Yine aynı şeyler oluyordu. Her taraf karmakarışık. Kardeşim ve ben. Issız bir dünyada tek başımıza kimsecikler yok. Geleceğe dair umudum da yok. Ölüm ve kıyamet bize yakın. Ama kardeşim hep mutlu sanki. Ne olursa olsun, simsiyah gözlerinin içi hep gülüyor. Benim için ise aynı şey geçerli değil. Bir insan nasıl hep mutlu olabilir ki? Olunamayacağını en sevdiğim bebeğimi kaybettiğim gün anlamıştım zaten. Şimdi bir ben kaldım, bir de Ahmet.
Bir de oyunlarımız var bizimle beraber. Çöp tenekesinin içinde ekmek arama, kokulu gazlardan kaçarak saklanma, kanalizasyon içinde kamp yapma gibi neler var neler… Oyun oynamazsak ne yapabiliriz ki? Oyunlar biterse, umutlar iyice tükenir. Bazen nereye gideceğimizi bilemediğimiz gibi.
Sirenler çalıyor, saati yaklaştı oyalı boyalı renk cümbüşünün. Eve gitmeliyiz artık. Ahmet, Neredesin? Barut kokularının altında saklambaç oynuyor kendi kendine. Gene yaptı yapacağını, gene kaybolup gitti.Yandaki evin bahçesindeki salıncakta sallanmayı da pek bir severdi yaramaz. Oraya mı saklandı acaba? Kaybolmasın diye ne kadar tembihlediysem gene bildiğini okuyor bu çocuk. Ah şimdi annem, babam olsaydı da bir görseydi gününü… Ama dedim ya, bir ben kaldım bir de Ahmet.
Her şeyin başladığı o gün silah sesini duyduğumda mutlu olmuştum. Mahallede düğün dernek var diye sevinmiştim. Ne olduğunu sonradan anladım. Ortalık bir anda kızıla bulandı. Herkes ardına bakmadan kaçmaya başladı. Komşumuz Hüseyin Amca arkamızda kalmıştı. Sonradan cansız bedeninin yerde yattığını gördüm.
Babam her zamanki gibi ertesi gün hastaneye gitti. Oradaki hemşireler de pek severlerdi beni. Sevdiğim yumurta çikolatalardan hediye ederlerdi hep. Şimdi ne babam, ne hastane, ne de çikolatalar var. Güzel olan her şey geçmişte kaldı. Babam o gün evi aradığında okuldaydım. Telesekreterdeki o ses. Kulaklarımda çınlaması bir daha asla geçmeyen.
En çok özlediklerimden biri de yakın arkadaşım Ayşe. O çok şanslı. Cennette ve istediğini yiyebiliyor. Annesi ve babası ile birlikte. Bomba düştüğü zaman kolu kopmuştu ama orada koluna da kavuşmuştur.
Babam anlatmıştı bana Mahşerin Dört Atlısı adlı hikayeyi. Mahşerin Üç Atlısı bizim için buralarda koşturup duruyor. Ben de onlarla beraber çetrefilli yollarda kaybolup duruyorum. Savaş, açlık, kıtlık hep bizimle beraber. Her taraf sis içinde ve ben de o sisin içinde kendimi bulmaya çalışıyorum. Duygularımı, umutlarımı, sevinçlerimi… Ama sis o kadar fazla ki, ben bir o kadar daha kayboluyorum. Karşıma dördüncü atlının çıkmasını bekliyorum. Diğer üç atlıyı durdurması ve sis bulutlarını dağıtması için.
Bu yaşıma kadar öyle şeyler gördüm ki, birdenbire yaşadıklarımla kocaman olmuşum. Koskoca bir abla, bir anne, bir baba… Ahmet’in her şeyi… O da benim her şeyim. Hep onu koruyup, kollamam gerektiğini düşünüyorum. Lakin ondan başka hiçbir şey önemli değil artık. Hayat benim için durdu. Yaşamın anlamı sadece küçük kardeşimi korumaktan, öbür tarafta anneme ve babama kavuşacağım günü beklemekten ibaret. Çocukluk oyunlarım sadece bunun için devam edecek.
Ölüm herkes için bir yok oluş, benim için ise bir diriliş artık. Çünkü mahşerin dördüncü atı benim için geldiğinde, ben güzel bir dünyada dirileceğim. Orada bombalar olmayacak, bir o yana bir bu yana onlardan kurtulmak için koşturmayacağım. İnsanlardan işkence görmeyeceğim.Annem ve babam hep yanımda olacaklar. Küçük kardeşimle yıkık dökük evler arasında değil, el ele yeşillikler içinde oynayacağız. Canımızın istediği her şeyi yiyip, hiç açlık çekmeyeceğiz. İnsanlar korku nedir, bilmeyecekler. Hep mutlu olacaklar.
Artık Ahmet’i eve götürmeliyim. Şu yerde yatan Ahmet’e çok benziyor ama o olamaz. Orada güpegündüz niye uzansın ki… Yok, bu Ahmet! Bana gene mi oyun yapıyor? Üstüne dökülen leke de neyin nesi… Neyse, eve gidip onu da temizleyelim. Haydi kardeşim kalk da eve gidelim! Ahmet!
Merhabalar,
Efsaneler, mitler, masallar; çoğu zaman donuk ve can yakan gerçekliğin üzerini örter. Anlatılmak istenen yalın bir doğru vardır ve bunu onca keskin söylemek istemezsin bazen. Sizin öykünüzde gördüğüm buna yakın bir durumdu. Hüzünlü ve kısa bir yakarıştı okuduğum aslında. Kaleminiz ne çok çocuk gözünden, ne de büyümüş fakat yazmak gayesiyle küçülmeye çalışan birinin ağzındandı; orta tatta, olması gerektiği gibiydi. Dünyanın kaçılası şiddetinden bir lokma çaldınız yüreğime.
Zihninize sağlık…
Yorum yaparken kullandığınız üslup, kaleminizin ne kadar özenli ve güzel olduğunu yansıtıyor ve sizin gibi güzel kaleme sahip birinden böyle sözler duymak çok mutluluk verici…
Değerli yorumlarınız ve ilginiz için teşekkür ederim. Paylaşacağımız başka yazılarda da görüşmek üzere…
Sevgiyle…