Tak tak tak!
– Karar verildi. Zanlı Fahri Gür üç kişinin hayatına kastetmekten suçlu bulundu. Müebbet hapsine karar verildi. Azmettiricisi olarak iddia ettiği patronu Erdal Dekmen’in duruşmasının bir hafta sonra yapılmasında karar kılındı.
Görevliler iki kolundan tuttuğu mahkûmu yürümeye zorladılar. Mahkûm önce biraz dirense de patronuna kaçamak bir bakış attıktan sonra vazgeçti ve yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle yola koyuldu. Şu saatten sonra özgür kalsa dahi dışarıda onu tek bekleyen şeyin ölüm olduğunu biliyordu. Patronuna karşı gelenlerin işkenceler sonucu kafayı sıyırıp intihar ettiğini biliyordu. Tabi bu kadarını polise anlatamamıştı.
Hâkim Sait cüppesini düzeltip çıkışa doğru giderken salonun arka taraflarında uzun, beyaz sakallı, yaşlı adamın kötü bakışlarına maruz kaldı. Bacaklarının arasında tuttuğu bastonunun üzerinde avuçlarını üst üste koymuştu. Bu adam önceki gün Hakim Sait’le yüz yüze konuşup, emreder gibi sözlerle kendine yapılan suçlamaların düşürülmesini istemişti. Hatta daha da ileri gitmeye cüret ederek, adamı Fahri’nin de serbest bırakılmasını istemişti. Tabi karşılığında yüklü miktarda para teklif ederek. Sait hayatı boyunca tek bir haksızlığı, rüşvete göz yummamış biri olarak sert bir şekilde reddetti.
Duruşma bitti ve evine, canından çok sevdiği karısı ve beş yaşındaki kızı Elif’in yanına dönmek için yola koyuldu. Otoparka kadar yakın arkadaşı Selim ile beraber gittiler. “En azından adama bulaşmasaydın be Sait. Ne kadar büyük bir mafya olduğunu sen de biliyorsun.” dedi Selim. Sait arabasının yanına gelmişti. Çantasından anahtarını çıkarırken bir yandan da Selim’le konuştu. “Böyle adamlar hakkında elime bir koz geçerse kullanırım Selim. Bu gerçekten de büyük bir koz. Adam üç kişinin cinayetinin azmettiricisi olmaktan suçlu.” Selim endişeli bir yüz ifadesiyle konuştu. “Bu adamı yakalamak için ele geçen ilk koz değil bu. Daha önce peşinde ne dedektifler ne savcılar vardı. Hepsi de şu anda toprağın altında. Onun yaptığına dair hiçbir kanıt yok. Hepsi de bir anda akıl sağlığını kaybedip intihar etmişler. Kendini düşünmüyorsan aileni düşün. Ya başlarına bir şey gelirse?”
Arabanın kapısını açtığı gibi içine girdi. “İyi akşamlar Selim” dedi sadece. Kapıyı çekip gazladı. “Asla ailemin başına bir şey gelmesine izin vermem ama bu pisliklerin elini kolunu sallayarak insanları öldürmesine göz yumamam.” Arabada kendi kendine konuşuyordu. Sakinleşmesi gerektiğini söyledi kendine.
Bir an dikiz aynasında kırmızı giysiler içinde birini gördüğünü sandı. Yüzü karanlıkta kalıyordu. Arka koltukta hareketsiz ona bakıyordu. Hemen arabayı durdurdu. Arkasına baktı, kimse yoktu. Saat geç olmuştu. Yorgunluktan hayal gördüğünü düşündü. Derin bir nefes alıp yoluna devam etti.
Kar iyice hızlanmıştı. Vızır vızır çalışan silgeçler bile görüşünü tam olarak düzeltmiyordu. Köşeyi yavaşça döndü ve aniden frene bastı. Karşısında Noel Baba kostümü giymiş yaşlı bir adam dikiliyordu. Dikiz aynasında gördüğü adamla aynı adam olduğunu başta fark edemedi. İçinde korku tohumları filizlenmişti. Bir Hollywood korku filminin içinde gibi hissediyordu kendini. Yine de arabadan inmeye cesaret edebildi. Noel Baba kılığındaki adama doğru yürüdü. Adam hiçbir şey demeden küçük bir ara sokağa gitti. Sait istemeyerek de olsa takip etti. Sokağa girdiği anda adamın orada olmadığını fark etmesiyle beraber ensesinde sert bir metalin soğukluğunu ve şiddetini hissetti. Bir an sonra bayıldı. Gözlerini açtığında loş ışıklı, uzun, soğuk bir koridordaydı. Ayakları hareket etmiyordu ama ilerliyordu. Kollarından sürüklendiğini anladı. Kafasını yana çevirdi. Noel Baba kostümü içinde iki metrelik bir adamdı bu. Ensesinden, beynine doğru müthiş bir zonklama hissiyle başı öne düştü. Tekrar gözlerini açmak için çok fazla çaba göstermesi gerekti. Bu sefer bir odadaydı. Taştan duvarları, tavanın ortasında tek bir ampul ve büro havası veren masa ve sandalyeler vardı. Yine herkes Noel Baba kılığındaydı. Odada üç kişi ayakta bekliyordu. Biri masada oturuyor dik dik Sait’e bakıyordu. Kolundan tutan adamlar Sait’i yere bıraktı. Kendi çabalarıyla ayağa kalktı. Gözleri loş ışığa alışmıştı. Artık masanın başındaki adamın kim olduğunu biliyordu. Bu o mafya babasıydı. Dikiz aynasında gördüğü de, yolun ortasında dikilen de oydu.
Noel Baba kıyafetleri içindeki mafya babası Sait’e şöyle söyledi: “Bak velet. Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun. Bilsen o mahkeme salonuna bile çağrılmamam gerekirdi. Seni neden öldürtmedim biliyor musun?” Sait araya girdi.”Çünkü bana ihtiyacın var.” Uzun bir kahkaha patlattı yaşlı adam. “Zeki adamsın Sait. Şimdi söyleyeceklerimi de anlamakta zorlanmazsın o zaman. Sana bir gün süre veriyorum. Bir gün içinde gelip benim istediklerimi yapmayı kabul etmezsen, o küçük, şirin kızın kötü bir sürprizle karşılaşacak.” Elini götürün manasında salladı adamlarına. Sait tekrar ensesindeki büyük şoku hissetti…
Gün ışığı gözlerine vuruyordu. Işıktan kaçarcasına ters döndü. Birden uyandı. Yatağındaydı. Evindeydi. Karısı Zeynep tüm masumiyetiyle yanında uyuyordu. Büyük bir kâbustan uyanmış gibiydi. Bütün vücudunun yorgun olduğunu hissediyordu Sait. Hatırladığı şeyler çok olağandışıydı. Manyak Noel Babalar, şok aletleri… Kesinlikle rüya olmalıydı. Kızının odasına gitti. O da mışıl mışıl uyuyordu. Yanağına bir öpücük kondurdu. Bu garip rüyayı unutmaya çalışarak kahvaltı hazırlamaya karar verdi. Bugün yılbaşıydı. Ailesiyle baş başa, mutlu bir yılbaşı geçirmek istiyordu sadece.
Çaydanlığa biraz su koydu ve kaynamaya bıraktı. Kapı hafifçe tıklatıldı. Köşedeki bakkalın çırağı her gün bu saatte gazete bırakırdı kapının önüne. Gazeteyi almak için kapıyı açtı. Gazeteci çocuk karşı dairenin de gazetesini kapının koluna iliştirdikten sonra “Günaydın hâkim abi” dedi ve gülümseyerek üst kata çıktı. Sait “Günaydın delikanlı” diye cevap verdi ve hemen gazetesini okumaya başladı. Gözü bir habere ilişti. Bir uyuşturucu kaçakçılığı çetesi yakalanmış. Fakat polisler tarafından karakola götürülürken kaçmayı başarmışlar. Polislerin hiçbiri olayın nasıl gerçekleştiğini görememiş. Polis aracının arkasında kelepçeli olarak duran adamların bir anda kaybolduklarını iddia etmişler. Suçlular Noel Baba kostümleri içinde yakalandıkları için ellerinde net bir fotoğrafları da yok. Polis aracının arkasından pis pis sırıtan beş Noel Baba’nın küçük bir resmini koymuşlar haberin altına.
Sait bu haberin neden ilgisini çektiğini başta anlayamadı. Çayı demledi. İçerden sesler geliyordu. Karısıyla kızı uyanmış olmalıydı. Gözü tekrar Noel Baba’lı resme takıldı. Bir şekilde çok tanıdık hissediyordu. Birden rüyasını hatırladı. Evet. Rüyasında da Noel Baba kılığındaki adamlar vardı. Pek de iyi adamlar değildi. Elini başına koydu. Beynine küçük bir tarama yapıyordu. Hatırlamaya çalışıyordu. Sonunda her şey bulmacanın parçaları gibi yerine oturmaya başladı. Bir kaç saniyede düşüncelerini toparladı. Evet o adamları hatırlıyordu. Ama bu bir rüya değildi, tamamen gerçekti.
Gözleri sonuna kadar açılmış, kalbinin gümlemesini durduramaz bir şekilde kaskatı kesilmişti. Dün gece o kadar olağan dışı şeyler yaşamıştı ki şimdiye kadar hatırlayamadığına inanamıyordu. Gözüküp kaybolan Noel Baba’lar, bayıltıp sürükleyen, ailesini öldürmekle tehdit eden mafyalar. Hatırladıkça içinde şaşkınlık ve korku beraberce büyüyordu. Bir çift kolun göğsünü sıktığını fark etti. Yaklaşık iki dakikadır tuttuğu nefesini tüm şiddetiyle bıraktı. Arkasını döndü. Güzel karısı Zeynep şaşırmış gözlerle ona bakıyordu. “Günaydın” dedi hafif bir ses tonuyla. “Eskiden de gazete okurken sinirlendiğini, üzüldüğünü görmüştüm ama bu halinle ilk kez karşılaşıyorum tatlım.” Sait zorla da olsa nefesini ve kalp atışlarını düzene sokmayı başardı. Tam konuşmak için ağzını açacaktı ki kızı Elif koşarak kucağına zıpladı. Bu konu hakkında düşünmemeye karar verdi. Zaten kim olursa olsun adalet yolundan sapmayacağını biliyordu. O mafya bozuntusu palyaçoya boyun eğmeyecekti.
Ne kadar aklı başka yerde olsa da ailesiyle mükemmel bir gün geçirdikten sonra durum pek de kötü sayılmazdı Sait için. Beraber eve girdiler. Sait bir elinde Elif’i diğer elinde de Elif’in almak için çok ısrar edipte oynamaktan hemen sıkıldığı kırmızı balonu tutuyordu. Zeynep ışıkları açtı. Salonun ortasında duran kocaman hediye paketi üçünün de dikkatini çekti. Elif “Baba bana süpriz almış.” diyerek yanağına bir öpücük kondurdu Sait’in. Elif’e asla yılbaşı ve Noel Baba’nın hediye getirmesi gibi yabancı adetlerini öğretmediler. Hemen babasının kucağından indi. Sait donup kalmıştı. Öylece kutuya bakıyordu. Elif babasından geldiğini sandığı hediyeyi hemen açmak için çabalıyordu. Zeynep de öyle olduğunu düşünüyor olacak ki kızının neşeyle hediye paketini açmasını izledi. Sait kendine geldiğinde Elif çoktan kutuyu açmıştı. İçinden küçük bir sayaç çıktı. Beşten geriye doğru saymaya başladı. Elif daha okula gitmemesine rağmen annesinin yardımıyla rakamları öğrenmişti. Sayaçla birlikte sevinçle sayıları söylemeye başladı. “Döyt” Sait etrafına bakındı. Kimi aradığını bilmiyordu ama birilerinin olduğunu biliyor gibiydi. Kırmızı ponpon şapkalı birilerini aradı gözleri. “Üç” Kimseyi göremeyince kızına doğru gitti. Onu alıp hemen kaçmalıydı buradan. “Kiii” Yeterli zamanı olmadığını kabullendi. Eğer bu kutudaki tahmin ettiği şeyse iki saniye sonra bir ölü olacaktı. En azından hayatındaki en değerli insanlarla beraber öleceği için biraz olsun mutluydu. Kızını tekrar kucağına aldı. Zeynep de onunla beraber kutunun yanına gelmişti.”Biiii” Kutu dışındaki her şey eğrilip bükülmeye başladı. Müthiş bir ışık gözlerini kapatmalarına neden oldu.
“iiiyy.” Elif saymayı bitirmişti. Gözlerini açtıklarında küçük bir mağaranın içindeydiler. Karanlık, nemli ve soğuktu. Zeynep “Neler oluyor Sait?” dedi. Sesinin tonundan şok içinde olduğu belli oluyordu.”Nasıl bir şaka bu böyle?” Sait de ne olduğunu bilmiyordu ki. İki gündür bu garip olaylar peşini bırakmıyordu bir türlü. Neyse ki Elif bir sorun olduğunu anlamamıştı. Bunların hepsini babasının hazırladığı bir oyun sanıyordu. “Baba bak güneş doğmuş” dedi heyecanla. Oysaki evdeyken saat akşamın dokuzuydu. Işığın geldiği tarafa doğru gittiler. Mağara kocaman bir vadiye açılıyordu. Mavi gökyüzünün altında yemyeşil çimler uzanıyordu ufka doğru. Bir yanda devasa ağaçlardan oluşan bir orman yer alıyordu. Yüzyıllık ağaçların ne kadar büyük olduğunu biliyordu Sait, ama bunlar kat kat daha büyüktü. Uçan bir yılan ve su püskürten bir maymun gördü. Burası dünya olamaz diye geçirdi içinden. Gençliğinde okuduğu fantastik romanlarda anlatılan dünyalara benziyordu.
Görünürde bir medeniyet belirtisi bulamayınca mağaranın içinde küçük bir ateş yaktı Sait. Neyse ki babasından yadigâr çakmağı yanındaydı. Asla sigara içmemişti ama bu çakmağı hiç yanından ayırmazdı. “Ben biraz etrafa bakınacağım. Kızımıza göz kulak ol.” Başıyla onayladı Zeynep. İkisi de inanamadıkları bir şekilde soğukkanlı davranabiliyorlardı. Böylelikle Elif de kendini ailesiyle çıktığı bir piknikte sanıyordu.
Sait mağaradan dışarı çıkalı daha on adım olmamıştı. Son sürat koşan bir gergedan hemen önünden geçti. Çılgınlıklarla dolu ormanın içine doğru çekildiğini hissediyordu. Her geçtiği ağacın kabuğuna bir çizik atıyordu. Yarım saattir yürümesine rağmen sadece dört ağaç geçebilmişti zaten. Dağ büyüklüğünde gövdelerinin içinden bin bir çeşit ses geliyordu. Her birinin içerisinde koca bir kasaba var gibiydi. Birçok garip hayvanla karşılaştı yol boyunca. Neyse ki hiçbiri zararlı görünmüyordu. Zaten elindeki tek silahta kenarı hafif keskin bir taş parçasıydı. Birden kafasına tüylü bir şeyin yapıştığını hissetti. Göremiyordu. Delice hareket etmeye başladı bırakması için. Yaratık o kadar güçlüydü ki bir milim bile oynatamadı yerinden. Uzun süre boğuştu. En son elindeki taşın sivri yerini savurdu kafasının üstüne doğru. Yaratık o anda müthiş bir güçle zıpladı. Sadece gri kuyruğunu görebildi ağacın dalları arasında kaybolurken. Ensesinden serin bir rüzgâr hissetti. Yaratığın sıkıcı postundan sonra çok iyi gelmişti bu serinlik. Arkasının yaklaşık yüz metrelik bir uçurum olduğunu görünce hemen çekildi. Artık orman bitmiş göz alabildiğine uzanan bir kanyon vadisi ayaklarının ucunda duruyordu. Kayalar ve uzaklardaki kocaman hayvanlardan başka hiçbir şey yoktu.
Daha ileri gidemeyeceğini anlayınca biraz oturup, geri dönüş için enerji toplamaya karar verdi Sait. Bir yandan da elindeki sivri taşla bir odun parçasının ucunu sivriltmeye çalışıyordu. Kalçasından hafif bir sallantı hissetti. Deprem olduğunu düşündü. Bir de ses duydu. Ayak sesi gibiydi ama çok güçlüydü. Gittikçe yaklaşıyordu. Ormandaki hayvanlar garip sesler çıkarmaya başladı. Derken bir gölge çöktü üzerine. Kafasını kaldırıp baktığında o kocaman mavi gözleri dik dik kendisine bakarken buldu. -Gerçek anlamda “kocaman”dan bahsediyoruz.- Sait’le aynı boyda gözleri vardı. Karşısında koca yaşlı bir dev duruyordu. Büyük ihtimalle ayakları uçurumun en dibindeydi. Göğsünden yukarısını görebiliyordu sadece. Daha dikkatli bakınca bu yüzün o mafya babasına ait olduğunu fark etti. Yine o aptal Noel Baba kostümü içindeydi. Koca dişlerini göstererek gülümsedi koca yaratık. “Demek beni hatırladın.” dedi. Sait artık alışmaya başladığını hissediyordu böyle garip şeylere. Sakince cevap verdi. “Bizi buraya sen mi getirdin manyak herif?” Dev sırıtmasını kesmeden cevap verdi. “Küçük bir gezintiden ne zarar gelir ki? Biraz eğleneceğiz sadece. Hem buralar fazla yabancı olmasa gerek. Ne de olsa atalarınız yaklaşık yirmi üç bin yıl önce burada yaşıyordu.” Gök gürlemesi gibi bir kahkaha patlattı. Ağız kokusundan az daha bayılacaktı. “Ne demek istiyorsun? Oyun oynamayı kes ve çıkar ağzındaki baklayı.” Bu sözler o pis sırıtmayı sildi attı koca devin yüzünden. “Birazdan anlatacağım sebepler olmasaydı seni şuracıkta çerez niyetine yerdim lanet insan.” dedi öfkeyle ve devam etti. “Uzun yıllar önce insanlar ve biz Nöyl Halkı burada beraberce yaşardık. Bir zaman halkımdan biri insan etinin çok leziz olduğunu keşfetti. Hepimizde bir merak uyandı ve küçük, savunmasız insanları yemeye başladık. O sıcak kanın tadı, o çıtır çıtır kemiklerin sesi hala ağzımın sulanmasına neden oluyor. Neredeyse her öğün insan yer olmuştuk. Sayıları gerçekten çok azalmıştı. Elimizden kurtulan bir büyücü halkı işte bu ormana kadar kaçtılar. Yüzyıllarca saklandılar. Hiçbirini bulamadık. Bir sabah hepsi birden ortaya çıktılar. Sayıları kat kat artmıştı. Hepsinin elinde bir asa vardı. İnsanların büyü gücü her zaman bizden daha çok olmuştu. Fiziksel olarak bir böcekten daha zararsızdılar ama büyüleri gerçekten başa bela olabiliyordu. Beyazlar içinde binlerce büyücü elinde asalarıyla üzerimize doğru geliyordu. Değil saldırmak, yerimizden bile kıpırdayamadık. Geçen yüzyıllar içinde mükemmel bir büyü gücü elde etmişlerdi. Bütün soyumuzu mühürlediler. Hiçbirimiz bir daha evlat sahibi olamadık. Günlerce büyüye maruz kaldık. Karşımızda dualar ediyorlar, asalarını tutup ışıklar gönderiyorlardı üzerimize. Kıpırdayamadan sadece izliyorduk. Başka seçeneğimiz yoktu. En sonunda bizi serbest bıraktılar. Başta kararsız kalsak da günlerce aralıksız yaptıkları büyülerden sonra tükendiklerini düşündük ve saldırdık. Haklıydık da. Ama saldırılarımız sonuç vermedi. İnsanlara saldırmak gibi bir düşünce aklımızdan geçtiği anda kaskatı kesiliyorduk. Aşırı yorgun düşenler gözümüzün önünde iki gün boyunca uyudu. Kıllarına bile zarar veremedik. Vazgeçtik. Ama onlar henüz intikam duygularını doyuramamışlardı. Atalarına çektirdiğimiz acıları yaşamamızı istiyorlardı. Her gün gelip köyümüzü bastılar. Büyüleri o kadar güçlüydü ki Nöyl halkının en güçlü dört efendisi daha ilk gün önlerinde diz çöktü. Bu işkencenin bitmesini istediler. Ama insanlar öfke ve hırstan deliye dönmüştü. Kadın çocuk demeden herkesi öldürdüler. Bir gün içlerinden bir bilge çıktı. Gittikçe insani özelliklerinden uzaklaştıkları gibi birkaç saçmalık söyledi. Ben ne kadar anlayamasam da bu içlerinde bir bölünmeye yol açtı. Bilgenin bir planı vardı. Yandaşlarıyla birlikte güçlü bir büyü yapmaya başladılar. Diğerleri bize işkence etmekle o kadar meşguldüler ki bilgenin neyin peşinde olduğunu anlayamadılar bile. Bir gece vakti bütün insanlar sarı bir ışık huzmesinin içine çekilip kayboldular. Aylarca bayram ettik. İnsanlar gitmişti. Belki de ölmüşlerdi. Ne fark ederdi ki peşimizi bırakmışlardı ne de olsa. Ama yaptıkları mühür bozulmamıştı. Nöyl halkından kimsenin bir daha çocuğu olmadı.”
Neredeyse içinde ufacık bir acıma duygusu oluşacaktı Sait’in. Hemen yok etti o duyguyu. “Anlattığın hikâye doğru diyelim. Yani burası bizim dünyamız değil. Farklı bir evrendeyiz. Bahsettiğin büyücüler boyutsal bir taşımayla bütün insanları bizim dünyamıza taşımış olmalı.” Yaşlı adam Sait’in olayı bu kadar çabuk kavramasına şaşırarak konuştu.”Senden öncekiler sadece bu hikâyeyi duyduğunda bile küfredip üzerime saldırmıştı. Sen ise hikâyenin doğruluğundan şüphe etmedin ve mantıklı bir açıklama dahi getirdin. Gerçekten ilginç bir insansın Sait.” “Benden öncekiler derken? Başka insanlar da mı yaşıyor burada?” dedi heyecanla. Yine iğrenç bir kahkaha attı dev. “Artık yaşamıyorlar. Üzerinden çok uzun zaman geçmesine rağmen insanların büyüsünün zayıf noktasını öğrendim. Bu büyü intikam ve nefret duygularıyla yapılmış bir büyü. Yani insanlar bize saldırmaktan vazgeçerse bir süre sonra üzerindeki koruma kalkıyor. Tabi bu sadece burada geçerli. Sizin dünyanızda hiç bir şekilde size zarar veremiyorum.” dedi üzülerek. “Peki neden siz daha önce dünyaya kaçmadınız?” “Dediğim gibi bizim halkımızın büyü gücü insanlarınkinin yanından bile geçemezdi. Bizim büyülerimiz sadece kendi üzerimizde işler. Değil boyutsal transfer küçük bir ateş bile yakamıyorduk. İnsanlar burayı terk ettikten sonra hayat daha yaşanabilir hale gelmişti ama neslimiz kurumak üzereydi. Arkadaşlarımı tek tek kaybettim. Yapayalnız kaldım şu koca evrende. Bir gün yine tek başıma fillerden yaptığım çöp şişi pişiriyordum ateşte. Ateşin üzerinde bir adamın yüzü belirdi. Besbelli ki insandı. Ölmemişlerdi. Nefretimi belli etmeden konuşmaya çalıştım. Yıllardır kimseyle konuşmuyordum. Arkadaş bile olabilirdim bu küçük insanla. Beni dünyanıza çekebileceğini söyledi. Ama karşılığında emrine girmemi istiyordu. Burada yalnız ölmek istemiyordum. Kabul ettim. Ateşin içinden konuşan adamın söylediklerine göre insanlar o dünyaya geçtiklerinde çoğu büyü güçlerini kaybetmişti. Sadece birkaç kişide çok az büyü yapabilecek kabiliyet vardı. Bu adam da onlardan biriydi. Beni dünyaya çekmek için beraber hareket etmemiz gerektiğini söyledi. Gücü yeterli değildi. Bütün yeteneklerimi kullandım. Ateşin diğer tarafındaki insanın da elinden geleni yaptığını görüyordum. Sonunda ateşin içine çekildim ve dünyanıza geçtim. İçgüdüsel olarak direk beni çeken adama saldırdım. Beceremedim. Yıllar geçmesine rağmen büyü hala insanları koruyordu. Beni çeken insanın anlattığı şeyler çok ilginçti.
İnsanlar sizin dünyanıza geçtiği andan itibaren büyü güçlerini kaybetmişler. Bu yüzden bilge büyücü suçlanmış. Bu olay insanlar arasında süreğen bir savaşa sebep olmuş. Yıllar boyunca savaşmışlar birbirlerine üstünlük kuramamışlar. Taşla, sopayla savaşmanın onlara göre olmadığını anlayınca beni çağıran insan eski yazıtlarda bizim halkımızla ilgili bilgileri araştırmaya başlamış. Sonra da bana rastlamış.
İşin iyi tarafı dünyada geçen zaman bedenimi etkilemiyordu. Zamandan soyutlanmış haldeydim. Yaşlanmıyordum. Ölümsüz olabileceğimi düşündüm. Ama o insan beni yüzlerce savaşa soktu. Her zaman en önde savaşırdım. En çok yarayı da ben alırdım. Benim sayemde bütün dünyayı fethetti. Ne kadar büyü kullanamasalar da sayıları milyonları bulan insanlar beni az daha öldürecekti. Bir gün eski zamanları ne kadar özlediğimi fark ettim. Kendi dünyama dönmek istedim. Bir an sonra dileğim gerçekleşti. Buradaydım. Tekrar istediğimde bu sefer sizin dünyanıza döndüm. Ateşin içinde yaşadığım yolculuk bana boyutsal atlama yeteneği vermişti. İlk iş beni dünyada köle gibi kullanan o herifi buraya çekmek oldu. Defalarca geri dönmeyi denedi ama büyü gücü yetmiyordu. Bense onu izleyip kahkahalarla gülüyordum. Tek başına bir insanın bana zarar vermesi imkânsızdı. Bana saldırmakla uğraşmadı bile. Aradan biraz zaman geçtikten sonra koruma büyüsünün kalktığını hissettim. Böcek gibi yere yapıştırdım o şerefsizi. Evet, elime bir güç geçmişti artık insanların kökünü kurutabileceğim bir güç. Bir kaç insanı daha buraya çekip aynı şekilde öldürdüm. Öldüremediklerim zaten en fazla bir ay dayanabiliyordu. O küçük beyinleriniz fokurdayıveriyordu hemen. Kafayı sıyıranları dünyaya geri yolluyordum. Anlattıkları hikâyeler kulaktan kulağa geçerek binyıllar sonra Noel Baba dediğiniz saçmalığı doğurdu. Dünyadaki birliğin kralını ve bakanlarını öldürmüştüm. Hemencecik dağılıverdiler. Yüzlerce küçük topluluk oldular. Yine birbirleriyle savaşmaya başladılar. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Bunu hissediyordum. Kendi dünyamdayken yaşlanıyordum. Bedenim git gide ağırlaşıyordu. Hemen sizin dünyanıza döndüm. Hayatımı orada devam ettirmeye karar verdim. Kimse benim insanların kılına dahi zarar veremeyeceğimi bilmiyordu. Vücudumu siz insanlara benzettim. Sizden biri gibi davrandım. Sürekli aranızı bozdum. Karşıma çok büyük bir engel çıkarsa onu buraya getirip hallettim. Yüzyıllardır savaşmanızın en büyük nedeni benim.” Dakikalarca güldü yaşlı dev.
Sait az önce dünyanın binlerce yıllık tarihini öğrenmenin şokuyla çivi gibi kalmıştı yerinde. Bu aptal Noel Baba kılığındaki adam şeytanın ta kendisiydi. Güneş batmak üzereydi. Zeynep ve Elif kim bilir ne yapmışlardı bir başlarına? Hemen geri dönmeliydi. “Git bakalım insan. Dediklerimi unutma sakın. Savaşmazsan, ölürsün. Cesaretini toplayabilirsen yarın yine burada bekliyor olacağım.
Koşa koşa mağaraya geri döndü Sait. Neyse ki durumları iyiydi. Becerikli karısı Zeynep ateş yakıp yemek bile pişirmişti. İkisine de uzun uzun sarıldı. “Sizi buradan kurtaracağım. En kısa zamanda evimize döneceğiz.” Zeynep nazikçe gülümsedi. “Sana güveniyorum, fazla soru sorarak canını sıkmak gibi bir niyetim yok.” Elif babasının kucağında uyuyakalmıştı. “Daha önce insanlar yaşamış burada. İşimize yarayacak birkaç parça bir şey bulabilirim belki. Yarın ilgilenirim.”
Ertesi gün Sait’in ilk işi devin bu ormanda yaşadığını iddia ettiği insanların sığınağını bulmaktı. Öğlene doğru bulmuştu. Bir ağaç kökünün altında ufacık bir delikti sığınağın girişi. Devlerin bulamamasına hiç şaşırmadı. Girişe oranla içerisi çok çok büyüktü. Ağacın gövdesine doğru sayısız tünel ve oda kazmışlardı. Girişteki meşalelerden birini aldı ve çakmağıyla hemen yaktı. Karanlık tünel boyunca ilerledi Sait. Ağaç mükemmel bir şekilde kazılarak, oyularak odalar, yataklar, masalar yapılmıştı. Tabi ki de hiçbirinde tek bir yaşam kırıntısı kalmamıştı. İçeride müthiş bir düzen kurulmuştu. Büyük yemekhaneler, yatakhaneler büyü çalışma odaları, kütüphaneler… Hepsi özenle kişi sayısına göre yapılmış olmalıydı. Kütüphaneler ağzına kadar parşömenlerle doluydu. Bir kaç tanesine göz gezdirdi ama bilinen hiç bir dille ilişkisi olmayan bir alfabesi vardı. Önceliği daha hayatsal gereçler ve silahlar olduğu için parşömenleri bir kenara bıraktı. Taşıyabileceği kadarıyla küçük bir kazan bir bıçak, avlanmak için bir yay ve oklar, çağımızın modasıyla uzaktan yakından alakası olmayan birkaç parça giysi ve paslı bir kılıç bulabildi. Hemen mağaraya taşıdı. Bıçağı Zeynep’e uzatarak şöyle dedi.”Ben gelene kadar sakın mağaradan dışarı çıkmayın.” Eski püskü kılıcı aldı ve yola koyuldu Sait.
Yaşlı adam söz verdiği gibi olduğu yerde bekliyordu. “O elindeki kürdanla ne yapacaksın bakalım küçük adam.” kahkahası gök gürültüsü gibi yankılandı gökyüzünde. Sait kılıcını kaldırdı. Yaşlı devin yüzü kırışmaya başladı. Rengi koyu bir yeşile bürünüyordu. Teninde kabarcıklar ve kazıklar çıkmaya başladı. Kırmızı kostümü paramparça olmuştu. Yaklaşık üç saniyelik bir dönüşüm sürecinden sonra kocaman, yeşil, dikenli bir bitki adam olmuştu. Sait hiç beklemeden omzuna doğru atladı. Kazıklardan birine tutunarak dengesini sağladı. Birkaç saniye bekledi. Dev gerçekten de kıpırdamıyordu. Şu anda Sait’e zarar verecek bir harekette bulunamazdı. Fakat kazıklar ve yükseklik gerçekten de çok tehlikeliydi. Sait kılıcını devin boynuna doğru delice savurdu. Kalın bitki kabuğundan içeri geçemedi. Defalarca denedi şansını. Hiçbir işe yaramadı. Yaşlı dev son derece eğleniyor gözüküyordu. Farklı yerlerden kesmeyi, saplamayı deniyor ama olmuyordu. Her taraftan çıkmış olan kazıklar sürekli kolunu ve bacaklarını çiziyordu. En sonunda normal bir insanda şah damarının bulunduğu yere tüm gücüyle vurdu. Paslı kılıç paramparça oldu. Kanlar içindeki kolunu gömleğine sildi ve toprak parçasına geri gitti. “Yarın yine aynı yerde insan. Ta ki sen tükenene dek. Sonrasında sen, o kadın ve çocuk. Ölümün tatlı soğukluğunu hissedeceksiniz.”
Sait yorgun argın mağaraya geri döndü. Zeynep topladığı şifalı bir kaç bitkiyi taşla ezip Sait’in yaralarına sürdü. Yiyecek bir şeyler avlayabilmek için dışarı çıktı. Daha önce hiç yay kullanmamasına rağmen küçük bir tavşanı rahatlıkla vurabilmişti. Karnını doyurur doyurmaz uykuya daldı.
Ertesi gün ilk işi koca ağacın içindeki tünellerde uzun bir yolculuk yapmak oldu. Nöyl Halkı’nı yenmek için insanların kullandığı şeyi arıyordu. Büyüyü. Anlayamadığı bir dilde yazılmış yüzlerce parşömen vardı. Bütün gün orada kaldı. Devle savaşmaya gitse de bir faydası olmayacağını biliyordu. Büyünün onları ne kadar koruyacağı meçhuldü. Elini çabuk tutmalıydı. Bazı parşömenleri mağaraya taşıdı. Kendini bu gizemli dili çözme işine verdi. Çok az uyuyor, sadece yaşamsal faaliyetler için çalışmasına ara veriyordu. Bütün parşömenleri defalarca gözden geçirmesine rağmen harflerin anlamlı bir dizilimi yoktu. Okuyamıyordu.
Birkaç gün sonra Sait tekrar devin yanına gitti. “Sana bir şey sormalıyım. Eskiden burada yaşayan büyücülerin kullandığı dil neydi? Hangi alfabeyi kullandılar?” Son derece eğlendiğini belli eden bir kahkaha attı dev. ” Demek bunun için ortalarda gözükmüyordun ha? Boşuna uğraşma o eski yazılar sadece gerekli büyülü sözcükler söylenerek okunabilir hale gelir. Ben bile nasıl okunduğunu bilmiyorum. Eski büyücüler çok zeki adamlardı. Kendilerinden başka kimsenin büyülerini, tarihlerini öğrenmesine izin vermediler.”
Sait büyük bir hayal kırıklığı içinde mağaranın yolunu tuttu. Büyü de yapamazsa bu yaratığa karşı hiçbir şansı yoktu. Karanlık çökmek üzereydi. Mağaranın olduğu taraftan bir çığlık duyuldu. Bu Zeynep’in sesiydi. Sait tüm gücüyle mağaraya doğru koştu. Kocaman üç tane kurt yavaş, temkinli adımlarla mağaranın girişine doğru ilerliyorlardı. Sait bıçağını çıkardığı gibi kurtların üzerine yürüdü. Yavaşça en arkadakine yaklaştı. Tek bir hamleyle bıçağı iri kurdun gövdesine sapladı. Kurt yerde titrerken, diğer ikisi hırlayarak Sait’e saldırdılar. Bıçağını alacak zaman bile bulamadı. Hemen ormana doğru koşmaya başladı. Hemen ağaç gövdesindeki eski tünellerden birine girdi. Artık buraları iyice öğrenmişti. İçerideyken birkaç keskin dönüş yaptıktan sonra dışarı çıktı. Kurtların yolu bulması için geçecek zamanı iyi değerlendirmeliydi. Hemen Zeynep ve Elif’i alıp gitmeliydi buradan. Son sürat mağaraya koştu. Titreyen kurt artık tamamen ölmüştü. Hızını kesmeden bıçağını kaptı Sait. Mağaraya on metre kala kurtların hırıltısı duyuldu arkasından bir yerden. Dönüp bakmadı, sadece koştu. Tek düşündüğü ailesine ulaşabilmekti. Kurtlar arkadaşlarının ölümünün verdiği öfkeyle deli gibi koşuyorlardı. Aradaki fark çabuk kapandı. Sait mağaranın girişine geldiğinde yerde üzerine atılan kurdun gölgesini gördü. Bıçağını kurdun yüzüne doğru savurdu. Sadece bir çizik atmayı başardı. Ama kurt ürkmüştü, bir adım geriledi. Diğer kurt ona yetişmişti. Sait geri geri mağaranın içine doğru çekiliyordu. Elif’in hıçkırıklarını duydu. Onları çok boşlamıştı. Burada tek kötülüğün o dev olmadığını unutmuştu. Nasıl onları yalnız bırakabilmişti. Kendine defalarca küfretti. Kurtlar, hırlayarak koca dişlerini göstererek Sait’in üzerine geliyordu. Anlaşmış gibi ikisi birden aynı anda pençeleri önde ileri atıldılar. Sait bıçak tutan sağ elini savurmak istese de sol eli anlayamadığı bir şekilde havada birkaç şekil çizdi. Mor ışıktan bir duvar belirdi önünde. Kurtlar ışığa çarpıp sırtüstü yere düşüp yuvarlandılar. Bir kere daha saldırmayı denediler gerisin geri yere kapaklandılar. Biri büyülü ışığa pençesini dokundurdu. Pençesinden duman tütmeye başlayan kurt hemen geri çekildi. İkisi birlikte arkalarına bakmadan kaçtılar.
Zeynep ve Elif’in sakinleşmesini bekleyen Sait yaraları var mı kontrol etti. Neyse ki bir şeyleri yoktu. “Bir daha yanınızdan asla ayrılmayacağım. Merak etmeyin.” dedi ve mor ışıktan duvarı incelemeye başladı. Bu tahmin ettiği şey olabilir miydi? Büyü…
Sabah büyük bir yer sarsıntısıyla uyandılar. Müthiş bir ses gittikçe yaklaşıyordu. Gelenin kim olduğunu biliyordu Sait. Zamanı gelmişti. Büyünün etkisi bitmişti artık. Bıçağını aldı ve dev yaratıkla son kez yüzleşmek için mağaranın önüne çıktı. Yaşlı dev yüzündeki pis sırıtışla geliyordu. “Neden geldiğimi biliyor olmalısın Sait.” Mağaranın darbe almaması için devi biraz uzaklaştırmaya karar verdi. “Gel bakalım yaşlı adam neyin varmış görelim.” dedi ve koşmaya başladı. Arkasına baktığında devin yine şekil değiştirdiğini gördü. O iğrenç kaktüsümsü haline bürünür bürünmez. Kolunu koca bir sarmaşık haline getirip Sait’i belinden kavradı. Göz hizasına kadar getirdi. Ağzını sonuna kadar açıp iğrenç, insanüstü bir ses çıkardı. Yemeği için sabırsızlanıyordu. Sait’i yavaşça koca ağzının içine bıraktı. Hemen mağaraya yöneldi. Daha ilk adımını atmamıştı ki. Ensesinden kocaman bitki kabukları eşliğinde siyah bir duman çıkmaya başladı. Ensesinde kocaman bir delik oluşan dev bitki adam hareketsiz kalakaldı. Kenarlarından duman tüten delikten çıkan Sait kazıklara tutunarak yaratığın başına doğru tırmanmaya başladı. Yaratık kafasını sallayıp Sait’i yere düşürmek istedi. Sait elinde topladığı koca ateş topunu bu sefer devin kafasına arkadan geçirdi. Kafasına delik açılan dev acı içinde inledi. “Nasıl bir insan bu denli güçlü bir büyüyü kullanabilir? Binyıllar önce büyü gücünüzü kaybetmiş olmanız gerekiyordu. Senin gibi sefil bir insan nasıl bana böyle bir şey yapabilir?” Sait sonunda yaratığın kafasına tırmanabilmişti. “Sanırım atalarımın binyıllar önce büyü kullanarak yaşadığı bu yer içimde zaten olan ama dünyada kullanamadığım büyü gücümü açığa çıkardı. Dün gece eski parşömenlerdeki yazıları anlayabilir hale geldim. Sabaha kadar büyü antrenmanı yaptım. Eski büyücülerin bildikleri kadar olmasa da birkaç numara öğrendim tabi ki de. Bakalım ilk gösterimi nasıl bulacaksın.” Bıçağını çıkarıp büyülü sözleri söylemeye başladı. Yaratık huzursuzlaşmıştı ama kafasındaki kocaman iki delikten dolayı vücudunu istediği gibi kontrol edemiyordu. Sait sözleri söylemeyi bitirdiğinde bıçak mor bir ışıkla parlamaya başladı. Bıçağı yaratığın kafasındaki kalın bitki kabuklarının arasına sapladı. Başta hiçbir şey olmadı. Saniyeler sonra bıçağın açtığı küçük delik genişleyerek içinden su fışkırmaya başladı. Aynı şekilde yaratığın vücudunun hemen her yerinden su fışkırmaya başladı. Acı çektiği her halinden belliydi dev adamın. En kötüsü de yıllardır küçümseyip istediği gibi yönlendirdiği insanlardan tek bir tanesi tarafından yeniliyor olmasıydı. Dev bitki kaybettiği sular nedeniyle hemen sararıp kurudu. “İşte suyu kontrol edebilme büyüsü. Vücudundaki hiçbir hücrede tek bir damla su bırakmayacağım” Su akıntısı yavaşlayıp durdu. İki eliyle kocaman turuncu bir ateş topu yaptı Sait. “İşte bu da ateşi kontrol edebilme büyüsü.” dedi ve iki elinde tuttuğu ateş topunu ayaklarının altındaki kurumuş bitki yığınına gömdü. Ateş topu dev bitkinin midesine kadar indi. Büyük bir patlamayla ateşini yaratığın bütün gövdesine yaydı. Alevler içindeki yaratık son bir kez Sait’e baktı “S-sen gerçekten ilginç bir i-insansın.” dedi ve yere yıkıldı. Bu sırada Sait dev ağaçlardan birinin dalına atlamıştı bile.
Azgın alevler hırçınca savruluyorlardı. Zeynep ve Elif mağaranın girişinden hayran gözlerle Sait’e bakıyorlardı. Alevlerin dansı bir anda durdu. Ateşten kaçan kuşlar havada asılı kaldı. Ormanın bütün sesleri kesildi. Her şey donmuştu. Büyük bir ışık parlaması gözlerini neredeyse kör edecekti.
“iiiyy. Sıfıyyyyy.” Salonun ortasındaki hediye paketi içinde duran sayaç sıfırı gösterdiğinde ortadan ikiye ayrılmış içinden de küçük oyuncak bir Noel Baba çıkmıştı. Elif neşeyle yeni oyuncağıyla ilgilenmeye başladı. Zeynep ve Sait “bitti mi?” dercesine birbirlerine baktılar. Kabus sona ermişti. Sıcak yuvalarına geri dönmüşlerdi. Elif çok küçük olduğu için büyük ihtimalle olanları hatırlamayacaktı bile. Ama diğer ikisi için durum hiçte öyle değildi. Zeynep derin bir oh çekerek kanepeye bıraktı kendini. Sait işkencenin bittiğine çok seviniyordu. Ellerine baktı. Güçleri kaybolmuştu. Bu dünya büyüye izin vermiyordu. O lanet yeri bir daha hiç görmek istemiyordu. Fakat güçleri… Büyü insanların doğasında vardı ve Sait ufacık bir parçasını tattığı o zevkin devamını isteyip istemediği hakkında kendine sorular sorup duruyordu.
Oldukça uzun soluklu ve yorucu bir hikaye. Kötü adamın her şeyi iyi adama açıkladığı kısımları hiçbir zaman tam olarak tutmamışımdır. Ancak tercih meselesi elbet. Bilinçlendirerek öldürmekten de zevk alıyor olabilir.
Yalnız şunu sormam lazım; bunu daha önce bir yerde yayınladınız mı? Bazı kısımları sanki daha önce okumuş gibi hissettim.
tebrikler.
Öncelikle selamlar ve seçkiye hoş geldiniz. Yeni isimler görmek her zaman utluluk verici olmuştur benim için.
Hikayenize gelirsek; Noel Baba’yı değişik bir yönden ele alan, enteresan bir maceraydı bizlere sunduğunuz. Noel Baba’ya biçtiğiniz rol, insanlığa yön verişi ve paralel evren fikri oldukça ilginçti. Ama anlatımda ufak tefek aksaklıklar var. Tam olarak parmağımı sorunun üzerine koyamıyorum ama Amras’ın da dediği gibi yorucu bir tarza sahip. Daha fazla yazarak aşılabilecek bir sorun.
Katıldığınız için tekrar teşekkürler.