Öykü

Yukarıya

Kemal, gökdelenin kapısından girdiğinde sabahın erken saatleriydi. Otuz iki yaşındaki esmer, çok da uzun boylu sayılmayacak bu adam sakin görünüyordu. Acelesi yoktu, işe erken gelmişti. Bunun verdiği rahatlıkla daha önce çevrede hiç dikkat etmediği ayrıntıları keşfediyordu. Daha önce hep geç kalma korkusuyla koşa koşa asansöre yetişmişti. Yaklaşık bir aydır bu gökdelende, 47. kattaki bir emlak ofisinde çalışıyordu.

Asansörlerin olduğu tarafa geldi. Burada sekiz tane asansör kapısı vardı. Bu gökdelendeki en ilginç şey asansörlerin kendisiydi. Bindiğinizde gideceğiniz katı tuşlamanız olası değildi, böyle bir şey yoktu. Asansörler sırasıyla bir en yukarı, bir en aşağı gidiyor ve siz de denk gelirse biniyordunuz. Neyse ki sekiz asansörün de hangi kattan hangi saatte geçtiği, kaç dakika aralıkla geçtiği belliydi. Yapmanız gereken, doğru yöne giden asansöre binmek ve ekrandan hangi katta olduğunuzu öğrenmek, ineceğiniz katı kaçırmamaktı. Kendi katınıza geldiğinizde “dur” butonuna basıp iniyordunuz. Başka bir kattaysanız gelmekte olan asansörü gözlüyor ve butona basmışsanız durup sizi alıyordu. Güzergahı hiç değişmiyordu. İlkel ama bir şekilde işleyen bir düzen. Kemal ilk gün bunu biraz garipsemiş olsa da üstüne pek düşmemişti. Üstüne düşecek zamanı da yoktu. Her gün aceleyle gelip giderdi.

Bugün farklı bir gündü. Erken uyanmış, evde yapacak bir şey olmayınca canı sıkılmış, “bari büroya erken gideyim, bilgisayarla oyalanırım, kahvaltıyı da orada yaparım” demişti. Normalde üç numaralı asansör 8:44’te zemin kata gelir, kim varsa alıp yukarı giderdi. Kemal de 47. katta iner, 9:00’daki mesaisine yetişirdi. Şu an ise 7:22’ydi ve altı numaralı asansör en yukarıya yolculuğuna hazırdı. Çevrede asansörcüden başka sadece ikisi erkek, biri kadın, üç kişi vardı. Uyku hepsinin gözlerinden akıyordu, bir saat daha uyuyabilmek için canlarını bile vermeye hazır oldukları şüphe götürmezdi.

Ağır adımlarla asansöre doluştular. Başka gelen olmadığından emin olan elli yaşındaki kısa boylu, kır saçlı, göbekli asansörcü saati kaçırmamak için kırmızı “devam” butonuna bastı. Kapı kapandı ve asansör yavaş ve sarsıntısız yukarıya çıkmaya başladı. Kemal’le birlikte binen üç kişi alt katlarda indi.

Kemal, asansörcüye döndü:

“Bu gökdelen kaç katlı?”

Asansörcü istifini bozmadan yanıtladı:

“Bilmem. Çok herhalde. Ben nereden bileyim ki?”

Kemal’in bir kaşı kalktı.

“Asansörcüsün sen, her gün en üst kata kadar çıkan sensin.”

“En üst kata kadar çıkıyorum ama onun kaçıncı kat olduğunu bilmiyorum.”

“Sen ciddi misin?”

“Evet.”

“Bak şu ekranda bulunduğumuz kat numarası yazıyor. En üst kata çıktığında hiç başını kaldırıp bakmadın mı?”

“Hayır.”

Kemal bu kayıtsızlık karşısında şaşırmıştı.

“Neden?”

“Merak etmedim. Bir aşağı bir yukarı gidiyor işte. Ne önemi var? Ben mesai süremin bitmesine ne kadar kaldığıyla ilgileniyorum, o kadar. Çok istiyorsan çık kendin bak.”

Kemal duraksadı. Aslında fena fikir değildi. Mesaiye daha çok zaman vardı, ofiste oyalanacağına en üst kata çıkıp şehrin manzarasını yukarıdan izleyebilirdi. Zamanı çoktu, daha sonra dönüp ofiste kahvaltı yapıp işe başlayabilirdi. “Olabilir” dedi. 47. kata geldiğinde asansörü durdurmadı. 53. kata geldiğinde asansöre tahminen 20’li yaşlarda, esmer, uzun boylu, takım elbiseli bir adam bindi. Bacağını sürekli sallamasından huzursuzluğu belli oluyordu.

Kemal:

“Bir yere yetişmeye çalışıyorsunuz galiba.”

“Evet, öyle ama bu asansörler çok yavaş. Bu gidişle geç kalacağım.”

“Kaçıncı kata çıkıyorsunuz?”

“82. kata” dedi adam sonra da ilgilenmediği halde nezaketen sordu: “Ya siz?”

“En üst kata.” Adam, en üst katın kaçıncı kat olduğunu bilmiyordu ama “ya siz” diye sorduğunda gerçekten ilgilenmediğinden en üst katın numarasını sormadı. Kemal de zaten böyle bir soru beklemiyordu, çünkü bu ruh halini iyi bilirdi. Kendisi de çoğu zaman işe yetişme telaşıyla bu durumda olurdu.

Bir süre sessizlik oldu, hiçbir şey konuşulmadı. Asansör 77. katta bir daha durdu. Orta yaşlı bir adam asansöre bindi. Pek uzun boylu olmayan, kumral biriydi. Birinci adamın tam zıttydı. Gri bir t-shirt ve tozluymuş gibi görünen bir kot pantolon giymişti. Birkaç günlük sakalı, sağ kulağında kocaman bir küpesi vardı. Ağzındaki sakızı çiğnerken sinir bozucu sesler çıkarıyordu. Çok geçmeden asansör 82. kata ulaştı ve birinci adam asansörden rüzgar gibi çıktı. İkinci adam sinir bozucu sakız çiğnemesine devam ederken bir yandan da Kemal’i süzüyordu. Bir ara sakızı balon yapıp patlatınca Kemal’in dikkatini çekti. Sırıtarak “pardon” dedi.

“Önemli değil.”

“Yoğun bir iş günü olacak ha?”

“Evet öyle.”

“Kaçıncı katta çalışıyorsunuz?”

“47. katta çalışıyorum ama mesaiye daha zaman varken en yukarı çıkıp manzarayı seyredeyim dedim.”

Adam nedense gülümsedi. Gülümsemesi, sakız çiğnemesi kadar sinir bozucuydu. Kemal, sessizliği bozmak için “siz burada mı çalışıyorsunuz” dedi.

“Çalışmak mı? Yok, yok, ben sadece ziyaretçiyim. 103.’üncü kata gidiyorum.”

“Bu gökdelen kaç katlı, bir fikriniz var mı?”

“Hayır yok.” Adam, asansörcüye döndü. “Bu abi biliyordur herhalde.”

Asansörcü oralı olmadı. Kemal sözü aldı. “Hayır, o da bilmiyormuş. Çok ilginç bir durum.”

Adam, güya şaşırmış bir ifadeyle “evet öyle” dedi. Herhalde bu adamın her şeyi sahteydi.

“Aslında bu asansörün kendisi garip” diye devam etti Kemal. “Gideceğin katı belirleyemiyorsun. Bir yukarı, bir aşağı gidiyor. Sen sadece denk gelirse biniyorsun. Otobüs durağında bekler gibi bekliyorsun, geçeceği saat belli.”

“Bak, bunu hiç düşünmemiştim. Sanırım bu gizemi çözmek için en üst kata çıkıyorsun.”

“Evet.”

“Ne diyeyim, keşke herkesin dertleri seninki kadar basit olsa.”

Kemal gülümsedi ve teşekkür etti. Asansör 103. katta durdu. Adam “görüşmek üzere” dedi, el sallayarak çıktı. Aynı anda içeriye bir kadın girdi. Kıvırcık saçları, kocaman gözlükleriyle kendince bir tarz yaratmıştı. Asansörden çıkan adam gibi o da rahatsız edici bir gürültüyle sakız çiğniyordu. Kemal’in açısından bu durum şaka gibiydi. Sakız işkencesi iyi planlanmış bir kamera şakasına benziyordu. Kemal, sesini çıkarmadan birkaç dakika buna katlanmaya karar verdi. Ne de olsa gökdelen sonsuz uzunlukta değildi, eninde sonunda en üst kata varacaktı.

Bu durum Kemal’in beklediğinden uzun sürdü, kadın asansörden 219. katta indi. Geçen süre Kemal’e bir ömür gibi gelmişti. Neden kadını uyarmamıştı ki? Asansör yola devam ederken Kemal, asansörcüye döndü.

“Daha çok var mı?”

“Çok.”

“Ne kadar çok?”

“Bilmiyorum. Çok işte.”

Asansörcüden bir şey öğrenmenin kesinlikle mümkün olmadığına karar verip sustu. Fakat şöyle de bir şey vardı: Asansörcü eğer haklıysa bu işte bir gariplik vardı. Gökdelen dışarıdan da bayağı yüksek görünüyordu ama bu kadar olmasa gerek. Dünyada yüzlerce kat yükseklikte bir bina yok, böyle bir şey mümkün değil.

Asansör 275. katta durdu. Başka bir kadın girdi. Oldukça şık giyinmiş genç ve güzel bir kadındı. Tam da Kemal’in ilgisini çekebilecek biriydi. Kadın girer girmez gülümseyerek “merhaba” dedi. Güzelliği ve sıcacık gülümsemesi Kemal’in kalp atışlarını hızlandırdı. İster istemez kekeleyerek “merhaba” diye karşılık verdi. Asansör yukarıya yolculuğuna devam etmeye başladı. Kemal bu kadınla iki kelime de olsa konuşabilmek için karşı koyamayacağı bir istek duydu. Düşündü, düşündü, acaba ne olabilirdi? En sonunda buldu. Tabii ki asansörün kendisi. Laf açmak için “bu kadar yukarıda kimsenin bulunduğunu bilmiyordum” dedi. Kadın ilgiyle ona baktı.

“Neden bahsediyorsunuz?”

“Ben 47. katta çalışıyorum. Daha önce hiç yukarısına çıkmamıştım. Merakımdan bir deneyeyim dedim, buraya kadar geldim. Sizce de bu kadar çok kat olması garip değil mi?”

“Bilmem, öyle mi?”

“Baksanıza hala yukarı gidiyoruz. Hiç sonu gelmeyecekmiş gibi geliyor.”

“Siz kaçıncı kata gidiyorsunuz?”

“Ben üst kata gidiyorum, fakat o kaçıncı kat oluyor bilmiyorum. Siz biliyor musunuz?”

“600. kata gidiyorum. Galiba daha yukarısı da var.”

Kemal’in hayretten ağzı açıldı.

“600 mü dediniz?”

“Evet.”

“İmkansız. Şaka yapıyorsunuz. Dünyada o kadar yüksek bir yapı yok. Bu gökdelen dışarıdan o kadar da yüksek görünmüyor.”

“Belki de gökdelen sihirlidir.” Kemal belli belirsiz gülümsedi, “ya da asansör” dedi. Kadın da gülümseyerek karşılık verdi. Asansörcüye döndü, “ya da sen.”

Kemal:

“O da olabilir. Sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi. Bilmiyorum diyor, inanabiliyor musunuz?”

“O pek konuşmaz. Dediğim gibi belki de sihirlidir.”

9. kata gelindiğinde asansör yine durdu. Asansöre yaklaşık 50 yaşında yüzü gözü kir içinde pasaklı bir adam bindi. Yorgunluğu her halinden belliydi. Çok geçmeden de 600. kata ulaştılar, kadın çıkarken Kemal’e el salladı ve “tanıştığımıza memnun oldum, görüşmek üzere” dedi. Kemal arkasından seslendi: “İsmini öğrenemedim daha.” Fakat asansörün kapısı hemen kapandı.

Asansöre yeni binen adam “bu kadar yukarı ilk defa geliyorsunuz galiba. Sizi ilk defa görüyorum.”

Kemal:

“Evet, ilk defa geliyorum. Siz hep buralardasınız galiba.”

Adam başını yukarı aşağı sallayarak “ben bu gökdelenin sahibiyim” dedi. Kemal adamı şöyle bir baştan aşağı süzdü. Adam hiç de gökdelen sahibi görünmüyordu.

“Siz ciddi misiniz?”

“Evet.”

Kemal, asansörcüye döndü. Asansörcü kendinden beklenmeyen bir davranışta bulundu, konuştu: “Doğru söylüyor. Kendisi buranın sahibidir, bizim patronumuzdur” dedi.

Kemal, “kusura bakmayın” dedi ve adamın elini sıktı. “Ben de 47. katta emlak ofisinde çalışıyorum. Biraz en üst katta oyalanayım demiştim.” Adam nedense şaşırmış görünmedi.

“Orası 651. kat. Teras olur. Benim ofisimin bir üst katı.”

“Nihayet bu gökdelenin bir sonu olduğunu öğrendim. Uzaya kadar devam edeceğini sanıyordum” dedi Kemal. Adam sadece sırıttı. Asansör, 650. kata geldiğinde gökdelenin sahibi indi. Kemal yola devam etti ama beklenmedik bir şey oldu. Asansör, 651. katta durmadı. Kemal, asansörcüye baktı.

“Ne oluyor?”

Asansörcü sakinliğinden ödün vermeden “651. kat diye bir şey yok” dedi. “Yola devam ediyoruz.”

“Nasıl?”

“En yukarıya çıkmak istediğini sanıyordum.”

“Evet?”

“651. kat en yukarısı değil. Zaten öyle bir kat yok, 652’den devam ediyoruz.”

“Peki, patron neden öyle söyledi?”

Asansörcü yaka silkti. “O da bilmiyor.”

Kemal sıkılmıştı bu saçmalıklardan. Asansörden inmeyi ve başka bir asansör bulup 47. kata dönmeyi düşünmedi değil. Böyle yaparsa son anda da olsa mesaiye yetişebilirdi. Fakat Asansörcü söze devam edince Kemal’in fikri değişti. Hiç var olmayan 651. katı geçtiklerinde asansörcünün kişiliği değişmişti sanki. O sessiz, umursamaz adam gitmişti.

“Eğer yola devam edersen aklındaki soruların cevabını alacaksın. Hatta daha fazlasını göreceksin. Belki de hiç geri dönmek istemeyeceksin. Bunun için mesaiyi kaçırmaya değmez mi?”

“Nereye gideceğiz?”

“Söyleyemem, ama gösterebilirim.”

Kemal merakına yenik düştü ve kabul etti. Asansör yola devam ederken asansörcü anlatmaya koyuldu.

“6 numaralı asansörün bir sihri var ama sadece merak edenler, sabredenler ve sonuna kadar gitmeyi göze alanlara görünür. Senden önce çok az kişi buraya kadar geldi. Patron bile kendi katından yukarısını hiç merak etmedi.”

“Nedir o sihir?”

“Buradan sonra asansörün kapısı her katta farklı bir dünyaya açılıyor. Hepsi de bildiğin dünyadan çok farklı. İstediğin katta asansörü durdur ve birine çık. Sana kalmış.”

Kemal dudak büktü. Asansörcü “denemek sana kalmış, bir şey kaybetmezsin” dedi. Kemal “dur” butonuna bastı. Kapı açıldı. Bir an Kemal’in dengesi şaştı, geri adım atıp düşmekten zor kurtuldu. Kapı, gökdelenin içinde bir yere açılmıyordu. Bulutların arasındaydılar. Kemal, ileri bakınca gördüğü manzara karşısında hayrete düştü. Bulutların arasında binlerce sıcak hava balonu vardı. Birbirlerine kenetlenip bir şehir inşa etmişlerdi. Asansörcü “burada inmek ister misin? Seni alması için bir balon çağırabilirim” dedi. Kemal reddetti. Gördüğü şey merakını daha da arttırmıştı. Başka neler olduğunu da öğrenmek istiyordu. “Devam” butonuna bastı.

Birkaç kat sonra yeniden “dur” butonuna bastı. Asansör bu kez bir ormana açıldı. Yüzlerce metre uzunlukta binlerce ağaç vardı ve ormanda akşam olduğundan hepsinin yaprakları ışık saçıyordu. İleride ağaç diplerine oyulmuş yuvalardan kurulmuş rengarenk ışıklar saçan bir köy vardı.

Yine birkaç kat sonra bir şelalenin başında, parıldayan gökkuşağının altındaydılar. Şelale belki de birkaç kilometre yüksekten aşağı dökülüyordu. Su buharı en aşağısını görmeyi engelliyordu. Şelalenin görüntüsü saatlerce izlenebilir, gürültüsü saatlerce dinlenebilirdi. Fakat Kemal diğer olasılıkları da gözden kaçırmak istemiyordu. Yola devam etmeye karar verdi.

Asansör başka bir katta durduğunda bir çölün ortasına düştüler. İlk başta sıradan bir çölmüş gibi görünüyordu, fakat çölün içinde sürünen, gerektiğinde toprağın altını üstüne getiren dev solucanlara binen insanları ve onların oluşturduğu kervanı görünce öyle olmadığını anladı.

Başka bir katta durduklarında açılan kapının önünde açılır bir cam vardı. Cam hava kaçmasın diye yapılmıştı, çünkü bu kat uzaya açılıyordu. İleride destansı bir uzay savaşı yaşanıyordu. Dev lazer silahları, foton torpidoları, nükleer silahlar ateşleniyor, uzay gemileri infilak ediyor, insanlar ölüyordu. Kemal, hemen “devam” butonuna bastı, kapı kapandı. Asansörcü sırıttı.

“Normalde güzel yerdir. Sadece yanlış zamanda geldik.”

“Yaa, ne demezsin.”

Bir kat yukarıdaysa uzaydan denizin dibine inmiş oldular. Bir güç kalkanıyla korunan büyük bir sualtı şehrindeydiler. Şehrin çevresinde binlerce balık, birkaç balina ve bir denizaltı yüzüyordu. Şehrin ışıklandırmasını çevrede yüzen binlerce plankton sağlıyordu. Aynı zamanda onlardan beslenen balıklar da parlıyordu. Şehir, planktonların ışığı altında renkten renge bürünüyordu. Fakat sokakta yürüyen insanlar buna alışık olduklarından olsa gerek umursamazca yollarına devam ediyorlardı.

Asansör devam etti. Bir bahçede durdular. Kemal’in hayatında görüp görebileceği en huzurlu yer burasıydı. Sararmış yapraklar yerlere dökülmüştü ve hafif rüzgarda yer yer uçuşuyorlardı. Batmakta olan güneş manzaraya tam uyuyordu. Ortam fazlasıyla sessizdi. İleride bir bankta, bir kadın şalına sarılmış, elindeki kitaba göz gezdiriyordu. Kemal, kadını hemen tanıdı. 600. katta inen kadındı bu. Asansörcüye döndü. O konuşmadan, asansörcü söze başladı.

“Galiba sana uygun bir yer bulduk.” Kadın başını kaldırdı ve Kemal’i gördü. Kitabını bırakıp yaklaşmaya başladı. Kemal, asansörcüye sordu.

“Yolculuğum burada mı bitiyor?”

“Sen nerede istersen orada bitiyor.”

“Ben en üst kata gitmek istemiştim.”

Kadın, geldi ve konuya dahil oldu.

“Oraya hiç kimse gitmedi. Daha önce herkes kendisine uyan bir yer bulup indi. Sonsuzluğa gidiyor olsa gerek.”

“Ama emin değilsin.”

“Evet, değilim.”

Kemal, asansörcüye döndü. “Ya sen?”

“Ben de bilmiyorum. Ben de sonuna kadar gitmedim. Yolcuyu bırakınca tekrar aşağıya dönerim. Sonsuzluğa giden yolcu olmadı hiç.”

Kemal:

“Ben istiyorum. Burada inmeyeceğim.” Kadın, Kemal’in elini tuttu. “Burada inersin diye düşünmüştüm.” Kemal, kadını nazikçe içeri çekti. “Peki sen benimle sonsuzluğa gelmeye ne dersin?”

Asansörcü “devam” butonuna bastı. Asansör yukarıya yolculuğuna devam etti.

Yukarıya” için 14 Yorum Var

  1. Kalemine sağlık Okan. Çok hoşuma gitti öykün. Asansör kelimesini asıl tema olarak belirleyip bunun üzerinden yürümen ve sonunda böyle meraklandırıcı bir kurgu çıkarman sürükleyiciliği bir kat daha arttırmış. O asansörün nereye gittiğini gerçekten merak ettim 🙂

    1. Teşekkür ederim. Öykünün sonunu açık bıraktım. Ne kadar farklı dünya hayal edebilirsek o asansör o kadar gitsin diyelim. 🙂

  2. Merhaba. Doğrusu hikâyeyi tarif etmekte güçlük çekiyorum. Belki çok alakalı değil ama aklıma post apokaliptik filmleri getirdi öykünüz, Blade Runner, Dark City, A Clockwork Orange. Hikâyedeki gariplik zihnimi kemirdi diyebilirim. Asansöre binen tiplerin ilginçliği ise gayet güzeldi.

    Asansörün insan aklını temsil ettiğini düşünüyorum. İnsanların bağlı bulunduğu, çalıştığı katlar var yani akıl sınırları ve genellikle bunun ötesini merak etmeyip asla ilerisini görmek istemezler, ötesinin olmadığını düşünürler. Oysaki asansör sonsuza açılan bir kapıdır, akıl, sınırları ve sonu yoktur. Fakat dogma bir bilinç her daim bir sonun olabileceğini düşündürür. Çok azı sonraki katları merak edip görmek ister daha azı ise oralara gider. Asansörcü vardı, evren olan. O olmadan katları çıkamayız. Bir heves kırandır o aynı zaman da teşvik eden. Önemli olan doğru bakabilmek. Asansör yukarıya yolculuğuna devam etti. Öyle ki evren var oldukça ve insanlar aklın sonsuzluklarını keşfetmeye devam ettikçe o asansör hiç durmayacaktır, yolcusu artarak. Asansörün sahibi vardı, ki onun tanrı olarak sembolize edildiğini düşünüyorum. Akıl, olduğuna inanılan sınırları yok etmeyi başarınca tanrı da yok olup geride kalmaya mahkûm olmuştur. Daha çok fazla şey yazmak istiyorum ama belki saçmalıyorumdur diye burada durayım.

    Hikâye an itibarıyla yukarıdakileri yazdırdı bana. Ne derece mantıklı olduğu tartışılabilir bir konu elbette. Sizin hikâyeyle ne anlatmak istediğinizi bilmek isterdim doğrusu.

    Pek beğendim. Umarım daha iyilerinde görüşürüz. Tebrik ederim.

    1. Yorumunuz için teşekkür ederim. Bana da kendi yazdığım öykü hakkında yeniden düşünme fırsatı verdiniz. Aslında bu öyküyü yazarken bir şeyleri sembolik yollardan anlatma kaygısında değildim. Genelde bu yöntemle bir şeyler anlatmaya çalışamam, çünkü hiç beceremem. Bir şeyleri açıktan anlatmaya çalışırım ama o tür öykülerimin de diğerlerine kıyasla daha da başarısız olduğunu düşünüyorum.

      Öykünün içindeki “6 numaralı asansörün bir sihri var ama sadece merak edenler, sabredenler ve sonuna kadar gitmeyi göze alanlara görünür” cümlesinin yeterince şey anlattığını düşünüyorum. Meraklı, sabırlı ve cesur olursan bütün sınırları aşıp, sonsuz olasılıkları keşfedebilirsin. Aslında sizin söylediğiniz şeyi bilinçsizce yapmaya çalıştım. Asansör yukarıya çıktıkça, ben de kendi bilinçaltımda o kadar derine iniyordum. Bir yerden sonra öykünün tanrısı (abartmak gibi olmasın ama yaratıcısı ben olduğuma göre tanrısı da benim) geride kalmaya başladı. Yani beni de aştı. Hayal gücümün sınırına dayanınca daha fazla olasılığı okuyucuya sunamadım ve bitirdim. Ama herhalde bitirmeseydim o olasılıklarda boğulurduk, tadı kaçardı.

      Evet, karakterler garip, özellikle de asansörcü garip. İnsanın merakını, şevkini kırıyormuş gibi görünüyorlar ama aslında onların garipliği Kemal’i devam etmeye teşvik ediyor. Normal davransalar, gizlemek istedikleri asansör gerçeğini gizleyebilirlerdi.

  3. Elinize sağlık, içine çeken, meraklandıran bir çalışma olmuş. Devamında ne olacak acaba… 🙂

okanakinci için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *