Sabah hâlâ içinde bulunduğunu sandığı o rüyayla uyandı. Bir yerde okumuştu. Daha önce gerçek hayatta deneyimlemediğin hiçbir şeyi rüyanda göremezmişsin. Şimdi bunun ayırdında zorlanıyordu işte. Hayatta mıydı hâlâ? Hayali mi sürüyordu yoksa? Hayalin ötesinde, rüyanın içinde ya da bir imge. Sakince doğrulup oturduğu alçak yatak, alt kattan gelen yağlı yemek kokusu, pencerenin az ötesindeki kavak ağacın esintilerini duyumsadıkça yavaş yavaş ayak uydurdu gerçek hayata. Ne rüyaydı ama diye geçirdi içinden. Hayalden öte, şimdilerden çok başka yaşamak istediği tek hayattı sanki. Gördüğü kişinin yüzünü anımsayamıyordu. Her rüyada olduğu gibi detaylar öylesine bulanık, ama hisler yerli yerinde… Sabahın verdiği bu ağırlığı üzerinden atmalıydı. Artık uykusuz ve rüyasız devam edebilirdi. Hafızasını yokladı bir süre. Sahi öğle uykusundaydı. Biraz daha oyalanırsa öğleden sonraki ilk dersi kaçıracaktı. Telefon saatine baktı. Üstü başı hâlâ düzgündü, saçları biraz dağılmıştı. Sabahki görünüşünden farklı olmayı sevmezdi gün içinde. Gün nasıl başlarsa öyle devam etmeliydi. Üst baş değişmeden. Koku, aynı takılar, ayakkabılar… Yarın başka bir gün olabilirdi çünkü yalnızca. Bugün hep bugündü. Hızlı adımlarla derlendi. Telefonuna tekrar baktığında geceye dair yeni şeyler hatırlamaya başladı. Bir mesajdı ona bu hisleri geçiren. Geçen hafta sonu tatil dönüşü şehirden ayrılmadan gördüğü son kişiydi ona son mesajı atan. Uyumadan önce de onunla konuşuyormuşum demek. Rüyadan gerçek hayata geçişteki o aşağı düşüş hissine kapılmamıştı şimdi. Neyi nasıl yapacağımlar…Önümde yapmam gereken işler. Nasıl mutlu olacağımlar… Her biri silindi aklından. Çünkü kapıldığı bir hava vardı, içine girmekten kendini alamadığı. Hayat güzeldi sahi dedi. Çok güzel olabilirdi. Sevdikleri şeylerin ayrıntısına kadar inmişlerdi son konuşmalarında. Her bir cevap hayretler veriyordu ikisine de. İlk kez tattığı bu aynılık duygusu farklı bir huzur vermişti ona. Bir şeyle ilk karşılaştığımızda kendimize yakın bulduğumuz özellikler dikkatimizi çeker. İçinizden söyleyin hanginiz kendinize çok aykırı bulduğunuz bir eteği ya da gömleği seçersiniz? Renginden dokusuna üzerinize nasıl uyum sağladığına önem verirsiniz. Ruhlar da bunlara benzer. Aynılığı tattığın zaman görüp deneyince hemen almayı istediğiniz o balıkçı yaka kazak gibi sizin olsun istersiniz. Böyle bir aidiyetti bu da. İlk kez bir şeye böylesine ait olmak ve aynı anda ona da sahip olmak istemişti. Hiç görmediği bu yüz bu öğlen rüyasında gördüğü adam olabilir miydi?
Okul uğultusundan birden yine nerede olduğunu unuttu. Zaman, mekân kavramlarının önemini bu kadar sık yitirmesi artık alıştığı bir durumdu. Fark etmeden eli telefonuna gidiyordu hep. Bir bakışında yine sıcak, uslu bir deniz maviliği görür gibi içi huzura bulandı.
“Nasıl geçiyor günün?” Nasıl geçebilirdi, artık şartları arasında sen de vardın hayatın.
“Az daha uyuyakalıp günü kaçırıyordum”.
“Senden bir şey eksilmezdi, gün kaybederdi.” cevabı geldi mesajda. Neye nasıl hayret edeceğini bilemedi o an. Banaydı bu ilgisi. Böyle bir adamın ilgisi sadece banaydı. İş donanımına, tecrübesine, yeteneğine zevklerin, giydiği gömleğine kadar hayran kalmıştı ona. Belki de diyordu hiç görmediğim içindir bu hisler. Gün içinde sayısız özellikte insanlar aynı kılıkla yakınımdan geçiyordur. Peki onu ayıran neydi diğerlerinden? Bulmaya çalıştıkça hayranlığı da tepeye tırmanıyordu. Hiç kaybetmemem gereken biri oldu hayatta. Kaybetmemeliyim. Hangi koşul olursa olsun… Onu böyle içinden geçirmeler yaşarken yüreğinde bir çarpıntı başladı. Şimdi kuşunki gibiydi yüreği. Bir hırpalansa canını bırakacak kadar narin. Rüyası gözlerinde canlandı. Kalabalıktan uzakta daha önce hiç gitmediği bir şehrin çok güzel bir mekânında onu bekliyordu. Uzaklarda tanıdığı, tanıyıp sevmeye başladığı adamın yanına kadar gelmişti, orası her neresi ise tam da oraya. Sanki hiçbir şey gerçek dünyada yaptıklarına, hissettiklerine benzemiyordu. Bastığı yer bile ayağının altında sanki o anda kayıveriyordu. Güneş havada belli belirsiz vardı. Yine de etraf göz alabildiğine parlak, capcanlıydı. Uzun binaların arasından geçiyordu. Binaların aralarını sarmaşıklar, uzun yabanıl otlar sarmıştı. Yeni yeşermiş ağaç tazeliği vuruyordu yüzüne. Çünkü çiçek açmıştı ağaçların narin dalları. Açık kırmızı-beyaz küçük kiraz çiçekleri. Yazdan hemen önceki mevsimde olduğunu anlıyordu. Yürüdükçe yürüyordu rüyasında. Şehrin bu manzaralarını tadabilmek için gelmişti sanki buralara. Onu göreceğinden emin halde ama etrafta tek bir canlı bile yokken çıkıverdi karşısına. Onu gördüğü an o da kısık gözlerini büyük bir mutlulukla kendisine çevirmişti. Artık gördüğü bu adam onu hazlar ötesi hislere daldıran hayalindeki adamdı. Bu andan daha gerçek bir zaman olabilir miydi? “Gel” dedi tok sesiyle adam. “Sana yaşadığım yeri göstereyim”. Takılıp gitti arkasına adamın, sonra çok yakınında buluverdi kendini.
“Burası ne güzel bir semt, ne şanslısın.”
Artık ben de şehir de şanslıyız senin sayende, evet” dedi adam. İçinden taşan huzurla en hafif ve hızlı yürüyüşü tamamlamışlardı. “Evden birkaç eşyamı alıp dönelim ve yürüyüşümüze devam edelim. Malum işlerden haber almam gerek.”
“Birlikte mı gidelim, istersen bekleyebilirim seni burada. Bahçe çok güzel.”
“Vaktimizin hiçbir anı ayrı geçmemeli bence dedi adam. Yine yanına takılı buldu kendini. Sayısız katlı apartmanlardan birinin önünden dolanıp yürüdüler. İlk merdivenler bile upuzundu. Neyse ki apartmanın sağ girişinde asansöre doğru yöneldiler. Dar kabinde kolları birbirine yaslanmıştı. Keşke yüzümüz aynaya dönük olsaydı. Bir Kısa gülümsemeyle her şey yolunda hissi verdi kıza. Kata geldiklerinde yanyanalığı bozmak istemeden birlikte hareket edip çıktılar. Mekân yetisini yitirmişçesine bir gözü adamda kalırken ayağını attığı yeri fark edemeden savruldu kapı önüne. Ayakkabısının bağcığı ve adamın güçlü kolları kesiverdi bu savruluşu. Bedenini onun kollarında bulduğunda hissettiği eksik her şey tamamlandı. Artık tamamdı.
Rüyada öğrendiği bir durum vardı ki uyandığında hiç hatırlamak istemedi. Şimdi içinden geçen tek şey bu rüyayı ayrıntısız, bütünüyle ona hissettirdiği halde hatırlamaktı. Öğrenip artık bildiği şey ona engeller koymaktan başka bir işe yaramayacaktı çünkü. Bir rüyanın iziyle, kendi başına, tek bedende iki kişilik duyguları yaşatmayı sürdürdü yıllarca, bir araya geldikleri o güne kadar.
İlahı rastlantıların en güzel karşılaştırmasını iki kişiyi bir şehre bağlayarak yaşatıyordu bu hayat. Geleceğini söylediği an olacakları saniye kısalıkta aklından geçirdi. Bir gün birkaç yıla sığabilir mi? Bu, hiçbir zaman ölçüsüyle bulunamazdı. O gün gelse ve yaşasak…Anılansak diye geçirdi içinden. Rüyadan uyandığı sabahkinden daha zorlayıcı bir ağrıyla uyandı. Fizyolojiyle açıklanmayan bir sebepli ağrıydı bu. Heyecanın ve merakın bedene verdiği bir ağrı. Yola çıktığında hâlâ heyecanından sıyrılamamıştı. Onu görünceye kadar dinmeyeceğini anladı bu duygunun.
“Siyah mı, mavi mi?”
Tercihinde zorlanırken gençlik yıllarındakini andıran dolu bir heyecanı paylaştı onunla. Ne derin bir heyecandı bu. Aynı anda aynı şehirde hızla çarpan iki kalbin farklı tepkileriydi bunlar. Biri misafir olduğu bu şehirde beklerken zamanın yansıması bu ya kısadan uzayan bir yolculuktaydı diğeri… Daha önce defalarca kez gittiği o yolda şimdi hayatının en büyük amacına ulaşmak için gidiyordu. Mavi ya da siyahı denerken bir yandan ne zaman geleceğini hesap ediyor, süreyi soruyordu ikide bir ona.
“Ne zaman varacaksın?” Senden önce varmayalım düşüncesiyle soruyordu bunu. Senden önce yanına varıp beklemeliyim ve seni, beni görmenden önce görmeliyim. O bildiği yol her zamankinden, o bildiği süreden daha uzundu şimdi. Dudaklarında hemen evden çıkmadan önce sürüp kaybolmasına izin vermeyeceğine kendini tembihlediği şeffaf, pembe parlatıcısı kalmamıştı işte. Nasıl göründüğünün önemi kalmamıştı ya evden çıktığından beri. Günlerce ne giyip ne sürücem diye düşündüğü tüm detaylar önemsiz kalmıştı. Gelmesine kısa bir süre kalmıştı. Otobüsten inip yürümeye başladığında yine o yer zaman bağını kopardı andan. Kalabalığın içinden bir an önce sıyrılmaya çalıştığında durağın çıkış yolunu şaşırdı. Gözleri durmuyordu bir yandan da tüm kalabalığı tarayarak onu arıyordu. Kısacık bir an ne uzun bir sabırsızlığa döndü, şaşırdı. Karşı köşede sahiden görüyordu onu şimdi. Rüyasından hariç, gerçekliğin içinde bu kez. Adımları şimdi ona ulaştıracaktı işte onu. Siyah giymiş diye geçirdi içinden. Gülüşünün önüne nasıl geçti bu detay? Biraz ilerleyince gülüşleri de kolları da birbirine karıştı. Zaman durmaz mı? Mümkün olsaydı eğer bu, bir defalığına olabilecekse, şimdi olmalıydı. Zamanın nasıl geçtiği tecrübelere dair birden çok his oluşur insanlarda. Hani hiç gelmesini istemediğin bir an vardır, gelip seni bulduğu zaman, bitmek bilmez bir aralıktır hani. Bir de gelmesi için ne kadar zaman beklediğini bilmediğin bir zaman. İkinci olasılığı tadacağını biliyordu. Üzerinden daha da geçtikçe bu zamanın, neler hissedeceğini merak ediyordu. Tazelemekten başka bir yol bulamadı şimdilik. Hep taze tutmalı bu anları. Bu görevi senden önce o üstleniyordu bile…
Gün bitti. Daha güneş tepeden parıldıyorken hem de.
Yol uzuyordu şimdi de zamanın uzaması bitti derken. Bugünü nasıl anlatmalı şimdi? Fotoğraf, anı ölümsüzleştirmek için kullanılırdı. Ama onlar Bunu yapmanın başka türlü bir yolunu bulmuş gibiydiler. Sözle. Huzura bulanmış kalplerinden dile dökülen, daha önce kimseden duymadıkları sözlerle. Hem bunun için aynı anda aynı yerde bulunmaları da gerekmiyordu.
Bizdik dimi? Bugün bizimdi.
Geri dönüş yolunda başka bir huzurla kendi şehrine doğru ilerliyordu. Dökülen sözleri hiç dinmesin istediler paralel duygularla. Sahi başka dökülen şeyler de vardı. Hayale benzer anlardan bir parça geldi aklına. Bunu hayal ederken ve yeniden yeniden yaşarken onun kelimelerinden döküldü aynı an.
“Ellerim aktı aşağılara. Sonra beline…Tekrar saçlarına, tekrar beline… Bu, dünyanın en güzel kısır döngüsüydü.”
Sevmişti beni artık, kalbinden ayrı bir de elleriyle.
- An’ı Bulmak - 1 Kasım 2023
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.