Öykü

Lütfen Tuvaletleri Kullanın!

Evrendeki hemen hemen bütün portal kulelerinin yüzlerce katındaki onlarca portal, saniyenin onda biri kadar bile durmadan çalışmayı sürdürür. Portal kuleleri o kadar yoğun çalışır ki her zaman bir kargaşaya dahil olunabilir.

Nakliye güvenlik kozmik polisi üç kardeş, evleri olan Vasa Galaksisi’nin Onk Gezegeni’ndeki o yüzlerce kattan birindeydi. Doğal olarak bu üç kardeşin de herhangi bir kargaşa çıkarmamak için bir sebebi yoktu.

Kardeşler tek ve uzun tatilleri için Onabroton adında bir galaksideki Tatal Gezegeni’ni seçmişlerdi. Küçük bir araştırmadan sonra bu gezegende karar kılmışlar, yolculuk içinse bildikleri en kısa yöntem olan portalları tercih etmişlerdi.

Yanlarına sadece; beş günlük çamaşırın, çok fonksiyonlu kılıcın ve bir miktar yemeğin sığabileceği bir sırt çantasıyla bellerinde birer elektro plazma ve barutlu tabancayla yola çıkmışlardı. Ne kadar araştırsalar da tatilde tabancalarının garip gözükmemesi için bir yol bulamamışlardı ve her zaman yanlarında taşımaları, onlara pek yardımcı olmuyordu.

Üç kardeş ikinci kattaki portalların önünde duruyorlardı. Yüksek tavanlardan sarkan, zıt yönleri gösteren tabelaların birinde “İnsanlar, İnsanımsılar, Klonlar ve Diğer Akıllı Yaşam Formları” yazıyordu, diğerinde ise “Robotlar”. Birinci tabelayı takip ettiler. Bu onları istedikleri gibi Esas’a giden portala pek götürememişti. Gerçi tabela onlara yardımcı olmak istemiyormuş gibiydi, hatta bundan hoşnut olmuş bir hali de vardı. Kardeşler yolu bulamadıkça aralarında dönen konuşma küçük bir kargaşaya dönmüştü. Diğer kargaşalardan onlarınkini ayıran ayırt edici bir özellikleri de vardı. Üçüzler tıpatıp birbirlerine benzediği için etraftan küçük bir ilgi de çekmiyor değildi.

Yaşlılığının en dinç dönemlerinde gözüken bir görevli üç kardeşe doğru uzaktan kendini belli ederek geliyordu. Etrafa yaydığı rahatsız edici derecedeki sakin ama güçlü hava onları çoktan etkisi altına almıştı. Üçüzler daha onlardan istenmeden evrensel kimlik kartlarını çıkarmış görevliye veriyorlardı. Görevli, kartları yanında taşıdığı bir makinaya okuttu ve Esas Gezegeni’ne giden portalı gösterdi.

Portaldan geçmeden önce bütün eşyalarını sigortalattılar. Sigortaya göre portalların neden olabileceği herhangi bir sorunda, portalın diğer tarafında yenisini temin edebileceklerdi. Portaldan apar topar geçtiler. Hiçbir şey olmadı. Bu onları şaşırtmamıştı. Bu sigortanın bir dolandırıcılık yöntemi olmasından şüpheleniyorlardı. İyi bir gelir kaynağıydı sonuçta ama sigortanın portal kulelerinin yönetim kurulları tarafından düzenlenmesi bir güvenceydi. Belki de eşyalarının başına bir şey gelmesi onları daha mutlu ederdi.

Tatal’a giden portalı daha kolay bulmuşlardı. Toplamda 12 saatlik bir yolculuk yaparak Tatal Gezegeni’ne ulaşabilmişlerdi. Yolcuğun çoğu portalları bulmakla geçmişti. Yine hiçbir eksikleri yok gibiydi ama sonunda bir şey fark etmişlerdi, en azından içlerinden biri.

“Kafa setim bozuldu sanırım. Lensler ve kulaklık çeviri yapmıyor.”

Hiç zaman kaybetmeden Teknoloji ve Büyü Temelli Donanım Yardım Bürosuna başvurdular ve yeni bir kafa seti temin ettiler. Bunun için de sigortalarına teşekkür etmeyi unutmadılar.

Portal kulesinden çıktılar. Bir dakika sürmeden geri girdiler. İlk defa geldikleri bir şehirde olduklarını unutmuşlardı. Şehirde kaybolmak istemediklerini de bildikleri için danışmaya yöneldiler ve bir rehber ya da yardımcıyı nereden tutabileceklerini sordular.

Danışma, işinin danışılma olmasından sıkılmış gibi ilgisiz bir bıkkınlıkla, “Kiralık robotlar şu tarafta,” dedi. Cevap kardeşlerin suratında belli belirsiz bir hüzün ve isteksizlik yaratsa da bu cevabın veriliş şeklinden kaynaklanmıyordu. Cevabın veriliş şekli onlarda daha çok kızgınlık duygusunu köpürtmüş, içlerinde danışmanın ağzının payını verme isteği doldurmuş ama hiçbir şey söylemeden oradan uzaklaşma dürtüsü aşılamıştı. Onlar da içlerinden geldiği gibi hiçbir şey dememenin gurur kırıcılığıyla uzaklaşmışlardı. Yine de aldıkları cevabı unutmamışlardı.

“Bu krallık Robot ve Klon Üretme Sınırlaması Sözleşmesi’ne girmiş miydi?” Üçüzlerden biri sonunda dayanamayıp soruyu patlatmıştı.

“Yanlış hatırlamıyorsam evet. Sanki kalacağımız yeri ayarlarken bir iki uyarı metninde bahsi geçiyordu. B seviyesi olmalı, yani robotları üretirken yapay zekâ ve bilinç…”

“Biliyorum… Biliyorum. Yapay zekâ ve bilinç kullanımının kısıtlanması.” Üç kardeş de bu sözleşmeden tiksiniyordu.

Danışmanın cevabıyla zaten farkına vardıkları bir gerçeği kesinliğe kavuşturunca moralleri daha da düşmüştü ama buna daha fazla kafa yoramayacaklardı. Ayakta uyumak gibi bir alışkanlıkları olmadığı için aceleyle bir rehber robot, RR109978, kiralayıp otele gittiler. Yataklarına kavuşmalarıyla uyumaları bir olmuştu. Bulundukları bölge için saat hâlâ öğle vakitleriydi. Oda onların yattığını onaylayınca pencereleri kendiliğinden karartıp dışarıdan gelen ışığı kesmişti.

Açlıktan uyanan kardeşler bulundukları bölge için sabah olduğunu fark edince bir günlerini şimdiden kaybettiklerini fark edip aceleyle otelden çıktılar. Her zaman yedikleri kozmik polis yemekhane yemeklerinden başka bir şey yemenin heyecanıyla mideleri kendileri gibi yerlerinde durmuyordu.

Onları yemek konusunda en çok heyecanlandıransa, amirlerinden duyduklarıydı. Amirlerine göre bu galaksinin yemekleri evrenin en iyileri arasındaymış. Bu listenin kime göre en iyiler olduğunu ortam kalabalıklaşınca kabarttıkları kulaklarını söndürmek zorunda kalıp duyamamışlardı.

Kıyafetlerini ve bir tatil için ne kadar gereksiz olsa da yanlarına aldıkları, bellerinden sarkan silahlarını düzeltirken rehber robotun yanına geldiler. Robotların otele giremediğini hatırladıklarında tatları biraz kaçmıştı ama durumun böyle olduğunu bilerek gelmişlerdi.

Robotlarla hiçbir sorunları yoktu. Hatta birçok robot arkadaşları da vardı Onun tek hatası bu galakside üretilmekti. Üçüzlerin asıl derdi sözleşmenin dayatmalarıydı. Bu sözleşmenin robotları ve klonları eskiden gelen ve artık olmayan (en azından evrenin birçok bölgesinde) kölelik sistemine ve kültürüne kurban etmesiydi. Hareket alanları kısıtlıydı, can güvenlikleri neredeyse yoktu ve en önemlisi de bir akla sahip olma hakları yoktu. Gerçi son durum robotlar için pek bir sorun olmuyordu, sonuçta akılları olmayınca bunu düşünemiyorlardı. Bu kısıtlamalar klonlar için ne kadar daha hafif olsa da onların da pek farkı kalmıyor gibiydi. Klonların aklına dokunmuyorlardı ama ağır koşullandırmalara maruz kalıyorlardı.

Bu kötü düşünceleri şimdilik zihinlerinin bir köşesine sürükledikten sonra tatillerini resmen başlattılar. Rehberlerinden turistik yerlerin bir listesini istediler. Robot da onlara her zaman sunulan tur planını verdi. Planın gayet iyi olduğunu düşünüp rehberlerine hemen geziye başlamak istediklerini söylediler.

Plan şehrin merkezini tanıtmak için mükemmel duyuluyordu. Şehrin görülmeye değer bölgelerini gezecek, popüler ve hesaplı bir lokantada yemek yiyip bir müze ile turu tamamlayacaklardı. Rehberlerine, onun için bir anlam ifade etmeyen teşekkürlerini edip tura başladılar. Akıllarına takılan tek gariplik ise rehberlerinin müze hakkında sıradan tanımlamalardan başka bir şey söylememesiydi. Oysa diğer bütün duraklar için yapılan iyi yorumlardan örnekler vermişti.

Tur boyunca robotla birlikte yerleşim yerlerini, portal bölgesini, alışveriş merkezlerini ve hükümete ait bölgeleri gezdiler. Sanayi bölgesini sadece uzaktan görebilmişlerdi. Turun garip yanı neredeyse hiç turistik bir yanı olmamasıydı. Rehberleri arada bir onlara birtakım bilgiler aktarıyordu ama bunu öyle monoton bir monologla veriyordu ki üçüzlerin dinleyesi kalmıyordu.

Şehri gezerken arada bir silah tüccarları yollarını kesip bir şeyler satmaya çalışmışlardı. Onları silah tüccarlarının hedefine koyan, yanlarında taşıdıkları silahlardan dolayı paralı asker gibi gözükmeleriydi. Her tüccar da bilmeden bellerindeki silahlardan daha iyisine sahip olabileceklerini söylüyordu ama bu silahların üçüzlerin üstüne zimmetli olduğunu bilseler buna hiç yeltenmezlerdi bile. Tüccarlar arasında sadece şanslı olan biri, kardeşlere üç tane kalkan bombası satabilmişti.

Yaptıkları tur o kadar berbattı ki buranın nasıl olup da bir tatil gezegeni olduğunu, eğer tatil gezegeni ise nasıl hiçbir turistik yanının olmadığını merak ettiler. Bu da yetmezmiş gibi turu, önünde bitirdikleri heykel (demeye bin şahit ister ve rehberlerinin tek söylediği de, “Bu bir heykel”di) acınası turun tuzu biberi olmuştu.

Sonunda turları bitmişti. Artık sabahtan beri sabırsızlıkla bekledikleri lokantaya doğru gidiyorlardı. Lokanta yarı yarıya doluydu. Bir an içeride robotların da olduğunu fark ettiler ama bu robotların, sadece başka galaksilerden geldikleri için lokantaya girebildiklerini rehberlerinden öğrenmişlerdi. Oteldeki gibi rehberlerini dışarıda bırakmalarının gerekliliği bıkkınlık hissini, kremanın boş hamur işinin içine aşılanması gibi içlerine aşılamıştı.

İçeri girdiklerinde onları karşılayan ve masalarına götüren garson, GR109952 (doğal olarak bu da bir robottu), kremalı hamur işinin üstüne serpilen şeker olmuştu. Kardeşler geldikleri galaksinin adetlerinin farkında olduklarından bunu da göz ardı ettiler. Buna karşın bir sonraki tatillerinde (bunun ilk ve tek tatilleri olduğunu unutarak) gidecekleri galaksinin adetlerini daha iyi araştırmayı akıllarına not ettiler.

Menüye uzunca baktılar. Bütün seçenekleri gözden geçirip en sonunda biftekte karar kıldılar. Siparişlerini verdiklerinde garsonun gidişini seyrederken bifteğin yanında garnitür olarak bir şeylerin gelmesini de umdular çünkü menüde garnitürler hakkında hiçbir şey yoktu.

Garson tepeleme dolu üç tabakla geri geldi. Tabakların üstüne yerleştirilmiş yemekler o kadar fazlaydı ki neredeyse tepelerinde kar tutmaya başlayacak gibiydi. Yemek beklediklerinden daha hızlı hazırlanmıştı, hem de bu kadar bol yemek.

Hayatlarında yedikleri en güzel şeydi bu. Bütün hayatları boyunca kozmik polis yemekhanesinden yedikleri düşünülünce gayet beklendik bir tepkiydi bu. Yine de yemeğin tadında garip bir şeyler vardı. Gelen yemeğin miktarıyla hazırlanma süresini de düşündüklerinde huzursuzluk bir bardak soğuk suya bırakılmış şeker gibi içlerine çöktü.

Bitirememişlerdi. Bu kadar çok geleceğini bilselerdi tek bir sipariş verip paylaşırlardı. Ayrıca artık müzeyi de görmek istiyorlardı. Hesabı istediler. Tam parayı ödemiş gidiyorlardı ki içlerindeki huzursuzluk ağızlarından çıkmak için can atmaya başladı. Onlarla ilgilenen garsonu çağırdılar.

“Hijyene 4. Evet… evet. Hayır Servise bir, yemeğe beş.”

“Daha iyi bir servis için yorumlarınızı sesli olarak girin,” üçüzler başlarına aldıkları belanın farkına biraz geç varmışlardı ama şanslıydılar, geribildirim formu bitmek üzereydi.

“Yok onun için galaksice değişim göstermeniz gerekir.”

“Geribildirim yorumlarınız tamamlanmıştır. Bir isteğiniz var mıdır?”

“Sonunda! Evet, bir isteğimiz var. Şey açıkçası yemekler çok iyiydi ama niye belli belirsiz metalik bir tat aldık. Ayrıca bunca yemek nasıl bu kadar kısa bir sürede hazırlandı? Bunları öğrenebilir miyiz?”

“Sorularınızın yanıtları aynı bilgileri barındırıyor. Sorular birleştirilip tek bir cevap verilecektir. Nanoteknoloji yardımıyla yemeklerin hazırlanma süresi kısaltılabiliyor, duyusal özellikler güçlendirilebiliyor, yemeğin pişirilme sırasında çıkabilecek her türlü sorunun önüne geçilebiliyor. Ayrıca, günlük nanorobot ve nanoparçacık alım miktarı karşılanırsa yediğiniz yemeğin sindirimi kolaylaştırıyor, sindirim sisteminizdeki hataları onarıyor.”

Robot cevabını bir ansiklopedi edasıyla sesinde en ufak bir duygu kırıntısı bile göstermeden sakin sakin seslendirdi. Üç kardeş de birbirlerine bakakaldılar. Yüzlerinde hiçbir şekilde ifade edilemeyecek bir dehşet vardı.

“Bi– Biz demin…” Üçüzlerden biri tiz, neredeyse çığlık atar gibi bir ses çıkarmıştı. Derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti, “Biz demin robot mu yedik?” Çok uğraşmasına rağmen sesi hâlâ titrek çıkıyordu.

“Evet.” Robot kısaca cevap vermişti. “İstatistiklere göre 4 saat içinde dışkılamayla vücudunuzdan atılacaklar. Lütfen tuvaletleri kullanın!”

Garsonun, tıpkı galaksideki diğer robotlar gibi, duygulardan yoksunluğuna ve tam anlamıyla robot yemiş olmalarına daha fazla dayanamayıp bir hışımla çıktılar. Kusmalarına ramak kalmıştı. Son durakları olan müzeyi es geçip direkt otellerine dönmeyi düşündüler ama dayanabileceklerini hissediyorlardı. Dayanabilirlerdi.

Geldikleri galaksi A seviyesi Robot ve Klon Üretme Sınırlaması Sözleşmesi’ni imzalamıştı. Bununla birlikte robotlara ve klonlara galaksinin her yerinde neredeyse biyolojikler ya da doğallar gibi davranılıyordu. 20 yıllık yaşamlarından sonra bir robot yemek kendi arkadaşlarından birini yemek gibi gelmişti. Tabi bu nanorobotları sindirmeyecekler ve robotlar yaşamaya devam edecekti. Evrenin dört bir yanında bin bir çeşit kültür ve yaşam tarzı varken bunun gibi farklılıkları gayet normal kabul edip her şeyle uyum sağlamak imkânsız oluyordu.

Otellerine dönmüşlerdi. O aşırı derecedeki sıradan müzeyi unutmak istiyorlardı. Müze o kadar sıradandı ki eğer kozmik rekorlar kitabında sıradanlıkla ilgili bir rekor olsaydı bunu hak eden yerlerden biri olurdu. Aslında bir sonraki yıl kitaba girmesi için aday gösterilmişti de.

Tatal gezegeninin bir tatil gezegeni olmama şüphesi onları Kozminette küçük bir araştırmaya yönlendirmişti. Sorunu kısa sürede bulmuşlardı. Aslında küçük bir hataydı, herkesin başına gelebilirdi ve birçok turistin başına gelmişti de. Sorun çevirmen setlerin Tatal’ı Türk dillerinden birindeki “tatil” kelimesi olarak algılayıp çevirmesiydi. Bununla birlikte tatil planlamanın ne kadar zor ve araştırma gerektirdiğini öğrenmiş oldular ama başka tatilleri olmadığını hatırlayıp rahatlayıp uyumaya karar verdiler.

Bu sefer uyandıklarında artık pek iştahları yoktu ve her olasılığa karşı yanlarında getirdikleri yiyeceklerden yeterince tıkınıp kendilerini dışarı attılar. Rehbere gece araştırma yaparken buldukları oyun merkezine gitmek istediklerini, oranın yakınlarında güzel ve mümkünse içinde nanorobotlar olmayan atıştırmalıklar yapan bir kafe bulup en uygun planı çıkarmasını rica ettiler. Rehber talimatlara uyup onları bu galaksiye özgü oyun merkezine götürmek için yağlanmasına rağmen hâlâ gıcırdayan metalik eklemlerini çalıştırmaya başladı.

Oyun merkezinin kapısında duruyorlardı. İçeride bir sürü masa ve her masada en fazla 6 kişinin olduğunu görebiliyorlardı. İçeri girerlerken oranın çalışanlarından bir kadın onlara doğru güler yüzle geliyordu. Üçüzleri selamladıktan sonra hızla sorular sormaya başladı; bu tarz bir oyunu ilk defa mı oynayacaksınız, boyunuz ve kilonuz kaç, sürekli bir ilaç alıyor musunuz gibi. “Peki,” dedi son olarak, “Birlikte mi oynayacaksınız yoksa tek mi?” Kardeşler bir süre çalışanın ne demek istediğini anlamaya çalışıp sonunda ürkütücü bir senkroniyle “Birlikte!” dediler. Çalışan onları yuvarlak bir masaya götürdü.

Masada her sandalye için birer bardak ayrıca birer düzine tek kullanımlık küçük kaşık vardı. Kafaları karıştı. Nasıl oyun oynayacaklarını anlayamadılar. Çalışan onlara bardakların içinde nanorobotların olduğunu, bu robotları ağızda 10 saniye bekletirken onların beyine çıkıp gerekli nöronlarla iletişim halinde olacağını ve bir sürü başka detayı anlattı. Kardeşler pek aldırış etmediler, çoktan pes etmişlerdi. İsteksizce nanorobotları ağızda beklettiler, kusacak gibi oldular (ilk defa deneyecekler için, hep böyle olur denmişti ama üçüzler için durum farklıydı) ve oyuna sadece beş dakika dayanabilip çıktılar. En kötü yanı çalışanın garson robotla aynı uyarıyı yapması oldu “Lütfen tuvaletleri kullanın!”

(“Lütfen tuvaletleri kullanın!” söylemi “Ne yaparsanız yapın, lütfen tuvaletleri kullanın!” söyleminin kısalmış halidir. Bu söylem Onabroton’lulara aittir ve çıkış noktası da nanorobotların gıda endüstrisindeki kullanımıdır. Yemeğin içindeki nanorobotlar yendikten sonra yemeği sindirim sistemi boyunca takip eder, sindirimini kolaylaştırır ve sonunda dışkılarla birlikte vücuttan çıkar. Olayın tiksindirici kısmı nanorobotların kanalizasyon şebekelerinden Nanorobotik Geri Dönüşüm Tesisleri aracılığıyla toplanması ve hiç kayıp olmaması için büyük bir özenle dezenfekte edilip yeniden kullanıma sokulmasıdır.)

Tatilin başından beri galaksinin en kötü özelliklerini deneyimlemek üçüzlerin pek hoşlarına gitmemişti. Bir şeyler içip kendilerine gelmek istediler.

Kafeye vardıklarında kafenin bir kısmının bar olarak işletildiğini öğrenmek çok hoşlarına gitti. Hemen boş masalardan birine oturup galaksideki en sert içkiyi sipariş ettiler. İçkinin tatillerinin ilk üç gününü unutturacağını umdular.

Kardeşler içkilerini yudumlarken caddenin öbür ucunda iki paralı asker grubuyla bir tüccar ve korumaları arasında, çay içerlerken, küçük bir anlaşmazlık çıkmıştı.

“Bizi yeterince oyaladın artık anlat bakalım. Kime satacaktın o silahları? Bana mı, ona mı?” dedi kalın bir ses.

“Efendim küçük bir yanlışlık olmuş. Benim kalın kafalı itlerden biri ikinize de aynı gün buluşma ayarlamış. Üzgünüm ama şu anda elimizde sadece bir parti silah ve cephane var.” dedi kesinlikle bir tüccara ait olabilecek bir ses.

“Kes lan! Bize kaçak mal satmaya çalıştığını biliyoruz. Bizi salak yerine mi koyuyorsun yoksa bizi küçük düşürmeye mi çalışıyorsun?” dedi kalın bir ses ama diğer kalın sesle karıştırmamak lazım. Bu daha farklı bir kalın sesti.

Evrendeki herkes Galaksiler Arası Paralı Asker Birliği’nin yazılı olmayan ve değişken kurallarının kaçak mal kullanımını yasakladığını bilirdi.

“Geber it!” dedi kalın ses.

Son söylenenin üstüne bir yaygara koptu. Tüccarın korumaları ve paralı askerler birbirine girerken tüccar da uzakta bir köşede saklanıyor ve korumalarına destekleyici haykırışlarda bulunuyordu.

Plazma ve elektromanyetik silah atışlarının sesleri duyuldu. Siviller, havai fişek patlamalarından korkan köpek ve kediler gibi etrafa kaçıştılar.

Ama bizim üç kardeş, polis eğitimlerinin hakkını vererek sadece masayı devirmiş korkuyla arkasında saklanıyorlardı. Kaçmıyorlardı. En azından eğitimde öğrendikleri prosedürleri uyguluyor ve doğru pozisyonda saklanıyorlardı.

Kardeşlerden biri, “…bizi koru ve sağ salim kaçmamıza…” diye dua ediyordu.

Üçüzlerden bir diğeri, “Dua mı ediyorsun? Hangi tanrıya?” dedi.

“Hepsine! Bizi buradan kurtarabilecek hepsine!” diye ciyakladı duasını bitirince kardeşi.

“Duanı bitirdiğine göre buradan sıvışabiliriz, değil mi?” diye sordu üçüncü kardeş.

En sonunda akıllarını başlarına topladılar ve bir önceki gün aldıkları kalkan bombalarını yere salladılar. Kalkanlar tamamen oluşunca önlerinde beş kişinin rahatça sığına bileceği bir siper, güç kalkanı belirdi. Rehbere de talimat vererek jetbotlarının yardımıyla kısa binalardan birinin çatısına sıçrayıp otellerine doğru kaçtılar.

Aslında birkaç dakika bekleseler olayların zaten kendiliğinden çözüldüğünü ve kimsenin burnunun bile kanamadığını göreceklerdi. Olay çıkaran grupların tutuklandığını ve tüccarın ağlayarak polis arabasına bindirildiğini görebilirlerdi.

Günün geri kalanında odadan dışarı çıkmadılar. Artık tatillerini yarıda bırakıp dönmek istiyorlardı. Bu onlar için eğitici olmuştu aslında; tatilin ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrendiler, zaten bir daha gidemeyeceklerini düşünüp rahatladılar.

Birkaç Esas saati sonra amirlerinden acil bir mesaj aldılar. Mesajda kısaca evleri olan Vasa Galaksi’sinde büyük bir savaş çıktığı yazılıydı. Ayrıca hangi ulus için savaşmak üzere kiralanan klonlar arasında olduklarını ve en yakın zamanda o ulusun ordusunun klon birliklerine katılmaları gerektiğini öğrendiler.

Böylece tek yumurta üçüzü olan 6719991, 6719992 ve 6719993 numaralı klonların tatili resmen bitmişti. Toparlandılar, otelden ayrıldılar, rehber robotla vedalaştılar (robot için bir anlamı olmasa da), Portal Kulesi’ne girdiler ve yavaş yavaş galaksilerine, savaşa doğru gittiler.

Belki yaralanacaklardı, belki de öleceklerdi ama üretilme amaçları doğrultusunda olacaktı bu. Belli mi olur belki de savaştan canlı kurtulacaklardı, diğer klonlarla birlikte ayaklanma çıkarıp bir nevi kendi özgürlüklerini kazanıp en iyi bildikleri ve gurur duydukları işi yapacaklardı, kozmik polislik (ve tatilleri kaldırarak). Sonsuz sayıda gelecek olasılığı mümkünken, bu veya şu olacak demek pek mümkün olmuyor ama sanırım en olası olan üçüncü varsayım.

Oruç Can Hasmaden

Finlandiya’da gıda mühendisliği okuyorum. Fantastik ve bilim kurgu edebiyatı, filmleri ve oyunları tüketmeye bayılırım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *