almak için ayağa kalktı ve az ileride askıda giysilerini aldı. Hepsi kararmıştı. Telefonunu bulmak için pantolonun ceplerini yokladı yoktu. Sonra diğerlerini yokladı yoktu. Her ne kadar düşünmese de kalbin üzerindeki cebe baktı.Bir kağıt vardı. Kağıdı yavaşça olduğun yerden çıkardı.Ve katlanmış kağıdı açtı. Üzerinde,
8666966 2223366833777
Sayıları vardı. Bu bir klasik… Bu klasik, eski ve basit bir haberleşme kodudur. Masadaki kalemi aldı ve kağıdı ters çevirip bazı harfler yazdı.
8’in biri T
6’nın üçü O
9’un biri W
6’nın ikisi N
2’nin üçü C
3’ün ikisi E
6’nın ikisi N
8’in biri T
3’ün ikisi E
7’nin üçü R
Town Center. Yani şehir merkezi. Yani vurulduğu yer.Şehir merkezini sora sora da bulabilirdi. Giysilerini perdeden söktüğü 4-5 iple giysilerinin askıyla beraber sırtına bağlamıştı. Daha sonra perdenin bir ucunu yatağa bağlayıp diğer ucunu da aşağı sarkıtıp dışarı çıktı.
***
-Yaraların acıyor mu?
-Ufak bir sızı. Efendim adamı buldunuz mu?
-Evet, gel.
-Türkçeyi sökmüşsünüz efendim.
William ve Cooper buluştuktan sonra beraber meydanda depoya doğru yürürken bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı.
Meydandan çok uzak olmayacak ki 20 dakika kadar sonra depoda oldular. Cooper önce ölen adama baktı. Sonra ise diğerine. Adama doğru bacaklarının bütün gücünü kullanarak koştu. Ona yarım metre kadar yaklaşınca sıçradı ve havada dikey olarak dönüp adama sağlam bir tekme attı. İki ayağı üzerine düşmesinin hemen ardından adama,
-İnşallah konuşmazsın da gebertirim seni.
Adam yerde olmasına rağmen,
-O iş zor.
Cooper bu adamın hala neye güvenerek böyle konuştuğunu merak ediyordu. Adamın saçlarından yakalayıp sandalyeyle beraber kaldırdı. Ve etrafında bir tur atarken. Ellerine dikkatle baktı. William yine akıllıca davranmıştı. Fakat bu adama ne kadar işkence ederse etsin hıncını alamayacağını işkence aletlerinin bulunduğu masaya doğru yürüdü. Oradan bir satır aldı ve adama doğru yürüdü. Yanına vardığında,
-Hayvan, hayvan diye bağırırken satırı önce sağ sonra sol koluna indirdi. İki kolunun da kopmadığını görünce gözlerini kapatıp iki koluna da hızlı hızlı vurmaya başladı. Adamın inlemeleri arasında kolun koptuğunu gördüğü an,
-Bakalım bu elden nasıl ateş çıkıyor, dedi.
Ardından adamın iniltileri altında cebindeki bıçağı çıkardı. Ve iki elinde derisini soydu. Derinin altında bir “çip” vardı. Şaşırarak,
-Bununla mı çıkarıyorsun ateşi?
Adam ağlamasına rağmen bir kahkaha patlattı,
-O bir izleme çipi, bütün adamlarda vardır.
Cooper şaşırmış bir halde eli William’a verdi adamın iniltileri arasında iki kolu da alıp dışarı doğru koşmaya başladı.
-Sağol sen bize aradığımız adamı getireceksin.(Sandalyeyi tutup sert bir yumruk atar) Diğerinde de var mı?
-Hayır o basit bir haberci. Ben onun özel adamıyım.
-O zaman biliyorsun, konuş!
-İşte özel adamı olduğum ve iyi eğitildiğim için konuşmam ahmak.
-Ben daha iyi eğitildim.
***
-Efendim,özel adamınızla haberleşmesi gereken haberciyle buluşması gereken haberci haber gönderdi özel adamınızla haberleşmesi gereken haberci onunla haberleşmemiş. Bence özel adamınızda özel adamınızla haberleşmesi gereken haberci de yakalandı.
-Bu nasıl lanet bir cümle? Her neyse onlar bulunur. Peki William ve Cooper’dan haber var mı?
-Efendim William’ın çaylağı Cooper özel adamınız tarafından perişan edilmiş. Fakat hastaneye giremiyoruz. Bu yüzden gelişmeleri bilmiyoruz.
Olivier ile onun en üst rütbeli habercisi “Yüzüklerin Efendisi”nden fırlamış gibi duran bir Gollum’du çoğunlukla komik cümleler kurardı ki o da Olivier’in nadir eğlencelerindendi,
-Humman(1), git o bilgisayar kafalıya söyle şunun yerini bulsun.
-Emredersiniz. Haşmetmehab.
-Kahretsin bana böyle seslenme.
Humman hiç ses çıkarmadan bilgisayar kafalı arkadaşı C.P’ye emri iletti. C.P elini kafasına koyup biraz bekledi ve “Buldum!” diye bir çığlık attı.
(1)=Olivier kendini insan gibi hissetmesi için ona bu ismi vermişti.
Öncelikle hemen hemen her ay seçkiye katıldığın için teşekkürler. Hayal gücün ve kurgu yeteneğin iyi olsa da bunları yazıya dökmekte hala zorluk çektiğini görüyorum. Geçişler arasında kopukluklar var, diyaloglar pek başarılı değil. Okunuyor okunmasına ama iyi yazılmış bir kitabın tadını da veremiyor maalesef. Daha çok kitap okumanı ve oradaki yazım tekniklerini kapmaya çalışmanı tavsiye ederim.