Öykü

Kara Büyü

Sokakları adımladıkça gecenin izleri ayaklarından toprağa düşüyordu. Nerelerde dolandı bilinmez bastığı yerlerde kurum lekesi bırakıyordu. Ruhundaki karamsarlık derinlere kök salmakla kalmamış dışarı taşmıştı. Adam ağır adımlarla iskeleye yanaşıp denizin uğultulu dalgalarına kulak kabarttı. Yüreğindeki isyan yüklü parçayı sırtlanmış kıyıyı döven deniz gibi gelgitler yaşıyordu. Ağaçlar nazı bırakmış boyun eğiyordu şiddetli rüzgâra. Bir gazete parçası şamar gibi adamın suratına çarptı. Eşi görse “Eee, Allah’ın sopası yok,” derdi.

Aylardır işsiz olduğu için eşiyle sorunları dağ gibi büyümüştü. Evin ihtiyaçlarını karşılayamadığından çocuklarının gözünden bile düşmüştü. Bugün az kalsın ilk kez eşine vuracaktı. Havaya kalkan eli karısı Aysel’in şaşkınlıkla açılan, dolmuş gözleri karşısında kalakaldı. Bir anlığına kendini kaybetmişti. Halbuki yıllar önce ona ‘cennetim’derdi. Kadının ışıltılı, yeşil gözleri de adeta enerjisini yitirmişti.

“Ben bu değilim,” diye söylendi. Yüzüne yapışan gazete kağıdını buruşturdu, tam fırlatacakken alt kısımdaki ilan gözüne çarptı.

Deneyimli, işinin ehli, bileğine güvenen kasap arıyoruz. Maaş dolgundur. Detaylar özel olarak görüşülecektir.

İlanın altında sadece telefon numarası vardı. Orhan cüsseliydi, oldukça kuvvetliydi de. On iki yıllık deneyimi vardı. İlanın bir gün öncesine ait olduğunu görünce rahatladı. Ertesi gün ilk işi bu numarayı aramak olacaktı.

Sabah kısa bir telefon görüşmesinin ardından kendisine verilen adrese doğru yola çıktı. İşi alabilirse her şeyin daha iyiye gideceğini hayal etti. Çocukları bir şeyler istediğinde bahaneye sığınmasına gerek kalmazdı. Dahası ruhunda açılan yara eve her dönüşünde daha da büyümüştü. Kendine yöneltilen her merhametsiz, sevgisiz bakış bocalamasına neden oldu. Kendini ifade etme ve içini dökme konusunda başarılı olmadığından kimse onun derdinden haberdar olmadı. Eşi ve çocukları kendi dertlerini gözlerinde ne kadar büyüttülerse adam o kadar küçüldü, dünyası dar gelmeye başladı.

Orhan eski sıcak aile ortamını düşlerken yanından geçen komşusunun soğuk bakışları karşısında irkildi. Berberin de çatık kaşlarla kendisini izlediğini fark etti. Ağızları söylemese de herkesin aklından geçeni okuyabiliyordu. “Yine şu sorumsuz adam. Geçen akşamki kavganızı duymadım sanki. Boş gezenin boş kalfası. Cüssesini gören de bir şey sanacak…” Vermek istediği cevaplar boğazına yumru olup oturdu. Etrafını saran hava sanki daha bir ağırlaşmıştı.

Şehrin ücra köşesine vardı, ıssız sokakları aştı. Burası çok eski bir sanayi sitesiydi. Kepenkleri açık dükkân sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Sokağın birindeki yanmış dükkânlarsa kaderine terk edilmişti. İki yıl önce burada çıkan yangın haberini anımsadı. Hızlı adımlarla araba tamircisini geçince sola döndü ve aradığı dükkân karşısına çıktı. Böyle bir yere hangi müşteri gelir merak etmişti. Derin bir iç çekti ve içeriye girdi.

Masada oturan takım elbiseli adamın bakışları Orhan’a kaydı. Sert yüz hatlarına, kısık gözler ve tekinsiz bakışlara sahipti. “Orhan, değil mi?” Ses tonu samimiyetten çok uzaktı.

“Evet, benim.”

“Fikret ben de. Otur, şartları konuşalım.”

İri adam yavaşça camın önündeki deri koltuğa geçerken ortamı incelemeyi ihmal etmedi. Büyükçe tezgâh temiz görünse de duvarda asılı satır, bıçak hatta baltaların olumlu bir izlenim bıraktığı söylenemezdi. Duvarlar garip çizimlerle doluydu. İç içe geçmiş çemberler, ince detayına kadar işlenmiş el ayaları, hint kınası desenlerini andıran şekillere sahip insan yüzleri… Orhan zor da olsa kendini karşısındaki adama verdi.

“Telefonda kasaplık deneyimin olduğunu söylemiştin.” Adam Orhan’ı süzdü ve devam etti. “Şöyle bakınca gücün kuvvetin de yerinde gibi.”

Adamın soğuk bakışları karşısında Orhan yanıt verme isteği duymadı, başıyla hafifçe onaylamakla yetindi. Fikret’in de pek umursadığı yoktu. “Öncelikle bizim için gizlilik önemli. Burada çalıştığını kimseye anlatmayacaksın. Etler buraya gelince gereği gibi kesilecek, saklanacak, paketlenecek ve sipariş veren fabrikalara gönderilecek. Yani sadece toplu satışlar yapacağız. Haftanın sadece bir günü burada çalışman yeterli.”

“Sadece bir gün mü?” Orhan ücretin de düşük olabileceğinden korkmaya başlamıştı. Dahası alt tarafı et işiyle uğraşacakken bu gizlilik neyin nesiydi?

“Evet, bir gün ama gece çalışacaksın. Maaşın da beş bin lira olacak.”

Orhan’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ayda sadece dört gün işe gidip bu kadar maaş almak mümkün müydü? Kaşları çatıldı bir an.

“Peki, gece çalışabilirim ama ücret biraz fazla değil mi?”

“Bunu uygun gördüm. Eğer daha fazla açıklama beklersen anlaşamayacağız demektir. Bu ücrete işi reddedemeyecek çok kişi bulurum nasılsa.”

“Ta-tamam, kabul ediyorum.” Orhan fark edemese de işverenin yüzüne sinsi bir gülümseme yayılmıştı. Tüm şartlarda anlaşıp da Orhan oradan ayrıldığında Fikret arka tarafa geçti.

Yaşlı bir kadın ateşin başına eğilmiş, yere bir şeyler çiziyordu. Kan kırmızısı renk ateşte parlarken kadının dudaklarından ürkütücü mırıltılar dökülüyordu.

“İş tamamdır. Hemen hazırlıklara başla Gölge Nine.”

Yaşlı kadın yüzünü örten kara çarşafı aralayıp adama baktı. Ne kadar gizlese de kabarık, yanık derisi fark edilebiliyordu. Delice kahkahası loş odada yankılandı. “Vakit geldi o halde,” dedi gözleri alev alev yanarken.

* * *

Salih eşiyle birlikte akşam yemeğinden dönüyordu. İş adamı geçirdiği yoğun bir günün ardından halsizdi. Aracı park etti ve eşinin koluna girdi. “Bir kahve yaparsın artık, değil mi?” dedi gülümseyerek. “Elbette, her zamanki gibi.”

Kadın zarifçe gülümserken adam anahtarları çıkardı. Eve girerken ikisi de dış cepheye vuran gölgeyi fark etmemişti. Elinde satır olan birinin gölgesi duvara vuruyordu.

İçtiği kahveye rağmen uyuklamaya başlayan Salih telefonda konuşan eşine yatmaya gittiğini işaret etti. Kadın başını sallayıp eski dostuyla sohbetine devam etti. “Doğru dedin canım. Bir gün hep beraber tekne gezisine çıkalım. Ne zamandır aklımda benim de ama Salih’in işleri yoğun biliyorsun.”

Gecenin ilerleyen saatlerinde Orhan önlüğünü giyip tezgâha geçti. Satırlardan birini bilerken genç elemanlar günler öncesinde kesilip, temizlenmiş hayvanları buzhaneden getiriyordu. Birisi alnındaki teri sildi. “Abi, hepsi parçalara ayırılacak. Şunlar da soslanacak. Ben bi kapıya çıkıp sigara içeyim.”

“Tamam, gerisini ben hallederim,” dedi Orhan.

Derin bir nefes alıp satırı dananın kaburgalarına indirdiğinde donup kaldı. Gördüğü manzara karşısında kan basıncı yükseldi. Kaburgalar yerine yatağında uyuyan bir adamın omzunu kesmişti. Yatak hızla kana bulanırken adam acı içinde bağırıyordu. Orhan şaşkınlıkla başını salladığında tekrar olması gerektiği yerdeydi. Hayal gördüğünü düşünerek tezgâhtaki kaburgaya bir darbe daha indirdi. Kaza geliyorum dercesine bir an yaşadı. Adeta ağır çekimde yavaş yavaş inen eliyle az önceki adamın göğsünü yardı. Duramamıştı. Ağzından kan sızan adamın gözbebekleri titriyordu. Yaşadığı şoktan gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. Bir anda başı yana düştü

Kâbustan uyanmışçasına sıçradı Orhan. Hayatında ilk kez panik atak geçiriyordu. Nefes almakta zorlanıyor, kalbinde bir sıkışma hissediyordu. Etrafa bakındı. Soğuk ve boğucu dükkanın içinde olduğunu anlasa da alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Görüntü o kadar gerçekçiydi ki sanki aynı anda iki farklı yerdeydi. Ellerine kaydı hemen bakışları. Neyse ki hiç kan yoktu. “Neler oluyor?” diye söylendi. Kendini tekli koltuğa bıraktı ve kalp atışının yavaşlamasını bekledi. Az önceki eleman içeri girip halini görünce yanına koştu, su getirdi.

Toparlanan kasap tereddüt içinde işine döndü. Sabaha kadar bir sürü et doğradı, bir kısmını soslayıp dolaba attı, kalanları özenle paketledi. Sabaha karşı eve döndüğünde kendini salondaki kanepeye attı. Omzu tutulmuş, elleri sızlıyordu. Kısa sürede uykuya daldı ve rahatsız halde dönüp durdu. Öğleden sonra karısı onu uyandırdı. Kadının şüphe dolu bakışları adamın yüzüne kenetlenmişti.

“Niye burada yattın? Hem nasıl işmiş bu? Gündüzler torbaya mı girdi?”

“Aysel, yine başlama. Başım çok ağrıyor zaten.”

“İyi, ne halin varsa gör! İyilik de yaramıyor. Ben komşuya gidiyorum.”

Kafası başka yerde olduğu için Orhan kadının sözlerine aldırmadı. Mutfağa gidip bir bardak soğuk su aldı. O sırada açık kalmış televizyondaki spikerin sözlerini işitti.

“Sayın seyirciler Salih Koşuk adlı iş adamı dün gece canice katledilmiştir. Faili meçhul cinayet iş adamının evinde gerçekleşmiş ve şu ana kadar herhangi bir ipucuna ulaşılamamıştır.”

Orhan televizyonu kapatmak üzere odaya geçtiğinde elindeki bardağı düşürdü. Ekranın köşesinde maktulün resmini görünce donup kalmıştı. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Bu, dün gece gördüğü hayalde öldürdüğü adamdan başkası değildi. Kalın kaşlar, sivri burun, iri gözler…

Ertesi hafta Orhan işe giderken içindeki sıkıntıyı bastırmaya çalıştı. Olanların sadece garip bir tesadüf olduğuna, adamın yüzünü belki de yanlış hatırladığına kendisini ikna etmişti. Yine de adım adım dükkâna yaklaşırken endişesi arttı. Çalışanlara selam verip işe koyulduğunda saat gecenin onuydu. Titreyen ellerle satırı ilk indirdiğinde herhangi bir gariplik yaşamadı. Derin bir nefes alarak işine devam etti. Vakit gece yarısını geçtiğinde yorulmaya başlamıştı. Kapı açıldı, patron içeriye girdi.

“İşler nasıl gidiyor bakalım?” dedi çalışanlara dönerek. Herkes hızlıca rapor verince yüzünde memnuniyet dolu bir gülümseme belirdi. “Çok iyi, böyle devam edin. Sürekli yeni siparişler alıyoruz.” Konuşması bitince Orhan’a kısa bir bakış atarak arka tarafa geçti. Sanki patronun kendisinden özel bir beklentisi varmış gibi bir hisse kapıldı Orhan. Her şeyden habersiz elindeki satırı sertçe savurduğunda her taraf karanlığa büründü. Sadece komodindeki abajur yanıyordu. Kasap hızını kesemedi ve kesici alet karyolada uyuyan adamın karnına girdi. Satırın sapını tutan elleri titriyordu kasabın. Genç sayılabilecek adam acıyla inledi. “Dur! Yapma lütfen!”

Gürültüden eşi uyandı ve gördüğü manzara karşısında çığlık attı. “Ozan!” Kocası boşluğa doğru dönmüş, sanki görünmez birisine yalvarıyordu. Kadın hıçkırarak elini adamın karnına bastırdı. Kan durmuyor, parmaklarından sızıyordu. Adamın yalvarışları kesilmiş, can çekişmeye başlamıştı.

“Hey, iyi misin sen?” Orhan sıçradı ve kendini dükkanda buldu. Beti benzi atmıştı. “Be-ben daha fazla çalışamayacağım.” Önlüğünü çıkarıp kan ter içinde hızla oradan ayrıldı. Caddeye kadar yürümüştü ki önünde camları siyah bir araç durdu. Kapı açıldı, patronu onu araca davet etti. İkilinin birkaç saniye buluşan bakışları birbirine çok şey anlatıyor gibiydi.

“Neler çeviriyorsun adi herif?”

“Bu, benim büyük sırrım. Öylece çekip gidemezsin.”

“Her şeyi bırakıyorum.”

“Bu kadar çabuk pes etmeni beklemiyordum.”

Orhan içinden söylenmeyi bırakıp araca girdi. Havadaki gerginlik gözle görülür derecedeydi. Patronun ciddi yüz ifadesi içindekileri bastırıyor gibiydi.

“Neden vazgeçtin? Hani bu işe ihtiyacın vardı.”

“Orası öyle ama neler döndüğünü anlayamıyorum. İşe girdiğimden beri garip şeyler yaşıyorum,” dedi karşısındakine imalı bir bakış atarak.

“Neler oluyor bilmiyorum ama senle bir anlaşma yapalım. Eğer işine devam edersen maaşını iki katına çıkarırım.”

Orhan şüphe içinde adama baktı. “Bir çıkarı olmayan kişi böyle bir iyilik yapmaz. Amacınız ne?”

“Yola senle çıktık, senle sonlandırmalıyız.”

Patronun sesinde tehdit mi yoksa mecburiyetten gelen bir çaresizlik mi vardı tam olarak emin olamadı. Garip bir şeylerin döndüğü kesindi. “Bana biraz zaman ver. Sakin kafayla olanları tartmak istiyorum.”

“Peki, öyleyse. Seni eve bırakalım.”

Orhan uyuyamadı bir türlü. Patronun verdiği avansı eşi uyandığında ona verdi. Kadın önce şaşırsa da gözlerinde memnuniyet dolu bir ışıltı belirdi. “Kedi olalı bir fare tuttun. Hemen gidip mutfak alışverişi yapayım. Dolapta yemeklik bir şey kalmadı.”

Adam sessizliğini korudu. Gün geçtikçe kendini ruhsuzlaşmış gibi hissediyordu. Çocukları okula gitmek üzere hazırlanırken onları sessizce izledi. Evin içine zoraki yerleştirilmiş bir varlık gibi hissediyordu kendini. “Baba, sayende okul gezisine gidebileceğiz,” dedi büyük kızı. Ancak daha iki hafta önce okul gezisine bile gidemeyecediğinden yakınan ve kendisini hor gören kızın sözleri aklına geldi. Zorlukla gülümseyebildi. Ev boşalınca endişeli halde haberleri izlemeye başladı. Yeni bir cinayet haberi vardı. Dahası önceki cinayetle ortak bir yön keşfedilmişti. Orhan yutkunarak ekrandaki görüntüyü izledi. Maktulün oturduğu eve vuran elindeki satırı havaya kaldırmış bir gölge vardı. Tüm güvenlik kameralarına rağmen gölgenin nereden, nasıl yansıdığı bulunamamıştı.

Haberin ardından nasıl olduğunu bilmese de Orhan katilin kendisi olduğuna emin oldu. Her şey dükkânda başlamıştı. O gizemli, tekinsiz, soğuk yerde. Düşündükçe delirecek gibi hissediyordu. İki kişinin ölümüne sebep olmuştu. Dayanamayarak dükkana koştu. Olanların ardındaki gizemi açığa çıkarmalıydı.

Issız sokakları adımladıkça içi içini yiyordu. Nasıl olup da böyle bir belaya düştüğünü anlamıyordu. Ölen kişilerin aileleri televizyonda yakarıp katilin bulunmasını isterken nasıl rahat bir nefes alabilirdi? Dükkanın kapısı kilitli olduğundan büyükçe bir taşla camı kırdı. El fenerini yakıp temkinli şekilde içeri girdi. Sessizlik boğucu bir hâl almıştı. Her ihtimale karşı duvarda asılı satırlardan birini eline aldı. Buzhaneye giden çelik kapı kilitliydi. Daha önce bir iki kez hırsızlık yapmak zorunda kaldığı için kapıyı açmakta zorlanmadı. Tüylerini ürperten buzhaneyi geçip koridora saptı ve zorlukla fark edilen küçük bir kapı gördü. Kapının altından hafif ışık vuruyordu. İçerde birinin olduğu kesindi. Bir tekmeyle kapıyı açtı.

İçeride eski kitaplar, garip nesneler vardı. Duvarlar anlamını bilmediği şekillerle kaplıydı. Yerde kan lekeleri vardı. Şöminenin üstündeki küçük kazanın üstünde buhar tütüyordu. Ateşi harlamakta olan biri vardı. Kadın yavaşça başını çevirip bakınca kasap irkildi. Yaşlı kadının yüzü feci derecede tahrip olmuştu. Yanağının bir tarafındaki deri erimiş gibi sarkmıştı, yüzü yanık ve eziklerle doluydu.

“Kimsen sen?”

“Buraya gelmekle hata ettin. Çık git çabuk!”

Kadının kulak tırmalayan sesi bir insana ait değil gibiydi.

“Burada neler döndüğünü öğrenmeye geldim. O cinayetleri siz planladınız değil mi? Beni bu korkunç olaya nasıl dahil edebildiniz? Her şeyi polise anlatacağım.”

“Delirdin mi? Sen de tutuklanırsın o zaman. Sonuçta cinayeti sen işledin.”

İhtiyarın sırıtışı ve alaycı ses tonu ortamı iyice gerdi. Orhan elindeki satırı öfkeyle kadına doğru salladı. “Yaptıklarınızın hesabı mutlaka sorulacak! Benim suçum değildi. Neden o kişilerin ölümünü istediniz?”

“Ben erkeklerden çok çektim. Babam, kardeşlerim, eşim, çocuklarım hepsi zorbaydı. Bir kez olsun bana değer veren çıkmadı. Sürekli eziyet ettiler, halimi görüyorsun. Erkeklerden nefret ediyorum. Bir gün kiralık katil olan Fikret ile karşılaştım. Birbirimize yardım ederek bu günlere geldik. O para kazanıyor, ben de bu şekilde içimi soğutuyorum.”

“İntikamını yanlış kişilerden almışsın. Hiç mi pişmanlık hissetmedin onları öldürürken?”

Orhan sorduğu sorunun anlamsızlığını fark etti. Kendisine bile kinle bakan kadın için tüm erkekler aynı gibiydi. Hepsini yer yüzünden silinmesi gereken pislik olarak gördüğü belliydi. Daha fazla bir şey demeden satırı yere atıp hışımla odadan çıktı.

“Polise gidersen ölürsün!” diye ardından bağırdı kadın. Yaşlı kadının içindeki nefret sanki ortamdaki havaya karışıp tenine çarpıyordu. Yoğun bir ürperti hissetti. Fikret denen cani kendisini de gözünü kırpmadan öldürtebilirdi.

Orhan dükkandan çıktı ve tekinsiz sokakları koşarak aştı. Bir kenarda sızıp kalmış adamı görmezden geldi. Sanayinin çıkışına vardığında hiçbir taksi ya da duracak araç bulamayınca koşmaya devam etti. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, soğuk rüzgâr içini titretiyordu. Suratı kıpkırmızı olmuştu, kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Emniyete varmasına az kalmıştı. Çocuk parkının içinden geçerken aniden tökezleyip düştü. Açılan kaşını tutarak doğrulduğunda aniden karşısında Fikreti gördü. Elinde kocaman bir satır vardı ve hızla Orhan’ın göğsüne savurdu. Orhan tek bir kelime edecek zaman bulamamıştı.

Kasap dükkanının ışığı yanıyordu. Eti sertçe yaran Fikret’in öfkeyle kısılmış gözlerinde bir rahatlama belirdi. Bu iş de bitmişti.

Duygu Özkan

1989 yılında İstanbul' da doğdum. Endüstri mühendisliği mezunuyum. Küçük yaştan itibaren kitaplara ilgi duydum. Okumak ve yazmak benim için bir ihtiyaçtır. Yazmayı, insanların kalbinde bir iz bırakma fırsatı olarak görmüşümdür. Hayata farklı açıdan bakmamı sağlayan animeler de ilgi alanıma girer.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Agape Agape says:

    Merhaba,

    Temayı işleme şekliniz hoşuma gitti. Hoş bir karanlık esinti vardı. Diyaloglar tam halk konuşmasıydı. Sırıtmıyor olması çok hoşuma gitti, Orhan’ın tepkisi de oldukça yerindeydi. Gerçi ben olsam daha dehşet bir halde olurdum sanırım. Tek takıldığım nokta Orhan’ın bir anda elinde satır belirdiği kısım oldu. Kapıyı kırdı, içeri girdi filan ama o satır nereden geldi eline onu anlamadım. Belki daha beklenmedik bir son olsaydı daha hoş olabilirdi. Nedense hep daha farklı ters köşe bir son nokta bekledim. Çocuklarına ve eşine de biraz sinir olmadım desem yalan demiş olurum. Genelde ben böyle insanlardan nefret ediyorum sanırım. Kaleminize sağlık güzel bir öyküydü.

  2. Merhabalar

    Değerli, yapıcı yorumunuz için teşekkür ederim. Orhan ile ilgili şu cümleyi yazmıştım. Dükkânın duvarında asılı satırlar var, önceden belirtmiştim.

    Son konusunda haklı olabilirsiniz. Ters köşe yapabilirdim ama konu uzardı bu sefer. Sonu biraz aceleye getirdiğimin de farkındayım.

    Özellikle aileyi bu şekilde yazdım ki Orhan karamsarlığa düşsün. Tekrar teşekkürler. :slight_smile:

  3. Avatar for Agape Agape says:

    Haydaaa :smiley: Onu olayın geriliminden fark etmemişim demek ki. Sağ olun :smiley:

  4. Merhaba Duygu,
    Orhan’ın geçişlerini çok güzel vermişsin. Aynı anda, farklı zamanlarda yaşadığı çelişki hoşuma gitti. Ben sadece isimlerden çok hoşlanmadım. ‘Gölge Nine’ isminin doyuruculuğu yok diğerlerinde. Fikret yerine belki daha lakapvari bir şey hoşuma gidebilirdi diye düşünüyorum. Bunlar hikayenin ateşini körüklerdi bence. Genel anlamda hoş, bakış açısı olarak quamtuma bile göz kırpan bir öykü. Tebrikler.

  5. Merhaba Gaye,
    Vakit ayırıp yorumladığın için teşekkür ederim. Orhan ile ilgili kısımları beğenmene sevindim. :slight_smile:
    İsim konusunda haklısın. İsim uydururken zorlanmam ama yerli isim kullanırken zorlanıyorum açıkçası. Çünkü muhakkak aynı isimde bir tanıdık ya da ünlü biri oluyor ve kataktere bu uymuyor diye değiştiriyorum. Sonuçta aklıma gelen ilk ismi koymaya başladım. Gölge Nine ise lakap diyebilirim. Cinayet öncesi beliren gölgeye dikkat çekmek için kullandım.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

3 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for Agape Avatar for MuratBarisSari Avatar for gayekcelik Avatar for maviadige Avatar for Osman_Eliuz

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *