Öykü

Farel

Faril kayalıklarının zirvesindeyim. Zirvenin en tepesinde, en sivri kayalığın ucunda öylece dimdik duruyorum. Aşağıdan dalgaların sesi geliyor kulaklarıma. Kayalıkları yalayan ıslak ve hoyrat ellerin sesini dinliyorum. Sakinim, şu kısa ömrümde ilk kez bu kadar sakin. Ilık bir rüzgâr geçiyor bedenimin üzerinden. Yüzümde ve ayaklarımda duyuyorum en çok rüzgârı. Ama ne güzel, ne şahane rüzgârın sevişi. Uzun siyah giysimin altında duran ayaklarım ve yüzüm rüzgârı çektikçe içine çekiyor. Üzerimdeki kapodan nefret ediyorum o an. Bu uzun siyah giysi neden kapatıyor bütün bedenimi sanki. Kollarımın ucuna, oradan ayak bileklerime kadar uzanan, başımın tepesini dahi bir kapüşonla örten Kapomu sorguluyorum. Bir kraliyet kostümü, bir aidiyetin ve teslimiyetin ifadesi. Bir kölenin ayaklarına vurulan örtük bir zincir. Kaçmak istiyorum. Siyah korkunç giysileri içinde bir kalabalık canlanıyor zihnimde. Bu Farilli prensidir! Kaposunu giydirin! Yakalayın! Koşun! Ahh keşke o gün kaçabilseydim. Oysa ne büyük törenle giydim bu kapoyu. Yine böyle hafif rüzgârlı, bol yıldızlı bir geceydi. Tarnum’u tanıdığım ilk gece.

Tarnum, sevgilim. Ahh! O gece etrafımda dolanırken ilk kez duyduğum sesini, teninden buram buram gelen o tatlı kokunu bile hatırlıyorum…Yaralıydım. Bedenimin her tarafı çizikler ve kesiklerle doluydu. Şu tuhaf kostümü giydirmek için bin tane sınavdan geçirmişlerdi beni. Büyük bir iştahla atlamış, sıçramış, savaşmış ve kazanmıştım. Tüm bu hengameyi atlattığım için memnun ve yorgun, gece çadırının altında oturuyordum. Çadırım eller üstünde taşınıyor, etrafımda tören devam ediyor, birileri çadırın yanında şarkılar söylüyordu. Az sonra büyük bir kalabalığın karşısına çıkacak ve kapomu giyecektim. Siyah çadırımın içinden dışarıyı göremiyordum. Dar ve kapalı alanlarda hep sıkılmışımdır. Nefesim daralıyor, terliyordum. O an bitsin istiyordum. Bitmesini istediğim o anın, tam kalbime kazınacağını nereden bilebilirdim?

Hiç unutamıyorum. Hiç unutmayacağım. İlerliyorduk. Yanyana ve birbirimizi görmeden, hiç tanımadan. Sen ve ben. Bir anda bir ses geldi kulaklarıma. Sesler arasından duydum ben senin sesini. Ayırdım, tanıdım. O sese takıldım. Ne tatlı, ne hoş bir sesti böyle bu. Senden başka herkes sussun istedim. Töreni unutup çadırımdan çıkıvericektim neredeyse. Edebimden durdum. Heyecanımı bastırıp, seni dinlemeye koyuldum. Bu histen sonra çadırımın tören meydanına nasıl geldiğini bile hatırlamıyorum. Her prens kapo töreninde çadırı açılmadan önce büyük bir heyecana kapılır. Seller gibi bir kalabalığın karşısına yarı çıplak takdim edilmenin ve sonucunda kraliyet kostümünü giyerek büyük bir güce kavuşmanın heyecanı. Bense senin sesinden sarhoş, kim olduğunu görmek için sabırsızlanan bir meczup durumundaydım o an.

Bir anda çadırımda sarsıldım. Neredeyse koltuğumdan düşecektim. Tören yerine geldiğimizi böyle anladım. Kalabalığın muazzam sesini çok yakınımda duydum. İyi de o ana kadar bunca sesi nasıl hiç duymamıştım. Bunca ses arasında tek bir sesi dinlemeyi nasıl başarmıştım? Bunu fark ettiğimde, tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum. Tuhaftı, çok tuhaf. Acaba öyle bir ses var mıydı, yoksa ben uyudum mu? Deliriyor muyum?

Derken, süvariler çadırın perdelerini çektiler ve kalabalıktan müthiş bir ses yükseldi. Ayağa kalktım. Bana önceden öğretilmiş olan yere doğru yürümeye başladım. Kendi heybetimi hissediyor, gücümü idrak ediyordum. Adımlarımı attıkça kalabalığın sesi coşuyor, coşuyordu. Durmam gereken yerde durdum ve dört bir yanıma dönerek, selama koyuldum. Selamın son dönüşünde, seni gördüm. Öylece uzaktan bana baktığını. Konuşmuyordun ama seni tanıdım. Onca kalabalık arasında seni yine tanıdım. O sesin sana ait olduğundan emin, bir anlığına kalakaldım gözlerinde. Ne müthiş bir tat. Ne anlatılmaz bir his. Hiç istemediğim halde dönüşümü bitirdim. Bana emrolunduğu gibi. Şu kara kapomu üzerime geçirdiler ve beni unuttular. Gidip koltuğuma oturarak görevimi tamamladım. Neredeyse bir kraldım artık.

Babamın ve annemin gururlu yüzlerini fark ettim. Annem elimi tuttu. Narin ellerini okşadım.

‘Sana bayıldılar’ diye bağırdı kulağıma. Sesini zor işittim. İki kere tekrar etmek zorunda kaldı söylediğini. Babam gülümseyip başını salladı, aynen karşılık verdi. Sonra onlar da beni unutup, eğlenceye karıştılar. Kimse bana dokunmayınca derhal sana doğru çekildim, sesine. Kimdin sen?Kalabağın arasında gözlerim heyecanla dolaştı. Seni göremedim. Dört bir yanıma bakındım. Gözlerimi kapatıp sesini duymaya çalıştım. Duyamadım. Bir anlığına paniğe kapıldım. Yerimde huzursuzca kıpırdandım. Sonra senin sesini tanıyan, yüzünü bilen ruhum teskin etti beni. Buralardaydın. Yakınımda. Henüz tanışmamıştık. Ve gece yeni başlıyordu.

Seni beklerken, yıldızlara bakıp durdum. Dans eden güzel kızlar, tören alanında sergilenen performanslar başka gecelerde olduğu gibi dikkatimi çekmedi hiç. Deli gibi dans edip dikkatleri üzerime toplamak da gelmedi aklıma. Espriler yapıp güldürmedim etrafımdakileri. Bu halim, dostum Golya’nın dikkatini çekmiş olmalı. Yanıma yaklaştı bir ara ve nasıl olduğumu sordu. Ona içtenlikle gülümsediğimi hatırlıyorum. O ise tuhaf bir şey görmüş gibi şaşırarak saniyeler boyu yüzüme baktı. Sonunda eğilip, yanıma yaklaştı ve,

– Bu gece çok çekici görünüyorsun Farel, şaşırtıcı derecede çekici ve hoşsun.

– Daha önceleri beni beğenmediğini bilmiyordum, Golya.

– Raston olmasa sana neler yapardım kim bilir? Fakat bu gece Raston’u artık terk mi etsem diye düşünüyorum.

– Golyaaa, vs…vs…

Biz sohbet ederken, aşağıda insanların dans ettiği sahne boşalmış, fener ekibi belli bir alanı aydınlatıyordu. Golya ve ben sahneyle pek ilgilenmiyorduk. Ben bir yandan Golya’yı dinliyor, bir yandan da gökyüzünün güzelliğini izlemeye devam ediyordum. Muhabbete Raston’da katılmıştı ve o gecenin en normal anıydı bu. Raston’u çok severdim ve o sırada onu dinliyordum. Konuşmalarını duyuyor, ama artık ona doğru bakmıyordum. Başım kendiliğinden tören alanına dönmüştü. Sanki bedenimi yönlendiren şey artık ben değilmişim gibi gözlerim, sahne arkasına kurulmuş olan kapıya kilitlendi. Kapı ardına kadar açıldı ve bir ışık huzmesi süzüldü içeriden. Kalbim sebepsiz yere hızla çarpmaya başladı. İçeriden bir uluma sesi duyuldu. Büyük bir kurdun gölgesi tören alanına kendisinden önce girdi. Ağır ağır yaklaşan gölgeye bakan herkesin soluğu kesildi. Heyecandan koltuğumdan kalkıp ayağa fırladım. Şu hayatta en çok görmek istediğim şeydi bu. Büyük bir beyaz kurt. Nefesimi tuttum. Az sonra güçlü beyaz ayaklar sahneye girdi. Öyle beyaz, öyle güzel, öylesine pırıl pırıl parlayan bir varlıktı ki, güzelliğinden gözlerim kamaştı. Kurt mağrur başını havaya kaldırıp uludu. Ve sahnenin ortasında durdu. Başını hafifçe sahne arkasına çevirdi. İşte o an senin gölgeni gördüm. Sesin yeniden kulaklarımda yankılandı. Beyaz kurt başını göğe kaldırıp aya baktı ve sen, hem aydan hem de kurttan daha parlak kapıdan ağır ağır süzüldün. işte sesin ve bedenin karşımdaydı. Sana baktım, baktım. Gözlerin kapalı şarkını söylerken ağır ağır sana yaklaşarak tam karşında durdum. Yüzün, ellerin, dudakların ve kirpiklerinle söylüyordun sözlerini. Böylesi bir güzelliği ömrümde hiç görmedim, Şarkın bitti. Gözlerini açmadan önce başlayan alkışlara hafifçe gülümsedin ve gözlerini açıp dosdoğru gözlerimin içine baktın. Elaya çalan kahverengi gözlerin, bir ok gibi saplandı içime. Dimdik, güçlü bakışlarını hiç çekmedin yüzümden. Gitmeden önce hafif bir gülümseme yerleştirdin dudaklarına ve son kez bana bakıp, dönüp gittin. Beyaz kurt ile beraber, gözden kaybolup da kapı kapanınca, bir an o büyü ile yerimde kalakaldım. Ardından evren sönükleşti, eğreti bir hal aldı. Etrafımdaki her şey kırık dökük, saçma ve anlamsız göründü bana. Şaşkınca etrafıma bakındım. Kalbim yokluğunun ızdırabıyla doldu. Aşkın dibine düştüğümü o an anladım. Karşımda duran kapalı kapıyı yok etmek, seninle arama giren tüm kapıları yıkmak tek istediğimdi artık. Yine de o an, sana doğru koşamadım. Başkaları tarafından oluşturulan hayatımın görünmez zincirleri ilk kez mahkûm etmişti beni. Bunu çok sonraları anlayacaktım.

Faril kayalıklarının zirvesindeyim. O geceden sonra seninle ilk kez karşılaştığım yerde. Beraber geçirdiğimiz iki ayın ardından beni bırakıp gittiğin yerdeyim. Tam yedi aydır gözlerine bakmadım. Tarnum! Bunu nasıl yapabildin? Seninle nasıl gelebilirdim ki?’ Araftasın sen’ dedin bana. Ne kralsın, ne de aşık. Tarnum! yanlış düşündün. Ben hem kraldım, hem de aşık.

Faril kayalıklarının zirvesindeyim. Zirvenin en tepesinde, en sivri kayalığın ucunda öylece dimdik duruyorum. Aşağıdan dalgaların sesi geliyor kulaklarıma. Kayalıkları yalayan ıslak ve hoyrat ellerin sesini dinliyorum.

Berna Mutlu