Öykü

Altıpatlar

İki aynı kattan iki ayrı kalabalıktan geliyorlar. Biri kırkıncı kattaki ofisinden, diğeri yanındaki inşaattan. Kırk kere dönmüş, döndürmüş dünya ikisini de beton mikserinde, iş görüşmesinde.

Sokağı ayaklarının altında başlarının üstünde, bir hale gibi döndürerek yürüyor ikisi. İsa Mesih çıkıp gelse dönmeyecekler gecenin içinde burgulanmak gerek. Birbirlerine dönecekler, gece kapının dışında kalacak. Sarıldıklarında bir el kalçada dolanacak, diğeri boyundan âdem elmasına varırken.

Yokuş yukarı. Kan, ter, gözyaşı. Gözyaşı aşktan, ter yokuştan, kan zaten içten içe kanayan dağlarda bırakılmış bir yaradan.

Sarışınlığını birinin karalığını diğerine kata kata büyüyor gece gözlerinde, yüreklerinde ve vücutlarının en hassas parçasında. Karamel rengine dönüşecekler, az sonra…

Evin anahtarını arayacak daha az dönen, dünya dönüyor ulan diyecek, biz sabitiz. Sabit değişkenleriyiz hayatın, insanız demek ki, değişmek bize mahsus çünkü. H., canım kokoreç çekti diyecek, Ankara mı İzmir mi İstanbul mu olsun? A.’dan Mardin cevabı gelecek, safran sarısı, sarı taşlar gibi, güneş gibi bir Mardin kokoreci, içini de yakacak, dudaklarını sarıya boyayacak. Sırası gelen içine çekecek güneşi, içine çekip patlayacak, boşalacak, bir kara deliğe dönüşecek. İnsan da yıldız tozu ulan nihayetinde, onlar gibi ölüyoruz, patlıyoruz, kara deliğe dönüşüyoruz, sonrası boşluk. Amma uzattın diyecek H., açsana kapıyı.

Eve girer girmez daha az sarhoş olan koltuğa devirecek, diğerinin üstüne uzanacak boylu boyunca. Ayakkabının teki kapının önünde diğeri koltukta. Biri nefes alabilse öpüşme başlayacak ama nefes ayıklık kadar uzak şimdi.

Öperek susturma zamanı birbirini. Günlük hayatın anlamsız, kof, tuhaf dertleri havayı ağırlaştırırken biri ayılıp susturacak, öperek.

Elden ele ince sigara döndürüldü, öksürük incecik ve yürekten atıldı, dumandan dışarı. Televizyonun sesi, ne zaman kim açtı? Sayıların arasına sıkıştırılmış insan sayıları, onların birbirine karışacağı gibi birazdan iç içe. Bizden beşse onlardan en az altı ölü, yüreklere su serpildi.

Kokoreç var mı abi? Var. Nasıl olsun, ince kıyım, iri kıyım, sebzeli, sade? Mardin olsun. Haspinallah diye kapanacak yüze üçüncü dördüncü kez telefon. Yüzüne kapanıp ağlamak isteyecek, yüzüne telefon kapanan. Kimin yüzü olduğu… Yerin yüzü, aşkın yüzü, ikiyüzlü yeryüzü. O an yanındaki adamın yüzüne kapanıp ağlayacak, rahatlayacak. Patlamadan önce rahatlaması gerekir yıldızların.

Ev sahibi sucuk yapacak, yumurtalı. Yer sofrasını kuracak, örtüyü dizlerine çekecek ikisi de. Biri diğerine bacaklarını nasıl altına alacağını gösterecek. Eşkıyaymış dedem diyecek, zenginden alıp fakire verenlerden. Düze indiğinde çocuk yapmış, dağa çıkmış çocuk asker avlamış. Ş sesi talepkar, gel öp beni talebi, uyulacak.

Sucuk yiyip öpüşülecek, yumurtanın sarısına ekmek banıp yenilecek. Tüm klişelere inat, aşkı sarımsak kokusunda kutlayacaklar.

Öpüştüler. Öpücükler, diller, eller ve talepler. Parmak uçlarına yazılı, iç titreten talepler, zelzeleyi çağıran çığlıklar, duvar vurukları, sıva çatlakları, dökük boyalar, göz altlarındaki kararan kalem izleri, bar peçetelerine göz kalemiyle yazılan aşk ve kusmuk kokulu notlar. Birer birer, kol kola geçtiler dört kol dört bacak tek vücut, gözlerin önünden.

Tutkunun çağrısına uydular. Geldi kulakların uğuldayışıyla o muhteşem çınlama. Doğu Ekspresinin peşine takılmış bir tıkırdama. Altıpatlar sesine benziyor, uzak dağlardan. Tepeleri aşıp gelen mirasın intikamı muhakkak. Batıdan doğdu güneş, her şey bir gün tersine dönecek.

Tozlu perdenin arasından vuran sokak lambasının ışığı boynunu kuğuya dönüştürecek. Kokusu morgu ansıtan bir ten kokusu kansız, kar gibi boğuk bir soğuk. Uçması gerektiğini hatırlatıp duracak kendisine. İçinde hiç bilmediği his, bazı anların içinde ölmek istenci, omuzlarından bastıracak ama masa dağınık kalmalı. Çünkü kimi mahlûkat boşluktan oluşur.

İçlerindeki A ve H sesi arasında kalan rahatlamayla, yazılan binlerce şiirin çöpe atılması kimin umurunda? Tüm cins-i mahlûkat gezegenin bacaklarını araladı nasıl olsa.