Öykü

Çöldeki Çatlak

Sis iyice yoğunlaşmıştı, sisin içindeki tekli çiftli parıldayan gözlerin yüzünü görmek oldukça zordu. Birileri görev bilinciyle sisin içinde koşuşturuyordu. Zeld eğilmiş, KaRo’yla cesedi inceliyordu. Yanına bir polis memuru geldi ve “Misafirleriniz portal çölünden çıkmışlar. Birazdan burada olurlar,” dedi.

“Hıhı.” Zeld başkalarının işe karışacak olmasından nefret ediyordu. Farklı galaksilerin hatta aynı galakside olan farklı gezegenlerin bile çok farklı terminolojileri vardı ve bunları birilerine açıklamak çok yorucu oluyordu.

Polis memuru giderken KaRo’nun oluşturmuş olduğu atmosferik kalkandan içeri sis girdi. “Hay… KaRo içerideki sisi atar mısın?” diye homurdandı Zeld.

“Tamam.” KaRo garip bir şekilde hoş duyulan sentetik sesiyle cevap verdi. “Çatlak için nemi uygun seviyeye düşürdüm.”

Zeld, kolunun içindeki bilgisayarı ve çatlağın kafasını kabloyla birbirine bağladı. O sırada bir uçar altındaki sisi dağıtarak iniş yaptı. İçinden iki sivil indi ve uçarın yerini yeniden sis kapladı. Zeld, sivillerin belinde tanıyamadığı türden tabancalar taşıdıklarını fark etti. Sürv’den gelmesi beklenen iki polisin bu siviller olduğunu o anda anladı.

“Merhaba! Şuradaki memur arkadaş sizinle konuşmamızı söyledi. Ben Başkomiser Alten ve yanımdaki de Komiser Enami.” Misafirler hızlıca evrensel kimlik kartlarını gösterdiler. “Sürv’de açılmış olan Büyük Şeyler dosyası bizim elimizdeydi. Bildiğiniz gibi gezegenimizin portal kulesinde çalıntı eşyalarla yakalanan robot bizi buraya, Sanber Gezegeni’ne yönlendirdiği için dosyayı sizinle yürütmemizde karar kılındı.”

Zeld kafasını kolundaki bilgisayardan kaldırmadı. “Evet, evet. Hoş geldiniz. Ben Başkomiser Zeld; bu da KaRo, bir kalkan robotu. Sizinle çalışacağıma memnu…” Sonunda yüzünü onlara çevirdi ve kolunu onlara doğru uzattı. “Şanslı gününüzdesiniz… Belki de şanssız desek daha iyi olacak. Şu ağaca yaslanmış çatlak sanki sizin dosyanızdan çıkmış gibi.”

“Pardon, siz ölülere çatlak mı dersiniz?” Alten ve Enami, Zeld’i sorgulayan gözlerle süzdüler. Zeld’in yaptığının ölülere karşı büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüp bu tarz bir ciddiyetsizlikten hoşnut olmadılar.

Zeld çatlağın ne olduğunu anlamadıklarını fark edince kısık bir of çekti. Beklediği oluyordu. Bıkkın bir tonla açıklamaya başladı. “Çatlak, beyin çiplerinden biri zorla koparılmış olan… demek. Bu çatlağınsa hafıza çipini yürütmüşler. Şu kablo girişinden de ne olduğuna bakıyoruz,” dedi ve kolundaki bilgisayarı ikisine doğrulttu.

Alten ve Enami kolun içindeki bilgisayara büyülenmiş bir şekilde bakakaldılar. Koldaki küçük ekrana göre çatlağın adı Giru’ydu, yirmi sekiz yaşındaydı ve bu gezegende doğmuştu. Bunların yanı sıra başka kimlik bilgileri ve fiziki bilgileri yazıyordu. Ekran aşağı indikçe daha farklı ve anlaması güç bilgiler gözükmeye başlıyordu ama en çok ilgilerini çeken şey ‘Son Sinyal’ yazısıydı çünkü karşısında ‘Xelak Galaksisi, Sürv Gezegeni’ yazıyordu. Zeld’e ‘Bu ne?’ der gibi bir bakış attılar.

Zeld küçük bir şaşkınlıkla, “Son sinyal mi?” diye sordu. Bu kadar açık bir şeyin anlaşılamamasını algılayamıyordu. “Bazılarının robotlarıyla gizli iletişim kurmak için taktırdıkları bedensel alıcıların aldığı son sinyalin yerini gösteriyor. Bu durumda sizin gezegen son sinyal aldığı yer. Dosyanızda yazana bakılacak olursa siz robotu etkisiz hale getirdiğiniz an sinyaller de kesilmiş. Ayrıca biraz daha aşağılara kaydırırsanız sinyalleri aldığı robotun seri numarası da yazıyor ki o da sizin hırsızınkiyle aynı.” Zeld’in gözleri ve parmakları yeniden küçük bilgisayarın üstünde gezinmeye başladı, bir bilgiyi aradığı belliydi. Aradığını bulunca kafasını ekrandan kaldırmadan, “Meslek olarak uçar tamircisi yazıyor ama kesin yalandır. Sonuçta kaç tane uçar tamircisi başka bir gezegendeki hırsızlık girişimine karışmış bir robotla temasta olsun, di mi? Sormak istediğiniz bir şey var mı?” dedi.

“Yok. Sanırım bunlar yeterli, değil mi Enami?” Alten, Zeld’in bilgi yağmuru altında kendini bir peçete gibi bütün suyu çekmeye çalışırken buldu.

“O zaman çöle geçelim. Burada yapacak bir şey kalmadı. Uçarım şurada.” Zeld yolun karşısını işaret etti. “KaRo, atmosferik kalkanı kapatabilirsin. Olay yeri incelemeye burayı devralabileceklerini söyle sonra uçara gel.”

KaRo’nun oluşturmuş olduğu kalkan kapanınca sisin içindeki küçük kubbe de yavaş yavaş yok oldu ve bulundukları yeri sis kapladı.

Alten, “Peki, bu… çatlağın kimin için çalıştığını söylüyor mu bilgisayarın acaba Zeld?” dedi uçara doğru giderlerken.

“Son zamanlarda Sili Diok çetesinde hareketlilik vardı, onlardan olabilir. Ayrıca Serap Pazarı’nın da bir süredir galaksi dışı işlerle uğraştığına dair söylentiler var ama bunlar bir şey açıklamaz. Bilgisayarımla fazla bilgi alamadım, çatlağın gövdesinde bilinen bir gruba ait bir işaret de bulamadık… şimdilik. Merkezde bütün kumlarını ortaya çıkarırlar. Kapıyı hafifçe iterseniz açılır.” Alten ve Enami anlamadıkları bazı terimleri sormamaya karar verdiler. Bu işten sonra buraya bir daha gelmeyeceklerdi nasılsa.

KaRo uçara geldiğinde gitmeye hazırlardı. Sürücü yanına oturdu. Uçar havalandı. Sisin yoğunluğunu ölçen KaRo yine o hoş sentetik sesiyle “Sürücü için öngörü tarayıcısını aktifleştirdim,” dedi.

Zeld, “Genelde sisli günler için… Sürücünün görüş alanı daraldığında kullanıyoruz. Kazaları azaltıyor,” diye açıklama gereği duydu. Belki de gelmekte olan soruyu hissetmişti.

Çölü oluşturan uzun binalar kendilerini uzaktan göstermeye başlamışlardı. Gecenin ve kara bulutların karanlığını göz alıcı neon tabelalarıyla, devasa reklam ekranlarıyla ve hologramlarla savuşturuyor ve kendini o karanlıktan koruyor gibiydi. Çöle daha da yaklaştıklarında üstündeki kara bulutların kendilerini saldıklarını gördüler. Alten ve Enami bu ışıltılı ama yine de kasvetli gözüken çölü sessizce izliyorlardı. Zeld onlara kendini hatırlatıp daha fazla soruya yer vermemek için susuyordu. KaRo ise hâlâ öngörü tarayıcısından bilgiler sağlıyordu.

Zeld kolundan bir kulaklık çekip Bir düğmeye bastı. “Efendim? Evet… Evet… Bir saate oradayım. Şu anda mı? Şu anda çöl dışındayım, portal çölü yolunda. Efendim? Hımm, yok uçarla. Tamam görüşürüz. Unutmadan, kendini tut… lütfen.” Telefon konuşması bitince misafirlerine, “İşler değişti. Normalde sizi genel müdürlüğe götürmem gerekiyordu, dosya üstünde konuşmak için ama demin gelen telefon sizi de ilgilendiriyor. Zaten hepimiz dosyayı gerektiği kadar biliyoruzdur herhalde. Çöl merkezinde bir tanıdığın vahası var, oraya gidiyoruz,” dedi.

Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra telaşla bir şeyi hatırlamış gibi yine kulaklığını çıkardı. “Amirim, iyi akşamlar. Evet, yanımdalar. Hım… Yok, fena gözükmüyorlar… Demin önemli bir telefon aldım. Dosyayla ilgili olabilir. Misafirlerle birlikte oraya gitmeyi daha uygun görüyorum. Önemli olabilir… Teşekkürler amirim.”

Çölün içi daha da kasvetliydi. Yukarıdaki ışıltılar aşağıdaki zavallıları pek aydınlatmıyordu. Aşağıya baktıklarında yağmur damlalarının yere ulaşamadığını hissettiler. Sokakta yürüyenlere çarpıp montlarından aşağı doğru süzülüyor, montların kenarlarından su damlacıkları şeklinde sokakla anca buluşuyorlardı.

Alten ve Enami orada burada çıkan reklamlara bakarken ilgilerini bir biyolojiğin hologramı çekti. “Aşırı sıcaklar yüzünden yağmur yağdırma programı bir hafta daha uzatılmıştır. Atmosferik kalkanlarınızı yanınıza almayı unutmayın. İyi günler.” Hologram yok oldu ve yerini bir reklam aldı.

Zeld kendi kendine “Paraları varsa alırlar,” diye homurdandı.

Bir binaya yaklaştılar. Zeld uçarı binadaki bir çıkıntıya kondurmaya çalışırken, “Aracı bu yuvada bırakırız, vahaya da yakın,” dedi. Çıkıntı tam uçara uygun şekilde yapılmıştı. Yuvaya açılan girişten içeri bakıldığında Zeld’in uçarına benzeyen daha birçokları görülebiliyordu. İçeri girdiklerinde Zeld girişin yanındaki ekrandan bir yer seçti ve uçar oraya doğru taşındı.

Yuvadan çıktıklarında sokakta onları bir kalabalık karşıladı. Yağmurdan korunmak için çoğunun kapüşonları kafalarına geçirilmişti. O kapüşonlardan bazen tekli bazen çiftli parlayan robotik gözler daha açık seçik belli oluyordu. Bazense metalik dış yüzeyi yukarıdaki neon tabelalarını ve devasa boyutlardaki reklam ekranlarını yansıtan robotlar geçip gidiyordu. Belki de biyolojik gözükenlerin bir kısmı da içine bakılmadan anlaşılamayacak kadar iyi bir işçilikle üstlerine deri geçirilmiş robotlardı.

Vahaya giderken başka bir sokağa geçtiler. Öncekine göre daha tenhaydı. Gayet sıradan gözüken bir arkadaş grubu bir binaya girdi. Bunun üzerine etraftan daha tekinsiz gözüken sivil bir grup aynı binaya birbirleriyle işaretleşerek yaklaştılar. Alten ve Enami huzursuzca ellerini tabancalarına doğru yavaştan götürdüler ama Zeld bir şey yapmamalarını işaret etti. KaRo aynı anda üçlünün tam ortasında durdu ve Zeld’in koluna üç kez dokundu. Ardından hafif bir cızırtı duyuldu. Anlaşılan kalkanlarından birini aktive etmişti ve bu bir atmosferik kalkan değildi.

Zeld kendisinin bile zor duyabileceği şekilde, “Ne olur ne olmaz diye,” dedi.

Sivil grup binayı iyice çevrelemişti ve sayıları bayağı artmıştı. Aniden grubun sivil kıyafetleri, üstlerinde ‘KORUYUCU’ yazan üniformalara dönüşmüştü. Bir baskının başlangıç emri verilmişti. Alten ve Enami rahatlasalar mı yoksa şaşırsalar mı bilemediler.

“Yine bir keten baskınıdır. Son günlerde iyice azıttılar. Her neyse vaha şurada.”

Zeld bir kapıdan ansızın içeri girdi, KaRo da onu takip etti. Misafirler ise nereye geldiklerini anlamak için ‘HİKİO’ yazan neon tabelaya baktılar ama yine de nereye geldiklerini anlamadılar. İçeri girdikleri anda ağır bir alkol kokusu burunlarını kesti. İçeridekiler, kimlerin girdiğine ilgi göstermiyorlardı. İçkilerine, konuşmalarına ya da oyunlarına odaklanmışlardı.

Alten ve Enami, Zeld’in yanına bara giderlerken, Zeld barmene “İki Henak ve bir Oirat,” diye sipariş veriyordu. Siparişi alan barmen anlamlı bakışlarla arkadaki kapıdan başka bir odaya gitti. Çok beklemelerine gerek kalmadan yanında bir kadınla geri geldi.

Kadın, “Ooo, hoş geldin hoş geldin. Arada bir uğraman iyi oluyor,” derken hafiften sırıtıyordu. “Bunlar kim?” dedi Zeld’in kulağına eğilerek. “Tanıştığıma memnun oldum. Alten ve Enami değil mi?” Zeld’den öğrendiği isimleri doğru söylediğinden emin olmaya çalıştı, cevap olarak da ikisinden kısa birer sırıtış aldı. “Ben de bu vahanın sahibi Koren. Eee… Zeld şey arkada. Hemen mi görmek iste– Peki, Peki. O zaman gelin.”

Barın arkasına, arkadaki odaya geçtiler. KaRo’ya da kapıda nöbet tutmasını söylediler. İçerisi ofis ve deponun karışımından doğmuş bir hilkat garibesine dönmüştü. Oda büyük olmasına rağmen içerinin dağınıklığından, olması gerekenin üçte biri kadar gözüküyordu. Koren, ofis kısmındaki masasına geçti. Masanın arkasındaki duvarda Koren’in gençliğinden bazı resimler vardı. Resimlerden, Zeld’in burası için niye ‘bir tanıdığın’ dediği anlaşılıyordu. Fotoğraftan tam olarak nasıl olduğu belli olmasa da polislikten bir yakınlıkları olduğu barizdi.

Zeld ofis masasının önünde hareketsiz duran adama yaklaştı, “Hareket çipi mi varmış?” diye sordu.

“Evet, şanslıymışsınız ama daha konuşturamadım. Biraz yorulmaya da başlamıştım, iyi ki geldiniz.” Koren’in sözleriyle birlikte hareketsiz duran adamın dayak yemiş hali bir anlam kazanmıştı. “Biriyle çöl dışındaki bir çatlakla ilgili konuşuyordu. Her şeyi duyamadım, bilirsin diğer müşteriler falan. Sonra bir baktım gidiyorlar. Ben sadece bu adamı yakalayabildim. O sırada… Şu iki yıl önce komiser olan adamı hatırlıyor musun? Hah, evet! O senin de çöl dışındaki bir çatlakla ilgili bir ihbara gittiğini ve sana teslim etmemin daha iyi olacağını söyledi. Yerinde uslu durmuyordu, hareket çipi varmış gibi. Ben de onu hareket çiplerinin bulunduğu noktadan biraz şokladım ama merak etme konuşması etkilenmedi. Depomu getirdiği şu hale bak! Biraz daha mı dövsem acaba? Aklı başına gelsin.”

“Ben sana kendini tutman hakkında ne demiştim? Neyse ki adam hâlâ ayık.” Koren’den hareketsiz duran adama döndü. “Şimdi, adından başlayalım.”

“Adı İtira’ymış Zeld. Konuşurlarken duymuştum ama diğerininkini duymadım. Üzgünüm.”

Koren’e bir sorguda olduğunu ima eder gibi bakıp İtira’ya döndü. “Peki, İtira! Hangi çetedensin?” Bir cevap alamadı. Utanarak Koren’e dönmüştü ama o da bu konuyla ilgili bir şey duymamıştı. “Peki sizin çatlak bu mu?” diyerek kolundaki bilgisayardan çatlağın bir hologramını gösterdi. İtira’nın yüzünden belli belirsiz bir tedirginlik geçti. Kimsenin fark etmediğini ummuştu ama yanılıyordu. “Anlaşıldı. Bu adam kimdi? Ya şimdi konuşursun ya da beynini açar her şeyi kendim bulurum. Dayakla konuşmayacağın belli.”

İtira konuşmamakta ısrarlıydı. Bunu Zeld de biliyordu. Bu yüzden fazla beklemeden kolundaki bilgisayara bağlı bir kabloyu çekip adamın kafasına doğru…

Alten, “Bir dakika,” diye olaya karıştı. “Eğer kafasını torba gibi açarsan ona kalıcı bir zarar gelecek mi?”

Zeld omuz silkerek “Evet ama soruşturmayı ilerletmemiz için küçük bir bedel,” dedi.

“Belki bizde daha hafif bir yöntem olabilir. Sizin çiplerinizden dolayı etkisini yitirir mi bilemem ama denemekte fayda var. Ne dersin?” Kısa bir sessizlik içinde Zeld seçenekleri gözden geçirip çaresizce onaylar gözüktü. Bunun üzerine Alten de “Enami,” dedi. Enami cebinden çıkardığı sıvı dolu bir silindiri İtira’nın sol şah damarına değdirdi ve içindeki sıvıyı ilk seviyeye kadar enjekte etti. Alten, “Şimdi yarım saat beklememiz gerekecek. İşe yararsa tüm sorularımıza cevap verir. Bu sırada ben bir içki alabilir miyim? Sen de bir şeyler ister misin, Enami?” derken yüzünde mağrur bir gülümsemeyle bara döndü. Enami ve Koren de hipnotize olmuş gibi onunla gittiler. Zeld enjekte edilmiş sıvıdan titremeye başlayan İtira’yla depo ofiste kalmaya niyetli olmadığı için onları takip etti. KaRo, Zeld’i bir an durdurup, “Onun başında durmamı ister misin?” diye sordu.

KaRo içeri girerken Zeld diğerlerinin yanına gitti. Üçü de çoktan oturmuş bir şeyler içiyorlardı. Masada dördüncü bir bardak onu bekliyordu. Masaya geldi, ağzını açtı ama bir şey diyemeden sustu. Alten ve Koren kendi aralarında konuşurken Enami’yi dışlamışlardı sanki. Kulaklarını kabarttığında birbirlerine hafiften kur yaptıklarını fark etti ya da ellerinden geldiğince birbirlerine yakınlaşmaya çalışıyorlardı. Enami de bu konuşmalardan sıkılıp kendini onlardan olabildiğince uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Zeld onları fazla rahatsız etmek istemedi. Çaktırmadan içkisini alıp Enami’yi kolundan tutarak yandaki masaya geçti. “Onları biraz yalnız bıraksak daha iyi olacak sanırım. Hem sormak istediğim birkaç soru vardı bu soruşturmayla ilgili. Bir sakıncası yoktur herhalde?” dedi Enami’ye.

“Hiç sorun değil,” diyerek içkisini höpürdetti.

“Öncelikle tam olarak ne çalındı? Tamam, dosyalarda küçük bir tüpten bahsediliyor ama başka hiçbir şey yok. Ayrıca bu çalınan eşyanın sahibi olan şirket… neydi adı, neydi… şey… Neyse. Bu şirketle ilgili neden hiçbir soruşturma başlatılmamış? Neden karanlıkta bırakılıyoruz acaba?”

“Aslında… yerel polis teşkilatı olarak bir soruşturma başlatmıştık ama robot, portal şehri muhafızları tarafından yakalandığı için Kozmik Polis Teşkilatı da ayrı bir soruşturma başlattı. İki soruşturmayı birleştirip devraldılar. Tabi kendi içlerindeki sorunlardan buna zaman bulabilirlerse bakarlar. Bize de bu robotun peşine düşmek kaldı.”

“İlk sorumu atladın. Çalınan şey neydi?” Zeld’in ısrarı sesine gayet iyi yansıyordu.

Enami anlatmamakta kararlıydı ama Zeld’le fazla inatlaşamayacağının da farkındaydı. Konuşması sakıncalı olur mu diye düşündü. Aklına Başkomiseri Alten’in söylediği, “Gerektiğinde hiçbir şeyden sakınma, ben senin arkandayım,” demesi geldi. Zeld’e doğru yaklaştı. “Hükümetimiz, Büyük Şeyler şirketini şu anda kullanılandan daha kolay bir genetik manipülasyon yöntemi bulmaları için tutmuş. Yanlış bilmiyorsam altı şirketle yarış içindelermiş. Bu Büyük Şeyler şirketi de kendi alanlarınca bir virüs geliştirmişler. Daha doğrusu virüsü temel alarak bir ‘yapay mutajen’ oluşturmaya çalışmışlar ama başaramamışlar. Virüs, virüs gibi davranıyormuş. Çalınan tüpteki örneklerse zararsızlaştırılmış halleriymiş. Biz bu kadarını biliyoruz.”

“Peki bunlar neden rapor edilmemiş?”

“Projenin başından beri gizli olmasından dolayı. Yanılmıyorsam Kozmik Polis Teşkilatı’nda bunlar raporlandı.” Enami olabildiğince kısık sesle konuşmaya çalışmıştı. Cevabını verdikten sonra yeniden sandalyesine yaslanıp içkisini yudumladı.

“Eğer bir sakıncası yoksa ben de bir şey sorabilir miyim? Koren’le aranızda nasıl bir ilişki var.”

“Koren’le mi? Bunu Alten için sorduysan merak etme sadece arkadaşız. Aslında, o da hâlâ yerel polis teşkilatındayken benim üstümdü. Beni onun yanına verdiler, iyi bir ekip arkadaşıydı. Bir gün Koren’i elektrik çarptı… çarpmış. Bize öyle dediler ama biz inanmadık. O zamanlar üstünde çalıştığımız dosyayla ilgili bir saldırıdan kaynaklandığını düşünüyoruz. Onu bulduklarında beyin aktivitelerini güçlendiren çipin bozulduğunu, bunun da beyninde kalıcı hasar bırakabileceğini söylemişlerdi. Büyük oranda iyileşmişti ama… Ama… Off, işte nasıl desem. Biraz saf kaldı. O da polis teşkilatından ayrılıp burayı açtı. Ben ve birkaç polis arkadaş da sürekli buraya gelip durumunu kontrol ediyoruz… ne olur ne olmaz diye. Aslına bakarsan onu hiç birisine böyle ilgi duyarken görmemiştik. Eğer o mutluysa biz de mutlu oluruz.”

İkisi de konuşacak başka bir şey bulamadılar. İçkilerini yudumlamaktan çıkabilecek seslere kalmıştı masaları. Öte yandan Alten ve Koren’in keyfine laf edebilecek yoktu. Bu durum Zeld ve Enami’ye biraz sıkıcı gelmeye başlamıştı. Neyse ki KaRo Zeld’i kolundaki bilgisayardan çağırıp İtira’nın sorguya hazır gözüktüğünü söylemişti.

“Baştan başlayalım,” dedi Zeld şüpheyle. “Adın ne?”

“İtira,” dedi İtira hiç duraksamadan.

Zeld’in yüzünde koca bir gülümseme belirdi. Biraz korkutucu gözüküyordu. “Güzel, güzel. Çok güzel. Peki! Hangi çetedensin?”

“Bir çeteden değilim. Bir çakal olarak bağımsız çalışıyorum.”

“Hikio’dan kaçmaya çalışmadan önce kiminle konuşuyordun?”

“Abimle.”

“Ne konuşuyordun?”

“Ona son işimin çok tehlikeli olduğunu anlatıyordum. Çölün dışında Giru diye birini gözlediğimi, eğer işi başaramazsa onu öldürüp hafıza çipini almam gerektiğini ama çipi teslim etmeye giderken beni de öldürebileceklerini fark edip korktuğumu, işi tamamlayamadığımı söyledim. O da bana ya polise gitmemi ya da gezegenden ayrılma–”

“Dur, dur, dur, dur. Çipi vermedin, yani çip hâlâ sende mi?”

“Sol ceket cebimde.”

Dördü de kendilerini salak gibi hissediyordu, koruyucu kutusunda duran mikroçipe bakarlarken. Eğer adamın üstünü aramayı akıl etselerdi bunca zamanı boşa harcamamış olacaklardı. Yine de Alten mutlu gözüküyordu, sonuçta o zamanını o kadar da boşa harcamamıştı. Hatta “Eh, en azından amacımıza ulaştık,” bile diyebilmişti. Koren Alten’in sırtına koca bir tokat patlattı. Zeld tokadın acısını içinde hissetmişti. Koren’in sağ elinden sakınılırdı. O robotik kolunun gücünü ayarlayamazdı hiçbir zaman. Bu durum kazadan sonra daha da kötüleşmişti.

İtira’nın sorgusuna devam etmişlerdi ama başka bir şey öğrenemediler. İş yaptığı kişilerle birebir kontağı olmadığı için onları tanımıyormuş. Alacağı para ise hafıza çipinin durumuna göre belirleniyormuş. Abisi ise tamamen yasal taraftaymış ama onun hakkında da bir araştırma başlatılacaktı. Sorgusu bitince İtira’yı merkeze götürecek memurlara teslim ettiler.

Vahadan ayrılıp Zeld’in uçarına geri dönüyorlardı. “Eee? Şimdi ne olacak?” dedi Enami. Bir mikroçipin onlara nasıl yardım edeceğini bilemiyordu.

“Şimdi çipe zarar vermeden içindeki bilgilere bizi ulaştıracak birilerine ihtiyacımız var. Ve evet böyle birini tanıyorum Enami.”

“Yerel polis teşkilatından değil sanırım.”

“Hayır, o bölüm personel eksikliğinden kapatıldı denebilir. Bilişim teknolojilerinde belli bir seviyede olanlar özel şirketlere gidiyorlar tahmin edebileceğin gibi. Ayrıca getirisini de pek beğenmedikleri söylenebilir sanırım.”

“Yani?” diye araya girme ihtiyacı duydu Alten.

“Yani, göstermelik bir kadro var ama onlara pek iş götürmüyoruz. Sivillerden yardım alıyoruz. Para karşılığında, doğal olarak.”

“Bu çip için de sivillere mi gidiyoruz peki? Güvenli olduğuna emin misiniz?” diye tekrar bir atılımda bulundu Enami.

Uçarla yuvadan ayrıldılar. Hâlâ yağmur yağıyordu. Acaba bütün bu yağmur sularına ne oluyor diye düşündü Alten ve Enami. Çölün içinde de etrafındaki birkaç kilometrelik arazide de ne toprak parçası görmüşlerdi ne de bitki örtüsü. Aşağıda yürürlerken yolların su altında kalmaması için drenaj kanalları olduğunu görmüşlerdi ama bu çekilen sulara ne olduğunu bilmiyorlardı. Zeld’e bu konuda soru sormadılar. Cevabın çok kasvetli ve uzun olabilme olasılığı onları bundan alıkoyuyordu.

Bir biyolojiğin hologramı belirdi yeniden. “Onabroton Galaksisi’nde bir sessizlik. Küçük bir kısmı tahliye edilebilen Onabrotonluların gizemli ölümü evrenin önde gelen birliklerinin kafasını karıştırdı…”

Çölün daha doğu kısımlarına gidiyorlardı. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Uçarı bir öncekinin tıpatıp benzeri bir yuvaya indirip yine yollara döküldüler. Etraf daha tekinsiz gözüküyordu. Orada burada kendi aralarında gruplaşan siluetler vardı.

“Kime gittiğimizi hâlâ söylemedin,” dedi Alten, eli her zamankinden daha yakındı silahına. Enami gibi. Ama Zeld ve KaRo, o kendilerine has sakinliklerini koruyor gibiydiler.

“Bundan üç yıl kadar önce… üç yıldı di mi, KaRo? Şu taşınabilir küçük robotlar yapan şirketin soruşturması.”

“Arşivlerde LİHOR co. ile ilgili dosyanın iki yıl beş ay yirmi dört gün üç saat otuz dakika on saniye önce tamamlanmış olduğu belirtilmiş,” dedi hiç beklemeden KaRo.

“Evet… bundan üç yıl önce LİHOR’un iki çalışanı bize bir robotla ilgili başka bir davada yardımcı olmuşlardı. Dava bittikten–” KaRo, Zeld’in konuşmasını bölüp omzuna iki kez dokunmuştu. Yeniden bir cızırtı gelmişti KaRo’dan. Yağmurdan dolayı zaten atmosferik kalkanı açık olan KaRo, başka bir kalkan eklemişti etraflarına.

“Ses yalıtım kalkanını aktifleştirdim.”

“Ah, teşekkürler KaRo. Eee, şey. Evet, Dava bittikten dört beş ay kadar sonra şirket kapatılmıştı. Zaten işlerinin iyi gitmediği belliydi, iflasın eşiğindeydiler. O gün bugündür teşkilat olarak bu iki eski LİHOR çalışanıyla iş yapıyoruz…” Zeld cümlesini bitirmeden kısaca bir durdu, “diyebiliriz,” diye bitirdi.

“O kadar da yasal değil sanırım.” Alten açıkça KaRo’nun oluşturduğu kalkanını ima ediyordu.

“Eh, onların yaptığı bazı küçük şeyleri göz ardı ediyoruz ama büyük sorunlar yaratacak hiçbir şey yapmadıklarının güvencesini verebiliriz.” Zeld durumdan o kadar da rahatsızmış gibi gözükmüyordu. O zaman Alten ve Enami’nin kaygılanmak için sebepleri kalmıyordu.

Çift katlı bir eve yöneldiler. Etraftaki evlerden o kadar da farklı değildi… orasında burasında bulunan küçük garip şeyler dışında ama bunlar göz ardı edilebilirdi. Hareket etmeleri haricinde.

Zeld kapıyı çalmak için zile uzandı ama kapı aniden açılıverdi. Zeld, Alten’in ve Enami’nin şaşkınlığını fark etmişti. Girişi gözetleyen kamerayı göstererek, “İzliyormuş,” dedi.

Kapıdan girer girmez hemen sollarındaki üst kata çıkan merdivenlere doğru, “Yukarıda mısın?” diye seslendi Zeld. Cevap gelmedi. Sonra döndü ve koridorun açıldığı tek oda olan salona doğru seslendi, “Orada mısın, Oranatius?”

Bir adam, “Zeld! İçeri gelebilirsiniz. Ayakkabılarınızı çıkarmanıza gerek yok! İki gün sonra temizlikçi geliyor zaten!” diye seslendi. Oranatius gayet iyi bir şekilde aydınlatılmış odada altı ekranın önünde bir şeylere odaklanmıştı. Onlara bakmıyordu ama onların varlığının farkındaydı. “Yeni bir iş için mi geldin? Ücretim her zamanki gibi.” Ekranda gördüğü bir şey onu çok heyecanlandırmışçasına hızlıca klavyesindeki tuşlara basarak küçük bir çığlık attı. O heyecanlı hali bittikten sonra büyük bir gururla önündeki mikrofonun tuşuna basıp, “Yolladım,” dedi sakince. Artık ekranlarından rahatlamış bir şekilde KaRo, Zeld ve yanlarında getirdikleri misafirlerine baktı.

“Umarım beni zorda bırakacak bir şey değildir,” dedi Zeld kuşkuyla.

“Bize yaptığın onca iyilikten sonra! Olur mu öyle şey? Arkadaşımla üstünde çalıştığımız bir proje sadece… Tamamen yasal. Bunlar kim, Zeld? İş bu arkadaşlar için mi?”

“Başkomiser Alten ve Komiser Enami. Xelak Galaksi’sindeki Sürv Gezegeni’nden geldiler. Soruşturmamızda küçük bir pürüze takıldık.” Cebindeki koruyucu kutuda duran mikroçipi çıkarıp Oranatius’a gösterdi.

Oranatius ani bir ciddiyetle “Uzun sürebilir,” dedi. “Hemen başlayabilirim istersen. Boş zamanıma denk geldiniz. Siz de isterseniz şu kanepeler güvenli. Ayakta uyuyacaksınız neredeyse. Özellikle siz ikiniz.” Misafirleri kastediyordu.

“Oldu, oldu!” diye bağırarak merdivenlerden bir kadın indi. Oranatius’un boynuna sarıldı. Alten ve Enami bir robot olduğunu sandı. Derisi yerine metal bir tabaka var gibiydi. Sonra metal tabaka emiliyormuş gibi yok oldu ve kadının teni belirmeye başladı. “Hareket etti, Ora. Hareket etti. Hatta bana döndü ve ‘Günaydın,’ dedi.” En sonunda salondaki kalabalığı fark edip bu sefer de Zeld’e sarıldı. “Hoş geldiniz Başkomiserim. Bize yeni bir iş mi getirdiniz?” Oranatius yeni tanıştığı Alten’le Enami’yi Metalar adındaki kadınla tanıştırdı. Zeld de Metalar’a neler olup bittiğini anlattı.

Oranatius ve Metalar ne yaptıklarını söylemediler ama bir makineyle ilgili olduğunu anlayacak kadar bilgi zaten ağızlarından kaçmıştı. Onlar mikroçip üzerinde çalışırlarken Zeld, Alten ve Enami kanepelere çökmüşlerdi. Ev sahiplerinden de izin alarak yemek söylediler. Karınlarını doyurduktan sonra oturdukları yerde uyuyakaldılar.

“Sonunda uyandınız mı?” Zeld yine kolundaki o minik bilgisayara kafasını gömmüştü. “Merkezden olay yeri inceleme raporu geldi. Parmak izi yokmuş. Zaten o metalik parmaklardan iz beklemiyordum. Boğularak öldürülmüş. Giru, İtira ve robotun ayak izleri dışında bir iz bulunamamış. Kafası bir çatlatanla açılıp çipi sökülmüş. İtira’nın merkezdeki itirafları da bunları destekliyormuş falan filan.”

“Peki İtira’nın hafızasına merkezde bakılabiliyor mu?” Enami’nin sesi uykulu, boğuk geliyordu.

“Neyse ki teşkilatımızın o bölümü iyi durumda. Zaten hafıza kayıtları da itirafın bir parçası olarak kabul görür… Bir şey mi vardı Oranatius?” Oranatius yanlarında epey bir zamandır beklediğini hafif bıkkın tavırlarıyla belli ediyordu.

“Çipi çözdük. Artık sadece bilgisayarına bağlanması gerek.”

Zeld, “Teşekkürler,” deyip çipi kolundaki bilgisayara taktı. Zarar tespiti ve içerik analizi yaptı. Çip güvenliydi. “Şimdi çipin içeriğine direkt bakmam gerekiyor birkaç dakika sürebilir.” Bunları Alten ve Enami’ye söylemişti ama onlara bakmadan gözlerini yummaya başlamıştı bile.

“Şu bilgisayarı direkt beynine bağlasak daha kolay olmaz mı?”

Zeld, “Sana kaç… kere hayır… diyeceğim. Repar’ın beyni… nasıl bir… çipten dolayı… hasar gördüyse… benimki de… öyle olsun… istemem,” demeyi sonunda başardı. Hafıza çipini incelerken farklı şeylerle meşgul olmak zor oluyordu.

Zeld gözlerini araladı. İnceleme sırasında konuştuğu için bir iki dakika daha uzun sürmüştü. “Oranatius. Metalar. Siz çıkar mısınız lütfen? Duymasanız daha iyi olur. KaRo, sen de ses yalıtım kalkanını çalıştırır mısın? Ayrıca müdürle güvenli bir bağlantı kur onun da duyması gerek.”

Oranatius ve Metalar odadan çıktılar. Olayları kaçırmaktan pek memnun değillerdi. KaRo kalkanı açtıktan ve bağlantıyı kurduktan sonra Zeld konuşmaya başladı.

“Günaydın Müdürüm. Demin çatlak Giru’nun hafıza çipinin incelenmesi bitti. Konuşmamızdan sonra size bir kopyasını göndereceğim. Çipte iki önemli detay vardı. Hafıza çipine göre robotun getireceği prototipi Serap Pazarı’nda satacaklarmış. Alıcının kim olduğu belli değil ya da karartılmış. Kimler için çalıştığı da belli değil ya da karartılmış. Aldığı emirlerin görüntüleri vardı ama sesler ve yüzler bozuktu. Algı değiştiricileri varmış sanırım. Sizinle konuşmamızdan sonra Serap’a girmeyi planlıyorum. Serap Pazarı daha önce de birkaç soruşturmada ifade vermişti. Belki oradan bilgi alabiliriz.”

“İyi düşünmüşsün Zeld. Başkomiser Alten, Komiser Enami. Sizin de orada olduğunuzu varsayıyorum. Daha görüşemediğimiz için üzgünüm ama yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederiz. Zeld ekleyeceğin başka bir şey var mı?”

“Yok Müdürüm. İzninizle Serap’a girmek için hazırlanmamız gerekiyor.”

Bağlantı kesildi, ses yalıtım kalkanı kapandı. Oranatius ve Metalar yanlarına döndü. Zeld, onlardan Serap için gerekli araçları istedi. Metalar koşarak yukarı çıkıp üç tane kask getirdi. Oranatius da elinde yeni bir bilgisayarla geldi. Kaskları yeni gelen bilgisayara bağlayıp bunları Alten, Enami ve Zeld’in kafasına taktı. Sonra her birinin kaskından tıklama sesi gelene kadar bastırdı. Alten ve Enami kaskların iki katmanlı olduğunu ve dış katmanın iç katmana iyice oturduğundan fazlasını anlamadı. Zeld ise neler olduğunu açıklamak için geç kalmıştı. Tıklama sesiyle birlikte yerine oturan dış katmanın beyinlerine yüzlerce ince iğne batırmasını ve bu iğneler yardımıyla görmeleri, duymaları ve hissetmeleri istenen şeylerin küçük elektrik şoklarıyla verilmesini anlatmaya artık gönlü el vermiyordu. Zaten kafatasları ya da beyinlerine zarar gelmeyecekti.

Serap gerçek olamazdı. Ayrıca her şeyden daha gerçek olmalıydı. Gerçek olmadıklarını bildikleri şeylerin bütün duyu organlarıyla algılanmasından dolayı iki bilginin kesişmesinden ortaya çıkan bir yanılgıydı.

Herhangi bir çöl gibiydi. Ama gerçekte bulundukları çölün tamamen zıttıydı. Biyolojik türler kesinlikle insanımsılarla sınırlı değildi. Ne kadar gerçek olmasalar da. Ayrıca burada yaşayanlar da kesinlikle gerçek çölde gördüklerinden daha mutlu görünüyorlardı.

Zeld konuşma kanalından, “Oranatius. Metalar. Bizi Serap Pazarı’na gönderin,” dedi.

Etrafları bulanıklaştı. O farklı renkteki ağaçlar ve çimenler. O sarı gökyüzü. O hafif serin esintiler. O rahatsız edici gerçeklikteki yerçekimi. Hepsi bulanıklaştı. Etrafın yapısı, esintiler ve yerçekimi değişti, netleşti. Kendilerini bir binanın içinde buldular. Serap Pazarı olduğunu hissedebiliyorlardı. Bulundukları yer oldukça genişti. Birçok farklı kapı vardı, birçok farklı müşteri.

Etrafları yeniden bulanıklaştı ve yeniden netleşti. Oranatius kanaldan, “Yerinizi karşı taraf değiştiriyor ama hâlâ pazarın içindesiniz,” dedi. Şimdi bulundukları oda çok daha küçüktü. İçeride çalışma masası vardı. Tam arkalarında ise üç sandalye.

“Lütfen oturun,” dedi bulanık bir ses. Masanın diğer tarafından geldiği belli olmuyordu. Suratını ya da bedeninin geri kalanını algılayamıyorlardı. Zeld, odada bir algı değiştirici olduğunu anladı. Alten ve Enami de algı değiştiricinin ne olduğunu bu sayede öğrenmiş oldular.

“Ben Başkom–” Karşılarındaki şey Zeld’in sözünü kesmişti.

“Kim olduğunuzu biliyoruz… Başkomiser Zeld Elora. Arşivlerimizde sizinle… ilgili yeterince kayıt var. Misafirleriniz için aynı… şeyi söyleyemeyiz ama… bir çıkarım… çoktan yapıldı. Dün öğleden sonra… portallardan Sanber Gezegenine… giriş yapan… Başkomiser Alten ve… Komiser Enami olsa gerek. Yanılıyor muyuz?” Masanın diğer tarafında oturan şey, ne diyeceğini başkalarından dinler gibi duraksayarak konuşuyordu.

“Ne yazık ki yanılmıyorsunuz,” dedi Zeld ve tam arkasındaki sandalyeye oturdu. Ardından Alten ve Enami de onun gibi yerlerine oturdular. “Herhalde neden geldiğimizi de biliyorsunuzdur. Onun için fazla zaman kaybetmeyelim,” diye devam etti Zeld.

“Haklısınız. Son bilgilerimize göre… çöl çakalı İtira’dan… çatlak Giru’nun hafıza… çipini almışsınız ama… bilgilerin çoğu yine… de karartılmış. Aradığınız bilgi… virüsleri kimin… çalmaya çalıştığı. Bizim için… çok iyi. Son zamanlarda… adımızı kötüye… çıkaran bir… gruptu zaten. Küçük bir darbenin hiçbir… zararı olmaz. Aradığınız adamlar Sili Diok… çetesinin küçük bir… alt grubu. Son beş yıldır… Pirio bölgesindeki… hangarları kontrol edenler. Toplamda yüz otuz… üç kişilik bir grup. Bilmediğimiz ya da hesap… edemediğimiz bir… isteğiniz var mı?”

“Evet, var,” diye atıldı Alten. “Virüsü kime satacaklardı?”

“Bu bilgiyi… sizinle paylaşamayız. İlkelerimiz gereği… bizi zor durumda… bırakmadıkları sürece… tarafların bilgilerini… kimseyle paylaşmayız. Başka bir… şey var mıydı?”

“Sanırım durumu yanlış anlıyorsunuz,” dedi Alten. “Burada bir alışveriş yapmıyoruz ya da sizden iyilik rica etmiyoruz. Bir soruşturmanın içindesiniz artık. Kanunlar ve yasalara göre cevap verme zorunluluğunuz var.”

“Asıl siz durumu… anlamıyorsunuz Başkomiser… O kanunlar ve yasalar… burada geçerliliğini yitiriyor. Ayrıca üstlerinizin… sizin hakkınızda kötü… şeyler duymalarını… isteyeceğinizi de sanmıyoruz. Bilginizi edindiniz… şimdi gidip… görevinizi tamamlayınız.”

“Burada sadece Sanber Gezegeni’nin değil Sürv Gezegeni’nin de yerel polis teşkilatını ayırca Kozmik Polis Teşkilatı’nı da karşınıza aldığınızı bilin,” diye gürledi Enami.

“Burada bağıramazsınız. Sizin galaksinize de… evrenin birçok başka… noktalarına da yakında… geleceğimizi öğrenmek umarım… sizi mutlu eder. Şimdi burayı… terk edebilirsiniz.”

Zeld, Alten ve Enami’nin etrafında yine bir değişim oldu ve kendilerini Serap Pazarı’nın dışında buldular. Zeld, sesinde yenilginin ve aşağılanmışlığın acı tınısıyla, “Bizi çıkarabilirsin,” dedi.

Yeniden tıklama seslerini duydular. Kafalarındaki kasklar çıkarıldı. Bir şey konuşmadılar. Herkes duyduklarının şoku içindeydi. Kısa bir vedalaşmadan sonra Zeld, KaRo, Alten ve Enami uçara gittiler.

“KaRo… Müdür’le güvenli bağlantıyı yeniden kurar mısın?” Zeld uçarı çalıştırdı ve yuvadan ayrıldı.

“Bağlantıyı kurdum”

“Başkomiser Zeld. Serap Pazarı’ndaki bilgi alışverişiniz iyi gitti mi?” diye sordu müdür kayıtsızca.

“Bilgi alışverişi… Bilgi alışverişi. Evet… Evet iyi geçti.” Zeld’in sesi iyice soldu. Müdür’ün bunu bir alışveriş gibi görmesi hiç hoşuna gitmemişti. “Pirio bölgesindeki hangarların kontrolünü elinde tutan Sili Diok’un alt grubuna baskın yapmamız gerekiyor. Yüz otuz üç kişi olduklarını söylediler. Bir Koruyucu ekibi yetecektir.”

“Yarım saate orada olurlar. İşiniz bitince Başkomiser Alten ve Komiser Enami’yi portal çölüne kadar götürüver. Kolay gelsin.”

KaRo’nun hoş sentetik sesi “Bağlantı kesildi,” dedi. “Son on on beş dakikadaki ses analizin iyice kötüye gitti Zeld. Güne devam edebilecek misin?”

“Sorun yok KaRo… Hiçbir sorun yok. Sadece yoruldum. Sen ses yalıtım kalkanını çalıştır ve bütün bağlantılarını kapat.” KaRo emirleri uyguladıktan sonra Zeld devam etti, “Size baskında neler olacağını anlatacağım. Öncelikle biz ne kadar erken gidersek gidelim Koruyucular zaten orada olacak. Şansımız yaver gidecek ve bütün çete üyeleri tek bir hangarın içinde olacak. Biz baskını başlatmadan onlar bizi fark edip ateş açacaklar. Koruyucular bizi emniyetli bir arabaya bindirip içeridekilerin hepsinin fişini çekecek. Olay çabucak bitecek. Sorgulanacak ya da tutuklanacak biri kalmayacak. En sonunda da duyduğunuz gibi sizi buradan aceleyle göndertecekler. Dosya kapatılacak.”

“Peki, virüsün peşinde olanları nasıl öğreneceğiz?”

“Öğrenemeyeceğiz, Enami. Serap Pazarı’nda da dedikleri gibi bu bilgi bizimle paylaşılmamalı.” Zeld’in sesi iyice bıkkın geliyordu. Durumlardan hoşlanmadığını daha fazla belli edemezdi.

Bir daha konuşmadılar. Hangarlara geldiklerinde Zeld’in dediği her şey gerçekleşti. Baskın bittikten ve çete üyelerinin hepsi öldükten sonra Zeld, KaRo, Alten ve Enami’nin de içeriye girip bir göz atmalarına izin verdiler.

Her yer tertemizdi. Çete üyeleri tek bir noktada toplanmış ve fareler gibi gırtlaklanmışlardı.

“Evet,” dedi Zeld. “Yardımınız… Yardımınız için teşekkürler,” derken utancından boğulacak gibi oldu. “Sanırım gidebiliriz,” dedi Alten ve Enami’ye.

Önce Zeld çıktı hangardan. Sonra Alten ve onu takip eden Enami. En son KaRo çıktı. Bir silah sesi ortalığı birbirine kattı. Zeld, Alten ve Enami hemen ekip araçlarını kendilerine siper ettiler. KaRo ise yerdeydi ve hareket etmiyordu. Koruyucular’ın olaya el atmalarını beklediler. Her şeyi onlar yapıyordu zaten, bunu da yapsalardı ama gelmediler. Hangardan hiç ayrılmadılar.

Başka silah sesi duyulmadı. Tetikçinin gittiğini varsayıp KaRo’nun yanına koştular.

“KaRo! KaRo hasar analizi yap!” Zeld’in sesi titriyordu. “Hasar analizi yap! Hafıza kartın sağlam mı?” KaRo, Zeld’e cevap vermedi. “Benim bakmam gerek!”

On beş dakika sonra KaRo’nun vurulduğu kısımdaki donanımlarının çoğu dışarıdaydı. Parçaların bir kısmı kırılmış bir kısmı da yanmıştı. On dakika sonra Zeld eli kadar bir parçayı çıkardı ve sıkı sıkı göğsüne bastırıp “Oh, iyi durumda. İyi durumda… İyi…” dedi.

“Kim ateş etti görebildiniz mi?”

“Görmemize gerek yok, Alten,” dedi Zeld kendine gelince. “Gerek yok çünkü üçümüz de kimlerin olduğunu biliyoruz. Bu bir uyarıydı. Bu işin ucunu bırakmamız için. Artık gitsek iyi olur. Sizi portal çölüne bıraktıktan sonra KaRo’ya yeni bir beden bulurum.”

“Zeld,” dedi Alten biraz çekingence. “Eee… Şey… Beni acaba Hikio’ya bırakır mısın? Ben Koren’i biraz daha tanımak istiyorum.”

“Geri dönüp rapor vermemiz gerekmez mi, Alten?”

“Merak etme ikimize de bir iki günlük izin alacağım. Buna ihtiyacımız olacak,” deyip Zeld’e döndü. “Ayrıca başka bir şey daha var. Eğer istersen seni bizim gezegenimizin yerel polis teşkilatına aldırabiliriz. Anlarsın ya… buralarda olaylar biraz kötü gibi gözüküyor.”

“Sanırım gerek yok. Bir iki günlüğüne buraların nasıl işlediğini unuttum ama biz bunlara alışığız. Artık gidelim.”

Yağmur yağmayı bırakmamıştı. Kapüşonların içindeki tekli çiftli yanan robotik gözler hangarlara dikilmiş neler olduğunu gözlüyorlardı. Bir biyolojiğin hologramı yeniden etrafta yayılmaya başladı. “Son gelişmelere göre Pirio bölgesini kendilerine yuva yapmış olan azılı çete, Koruyucuların geçekleştirdiği bir operasyonla sorunsuz bir şekilde etkisiz hale getirildi. Güncel haberler için takip etmeyi unutmayın. İyi günler.” Zeld, Alten, Enami ve KaRo’nun hafıza kartı uçara binip Hikio taraflarına doğru göz alıcı neon tabelalarının, devasa reklam ekranlarının ve hologramların arasından gittiler.

Oruç Can Hasmaden

Finlandiya’da gıda mühendisliği okuyorum. Fantastik ve bilim kurgu edebiyatı, filmleri ve oyunları tüketmeye bayılırım.