Onu yok etmek benim fikrim değildi. Ama işini bitirmek bana düştü. Şimdi başında durup şakağından akan kana bakarken kapamaya fırsat bulamadığı gözlerindeki şaşkınlığı anlayabiliyorum. 29 yaşımdaki ben hakikaten de insanlara güvenirdi.
Ben güvenmem.
Bu sayede kendimin bir benzerini öldürebildim. Eğer tetiği çeken o olabilseydi – ki bunun için gerekli tüm akli ve fiziksel beceriye sahipti – benim gözlerimde görebileceği tek ifade gurur olurdu.
Onu öldürdüm çünkü kapalı kaldığımız bu bej rengi odanın demir kapısının başka türlü açılmayacağını biliyordum. Nasıl bildiğimi bilmesem de bu bilgi en az hedefle aramdaki mesafeyi sezgisel olarak hesaplamam kadar kesin biçimde içime işlenmişti. O ise, yani benim çok daha genç 29 yaşındaki halim bir süre beni masaya iliştirilmiş bir notu belki de o kadar ciddiye almamamız konusunda faydasız bir çabayla oyalanmıştı. Saçlarındaki beyazlar yeni yeni çıkmaya başlamışsa da yüzünde pek kırışıklık yoktu. Hoş, benim de ondan aşağı kalır yanım yoktur. Genetik olarak hayatın cüretkar davrandığı bir aileden geliyorum, geliyoruz. Öte yandan davranışlarından ve seçtiği sözcüklerden anladığım kadarıyla fiziksel açıdan ne kadar farklılaşmamışsak ruhen o kadar derin bir ayrık vardı aramızda. Daha uyumlu, kimsenin zarar görmeyeceği bir çözüm bulmakta ısrarcı ve buna gerçekten inanan benzerimle bu odada 44 dakika geçirdik. Öyle umut doluydu ki 45. dakikada bu odadan birlikte çıkacağımızdan bir saniye olsun şüphe etmedi. Alnına dayalı silahın horozunun sesini duyduğunda bile.
Elbette kendi hafıza tünelimde geri gittiğimde yirmilerimin sonlarında nasıl olduğumu az çok hatırlıyorum. Ancak onu kanlı canlı görmek, hele ki seninle sohbet etmesi her insan evladının başına gelebilecek bir tecrübe değil. İlk birkaç dakikanın şokunu atlattıktan sonra epey eğlenceli olduğunu bile söyleyebilirim. İnsan kendinin ne kadar toy olduğunu böyle açık seçik gördüğünde bir parça utansa da en azından burnu sürtüle sürtüle bir şeyleri öğrendiğini fark ettiğinde egosu o kadar da incinmiyor. Ben daha çok karşımdaki zavallıya acımayla karışık bir sempati duydum. Sanırım bunun sebebi fırsatı olsa dönüşebileceği insanı göremeyecek olmasının verdiği üzüntüydü. İkimizden birinin ölmeden bu odadan çıkamayacağını söyleyen bu oyunu oynarken bir an için bile tereddüt etmedim, kağıda göz attığım an onu öldüreceğimi biliyordum. Ve hangi yarım akıllı karşımda kendimin bire bir genç versiyonunu bulmamın bunu zorlaştıracağını düşündüyse beni hiç tanımıyor olmalı. Gerçi Genç Ben de bir an için benzer bir şüpheye düşmüştü.
“Hangimizin gerçek ben olduğunu nasıl bilebiliriz ki?” demişti ellerini iki yana açıp bu felsefi soruyu sanki ilk kez kendisi düşünmüş gibi emin bir halde.
“Çok basit.” diye yanıtladım onu. “Ben, benim.” İşaret parmağım kendi göğsümü gösteriyordu.
“Muhteşem bir dekartyen yaklaşım gerçekten.” derken Genç Ben gözlerini devirmişti. “Aynı mantığı ben de yürütürsem çıkmaz bir akıl yoluna girmemiz dışında harika.”
O, hâlâ bunu bir akıl oyunu sanıyordu. Bir mantık savaşı, gizli bir gücün bizim sınırlarımızı zorlayacağı bir ahlak felsefesi sorunu. Hayır, hayır bunların hiçbirinin olan bitenle ilgisi yok. Tıpkı hayatta olduğu gibi. Verili seçenekler içerisinde en az zarar göreceğin ya da maksimum faydayı elde edeceğin bir seçim yapmaya karar verirsin ve becerebilirsen yaparsın. İşte bu. Ki içinde bulunduğumuz durumda bu çok barizdi. Birimizin yaşaması için diğerini öldürmesi gerekiyordu. Bunu ona açıklamaya çalıştım. Hatta az sonra benim yapacağım şeyi yapması gerektiğini de söyledim. Sonuçta genç refleksleri ile isteseydi tetiği benden önce çekebilir ya da birkaç hamle ile boynumu kırabilirdi. Ama o tercih etmedi. O nedenle şimdi zemine akan ve yavaş yavaş pıhtılaşmaya başlayan kanı için şikayet etmeye hiç mi hiç hakkı yok. Bunu fark ettiğimde tartışmayı olabilecek en sığ yere çekmiştim.
“Ben daha yaşlıyım. Yaşadığım ama senin olmayan onca anıya sahibim. Gerçek ben olmasam nasıl bunları hatırlayabilirim?”
Aslında temelsiz olan bu hamlem onu beklediğimden daha uzun süre oyaladı. En azından bir buçuk dakikaya yakın gözlerini kısıp karşısındaki duvarı inceler gibi görünerek yaşın gerçekten kimin gerçek “biz” olduğunu belirlemede yeterli bir kriter olup olmadığını düşündü. Sonunda başını iki yana sallayıp güldüğünde ikna olmadığı belliydi.
“Hayır, hayır. Zihnin daha fazla anıya sahip olması onların sadece senin tarafından yaşandığı ve bunun da seni son versiyon yaptığı anlamına gelmez. Anılar oluşturulabilir, bozulabilir, yeniden yapılandırılabilir. Hatta senin bile olmayabilir.”
Belki de haklıdır, ama daha önce de dediğim gibi bunun bir önemi yok. Kalkıp kapıya doğru yürüyorum. Tam kapı koluna uzanmışken nedense ona bir iki kelime daha etmek geçiyor içimden, sanki bir açıklama borçluymuşum gibi. Geriye dönüp çırağına öğüt veren bir ustanın tavrıyla yerdeki cesede sesleniyorum.
“Haklıların değil şüphecilerin kazandığı bir oyun oynadık sevgili kendim ve sen kaybettin. Üzülme.”
Aynı anda biri benden önce davranıp kapıyı kendisine doğru çekip açıyor. Karşımda kendimin artık zamana direnmekten vazgeçmiş yüzünü buluyorum. Altmışlarında olmalı, aynı zayıflıkta. Yüzündeki kırışıklıkların arasında tehditle karışık vakur bir ifade var. Bu oyunu kim hazırlıyorsa kendimin yaşlı haline merhamet duyacağımı düşünmüş olmalı. Karşımdaki insanın refleksleri epey zayıflamış olmalı, onu önümüzdeki on dakika içerisinde alt etmiş olacağım. Dudağımın sol kenarında tutamadığım ince bir gülümseme oluşuyor.
“Hoş geldin.” diyor Yaşlı Ben. Kendinden çok emin, sanırım az önce yaptıklarımı ya görmedi ya da zaman aynısını kendisine yapamayacağımı düşünecek kadar yufka yürekli olmasını sağlamış.
Zihnimden bunlar geçerken ihtiyar kenara çekiliyor ve arkasında titreyen ellerine tezat çatılmış kaşlarıyla bir çocuk meydana çıkıyor. Onu gördüğüm an tanıyorum. Bu en fazla 11 yaşındaki ben. Halen elimde duran kendi silahım bir an için çok ağır geliyor. Dönüp Yaşlı Ben’e bakıyorum ama o yüzünde ihtiyarlara özgü şefkatli bir gülümsemeyle çocuğa bakıyor.
“Onu yok etmek benim fikrimdi ama işini bitirmek sana düşüyor çocuk.”
O an anlıyorum, içeride yanlış beni öldürdüğümü. Genç Ben bu çocukla karşılaştığı anda tetiği kendi kafasına dayardı. Bense tamamen donakalmış vaziyette bekliyorum, aklım çocukluğumu ne şekilde öldüreceğim sorusu karşısında infilak ediyor. Kalbinden mi ruhundan mı?
- İpi Bırakmak - 1 Mart 2022
- 29 - 1 Eylül 2021
- Amma Yaptın Bea! - 1 Nisan 2021
Merak uyandırıcı bir öyküydü. İnsan öykünün arka planını merak etmeden duramıyor.
Okumayı zorlaştıracak pürüzlerden epeyce arınık, fazlaca uzamadan biten bir öykü okudum ve beğendim.
Güzel olmuş hızlı sürükleyici net keskin. Tabi olayların buraya nasıl geldiği de bir gizem olarak kalmış oradan da ipucu gelse daha da tatlı olurmuş kalemine sağlık