Tayfun kendini daha önce hiç bu kadar suçlu hissetmemişti. Kaçak silah bulundurmaktan ceza yiyecekti. Öfkesine hakim olamamak, son bir ayda onlarca şişenin dibini görmek… Bir sene önceki halinin asla yapmam dediği işler yapmıştı. Fakat esas suçu bunların hiçbiri değildi. Değer verdiklerini koruyamamaktı tek suçu. Şu anki halinde başka bir suçu olabileceğine kendini inandırması mümkün değildi.
Yerde biriken kan birikintisinin ayakkabısına kadar geldiğini görünce ayağını silkeledi. Kandan gelen demir kokusu sanki ayağına değil de burnunun dibine bulaşmış gibiydi. Öğürmemek için kendini zor tuttu. Yere tükürdü. Yerdeki cesede bir tekme attı. Bunun kendini sakinleştireceğini düşünmüştü ama hiçbir işe yaramadı.
Adam hiçbir şey diyemeden kafasına kurşunu yemişti. Son sözlerini dinlememişti Tayfun. Alkollüyken araba süren, bunu yaparak Tayfun’un hayatını yerle bir eden bir aşağılığın hak ettiği daha azı olamazdı. Tayfun sevdiğinden olmuştu bu it herif yüzünden. Sevgisinden de olmuştu aslında. Kalbi eskiden attığı gibi atmayacaktı asla. İçi de bundan sonra ne olursa olsun soğumayacaktı.
Adalet demişti konuştuğu herkes, çok da dinlememişti hiçbiri. Aile, arkadaşlar, eş dost… kimsenin onun intikam fantezilerini dinlemeye ayıracak zamanı yok gibiydi. Onun da bu ciğeri beş para etmez herifin yargılanmasına ayıracak zamanı yoktu. Adamın ettiği şeyden sonra yeterli su, yemek ve uykuyla senelerini paşalar gibi geçirecek olması fikri hâlâ Tayfun’un midesini alt üst ediyordu.
Silah sesinden sonra saniyeler içinde sokak ıssızlığını yitirmişti. Cama çıkan insanlar, videoya alanlar, aralarında fısıldaşanlar vardı. Bazıları da telefonla konuşuyordu. Polis her an burada olabilirdi. Karakol da cadde bitimindeydi. En fazla beş dakika içinde gelip Tayfun’u paketlerlerdi. Tutuklanır, davası görülür ve hapis cezası alırdı. Cezaevinde yeni hayatı onu bekliyor olacaktı. Tayfun için yolun sonuydu. Silahı şakağına dayadı.
- İntikam - 1 Aralık 2022
- Taş - 1 Ağustos 2021
- Tayfun’la Tanıştığım Gün - 1 Mayıs 2021
- Sekizinci Sabah - 1 Nisan 2020
Nasıl yazacağınız size kalmakla beraber, tanrısal anlatıların en büyük hatalarından biri, kahramanın iç çamaşır rengine kadar bilip bunu okuyucuya olduğu gibi aktarmaktır. Tabiri caizse ser verip sır vermemeniz lazım. Bazen yediği basit bir yemeği bile daha farklı anlatmak gerekebilir.
Şurayı ele alalım.
Bu durumu, bizim okuyucu olarak metinden çıkarmamız gerekir. Karakter bize bazı ipuçları versin ki biz oradan bu hususta kendini çok suçladığını anlayabilelim. Hani bazı ebeveynler vardır ya, çocuğa bir soru sorarsınız; cevabı çocuktan beklerken çocuğun yerine o yanıtlar. Bu duygu durum anlatımları biraz fazla ‘bilen’ pozisyonunda kalıyor.
İfade tekrarlarına düşmemek önemlidir. ‘Yerde biriken kanın’ denilebilir.
Birikinti doğası gereği akışkanlık göstermekten uzaktır. Ne demek istediğinizi anlıyorum ancak yine de ifadelerin farklı kelime seçimleriyle güçlendirilebileceğini düşünüyorum. Örnek veriyorum: ‘Önüne kadar ulaşan kanı görünce ayağını silkeledi.’ gibi bir cümle buradaki anlatımını karşılayabilecek sadelikte olabilir. Birçok alternatif bulabilirsiniz muhakkak.
Cesede tekme atması, ölen kişiyle bir husumeti olabileceğini akla getirse de ikinci cümledeki eylem geçişleri oldukça hızlı. Eylemin oluşuna tanıklık etsek daha iyi olabilir. Örneğin, ‘Sakinleşmek şöyle dursun ona temas ettikçe daha da hiddetleniyordu.’ veyahut ‘Sakinleşeceği yere yumruklarını sıkmaya devam ediyordu.’ gibi gibi…
Bu tip ufak detaylar karakteri yavaş yavaş inşa eder. Ancak sizin tüm sırrı paylaşıp ortada bıraktığınız şey en iyi ihtimalle tahtadan bir pinokyoya dönüşür. Tipleme yaratmaktan kaçınıp karakter yaratmaya odaklanmalıyız.
Biz karakterin ebeveyni değiliz. Bu ve benzeri şeyleri hissediyorsa bırakalım kendisi bize anlatsın.
İyi yazarların metinlerinden bolca yararlanmanız, analitik gözle okumanız dileğimle.
Elinize sağlık.