Öykü

Bir Garip, Üç Tanrı

Ornitarus III Galaksisi’ndeki İrnad Gezegeni galaksideki diğer birçok yaşanabilir gezegen gibidir. Uzay boşluğundan seyredenlerin görebileceği yeşil, mavi, kahverengi ve mor alanları vardır.

Peki, niye bu gezegende koca bir piramit vardı? Bunu İrnadlılar da bilmiyorlardı ve büyük bir ihtimalle hiçbir zaman öğrenmeyeceklerdi de.

Bilinmezlik karşısında genelde iki şey yapılır. Ya o şeyin orada olmadığına kendini inandırıp onun yok olmasını ya da o şeyden olabildiğince uzakta durup seninle herhangi bir biçimde ilgilenmemesini umut etmek olur. İrnadlılar ikisini de yapmıyorlardı. Onlar piramidin ne olduğunu bilmiyorlardı, öğrenmeye çalışıyorlardı ama başarılı olamıyorlardı, yine de etrafına kurulmuş orayı gezegendeki tek yerleşim bölgesi olarak kullanıyorlardı ve piramidin bir şeylerle ilgilenmesi zor olduğu için de şanslıydılar. Tuhaf canlılardı bu İrnadlılar.

Piramidin etrafına yerleşmekle kalmayıp bir de bu yapıyı mimari açıdan benimsemek ve bütün binaları piramit şeklinde inşa etmek de galaksinin geri kalanı için başka bir gizemdi.

İrnadlılar piramitle ilgili sorularına yanıtları, piramidin üzerinde keşifler düzenleyerek bulabileceklerini düşündüler ve kısmen de buldular. Doğrusu buldukları şey piramidin tepesinin neredeyse 24 kişinin sığabileceği ve o tepede bir boşluğa açılan kapak dışında başka bir girişi olmamasıydı. Bu keşifler daha çok soruya yol açtı; neden 24 kişi ve bu kapak nereye açılıyor?

24 kişinin o tepeye sığmasıyla ilgili sorularının birkaç ay sonra onlar tarafından yanıtlanamayacağı konusunda hemfikir olup ikinci soruya yöneldiler. Kapak üç kişinin sığabileceği büyüklükteydi. Neredeyse bu konu üzerine de detaylı tartışmalara koyulup birkaç ay geçireceklerdi ki bunun da ilk soru gibi onlar tarafından yanıtlanamayacağını hemen kabullendiler.

Öncelikle acaba üç kişiyi mi aşağıya yollasak diye düşündüler.Kapağı açtıklarında hiçbir şey göremediler, gündüz olmasına rağmen sanki ışık kapaktan içeri giremiyordu ve kapkaranlık bir boşluk var gibiydi.Durum böyle olunca içlerinden sadece birini yollayıp tehlikeli olup olmadığını kontrol etmek onlara daha mantıklı geldi.

Bir kobay seçtiler ve ilk adımı atmasını beklediler ama bekledikleri gibi olmadı. Aşağı inen bir merdiven olduğu konusunda çok eminlerdi fakat kobayın ani yok oluşu ve bastığı çığlık onları tamamen bir boşluk olduğuna inandırmıştı.

Bir dakika boyunca hiçbir ses gelmedi. Bu mesafeden düşen birinin çoktan yere çakılmış olması gerektiğini varsayarak belki de piramidin içindeki uzay-zaman kavramının farklı olabileceğini düşünüp biraz daha beklemeye karar verdiler. Bu gereksiz bekleyiş piramitten çoktan çıkmış olan kobayın bağırışlarını yeni yeni duymalarıyla son buldu.

“…tanrı… üç tanrı…”

Kobay yere çarpmasına 1 metre kala aniden havada asılı kaldığını, yere ayak basıp da etrafındakileri anca fark edince üç varlığın onu çevrelediğini ve bu üç görkemli varlığın sadece tanrı olabileceğini geveledi. Olanları anlatırken en heyecanlandığı ve etrafına da, yere dökülmüş su gibi, bu heyecanı yaydığı an ise tanrıların onun üç isteğini yerine getirmiş olması ve her sene bir kişinin isteğini yerine getirecek olmalarıydı.

İrnadlıların hiçbiri bu olaydaki tuhaflığı, kendilerinden tuhaf olmasın, fark etmedi. Öncelikle düşünmedikleri şey piramidin onlardan önce de burada olduğunu bilmelerine karşın, içinde tanrılar yaşıyorsa neden şimdiye kadar onlara kendilerini göstermemiş olduğuydu, neden burada tek başlarına idiler ve son olarak neden İrnadlıların bir isteğini yerine getirsinlerdi. Ne yazık ki bunlar İrnadlılar için bir sorun teşkil etmiyordu. Eğer sorun teşkil eden bir İrnadlı çıkarsa da onu garip olarak damgalayıp, yok sayıyorlardı.

Böylelikle piramit, Üç Tanrı ismini almıştı ve her yıl bu aktiviteyi gerçekleştirmeye devam ettiler. Bir noktada bunu bir yarışmaya çevirip ekonomilerini canlandırmaya karar verdiler ve geleneksel Üç Tanrı yarışması da başlamış oldu. Her yıl bir kazanan olmasa da kazananların piramitten çıktıktan sonraki sessizlikleri ve içeride ne yaşadıklarını anlatmamaktaki ısrarlarına saygı duyup onları zorlamıyorlardı.

Yarışmada sadece piramidin zirvesine tırmanmak yetmezdi, bir de kendini kapağın açtığı bilinmezliğe salıverebilmen gerekiyordu. Bu yarışma 138 yıldır yapılıyordu ve şimdi 139’uncusu için hazırlıklar tamamlanmıştı.

Delra yarışmaya iyice hazır olduğuna emindi artık. Yarın gidip piramide tırmanacak ve kazanacaktı, çünkü 10 yaşından beri bu yarışmaya katılabileceği zaman için hazırlıklar yapmıştı.Ne var ki vücudunun geri kalanı böyle düşünmüyordu ve o gece uyuyamamıştı.

Yarışma günü yarı uyuklayarak piramidin etrafındaki festival alanına gitti. Her zamanki gibi tıklım tıklımdı. Burada rahat edemem dedi içinden. En azından belki piramidin etrafına yapılmış olan tribünlerin yarışmacılara ayrılmış olan bölgesinde biraz uyuklayabilirim diye düşündü ve oturduktan beş dakika sonra uyuyakaldı.

Bir saat kadar sonra diğer yarışmacılar ve seyirciler de tribünlerdeki yerlerini almaya başladı. Seyirciler arasında komşu gezegenlerden gelen grupların sayısı bu yıl iyice artmıştı. Kalabalık Delra’yı uyandırmıştı ama uykusunun kalabalığa karşı ağır basmasının umuduyla gözlerini kapalı tuttu.

“Soğuk su! Herina nehrinin taptaze suyu burada! Sadece 1 Tiron!”

“Kepton köfte! Ekmek arası, dürüm veya elra yaprağında! Sıcak sıcak!”

“Hey köfteci! Bir ekmek arası kaça?”

“İrnad yemeği mi yiyeceksin cidden?”

“Neden olmasın?”

“İrnadlıların ne durumda olduğunu görmüyor musun? Kesin yemeklerden.”

“Bir ekmek arası 10 Tiron abi.”

“O-o zaman kalsın.”

“Peki… Kepton köfte! Ekmek arası, dürüm veya elra yaprağında! Sıcak sıcak!”

“Deneme! Deneme bir iki.” Sonunda etraftaki ses kargaşasını bastıran ve bütün kente yayılabilen bir ses çıkmıştı.

“Ev-vet sevgili seyirciler ve dinleyiciler! 139’uncu geleneksel Üç Tanrı yarışmasının yarım saat sonra başlayacağını bildirmek isterim. Ben, Ganata ve yanımda bulunan Minla sunucunuz olacağız. Nasılsın Minla?”

“Bu muhteşem günde seninle ve bizi dinleyenlerle birlikte olmak çok gurur verici bir şey. Bu yılki yarışmacılara bir göz atmaya ne dersin Ganata?”

“Evet Minla, öncelikle Sivrikılıç kabilesinden Künil, Terno ve Hats kardeşler yarışacaklar. Nedense takım olarak yarışmayacaklarmış. Künil piramidin kuzey, Terno doğu ve Hats batı kanadından yarışa başlayacak ve üçü de yarışmaya sadece ikişer kılıçla katılacaklarmış.”

Tribünlerdeki Sivrikılıç klanından ani bir gürültü koptu.

“Savaşın açtığı yaralar

Kılıcımızın koruduğu gururlar

Bizi koruyan madenciler

Ve onların çıkardığı madenler

Öldünüz destanlarımız için

Onur duyun savaşımızı gördüğünüz için…”

Böyle devam eden 2 dakikalık tezahürat tadında bir şarkı söylediler ama diğer seyirciler için bu daha çok bir tehdit kıvamındaydı ve bütün seyircilerin oturdukları yere sessizce çakılıp kalmalarına sebep oldu.

“Evet sayın seyirciler Sivrikılıçların savaş şarkılarından birini duydunuz ama merak etmeyin bu sadece bir yarışma ve umarım onlar da bunu farkındadır.”

“Farkında olsalar iyi olur Ganata. Bu yıl her zamankinden daha fazla turist varken onların kaçmasını istemeyiz.”

Sunucu Minla sözünü bitirir bitirmez bir dizi silah sesi duyuldu. Plazma tüfeği atışından doğan ses Sivrikılıçları bile yerine mıhlamıştı.

“Sizi bilmem ama beni yeterince korkutmayı başardılar. Sen ne dersin Ganata?”

“Demir bilye klanının bu gösterişli sahne girişleri bir gün birini korkudan öldürecek derim, turistlerden bahsetmeyeceğim bile. Neredeyse geç kalmış olmaları da cabası.”

“Peki Ganata, aralarında son birkaç aydır anlaşmazlık olan Demir bilyelerin ve Sivrikılıçların tribünlerde yan yana oturacak olmalarını nasıl değerlendiriyorsun?”

“Biliyorum ama festival ortamında iki tarafın da yumuşamasının beklendiğini duymuştum. Umarım bir sorun çıkmaz ve turistleri kaçırmazlar.”

“Aaa, bak en önde yürüyen onların yarışmacıları Mela ve Enor olmalı. Verilen bilgiye göre Mela bir metalik dış iskelet ile kuzey, Enor ise bir plazma tabancası ve jetbotlarıyla doğu kanadında yarışmaya katılacakmış.”

“Üç Tanrı Tarikatından bu yıl her zamanki gibi bir Ammon ve Berenike daha çift olarak piramidin batı kanadında yarışa başlayacaklar ve yanlarına bir şey almayacaklarmış.”

Üç Tanrı tarikatı piramitte olduğuna inanılan tanrılar ile iletişime geçebilmek için kurulmuştu ve tek iletişim olanağı da bu piramit yarışını kazanmaktı. Şimdiye kadar hiçbir yarışı kazanamadıkları için de her zaman kafalarına göre hareket etmişlerdi ve daha kimsenin şikâyeti olmamıştı.

Bütün tarikat üyeleri gibi onlar da birer maske takıyorlardı. Her toplantıda takılan bu maskeler sadece kimliklerini gizlemek içindi. Aslında bu maskeleri takmasalar kısa sürede bütün İrnadlıların, garip diye etiketlenmiş olanlar hariç, tarikat üyesi olduğu ortaya çıkardı. Tabii yapılan toplantılara katılımın dönüşümlü olmasının da bu gizliliğin korunmasına sağladığı bir katkı vardır ki tamamen tesadüfî bir başarıydı.

“Ve sürpriz yarışmacıyı duymaya hazır mısın, Ganata?”

“Bütün kalbimle, Minla. Neymiş bu sürpriz?”

“Ornitarus III’ün Demirbilek Cüceler Derneği’nden Ügül! Yarışmaya piramidin batı kanadından başlayacak ve savaş baltası, küçük bir fırlatma baltası ve hafif zırh kuşanacak! Bu gelişme yakında elflerin, perilerin ve daha birçok ırkın katılma olasılığını arttıracağı söyleniyor.”

“Sırada bağımsız yarışmacılar var, sen devam etmek ister misin, Ganata?”

“Memnuniyetle Minla! Üç yıldır ismini duyduğumuz İnya yay ve okla güney, ilk defa katılan Olvak çift bıçakla batı, geçen yılın kazananı Tersa çift kazmayla doğu ve yine ilk defa katılan…”

Sunucu Minla’nın sesine aniden hafif bir hoşnutsuzluk bulaştı.

“Bir garibin yarışmaya katılmasına nasıl izin verildi bilmiyorum ama ilk defa katılacak olan garip Delra ise kuzey kanadından yarışa başlayacak.”

Delra kendi ismini duyunca bir an irkildi. Yarışmanın başlamasına az kaldığını anladı ve diğer yarışmacıları süzüp tarttı. Bağımsız yarışmacıları o kadar önemsemiyordu ama Sivrikılıçlardan ve Demirbilyelerden katılanlar onu biraz endişelendiriyordu. Onların birbirine düşme ihtimali de yok değildi hani. Ammon ve Berenike apayrı bir meseleydi ve onların ne yapacaklarını da kestiremiyordu. Onlar sanki kendi İrnadlarındaydı. O yine de sonunda yarışmaya katılabildiği için çok mutluydu.

Yarışmaya katılma amacı ise Ornitarus III galaksisinden uzaklaşmaktı. İrnadlıların tuhaf düşünce yapısına ayak uyduramıyordu.

İrnadlılar arasında Delra farklı kalıyordu ve bu yüzden İrnadlılar onu tuhaf buluyorlardı. Galaksinin geri kalanından gelen turist ve tüccarlar ise onun İrnadlılar arasında en normal kişi olduğunu düşünüyorlardı ama bu sefer de İrnadlılar kadar tuhaf olmadığı için tuhaf bulunuyordu ve bu durumun galaksinin geneli içinde aynı olacağını düşündürüyordu.

“Son olarak eğer bahis oynamak istiyorsanız lütfen sadece doğu tribününde bulunan yeşil kol bantlı Yeşil Örtülü Masa teşkilatına paranızı yatırın. Başkalarına değil. Bahisler için hâlâ 20 dakikanız var. Küçük bir aradan sonra tekrar sizinle olacağız.”

Bu 20 dakika Delra için çok verimsiz geçmişti. Yarışla ilgili pek çok şey düşünüyordu ve düşündüklerini aynı şekilde unutuyordu. Bunun bir faydası olmadığı için kafasını toplamaya çalıştı ama düşünceleri o kadar dağınıktı ki bir anne bile bu dağınıklığı toparlayamazdı.

“Tekrar hoş bulduk. Yarışmanın başlamasına dakikalar kaldı ve–”

“Özür dileyerek bölmem gerekiyor Minla. Son habere göre Üç Tanrı yarışmasının neden olduğu turist yoğunluğundan dolayı oluşmuş olan portal yolcuğundaki trafik çözülmüş. Devam edebilirsin.”

“Yarışmacılar başlama noktalarına geçebilirler artık.”

Delra hızlıca kendi başlangıç bölgesi olan kuzey kanadına gitti ve piramidin kuzey yüzeyini detaylı bir şekilde taradı. Neredeyse eğri büğrü 190 basamaklı bir merdiven gibi gözüküyordu. Eğer bu bir yarış olmasaydı 5 dakikada geçerim bunu dedi içinden ve kuzey kanadına gelmekte olan Künil ve Mela’nın ayak sesleriyle birlikte tüm dikkati dağıldı.

Künil belindeki kılıcı yoklayıp duruyordu. Mela ise metalik dış iskeletinin eklem noktalarını deneyip bazı düğmeleriyle oynuyordu. İkisi de işlerini bitirdikten sonra Delra’ya döndüler ve yanında hiçbir saldırı veya korunma amaçlı eşya olmadığını görünce galibiyetin tadını şimdiden almış pişmiş kelleler gibi sırıtarak piramidi ve görebildikleri diğer yarışmacıları süzmeye koyuldular.

Bu sırada doğu kanadında Enor oturmuş plazma tabancasının mermilerini kontrol edip temizliyor ve Mela’yla göz temasını elden bırakmıyordu. Terno kılıcını bileyerek o tarafa geliyordu ve açıkça Mela’ya gözlerini dikip ters ters bakışlar savuruyordu. Tersa ise kazmalarının uçlarının sivriliğini ve sağlamlığını deniyordu.

Güney kısmındaki tansiyon daha düşüktü. Ammon ve Berenike birbirlerine sarılmış piramidin güney yüzeyini inceliyordu. Cüce Ügül ise baltalarındaki ve zırhındaki runların büyüyü kullanım verimlerini ölçüyordu ve bazı runların belirginliğini arttırırken bazılarını değiştiriyordu. İnya ise bir düzine yayı karşılaştırdı ve içlerinden en iyi iki tanesini omuzuna takıp ok seçmeye koyuldu.

Batı kanadındaki Hats ise Olvak’ın çift bıçağını kendi kılıcıyla nasıl yeneceğini hayal edip dururken, Olvak bıçaklarının üstüne bir tür sıvı sürüyordu.

Tribünler ise çığlık çığlığaydı. Herkes birinin ismini böğürüyordu ama hiç kimse ne başkalarının ne de kendi böğürtülerinin ne olduğunu anlayabiliyordu.

Ama Delra’nın adını böğüren kimse yoktu ve bundan biraz memnundu. Kendi adının bir böğürtü selinin içinde olmasını istemiyordu. Ne ailesine ne de arkadaşlarına yarışmaya katılacağının haberini vermişti ve sunucuların, adını bütün kente yaydığında ne düşündüklerini merak ediyordu.

Bu sırada Yeşil Örtülü Masa teşkilatı ise son birkaç bahis işlemini yapıyor, paraları yanlarında getirdikleri en güçlü kasaya koyuyorlar ve son bir defa hesapları kontrol ediyorlardı.

Sivrikılıçlar ve Demirbilyeler arasında daha yarış başlamadan bir gerilim oluşmuştu. Tribünde belirgin bir sınır görülüyordu aralarında ve sınırda oturanlar silahları ellerinde çatışmaya hazır bekliyorlardı.

“Şunları görüyor musun Minla, sanki yarışa değil savaşa gelmişler gibi.”

“Ve Ganata, sinyal verildi! Yarış başladı!”

Sinyali duyar duymaz ilk atılan Enor oldu. Jetbotlarını çalıştırıp hızla 3 metre kadar yükseldi ve aynı hızla yere düştü.

“Sanırım bazıları piramidin her bir basamağının tırmanılması gerektiğini unuttu, ne dersin Minla?”

“Hatırlatma yapmak isterim, piramit yarışmasının tırmanılmadan tamamlanmasını engellemek için büyücülerimiz güçlü bir koruma kalkanı koydu. Yani piramitten 3 metre yüksekliğe çıkamazsınız.”

“Evet, Enor bayıldığı için yarışmadan elendi, ne yazık.”

Enor’un yenildiğini duyan bahisçilerden sevinç dolu çığlıklar ve öfke dolu yuhalamalar yükseldi.

Mela, Enor’a onaylamaz bir bakış attı ve dış iskeletiyle bir hışımla piramidi çıkmaya başladı.

Delra kendi üstüne birkaç büyü yaptı ve diğerlerinin dikkatleri onun üzerinde değilken hemen piramidi tırmanmaya koyuldu. Çok geçmeden diğer yarışmacılar da kendilerine gelip tırmanmaları gerektiğini hatırladılar.

Daha yolun yarısına bile gelmemişti Delra ve şimdiden yorulmaya başlamıştı. Güneşin can sıkıcı bir konumda onları terleteceğini tahmin edememişti ve keşke piramidin diğer kısmından başlasaydım diye iç geçirdi. İlk basamakları ne kadar da kolay geçilebiliyordu. Sanki yukarı çıktıkça basamakları tırmanmak tuhaf bir şekilde zorlaşıyordu.

Bir ateş topu Delra’ya doğru salıverildi. Kıl payı kurtulan Delra etrafına bakındı ve kimin büyü yaptığını göremedi ama büyünün metal dış iskeletiyle hızla tırmanan Mela’ya çarptığını ve onu hafifçe yalpalattığını gördü.

“Çok güzel hedeflenmiş bir ateş topu. Mela bunu beklemiyordu sanırım baksana nasıl da tökezletti onu. Künil işini biliyor.”

Mela, Sivrikılıçlı Künil’in ona sırıttığını gördü ve dümdüz yukarı çıkmak yerine ona doğru vahşice aşağı inmeye başladı. Bunu gören Künil kılıcını çekti ve piramitte 6 kişinin anca sığacağı küçük bir alanda bekledi. Oraya çekilmesi bir kaçma olarak görülse de kardeşi Terno’nun da oraya kısa sürede geldiği görülünce bunun planlı bir hareket olduğu anlaşıldı.

“Mela’nın başı dertte gibi gözüküyor. Sivrikılıçların tuzağı işe yarayacak mı bakalım?”

“Neden acaba Hats da plana katılmadı?”

“Büyük olasılıkla Terno yerine Hats gelecekti ama Enor daha yarış başlamadan elenince planı değiştirdiler. Sanırım en başında Mela’yı ikiye bir alt edecek ve ikisinden biri yarışa devam ederken diğeri de Terno’ya yardıma gidecekti.”

Mela onlara yeterince yaklaştığını düşününce ortalarına doğru zıpladı ve Terno’nun elindeki kılıcı dış iskeletiyle kırdı. Terno kılıcının kırılmasıyla afallamışken, Künil kılıcını Mela’ya doğru salladı ama Mela dış iskeletin metaliyle kılıcı geri sektirdi. Terno kendine gelir gelmez ikinci kılıcını çekti ve Mela’nın boşluğundan yararlanmak isteyerek kılıcını Mela’nın karnına saplamak için öne atılmasıyla görüşünün kararması bir oldu.

Bir tuzağa basmıştı ve aniden beliren sargılar onu sıkı sıkı sarıp piramitten yuvarlanarak düşmesine neden olmuştu.

Tribünlerden yine bir bağrışma duyuldu.

“Tuzak Minla, tuzak! Gördün mü bunu? Kötü bir hata ama harika bir tuzaktı! Bu hata Terno’ya bir yarışmaya mal oldu!”

“Heyecanını anlıyorum Ganata ama keşke iki yarışmacı ilk iki dakikada elenmeseydi.”

Delra sakin sakin kuzey kanadın ortalarında hiç fark edilmeden tırmanmaya devam ediyordu. Sağ elini yukarı attı ama eli direkt taşa çarpıp hiçbir şeye tutunamadı. Onun bulunduğu birkaç basamak düzleşmeye başlamıştı. Telaşlandı. Hafiften kaymaya başladı. Düşüp eleneceğinden korkarak parmaklarına büyü yükledi ve tüm gücüyle taşlara sapladı. Parmakları hafif acımıştı ama başarılı da olmuştu. Kaydığı yeri geri çıktı ve piramidin merdiven olan kısmına ulaşmayı başardı. Geri dönüp baktığındaysa basamakların geri geldiğini ve parmaklarıyla açmış olduğu deliklerin yok olduğunu fark etti. Piramidin gerçekten esrarengiz bir yapısı olduğunu kabullendi ve yarışta olduğunu hatırlayıp tırmanmaya devam etti. Yolun yarısını geride bırakmıştı.

Bir an, sunucuların demin bir tuzak gördükleri için kendilerini yırtarak heyecanlandığı ama onun harekete geçirdiği tuzakla ilgili hiçbir yorumda bulunmadıklarını fark edince kendini herkesten saklayan büyülerini iyi yaptığını anlayıp daha hırslı bir şekilde tırmandı.

“O da nesi! Piramidin güney kısmında Ammon ve Berenike, Ügül ve İnya birbirlerini piramitten atmaya çalışıyorlar.”

İnya yayına bir ok taktı ve okun ucuna hafifçe üfledi. Okun ucu alev aldı. Uzakta ama aynı yükseklikte bulunan Ammon ve Berenike’ye hedef aldı ve yayını iyice gerip oku saldı. Ammon bir koruma kalkanı oluşturup oku sektirdi ve ok, güneydoğu kenarına doğru giden Ügül’ün yakınlarına çarpıp patladı. Ügül’ün hafif zırhı onu korudu ama…

“Bu arada olan, geçen yılın birincisi Tersa’ya oldu. Umarım yaraları ciddi değildir.”

Tersa aslen doğudan başlamasına rağmen güneydoğu kenarının çok yakınında tırmanıyordu piramidi. Büyüyle beslenmiş okun patlaması o kadar şiddetliydi ki ona kadar tesir etmişti.

Ügül ise patlamanın şiddetiyle yaşadığı sarsıntıdan kurtulunca patlamaya Ammon ve Berenike’nin neden olduğunu düşünüp onlara fırlatma baltasını hiç düşünmeden ve büyülemeden attı. Hâlâ koruma kalkanını açık tutan Ammon pek bir şey yapamazken Berenike güçlü bir yıldırım yolladı Ügül’e. Ügül’ün zırhındaki bazı runlar parladı ve yıldırım zırha değer değmez emilip yok oldu. Ügül eliyle kazıdığı runlarla gurur duyarak kahkaha attı ve baltasına büyü yükleyip birtakım runların yanmasına sebep oldu. Ügül, runları yanan baltasının başını var gücüyle piramide vurdu ve bütün güney yüzeyini sarstı.

Ügül baltasıyla piramide vurmak üzereyken yayına yeni bir ok takmakta olan İnya ise…

“Vay canına Minla. İnya yayı yerine piramide tutunsaydı şimdi hâlâ yarışmada olacaktı. Umarım Üç Tanrı bu sarsıntıdan dolayı Ügül’e fazla sinirlenmezler.”

Mela ve Künil hâlâ dövüşüyorlardı. Mela yumruğunu sıktı ve Künil’in karın boşluğuna isabet etti. Sadece nefesi kesilen Künil acıyla beraber dizlerinin üstüne çöktü. Mela bir yumruk daha atacaktı ama piramidin başka planları vardı. İkisinin kavgasından sıkılmış olsa gerek ikisini de piramidin 2 metre kadar ötesine yolladı. Yarışmadan elendikleri için kavgalarını bitireceklerini düşünenler ise çok yanılıyorlardı.

Ayağa önce Künil kalkmıştı ve kılıcını eline alıp Mela’nın üstüne atlayınca tribünlerde de ipin ucu kopmuş oldu. Sivrikılıçlılar ve Demirbilyeliler birbirine girmişti. Oklar havada vızıldayarak Demirbilyelilere gidiyor yanıt olaraksa plazma tüfeğinin seslerini alıyorlardı. Birbirine en yakın olanlar ise ya kılıçlarını çekmiş Demirbilyelilerin üstüne atlıyorlardı ya da dış iskeletleriyle Sivrikılıçlıları bovling topu gibi diğerlerinin üzerine atıyorlardı.

Üç Tanrı tarikatı sivilleri korumak için bir koruma kalkanı oluşturuyorlardı. Demirbilek Cüce Derneği ise kalkanlarını başlarının üstüne kaldırıp kendilerine bir çatı oluşturmuşlardı. Yeşil Örtülü Masa teşkilatı ise para kasaları zarar görmesin diye kasaları ortalarına alıp bir güç kalkanı yayıcısını çalıştırdılar.

“Sanırım araları pek yumuşamadı, Ganata.”

“Öyle gözüküyor, Minla. Şimdi güvenlik görevlileri iki gurubu ayırmaya çalışırken biz kalan yarışmacıları bir gözden geçirelim.”

“Sivirkılıçlardan Künil ve Terno elendi ama Hats hâlâ batı kanadında tırmanmaya devam ediyor. Demirbilyelerden Mela ve Enor elendi. Üç Tanrı tarikatından Ammon ve Berenike güney yüzeyinde Demirbilek Cüce Derneğinden Ügül ile savaşmaya devam ediyor. Olvak batı yüzeyinde tırmanmaya devam ediyor. Belki Olvak ve Hats arasında bir şeyler olabilir. Hats ikidir tuhaf hamleler yapıyor. Çok tuhaf…”

“Nedir tuhaf olan Minla?”

“Delra nerede? Piramitte göremiyorum. Elenmemiş de. Ne halt yiyor bu?”

“Belki de yarış başlamadan kaçmıştır, ne dersin?”

İki sunucunun da gülmesi Delra’nın sinirlerini bozmuştu ama onu yıldıramayacaklardı. Piramidin dörtte üçünü geride bırakmıştı. Eğer başına bir şey gelmezse kazanması kesin gibi görünüyordu.

Ügül fırlatma baltasının nereye düştüğünü görmemişti ama aldırmıyordu buna. Sağ elinde savaş baltası dururken sol elini hafifçe araladı ve fırlatma baltası bazı runları yanarak elinde beliriverdi. İki baltayı da sıkı sıkı tutarak onlara büyü yükledi ve Ammon ve Berenike’ye doğru hücuma geçti.

Batı kanadındaki Olvak hemen gerisinde onu takip eden Hats’ın bir şeyler planladığını seziyordu. Sinirleri iyice gerilmişti. Daha fazla dayanamayıp bıçaklarını kınlarından çekti, kendini geriye Hats’ın üstüne doğru attı. Bunu beklemeyen Hats kılıcını bile çekemeden bir saldırıya uğradı. Sırtından iki pek derin olmayan darbe aldığını hissetti. Birkaç saniye içinde bacaklarındaki hâkimiyeti yok oldu ve yarışmadan eleneceğini anlayıp piramidi bıraktı.

Olvak kendini geri bırakırken iyi bir hesap yapıp adım atmadığını fark etti artık piramitle arasında bayağı bir mesafe vardı ve aşağı doğru son sürat düşüyordu.

“Muhteşem bir hamle gördük Olvak’tan. Ne yazık ki elenmesine ve Hats’ı elemesine sebep olan muhteşem bir hamle.”

Delra yukarıya baktı, sonra da aşağıya baktı. İki tarafta onu biraz korkutmuştu. Sunucuların dediklerine göreyse o hariç sadece üç yarışmacı kalmıştı. Düzenli adımlar ve kavrayışlarla yukarı doğru tırmanmaya devam etti, devam etti ve devam etti. Ne zaman bitecek artık derken piramidin yeni bir basamağını tutmak için attığı eli boşlukta savruldu ve merdiven olmayan bir düzlüğe dokundu sonunda.

“Kazandım!” diye içinden çığlıklar attı. Gözleri doldu. Nefesi kesildi. Daha kötü bir şey olmadan bütün vücut olarak kazanayım dedi ve tepeye ulaştı. Kapağı gördü ve açmak için tutma yerini kavrayıp kendine doğru çekti. Kapak kımıldamadı. Biraz daha uğraştı ama hiçbir şey olmadı. Ne yapması gerektiğini düşünürken üstünde hâlâ fark edilmemesini sağlayan büyünün olduğunu hatırladı. Belki de gizlenmek için yaptığım büyü yüzündendir dedi ve büyüyü kaldırdı. Bir umutla kapağı yine kavradı ve bu sefer tüm gücüyle çekmemesi gerektiğini kapak ardına kadar açılıp da onu yere serince öğrenmiş oldu.

“Ganata! Kapak açıldı sevgili seyirciler ve dinleyiciler! Kapak açıldı ve yarışma bitti! Kazanan ise–”

“Hayır olamaz! Minla bak, kazanan garip Delra. Çocuk kaçmamış! Kendini gizlemiş olmalı! Görevliler hemen müdahale etmeli! Piramide girme ihtimali olmamalıydı! Hepimizin başını yakacak!”

Görevliler çoktan piramidin tepesindeki kapağa en kolay şekilde gidebilmek için havalandılar. Piramidin etrafındaki koruma kalkanına takılmasınlar diye birkaç büyücü onu hemen yok ediverdi ama çok geçti artık. Delra görevlileri fark edemeden kendini o zifiri karanlığa bırakmıştı bile.

Bir bilinmezliğin içinde aşağı giderken neyle karşılaşacağını düşünüp durdu. O saçma üç tanrı hikâyesine inanmıyordu ve bu yüzden garip diye etiketlenmişti zaten. Bu yine de piramidin dibinde ne olduğunu merak etmediği anlamına gelmiyordu.

Düşmeye devam ediyordu. Aklına daha ne kadar düşeceği ile ilgili sorular geldi. Bunlar üzerinde uzun uzun düşündü. Sonra düşmenin nasıl tanımlanması gerektiğini düşündü.

Sert hava akımı ve bundan dolayı oluşabilecek nefes kesintileri, yüksek düzeyde gürültü, panik, çırpınma ve benzeri şeyler olduğu zaman düşüyorsundur herhalde diye düşündü. Tabii panik ve çırpınma kişinin düşmeye verdiği bir tepkidir sanırım diye düzeltti kendini.

Bunların hiçbirini hissetmiyordu, onu okşayan yumuşak bir esinti, hafif bir vızıldama, sakinlik ve sabit şekilde durmak gibi. Hal böyle olunca o da kendinin aslında yere doğru süzüldüğünü düşündü. Ne kadar düşünce yolu yanlış olsa da aslında doğru cevaba ulaşmıştı.

Etrafı loşlaşmaya başladı hafiften. Bu loşluğu fark edince ışığın kaynağını aradı ve buldu da. Piramidin tabanında küçük dikdörtgen şeklinde bir şeyden etrafa hafif bir ışık yayılıyordu.

Yere iyice yaklaşınca bu dikdörtgenin etrafında 3 siluet gördüğünü sandı. Sonra gerçekten orada üç siluetin olduğunu gördü. Yere iyice yaklaşınca bu ışık saçan dikdörtgenin aslında bir ekran olduğunu ve üç siluetin bu ekranı izlemekte olduğunu anladı.

Yere değmesine bir metre kala havada takılı kaldı. Ne olduğunu anlayamadı. Kendini bu durumdan kurtarmak için etrafına bakındı ama pek bir şey bulamadı. Üç kapı ve bir koridor görüyordu. Kapılar ve koridor piramidin farklı yüzeylerine bakıyordu ama piramidin içinde hangi yüzeyin hangi taraf olduğunu kestiremiyordu.

Düşmeyeceğinin artık kesin olduğunu varsaydı ve yere artık inmesinin daha iyi olacağını düşündü. Yerçekimi bu anı bekliyormuş gibi aniden kendini olaya dahil etti ve Delra yüz üstü yere düştü.

Üç siluetin olduğu yerden panik sesleri yükseldi. Delra dizlerinin üstündeydi artık ve üstündeki tozları silkeleyip kendine olabildiğince çekidüzen verdi. Sonuçta hikayeler doğruysa üç tane tanırıyla karşı karşıya olacaktı. Onların yaklaşmasını bekledi ama gelmediler. Ekranın arkasından onu izlediklerini fark etti. Onun yere çarpışı üçünü de tedirgin etmişe benziyordu ve etrafın karanlık olması, ne olup bittiğini anlamalarına yardımcı olmuyor gibiydi. O zaman kendisinin onlara en azından ne olduğunu söylemesi gerektiğini düşündü.

“Özür dilerim, efendim. Ben piramidi tırma–”

Daha cümlesini bitiremeden ekranın arkasından öfkeli bir ses yükselmeye başladı.

“Tahmin etmeliydim! Siz geri zekalı İrnadlılar ve aptal oyunlarınız! Yeter ya! O gelen ilk aptalın beynini tamamen kızartmalıydım! Adını bile unutmalıydı!”

Bunları duyunca, Delra silueti yatıştırmak için onu onurlandıracak birkaç şey söylemeyi planladı.

“Özür dilerim, ulu tanrılar…”

Ama pek işe yaramış gibi gözükmüyordu.

“Ne tanrısı ya! Biz sadece üç büyücüyüz! Her yıl şaka gibi! Çıkın gidin hayatımızdan ya! Siz de bir şeyler söylesenize!”

“Eh, evet… Biraz can sıkıcı bir durum olmaya başladı ama…”

“Sonuçta yılda sadece bir kere bu kadar sinirlenmen gerekmez ama değil mi?”

“Siz ne diyorsunuz! Daha geçen, bu yıl gelmemeleri için dua ediyordunuz ya tanrılarınıza!”

“Bak aklıma ne geldi iki gün önce yeni bir oyun çıkmıştı senin seveceğin türden gel önce biraz atıştıralım sonra onu oynarız.”

“Tamam ama önce şu salağı kızartayım!”

“Bak siz ikiniz gidin, ben de bu… Bu salakla uğraşayım ne dersin?”

“Hadi sen benle gel, o onun işini bitirir.”

İki siluet giderken diğeri ona yaklaştı ama yüzünü net göremiyordu. Onun boylarında olduğu ve tanrı olmadığı kesindi ama.

“Arkadaşım adına özür dilerim. Her yıl bu şaka gibi olayla uğraşmak onu sinirlendirdi sanırım. Neyse. Her zamanki gibi senin de hafızanda birtakım değişiklikler yapacağım ve ne istiyorsan onu almış gibi hatırlayacaksın ve bizle ilgili dışarıdakilere hiçbir şey söylemeyeceksin… Neden sana anlatıyorsam.”

Monoloğunu bitirince Delra’nın kafasını ellerinin arasına aldı ama bir şey yapamadan bütün piramit sanki bir darbe almış gibi sallandı.

“Yeniden oluyor! Lanet olsun bu yarışmaya da onu yapanlara da onu…”diye söylenerek siluet sanki Ölümün kurukafalarıyla yüz yüze gelmiş ve bundan pek hoşnut olmamış gibi telaşla diğer ikisinin girdiği kapıya koştu. Delra ise tabağı titretilmiş bir jöle gibiydi. Sarsıntıdan dolayı titriyordu ama hareket etmiyordu ve siluetin gidişini sessizce izliyordu.

Delra bir başına kaldı karanlıkta. Üç kapıyı, havada asılı kaldığı zamandan daha net seçebiliyordu şimdi ve bu üç kapıya gitmenin kötü bir fikir olduğunu düşündü. Bu kapıların üç siluetin evlerine açılıyor olma ihtimali gayet yüksekti. Bu yüzden geriye kalan tek seçenek olan koridora girmek daha mantıklı geldi ve daha önce izlediği bir filmi hatırlayarak koridordan gitmeye karar verdi. Nedeni ise o taraftaki havanın daha temiz kokmasıydı.

Koridorda uzun uzun yürürken giderek, nasıl oluyorsa, daha da karanlıklaşan boşluğa boş boş bakmaktansa demin yaşadıklarını düşünmeyi seçti.

Anladığı kadarıyla bu piramitte gerçekten de üç tanrı bir kenara, bir tanrı bile yaşamıyordu. Bunu tahmin ediyordu. O anlatılan kobaylı hikayede bir tuhaflık olduğunu seziyordu hep ve sözünü de esirgemiyordu bu konuda. Bunun onu mutlu mu yoksa mutsuz mu etmesi gerektiğine karar veremedi. Üç tanrı hakkında düşünceleri doğruydu ve tuhaf olanlar asıl İrnadlılardı ama şimdi de galaksiden tek ayrılış umudunu kaybetmiş gibiydi.

Neden üç tanrıya ihtiyacım olsun diye çıkıştı kendine. Şimdiye kadar hem onların gerçek olmadığına inanıp hem de onlara bel bağlamakla hayatının on yılını boşa harcamıştı. Portallar oradaydı ve tek yapması gereken galaksi dışındaki herhangi bir yere gidenden geçmekti. Daha önce birçok kez galaksi dışına giden portalların önünde hayaller kurmuştu ve birçoğunun yerini ezberlemişti.

Portallarla ilgili hayallerinin derinliklerine dalarken sanki o hayallerde boğulmasın diye kafasına bir darbe aldı ve onu yere serdi. Hemen ayağa kalkıp etrafına bakındı ve kolayca büyü yapabileceği bir pozisyon aldı. Etrafında canlı bir şey hissedemiyordu. Bir tuzak olabilir mi acaba dedi ama bir tuzak neden bayıltacak kadar bir güçle bile vurmasın. Kafasının ağrıması çoktan geçmişti. Sakince olayı hatırlamaya çalışınca tavan alçalmış olabilir mi dedi içinden ve hatırladı. Bu bir piramitti. Doğal olarak tavan yerine geçen piramidin yüzeyleri tepeden taban kenarlarına doğru ilerledikçe alçalması gerekiyordu. Demek ki bu koridorun sonu yani çıkış kapısı burada bir yerde olmalıydı.

Eliyle etrafı yoklayarak bir kapı veya kapı kolu aradı. Belki yakınlarda düğme tarzı kapıyı açmaya yarayan bir mekanizma vardır diye etrafı taradı elleriyle. Genelde kazananların çıkışıyla ilgili söylenenleri hatırlamaya çalıştı. Her kazananın piramidin tabanının farklı noktalarından çıktığının söylendiğini hatırladı. Piramidin içi yapısı değişiyor muydu hep?

Şimdiye kadar piramitte her olay bir tuhaftı zaten, belki de çıkışın da tuhaflıkla açılabileceğini varsaydı. Ellerini koridorun sonundaki yüzeye koydu ve piramitten çıktığını hayal etti. Elleri duvarın içine girdi. Piramit onu yiyor gibi gözüküyordu. İçini bir panik kapladı ve ellerini dehşetle çırparken ikisini de kendine doğru çekince afallayıp kaldı. Kısık kısık güldü, ellerini bir daha duvara koyup çıktığını düşündü ve duvarın içinden geçerek çıkıldığını anladı.

Hemen dışarı çıkmadı. Önce kendini büyüleyip fark edilmez yaptı. Dışarı çıktığında onu neyin beklediğini bilmiyordu. Bir iç çekti ve piramitten çıktığını hayal ederek duvara doğru yürüdü. Işık sanki istenmeyen bir misafirmiş gibi şiddetle gözlerinden içeri giriyordu ve göz kasları da istenmeyen misafirin üstüne kapıyı kapatmaya çalışan ev sahibi gibi göz bebeklerini küçültüyordu.

Ortam tam bir kaostu. Sivrikılıçlar ve Demirbilyeler hâlâ birbirlerine girmiş kavga ediyorlardı. Ügül ise Ammon ve Berenike’yle uğraşıyordu hala. Sanki yarışın bittiğini fark etmemiş gibiydiler. Güvenlik görevlileri de bir yandan Sivrikılıç-Demirbilye Üç Tanrı muharebesini durdurmaya çalışırken, bir yandan da Delra’nın piramitten çıkmasını bekliyor ve Yeşil Örtülü Masa teşkilatının hile yaptığını söyleyen halkın geri kalanından koruyorlardı.

Bu delilikten kurtulmak için kendini belli etmeden portallara doğru giden yoldan, kargaşayı arkasında bırakıp gitti.

Oruç Can Hasmaden

Finlandiya’da gıda mühendisliği okuyorum. Fantastik ve bilim kurgu edebiyatı, filmleri ve oyunları tüketmeye bayılırım.