“Kim ki hem görür hem söyler, o kişi ermiştir. Kim ki görmez ama söyler o normal bir insandır.. Kim ki görür ama söyleyemez, işte o delidir.”
F.K.
Aldı hikayeci…
-“Gördüklerinize inanamayacaksınız amirim.” dedi telsizden gelen İç Anadolu aksanlı ses. Osman, Organize Suçlar Masası’ndan emekli olmasına birkaç hafta gelmişken son kertede büyük çapta mevzular yaşanmasın diye dua eden, emeklilik ikramiyesini, Ayvalık’ta yaşamını sürdüreceği yazlık evi aklından çıkarmayan, çocuklarının ve torunlarının kendi cenazesinde gözyaşlarını dökme ihtimali aklından çıkmayan bir polisti. 70’lerin Aksaray’ında, İstanbul’da hala son kabadayıların kaldırımları arşınladığı o günlerde, ilk gençliğin ve mahalle kültürünün etkisiyle külhani yaşamlara meyleden, birkaç kavgadan sonra bir gün Valide Camii’nin çeşmesinden abdest aldığı sırada hasımları tarafından sırtından vurulan Arap Ali’nin gözlerinin önünde can vermesinin ardından aklını başına devşirmiş, okulunu okumuş, yılların kurt komiseri olup çıkmıştı.
Şimdi ise aldığı bir terör saldırısı haberi üzerine Aksaray Metro durağına doğru koşar adım ilerliyordu. Olayın detaylarını bilmiyordu ama metro ve altı ölü bir yaralı kelimeleri geçtiğine göre terör saldırısı olduğunu tahmin ediyordu. Üstelik her zaman ki gibi belanın kokusunu almışçasına yakınlarından bir yerde ortaya çıkması üzerine yine sunturlu küfürleri sarfederek olay yerine doğru ilerliyordu. İstasyonun etrafındaki polis arabalarını ve kordonlarını görür görmez nefes nefese kalmasına rağmen koşmaya başladı. Elindeki telsizi ve eskilerden tanıdıkları yüzünü görerek yol veren memurların arasından geçerek merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.
Olay yerine geldiğinde şaşırmıştı. Cesetler torbaların içinde durağın zemininde bekletiliyordu ve civarda tek bir gazeteci bile yoktu. Bir terör saldırısını haber aldıklarında anında olay yerine gelirlerdi. Ortada bir gariplik vardı. Telsiz anonsundan kendisine haber veren komiser yardımcısı Vedat onu görür görmez yanına seğirtti. Başkomiser Osman bir anlığına oradaki polislerin yüzüne baktı. Ayakları kan içindeydi ve yerlerde kanlı ayak izleri vardı. Yan tarafta kapısı açık metronun içi kan gölüne dönmüştü. Memurların yüzlerinde belli belirsiz bir korku vardı.
-“Neler olmuş burada? Bu cesetler neden burada bekletiliyor?”
-“Bilmiyoruz amirim. Cesetlerin beşi paramparça olmuş, vahşi bir hayvan tarafından parçalanmış gibi. Bir tanesinde derin kesikler var, sanki döner bıçağıyla yada baltayla kesilmiş gibi.”
-“Sağ kurtulan hangisi?”
-“Şu bankta oturan, battaniyeye sarınmış olanı.” Dedi. Bankla bütünleşmişçesine gözden uzak gibi görülen sesi soluğu çıkmayan gençten bir çocuktu. Komiser:
-“İfadesini aldınız mı?”
-“Alamıyoruz komiserim maalesef.”
-“Neden?”
-“Komiserim gazetecilerin etrafta olmamasından belli değil mi? Geri çağrıldılar. Ankara’dan geliyorlar. Cesetleri onlar alacak, sorguyu da onlar yapacak.”
-“Kim lan bu hem medyayı hem polisi susturuyor? Asker mi istihbarat mı?”
-“Emir yüksek yerden. Bize emredildi sadece. Parapsikoloji Dairesi galiba.”
-“Cincilerin ne alakası var? Terör saldırısı basbayağı.”
-“Ankara’daki labarotavurları mı neyse artık yoğun bir reaksiyon mu ne görmüşler ne sapatamışlarsa buraya geleceklerini söylediler. Gizli tutmamızı belirttiler aksi halde insanlar zaten bize inanmayacakmlarmış.”
Başkomiser Osman daha önce bu dairenin varlığını ve araştırmalarını duymuştu. Sır gibi saklanan, üyelerinin kimliklerinin gizli tutulduğu bir yapılanmaydı. İlk kez burun buruna geldiği bu yapılanmayla bugüne dek “Cinciler” diye dalga geçerdi. Çocuğun önüne geçerek ona baktı. Üniversite öğrencisi olmalıydı, giysisi ve görünüşü gençlere benziyordu. Ama yüzündeki beyazlık ve korku ifadesini Osman bugüne değin hiç görmemişti.
-“Ne oldu içeride?”
Çocuk güçlükle cevap verebildi. Kapı gıcırtısını andıran ses tonuyla:
-“Anlatsam inanmazsınız.”
-“Ankara’dan cinciler geldiğine göre var bir ayak sen anlat bir hele.” Dedi babacan bir tavırla.
-“Vallahi de inanmazsınız. Ama açıklaması var. Boyut kapıları, paralel evren geyiği. Fizik konuları işte. Velhasılı kelam..”
Çocuk korku dolu gözlerle başkomisere bakarak anlatmaya başladı…
Aldı yolcu…
Amirim, ……Üniversitesi, Edebiyat bölümü master öğrencilerindenim. Bundan bir iki saat öncesine kadar her şey normaldi. Ama öncesi var. Ben ve bir grup arkadaşım bazı çalışmalar yürütüyorduk. Bu deminde söyledim paralel evrenler geyiği işte. Bir teoriye göre belli bir hıza ulaşılınca, zaman ve mekanda bir solucan deliğinin açıldığı ve farklı boyutlara geçişin mümkün olduğuna dair bir hipotez. Sizin anlayacağınız şekilde aktarırsam kabaca zamanda ve hatta o korkutucu varlıkların dünyasına geçiş yapabilirsiniz. Sebebi daha çok meraktı ama gizli şeyleri bulmanın getireceği ün ve seBir takım deneyler yaptık dahası yaptılar ama gerek malzemelerin yetersiz oluşu gerekse parasızlıktan başaramadık. İşte o noktada devreye çalışmalarımızın başka bir boyutunu keşfettik. Dünya üzerinde bazı bölgelerde belli geçitler oluşuyormuş. Zaman ve mekan değişimine olanak sağlayan noktalar. Atlantik’teki Bermuda Şeytan Üçgeni ve Pasifik’teki Manila Denizi’nde olduğu gibi. Hatta İstanbul’da Kapalıçarşı’nın bir yerinde de bu türden bir geçit olduğunu duyunca orayı araştırmaya başladık. Söylentiler doğrultusunda araştırma yaptık ama müspet bir sonuç alamadık. Bizde araştırmalarımızı metafizik olaylar çerçevesine yoğunlaştırdık. Her söylentiyi her duyumu değerlendirdik ve o bölgede bazı ayinsel uygulamalara giriştik. Bazı şeyler görüyorduk ama çok zayıftı ve bir geçide felan rastladığımız da yoktu. Sonra bu tarz geçitlerin tesadüfen oluşmadığını keşfettik. Bazı noktalar yoğun enerji noktalarıydı, gerçeklik çizgisinin değiştiği yerlerdi. Bu nedenle buraları keşfeden insanlar o güçten faydalanmak adına oraya tapınaklar dikiyorlardı yada ayin noktaları haline getiriyorlardı. Bizans döneminde böyle bir yer vardı. Dehlizlerinde pek çok kurbanların kalıntısını ve hayaletini barındıran bir nokta. Aksaray civarında olduğu yazıyordu. O geçidi araştırıyorduk işte.
Sonra bir gün evde otururken tek başına bir çalışmasından dönen arkadaşımızı gördük. Geçen haftaki gazetelerde görmüşsünüzdür, bir trafik kazası sonucu şaibeli bir şekilde vefat eden ……. diye yazdılar. Eve geldiği zaman yüzü bembeyazdı. Hortlak görmüş gibiydi. Bize geçidi keşfettiğini söyledi. Nasıl olduğunu, neye benzediğini sorduk. Metrodaymış, araştırmadan dönüyormuş. Birden karanlığın içinde bir ışık parlaması görmüşler. Metro olduğundan hızlı hareket etmeye başlamış. Bir noktadan sonra etrafındaki insanlara bakmış. Bir kısmının eski giysilerle metro içinde şaşkınca etrafa bakındıklarını görmüş. Bir kısmı ise insana benzemiyormuş. Yaratıklar demişti, korkunç yaratıklardan bahsetmişti. Eciş bücüş görünümlü olduklarını anlattı. O kadar korkunç görünüyorlarmış ki gözünü her kapatışında aklına onlar geliyormuş! Ondan sonra adeta deliye döndü. Her yerde bir gölge bir gariplik gördüğünü iddia etmeye başladı. Eve kapandı. Duvarlara her çeşit kutsal sembolü, kitapları felan asmaya başladı. Sonra bir gün evden çıktı, kaçıyordu, arkasında bir şey var gibiydi. Gözleri delilerin gözleri gibi küçülmüştü. Onun cesedini buldular. Bu metronun tam üzerinde. Ezilmiş bir şekilde. Tüm kemikleri kırılmıştı, çok büyük bir boa yılanı tarafından sarılmış gibi yüzü mosmordu, boğulma izi vardı. Anlayamadık ama geçitle ilgili olduğunu tahmin etmiştik. Araştırmalarımızı bu nokta üzerine yoğunlaştırdık.
Her gün tütsülerle, madalyonlarlar bu civarı geziyorduk. Bazı uygulamalar ve ritüeller yaptık işte. Aramızda kura çektikten sonra metroya binmeye karar verdik çünkü geçit ilk burada ortaya çıkmıştı. Hepimiz sırayla bindik. Kimsede bir belirti yoktu. En son ben bindim. İki saat önceydi. En ön taraftaydım. Birden çok ileriden güçlü ışık huzmeleri gördüm. Son seferdi ve az kişi vardı. Ben dahil yedi kişiydik. O anda kafamda bir şimşek çakmıştı. Bazı sayıların büyülü özelliklerinden bahsedilridi, cifr, kabala, ebced gibi sistemler bunlarla ilgileniyordu. Arkadaşımızın anlattığı şeydeki ufak bir detay aklıma geldi. kendisi dahil toplam dokuz kişilermiş. Bir anlığına o görüntü oluşmuş. Işık huzmelerinin kuvvetli olmasına dayanarak söyleyebilirim ki geçidi harekete geçiren yedi kişiydi. Evlerine ulaşmaya çalışan ve bunu arzulayan altı kişi ve geçidi bulmayı hedefleyen bir kişi. Belki bu istek belki yedi insan bu geçidi tetiklemişti. Aslında yedi kişi değildik, sekiz kişiydik birde sürücü vardı ama enteresan olanı bir kişininde en arkada olmasıydı. Yani yine dokuz kişiydik ve geçit harekete geçmişti! O sırada hemen sürücünün olduğu bölümünün olduğu kapıyı açtım. Adam şaşkınlıkla ışığı seyrediyordu. O an hepimiz aynı şeyi hissediyorduk. Belki asırlardır pek aşinası olmadığımız bir şeydi ama o his daha önceki atalarımızın genlerine işlenmişti. Vücudumuzda acaip bir karıncalanma hissi vardı. Etrafta beyaz ışıklar uçuşuyordu. Kristof Kolomb’un seyir defterdi bahsettiği, Bermuda Şeytan Üçgeni yakınlarından gemileriyle geçerken gördüğü beyaz ışıktan halelere benzer uçuşan ışık huzmeleriydi. O kadar yoğundular ki geçerlerken insana dokunuyor gibiydiler. O ilerideki büyük parlamaya düşer gibi yaklaşıyorduk. Yüksek bir yerden düşerken hissedilen o tuhaf karın boşluğu hissi gibiydi. Kulaklarımız çınlamaya başlamıştı, ışıklar artmıştı. O büyük beyazlığın içine girdiğimizde gözlerimi kapattığım halde ışığı ayan beyan görüyor gibiydim. Arkamı döndüüğümde tuhaf bir şey gördüm.
İnsanların giysileri ve kısmeden tipleri değişmişti. Öylesine bir boyut değişimi ve geçidiydiki saatime baktım, kendini zamana göre ayarlayan otomatik saatime. Geri geri gidiyordu ve tarih hanesi değişiyordu. 18 Mart 1122 tarihinin belirdiğini gördüm. Garip bir histi. Arkamdaki sürücü basit kıyafetli bir hristiyan köylüye dönüşmüştü. Elinde üç dişili bir yaba vardı ve oldukça sinirli görünüyordu.Yanımdan koşarak geçti. O beş kişiye baktım. Kimisi zırhlı kimisi deri giysili, kılıçlı baltalı oklu savaşççılara benziyorlardı. Işık sönmüştü ama onlar değişmemişlerdi.Daha ileriye baktığımda hayatımda görüp görebileceğim en korkunç şeyi gördüm. Oldukça büyük bir canavardı. İnsan boyunda ama bir şekilde şiş göbekli, uzun ve çarpık kollarıyla ayakları olan, sivri tırnaklı, korkunç gülüşlü ve gözleri kızıl ateşlere benzeyen tuhaf bir yaratıktı. Uzun saçları vardı ve korkunç bir şekilde çığlık atıyordu. Sesi kulaklarımızı tırmalıyordu. O geride tek başına oturmaktayken basit bir köylü kılığında olan adamı yakalamıştı. Yanımdaki beşliden birisi, uzun deri zırh giyen, kürklü keçe başlık takmış, sırtında ok sadağı ve yay, belinde eğik kılıç taşıyan, hafif çekik gözlü, seyrek bıyıklı, esmer suratlı, yüzünde savaş yaraları taşıyan bir adamdı. Diğerlerine dönerek “Cazu karu kapanga tüşti!” diye bağırdı. Adamın söylediği bana garip bir şekilde tanıdık geldi. Gerçi edebiyat bölümünde duymuştum, Kıpçak lehçesine benziyordu. İçimden “Kuman” diye bir ses geldi sanki. Ama daha garip bir şey vardı. O an bilincimin içinde yabancı birisi vardı. Bende değişmiştim ama beni hala kendi asıl bilincime bağlayan bir şeyler vardı sanki. Üzerimde siyah bir cüppe vardı. Üzerinde çeşitli semboller dikilmişti çeşitli kumaş parçalarıyle. Üzerimden, saçlarımdan ve sakallarımdan sarkan incik boncuklar, yüzük ve taş parçaları vardı. En garibi ise elimde uzun bir tahta sopa vardı. Ben kimdim? İçimden bir ses “Aşir” dedi. İsmim bu muydu? Adamlardan birisi zincir zırh giymişi, yüzünü maskeyle örten bir miğferi ve elinde kocaman, iki eliyle tuttuğu dev gibi bir baltası vardı. Kızıl saçlı, iri yarı bir adamdı. Bana dönerek “Vasluta honom!” Bu dilde bana yabancıydı. Neyce konuşuyordu? Vareg dili diye bir şey çınladı sanki içimde, kuzey diliyle “Bitir onu” gibi bir şeyler söylüyordu. Onun arka tarafında, elinde ok ve yayı hazır tutan, iki tarafı keskin düz kılıçlı, demirden miğfer ve kürkler taşıyan yine seyrek sakallı ama sarı saçlı bir adam bana dönerek tıpkı Kuman dilinde konuşan adamın diline benzer bir şekilde “Cazu karuyu tuttuk eşde ni turarsın ni beklersen?” içimden bir ses “Peçenek iyi bir avcı ama hiç sabırlı değil” diye çınladı sanki. Bir başkası, mor giysilere üzerine bazı zırh parçaları takmış, haçlı kalkan ve büyük kılıç taşıyan bir şövalyeydi. İçimden “Gösterişli bir tipin var Bizanslı ama bakalım kılıcın cadıya işleyecek mi?” diye bir ses çınladı tekrar içimde. Beşinci savaşçı uzun bir mızrak taşıyan, arap giysilerine bürünmüş esmer adam bana dönerek sinirle baktı. Yanında bekleyen köylü kılıklı elinde yaba taşıyan adama döndü. “El hücum!” diye bir nara patlarak atıldılar ama bir şey onları engelledi.
Cadı yakaladığı köylüyü sımsıkı kavramış, ağzınıda kocaman açmıştı. Kafasından başlayarak eşini yiyen dişi çekirgeler gibi adamın çığlıklarına ve çırpınmasına aldanmayarak yemeye başladı.Etrafa kanları sıçrayan adamı bir iki dakika içerinde yuttu. Sizin anlayacağınız iki ceset daha var ve ikisinin parçaları şu an kızın midesinde. Eli yabalı olanın kardeşi felandı herhalde büyük bir sinirle saldırdı. Cadı uzun kollarıyla adamı yakaladı ve tıpkı öteki gibi yemeye başladı. Evet doğru tahmin aracı kullanan kişi kızın midesinde. Bu arada metronun içinde olmadığımızı bir dehlizde olduğumuzu farkettim. Duvarları zincirli, yosun ve is kaplı, soğuk ve nemli zindan duvarlarıydı. O eli yabalı adamıda bitirdikten sonra bize doğru sallana sallana yaklaşmaya başladı. Birden elimi ona uzatarak anlamadığım dilde bir şeyler söylemeye başladım. Savaşşçılar silahlarını çekerek naralar savurarak cadıya saldırdılar. Bir şekilde onu kesmeyi başardılar ama pençelerinin kurbanı oldular. Hepsi öldü. En son ben kalmıştım. Bana doğru geliyordu. Yerden düşmüş bir kılıcı kaptım. Sopamı bir yana fırlatarak kılıcı iki elimle kavradım. Yine bilinmeyen bir dilde gözlerimi kapatarak bir şeyler okuduktan sonra hızla cadıya atıldım. Beni pençeleriyle öldürebilirdi ama yorgun düşmüş haliyle beni fazla tutamazdı. İleriye atlayarak kılıcımı onun göğsüne sapladım. En cesur kişinin bile yüreğini titretebilecke korkunç bir çığlık çıktı boğazından. Cadının kara kanları üzerime fışkırıyordu. Kılıcı çıkardıktan sonra tekrar ve tekrar cadıya saplamaya başladım. Artık ona ne yaptıysam bana karşı elini kolunu oynatamıyordu.
Tam kılıcı geri çektim cadının kafasını koparmak üzere hamle yapıyordum ki bir ışık parlaması daha oldu. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda çevremde cesetler vardı, insan hallerinin cesetleri. Sonra siz geldiniz zaten.
Aldı Hikayeci…
Başkomiser ve polisler, çocuğun anlattığı delilik ürünü şeyleri soluksuz bir şekilde dinliyorlardı. Başkomiser’in aklı karışmıştı. Bu çocuk geçirdiği bir cinnet sırasında hepsini öldürmüş olabilirdi, silahıda raylara atmıştı belki. Ama diğer iki cesedin olmaması, sürücünün kaybı kafasını kurcalıyordu. Birden çocuğun yerinden kalkarak hızla etrafına bakındığını gördü. Çocuk: “Ben deli değilim ve size ispatlayacağım!” dedikten sonra hızla koşarak açık olan metronun içine girdikten sonra sürücü kısmına geçti ve aracı çalıştırmaya başladı. Başkomiser ve diğer polisler onun ardından metroya atladılar. Çocuğun metoryu durdurması ve teslim olması için kapıyı yumruklamaya başladılar. Çocuk kapıyı kapattıktan sonra metroyu hareket ettirdi. Her düğmeye basarak bulduğu bu tuhaf yönetm sonucu metro hareket etmeye başlamıştı. Polisler şiddetle kapılara ve camlara vurarak çocuğu ikna etmeye çalışıyorlardı. Bir anda başkomiser bir ışıltı görür gibi oldu. Uzaktan kendilerine yaklaşıyordu. Etrafına bakındı. Yedi polis, kendisi ve genç! Silahını çektikten sonra kapıyı kırmak üzere kapının kilidine doğru yöneltti namluyu. “Durdur metroyu yoksa sıkarım!” diye haykırdı. Gerçektende beyaz bir ışığa doğru yaklaşıyorlardı. Işığı geçmelerinin ardından silahını ateşlediğinde garip bir şey gördü başkomiser. Elindeki silah eski zamanlardan bir piştova dönüşmüştü. Hemen henüz kaybolmamış metronun camından yansımasına baktı. Burma bıyıklı bir yeniçeri ağasına dönüşmüştü! Kızıl elbisesi, belinde palası, keçeden başlığı vardı. Ardındaki yedi memurunda yeniçeri neferlerine dönüştüğünü gördü.
Artık bir metronun içinde değillerdi. Bir zindanın içindeydiler. Yeniçerilerden biri bağırdı: “Ağam canavar yaman geldi emir sal geri çekilelim!” dedi. O sırada önünde durdukları kapının açıldığını gördü. Son farkettiği şeyse ardından üzerine fırlayan dev gibi bir boa yılanının kızıl gözleriydi.
SON
- Çeşmenin Duldası - 1 Ekim 2021
- Paşa, Voyvoda ve Cadı - 1 Nisan 2021
- Şalgamika Nasıl Dağıldı? - 15 Haziran 2017
- Balkanski Grob - 15 Mayıs 2017
- Tahta Kılıçlar Mezarlığı - 15 Ekim 2016
Hikayeni beğendim ancak son bölüm biraz kısa kalmış sanki. Beğendiğim için olsa gerek sanki hikaye devam etmeliymiş gibi geldi belki de…
Çok önemli olmamakla beraber birkaç harf ya da kelime hatası var; ama bence bu tarz hatalar okurken akıcılığı bozuyor, o anlamda bunlara da önem verirsen daha iyi olur diye düşünüyorum. Yoksa hikayen çok akıcı.
Kalemine ve kelamına sağlık …
Sevgili Mehmet,
Öyküyü çok beğendim. Ön çalışmalar ve araştırmalar yaparak, emek harcayarak, yazdığın belli; ama o kadar çok yazım hatası, yanlış seçilen kelimeler vs. var ki, onları tek tek yazacak olsam bir sayfa dolar. (=
Eğer aklında kurguyu geliştirerek belki de bir roman yazma fikri varsa kesinlikle uygula derim. Ama bu sefer yazıma daha dikkat et olur mu (=
Selamlar Üstat Wyern;
Yine o enfes kurgularından biriyle bizlerleydin. Her zamanki gibi uzunluğuna aldırmadan, bir solukta ve hiç sıkılmadan okudum. Gerçekten de çok leziz ve tadından yenmez bir hikaye olmuş.
Okurken şöyle bir sırıtmadım da değil hani. eğer bu ay ben de katılsaydım birbirine ikiz derecesinde benzeyen iki hikaye olacaktı seçkide 🙂 Kafamda kurduğum kurgu aşağı yukarı seninki ile aynıydı çünkü. Ama senin fikirlerinin daha iyi ve daha çok “bizden” olduğu da yadsınamaz bir gerçek.
Bunun yanı sıra ufak tefek yazım hatalarının devam ettiğini görmek üzücü. Bunlara biraz daha dikkat edersen çok daha iyi işler çıkaracağına adım gibi eminim.
Ellerine ve kalemine sağlık.
öncelikle çok hoş bir öykü olmuş. oldukça akıcıydı. beğendim doğrusu.. benimde yazım hatalarını söylememe gerek yok ama söylemiş kadar oldum 🙂 neyse çok başarılar size.. hayal gücünüze hayran kaldım diyebilirim 🙂
fikriniz,hayal gücünüz, eliniz, kolunuz, en önemlisi de kaleminiz sıhhat bulsun :):)
Yine enfes bir öykü okumuş oldum sayende. Oldukça akıcı, sürükleyici ve bir o kadar zevkli.
Komisere kanıtlayayım derken hayatından olması da üzücü bir son olmuş. Her birinin hikayesini kısa kısa anlatman ayrıca tat katmış.
Ellerine sağlık diyorum, öykülerini böyle eski zamanlara bağlama durumu hoş oluyor. Yeni öykülerini merakla bekliyorum…
Öncelikle hikayemi okuma zahmetine katlandığınız için hepinize teşekkür ederim. Sınavlar ve konu araştırmalarından ötürü şimdi cevap yazabiliyorum.
@animania: Son bölüm geç kalma korkusuyla kısaldı ben daha uzatacaktım, komik dialoglar vardı ama araştırma ödevim galip geldi 🙂 Kelime hatalarına ve imlaya daha çok dikkat ediyorum. Yorumun için çok teşekkür ederim.
@FreshBlood: roman projeleri elbette var ama dediğin gibi imladan kelimeye hatta kurguya bir çok eksiğim var. Hala araştırmalar yürütüyorum, bir gün moda girince e kitap formatında yazmayı düşünüyorum 🙂 Teşekkür ederim 🙂
@mit: Üstadım saygılar, okuma zahmetine katlandığın için çok teşekkür ederim. Usta bir yazardan, amatör bir yazar adayı olarak bu denli övgüye ve bu denli uyarıya maruz kalmak gerçekten benim için çok sevindirici :)Yerel olmak, köklerimi deşmek fantezide en sevdiğim şey. bu yüzden hikayelerimde bunun üzerine çalışıyorum. Teşekkür ederim üstadım 🙂
@mediha: İyi dilekleriniz, eleştiriniz ve okumanız için ayrı ayrı teşekkür ederim. Aynı şeyleri hepimiz için diliyorum. Kalemimiz sıhhat bulsun 🙂
@magicalbronze: Teşekkür ederim hocam, beğenilerinize mazhar olmaya çalışıyorum. Yereli yakaladığım müddetçe, o eski kocakarı anlatılarını hikayeleştirdiğim sürece mutlu oluyorum. Başkalarınında bu noktaları dikkatten kaçırmamalarına daha çok seviniyorum 🙂 Teşekkür ederim 🙂