Adam tepedeki çiftlikte kocaman bir evde tek başına yaşarmış. Bütün gün yanında bir şişe şarabı, elinde tuğla gibi kalın kitabı evinin geniş verandasında otururmuş. Gün batımı ile evine döner ertesi gün tekrar aynı yerde, yeni bir şişe şarap ve yeni bir kitapla yeni günü karşılarmış.
Kendi mutsuzluğundan kaçan her insanoğlunun yaptığı gibi kasabalının da en büyük kaçış yeri bütün gün bu çiftliği izledikleri meydanmış. Günün gerektirdiği tüm lüzumsuz işler bitince ahali yavaşça meydana doluşur gözlerini tepeye diker adamı izlerken bir yandan da konuşurmuş;
“Adam hiç yerinden kalkmadığı halde bu toprak nasıl her sene mahsul veriyor, bu toprağı cinler mi işliyor?”
“Şafak vakti sürülerin sesi geliyor ama hayvanları gören yok.”
“İyi saatte olsunların çiftliği burası bak söylüyorum size.”
“Arada adamın yanında birbirinden güzel kadınlar görenler oluyormuş. Bir görünen kadın bir daha görünmüyormuş. Cinlerin padişahı diyorlar bu adam için. Harem kurmuş bu çiftlikte, her gün ayrı bir peri kızı alıyordur koynuna…”
Boş konuşmalarla birlikte gün batırıldıktan sonra adamın eve girişiyle meydandaki kalabalık da kendi mutsuz yaşamlarına dönüyormuş.
Yıllar boyunca bu cin-peri hikâyelerini dinleyen çocuklar için şafak vakti uyanıp ya görünmez sürüyü ya da dillere destan güzellikte peri kızlarını görmeye çalışmak yeni bir cesaret oyununa dönüşmüş. Şafak vakti uyanıp çiftliği gözleyen her delikanlı yeni bir hikâye uydurmuş. Kimi gecenin sabaha kavuştuğu anda, adamın yüzünün etrafından yayılan mavi bir ışığın izinde meraya doğru koşturan kanatlı inekler gördüğünü söylemiş, kimisi de adamın yanında gülümseyerek yürüyen peri kızları gördüğüne yeminler etmiş. Bazıları peri kızı ile adamın davullu zurnalı düğününe bile şahit olduğunu söylemiş.
Delikanlıların hikâyelerini duydukça merakı artan kız, on beşine bastığı gecenin şafağında yavaşça yatağından kalkıp anlatılanları gözleriyle görmek için yola düşmüş. Delikanlıların her zaman çiftliği gözlediği noktanın biraz gerisinde durup evi gözlemeye başlamış ama durduğu yerden bakınca gördükleri -aslında göremedikleri- onu kesmemiş. Delikanlılara varlığını hissettirmeden çiftlik arazisinin dibine kadar sokulmuş. Etrafta koşturan hayvanların sesini duymuş. Kız gözlerini kocaman açarak hayvanları görmeye çalışırken tek gördüğü az ilerde duran adamın buz mavisi gözleri olmuş. Korkudan mı yoksa gördüğü manzaranın büyüleyiciliğinden mi bilinmez kız olduğu yerde donmuş kalmış. Ne bir yardım çağırabilmiş ne de kaçıp gidebilmiş. Adam sakince gülümseyerek kendisinin olduğu yere doğru yürümeye başlamış. Kız, adam yürüdükçe alaca mavi gökyüzünün ışıklarının adamın buz grisi sakallarından yansıdığını görmüş. Oğlanların sakalından mavi ışık çıkıyor dediği bu olsa gerek diye düşünmüş. Adam kızın yanına gelip koca bir gülümseme ile, “Günaydın,” demiş.
“Senelerdir evimi gözleyen oğlanlardan daha cesur çıktın, yıllardır kimse bu araziye bu kadar yaklaşamadı. Cesaretini kutlamak için sana sıcak bir bardak süt ikram edeyim. Sabahın ayazında üşümüşsündür hem içini ısıtır.”
Kız hipnotize olmuş gibi cevap vermeden adamın arkasından eve doğru yürümeye başlamış. Aşağıda çiftliği gözleyen oğlanlar o sabah adamın yanında eve giren bir peri kızı gördüklerine yeminler ederek arkadaşlarının yanına koşmuşlar.
Adam kızı içinde eski usul kocaman bir ateşin yandığı mutfağa buyur etmiş. Ateşin üstünde kaynayan tencereden bardağa doldurduğu sütü kıza verip oturması için az ilerideki sandalyeyi işaret etmiş. Kız sütün sıcaklığı ile biraz kendine gelip kuşkulu gözlerle adama bakmış ve “Senin sürünü gören kimse yok” demiş. ”Bu süt cinlerin görünmez sürüsünden mi geliyor?”
Adam kızı baştan aşağı süzüp, “Sana,” demiş, “biri hariç tüm sırlarımı veririm ama bir şartla.”
Kız elindeki sıcak sütü sımsıkı kavramış adamın gözlerine dimdik meydan okur gibi bakıp adamın şartını sormuş.
“Benimle bu evde yaşayacaksın,” demiş adam kıza. “Benimle kalırsan sana biri hariç tüm sırlarımı veririm.”
Kız kasabadaki sıkıcı hayatını düşünmüş sonra da adamın sırrını öğrenip geri dönerse millete nasıl hava atacağını hayal etmiş. Adamın sırlarını öğrenene kadar çiftlikte kalmayı kabul etmiş. Sütünü içtikten sonra adam ona tek tek sırlarını açıklamaya başlamış.
Adam bütün gün oturduğu halde nasıl oluyor da koca çiftlik kendi kendini idare ediyormuş? “İşin sırrı” demiş adam, “Sevgi. Ben bu çiftliği ellerimle inşa ettim. Toprağa ektiğim her tohumun içine yüreğimden bir parçayı da ekledim. Sürüdeki her hayvanı kendi etimle, canımla besledim. Şimdi ben bütün gün oturup yüreğime iyi gelen şeyleri yapıyorum ve ben yüreğimi besledikçe onun parçalarını taşıyan tohumlar kendiliğinden yeşeriyor, sürü kendi kendine bakıyor, sevgiyle çoğalıyor ve büyüyor.” Kız yanındaki iri adama şöyle bir bakmış “yüreğinde bedenin kadar büyük olmalı yoksa nasıl her tohuma, sürüdeki her hayvana yetecek kadar parçalara ayrılabilsin?” Adam gizemli bir şekilde gülmüş. “Sana biri hariç tüm sırlarımı veririm demiştim, işte o sır bu. Sana yüreğimi nasıl bu kadar parçaladığımı anlatamam ama evrendeki tüm sırları anlatırım istersen.” Kız o tek sırrı deli gibi merak etse de evrenin diğer sırlarını dinleyerek orada bir süre daha kalmaya razı olmuş.
Adam her gün uyanıp kitaplığından bir kitap seçer, kıza yeni bir sır açıklar sonra anahtarını boynunda sakladığı şarap mahzenine girer kendine yeni bir şişe şarap alır ve tüm günü eskiden olduğu gibi verandada geçirirmiş. Kız koca evin içinde öğrendiği yeni sır hakkında düşünerek dolaşır dururmuş.
Günler geçtikçe kızın merakı adamın anahtarını boynunda taşıdığı mahzene kaymış. Bir gün adama bu kez şarabı senin için ben seçeyim demiş ama adam anahtarı sımsıkı tutarak gerek yok diyerek kızı savuşturmuş. O günden sonra kızın mahzene olan ilgisi giderek daha da artmış. Bir gece adam uyurken gizlice yanına sokulmuş. Uyuyan adamın boynundaki anahtarı alıp gizlice mahzene inmiş.
Büyük ahşap kapıdaki metal kilide anahtarı takıp döndürmüş. Kapı gecenin içinde hafifçe inler gibi bir gıcırtıyla açılmış. İçeriden yoğun bir küf kokusu geliyormuş. Kız el yordamı duvarda bir elektrik düğmesi aramış ama bulamamış. Gözleri karanlığa alışana kadar kapının önünde beklemiş. Sonra minik adımlarla odaya girmiş. Küf kokusu içeri doğru yürüdükçe yerini daha keskin ve kötü bir kokuya bırakmış. Kız gözlerini kısıp etrafına bakmış. Tüm duvarlar dallarla sarılı gibi görünüyormuş. Yavaşça duvara yanaşıp dokunmak istemiş, elini soğuk taş duvara uzattığı anda arkasından gelen bir sesle olduğu yerde sıçramış.
“Sana evrenin tüm sırlarını verdim. Tek bir sır! Bir tek bunu kendime saklamak istedim ama sen buna müsaade etmedin. Tıpkı diğerleri gibi, sen de bana ihanet ettin!”
Adam elinde soluk mavi ışıklar yayan bir fenerle kapıda durmuş, delirmiş gibi kendisine bakıyormuş. Kız korkuyla geriye doğru bir adım atınca duvara çarpmış. Arkasını dönüp bakınca gördüğü manzara karşısında dili tutulmuş. Taş duvarları kaplayan dalların arasından sarkan yüzlerce kadın bedeni kendisine bakıyormuş. Bazı bedenler tanınmayacak kadar çürümüş ve parçalanmış bazıları ise hâlâ canlı gibiymiş. Kız kekeleyerek adama doğru dönmüş. Adam kesik kesik soluyarak kızın yanına gelmiş.
“Kalbimi nasıl o kadar parçaladım öğrendin mi? Bak tüm bu kadınlar senin gibi merakları yüzünden bana ihanet etti. Her biri kalbimi paramparça etti. Onlar benim kalbimi parçalayıp beni yok ettikçe bende onların yaşamıyla bu çiftliğe can verdim. Bedenleri tarladaki tohumlara, ağıldaki sürülere can verdi. Şimdi sende ihanetinin bedelini ödeyeceksin.”
Kız kaçmak için adım dahi atamadan adam kızın üstüne çullanmış. Onu bağlayıp duvardaki dalların arasına yerleştirmiş. Dallar hemencecik canlanıp kızın bedenini sarmış. Köklerden biri kızın kalbine batarken kızın son gördüğü şey adamın yüzünde fenerin ışığı vurdukça mavi mavi parlayan sakalları olmuş.
Adam mahzenden elinde yeni bir şişe şarapla çıkmış. Kitaplıktan bir kitap alıp feneri kitaplığa bırakmış. Yeni kitabı ve şarabıyla verandaya otururken güneş çiftliğin üzerine doğmaya başlamış…
- Pembe Peri ve Uçan Prens - 1 Kasım 2020
- Cin Çiftliği - 1 Ekim 2020
- Dünyanın Adı - 1 Ağustos 2020
Başta öykü bana uzun geldi ve başlamadan geçmeyi düşündüm ama ilk cümle gözüme çarpınca devam etti. Çarpıcı bir öykü bu, gerilimi ve gizemi sonuna kadar sürdürüp en sonunda okurunuzu vurmaya çalışmışsınız. Yine de öykünün ortasına doğru adamın sırrı anlaşılıyor. Yoğun bir Poe etkisi var ve onunkiler kadar güzel. Zihninize sağlık.
Bu arada “tuğla gibi kitap” ve Poe etkisi derken elimin altında tam da bütün hikayeleriyle, asla okunamaz çevirisiyle Poe olması da bir başka tesadüf.
Daha vurucu bir sır beklerdim. =) Güzel öykü.
"Yoğun bir Poe etkisi var ve onunkiler kadar güzel. " Bu yorum beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz! Bu güzel yorum sayesinde yazmak için her zamankinden daha heyecanlı ve gayretliyim şimdi
Yorum için teşekkürler, beğenmenize çok sevindim! Çocukken masallara bayılırdım. Büyüyüpte aslında tüm o mutlu sonların ilk yazıldıkları hallerinde daha karanlık daha “mutsuz” sonlar barındırdığını öğrendiğimde masallara aşık oldum. Masallar bize her zaman olaylara başka bir açıdan bakmayı öğretiyor. Öyküdeki sır çok vurucu değil ama meraklı kasabalının yanında durup tepedeği çiftliğe bakarsak eğer, o sır bizim için de olduğundan daha gizemli ve büyük hale geliyor
Öykünüzü beğendim, kaleminize sağlık.