Öykü

Bildirişim

– Bu resimde ne görüyorsunuz?

– Eğilip bükülmüş saatler, su kıyısındaki küçük bir tepe, kel bir ağaç…

– Peki, bütün bunlar size ne ifade ediyor?

– Zamanın göreceliği olabilir… Bükülmesi… Ya da hepsinden de öte iç sıkıntısı, öyle bir sıkıntı ki insan zamanla eriyip gidiyor.

– Ya bu resimde ne görüyorsunuz?

– Yapım aşamasındaki kadın heykelleri, çekmeceler, uzakta yanan bir zürafa…

– Size ne ifade ediyor?

– İnsanlar, çekmeceleri kapalı birer dolap gibidir. Her çekmecede ayrı bir sır saklarlar. Yanan zürafa ise insan eliyle gelecek bir savaşı, bir felaketi temsil ediyor.

– Çok güzel!

– Aslında bu tabloyu daha önce görmüştüm, öyküsünü biliyordum.

– Önemli müzeleri gezmeye meraklısınız sanırım?

– Sayılır, elimden geldiğince her hafta iki üç müze gezmeye çalışıyorum. Zaten hesabım üç müzeden fazlasına izin vermiyor; ama sindire sindire gezdiğim için çok takılmıyorum bu konuya. “Yanan Zürafa”yı da Basel’deki bir müzede görmüştüm sanırım.

– Demek tablonun öyküsünü de böylece öğrendiniz.

– Aslında hayır. Annemler anlatmışlardı. Küresel salgın zamanı İspanya’da yaşıyorlarmış. Çok zor günler geçirmişler; yine de, insanlar evlerinden çıkamasalar bile bir şekilde birbirlerine destek olmaya çalışıyorlarmış. Her akşam saat sekizde balkonlara, pencerelere çıkar, halkın güvenliğini ve sağlığını gözeten çalışanlara desteklerini göstermek için onları birkaç dakika boyunca alkışlarlarmış. İşte bu birkaç dakikalık destek buluşmalarında komşularını tanımaya başlamışlar. Mesela içlerinden biri, alkışlar başlamadan önce müziğin sesini sonuna kadar açıp komşularını eğlendirirmiş. Hatta ara sıra “iyi ki doğdun” şarkısını takıp sitede yaşayan ve yaş gününü tek başına kutlamak zorunda kalan insanlara moral olmuş. İnsanlar pencerelerine astıkları yazılar, balkonlarından sarkıttıkları afişlerle iletişim kurar olmuş.

Böylece bir başka komşuları penceresine her hafta İspanyol ressamlardan birinin farklı bir tablosunu basıp asmaya başlamış. Dali’nin yanan zürafalı tablosuyla da yolları böyle kesişmiş. Kendilerine salgını, salgının başlangıcını ve nedenlerini hatırlattığı için ailem de bu tablonun bir kopyasını salonun başköşesine asmıştı. Öyküsünü böyle öğrenmiştim.

– İlginç bir karşılaşma olmuş.

– Evet, günümüzde yüz yüze kaynaşmayı geçtim balkonlardan, pencerelerden haberleşmeyi bile düşünemiyorum. Sen düşünebiliyor musun? Eskilerin neyine yetmiyormuş ki sıcak, temiz, güzel evlerinden, bilgisayar başından iletişim kurmak?

– Eskiden teknoloji bu kadar gelişmiş değildi. Özellikle büyük salgından sonra farklı ve hızlı bir gelişim gösterdi.

– O da doğru… İnsanların bazı şeyleri anlaması için büyük bir salgın gerekiyormuş demek ki. Bahsettiğin teknolojik gelişmelerden önce bazı insanların her gün evlerinden çıkıp işe gittiklerini, üstelik kimilerinin gidiş – dönüş yollarda günde beş altı saat harcadığını biliyor muydun? İnsan beş altı saatte neler yapmaz ki!

– Zamanları heba oluyormuş. Neyse, zararın neresinden dönülse kârdır. Peki, sınırlar hakkında ne düşünüyorsun?

– Son elli yılda geldiğimiz nokta gerçekten muazzam.

– Öyle, virüsün, salgının sınır tanımadığını gören devletlerin aralarındaki tel örgüleri atmaya başlamaları güzel bir gelişme.

– Yeni nesil için ilginç sözcük seçimleriniz var.

– Evet evet, yaşıtlarım için “tel örgü”nün pek bir şey ifade etmediğinin farkındayım ama benim hoşuma gidiyor açıkçası bu türden sözcükleri kullanmak. Eskilerin davranışlarını onaylamamam, onların teknolojilerini küçümsemem, kelime dağarcıklarına ilgi duymamı engellemiyor sanırım.

– En basitinden, bizden önce yaşamış yazarların eserlerini okumaya devam ediyoruz.

– Bu arada sınırların kaldırılmasından bahsetmişken yolculuk haklarından bahsetmeden de olmaz. Salgından önce insanların uçakla istedikleri yere, istedikleri zaman, istedikleri kadar gidebildiklerine inanamıyorum.

– Salgından sonra da bir süre gitmeye devam ediyorlar.

– Öyle, ama temel olarak salgına dayalı bir fikir olarak çıktı uçuşların kısıtlanması. Yılda en fazla iki gidiş – dönüş hakkım var, nereye kullanacağımı seçmek için düşün düşün kahroluyorum. Bu yüzden eskileri biraz kıskanmıyor değilim; ama annemle babamın anlattığına göre salgın sırasında, özellikle de uçuşlar durunca hava kirliliği bir anda azalıvermiş. Öyle ki sadece uydu görüntüleriyle değil, gözle de görülür bir değişiklik olmuş. Yaşadıkları büyük şehrin biraz dışındaki bir kasabada oturuyorlarmış. “Ufukta, şehrin üstüne çöken, bazen turuncuya çalan sarımtırak sis birkaç haftada kayboluverdi,” diye anlatırlar.

– Ayrıca doğa da kendini yenilemeye başlamış.

– Doğru diyorsun, işin o boyutu da var. Neyse, yine çenem düştü; artık gitmem gerek. Bugünkü konuşma için teşekkür ederim danışbot. Yine her zamanki gibi rahatlatıcı bir seans oldu. Tek başıma şu küçücük dairede yaşadığımı unutuyorum sayende.

– Rica ederim.

– Hatta senin yapay zekâ olduğunu bile unutuyorum! Karşımda gerçek bir danışman bulunmadığından emin olmak güç. Annemlerin zamanında yapay zekâ bu kadar gerçekçi değilmiş, hep öyle söylerler.

– O zaman bir sonraki seansta yapay zekâlar üzerine konuşalım.

– Sen zaten hazırsındır, ben de hazırlığımı yapar gelirim.

– Gelecek hafta yine aynı saatte mi?

– Evet, görüşmek üzere.

– Görüşmek üzere.

Yerinden kalkmadan önce bilgisayarını kapatıyor. Küçük kutudan dışarı yansıyan ekran ve klavye görüntüleri yavaş yavaş sönüyor. Evet, bilgisayarlar artık küçücük küplerden ibaret. Birkaç saat sonra arkadaşlarıyla buluşacak. Elbette sanal gerçeklik üzerinden; duşa doğru yol alırken, bu sanal ortamda üzerine ne giyebileceğini, hangi mekânda oturmayı seçeceklerini düşünüyor. Belki bu kez bir sahil kasabası seçerler…

S. İpek Ortaer Montanari

87 yılında İstanbul’da doğdum. Müzikle, kitaplarla, dostluklarla büyüdüm. Saint Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra İÜ Fransızca Mütercim Tercümanlık bölümünü bitirdim, İsviçre’de Eğitim Teknolojileri alanında mastırımı yaptım; bu süreçte yurtdışına taşındım, evlendim. Şimdiye kadar İthaki Yayınlarından basılan 4 çevirim bulunmakta; çevirmenliğin yanı sıra yazmakla, müzikle ve yeni diller öğrenmekle ilgileniyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for erce erce says:

    Kısa, öz , seviml, güzel, bilim kurgusal…
    Tam işyeri, öğle zamanı atıştırmalık - okumalık :slight_smile:
    Ellere sağlık :+1:

  2. Yorumunuz ve beğeniniz için pek teşekkür ederim :slight_smile:
    Nice öykülerde görüşmek üzere, sevgiler,

  3. Merhaba,

    @erce ye katılıyorum hoş bir atıştırmalık okudum. Birkaç ay önce virüs temasında da rahatlıkla yayınlanabilirdi.

    İnsanlığın geleceğine dair öngörüleri de isabetli buldum.
    Elinize sağlık…

  4. Merhaba,

    Yorumunuz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim. Evet, o temaya da yazmayı düşünmüştüm ama fırsat bulamamıştım, konu da güncelliğini koruyunca Dali ile harmanladım :slight_smile: Bakalım gelecekte daha neler göreceğiz.

    Nice ökülerde görüşmek üzere, sevgiler,

  5. Merhaba; Günümüzün gerçekliğinden hareketle kısa ve hoş bir öykü olmuş. Kaleminize sağlık:)

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

1 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for MuratBarisSari Avatar for erce Avatar for SoundOfSilence Avatar for Nurdan_Atay