Küçük bedenlerin, büyük hayalleri olurdu. Ufak parmaklarını uzatarak dokunabileceklerine inandıkları masmavi bir gökyüzü. Önlerinde yatan koca yıllar- hiç geçmeyeceğine inandıkları. Küçük televizyonun önünde oturur ve uçan balonları izlerken gülümsüyordu minicik dudakları, yukarıya kıvrılmıştı ve heyecanla soluyordu ufak ciğerlerine çektiği oksijeni. Rengarenk balonlar. Büyük büyük. Babasından bile daha büyük. 37 ekranlık televizyon bile saklayamıyordu babasından daha büyük olduğu gerçeğini balonların.
Avuçlarını kalbinin üzerine bastırdı ve ayaklarının üzerine dikildi, kendinden çok da yüksekte olmayan televizyona uzandı, sıcak parmakları ile daha sıcak olan televizyona dokundu. Pencerenin ardından yükselen büyük bir patlamak sesiyle birlikte annesinin çığlığı yankılandı kulaklarının ardında. Pencereleri parçalayacak, annesini ağlatacak kadar büyük bir ses. Televizyondaki balonlar gri parçaların altında yok olurken küçük kız çocuğu bakışlarını kapıdan yana çevirdi. Annesinin yerde uzanan bedeni kapının ortasında kalmıştı. Avuç içleri kendisine dönüktü ve sanki sıkı sıkı tutmak istiyormuş gibi yine kendisine uzanmıştı duvarın tozlarının aydınlattığı parmakları. Tek bir gözü aralıktı, sonsuza dek kendisinden başka kimseyi görmeyeceğine yemin eder gibi bilinçli.
Küçük kızın ufak adımları annesinden yana döndü ve annesine ulaştı birkaç adımda. Dizlerinin üzerine çökerken annesinin titrek dokunuşu ellerini buldu ve sıktı. Son bir hareket. Son bir tebessüm. Son kez alınan bir nefes. Küçük kız, annesinin gözlerinde buldu özlemini çektiği renkli balonları. Annesi onlardan birinin üzerindeydi sanki, yavaş yavaş yükseliyordu semaya. Yalnız değil. Kendisi de kollarının arasındaydı. Annesinin kokusu ciğerlerine cennetten bir bahçenin içindeymiş gibi hissettiren kokular armağan ediyordu. Bir başka dünyada yükseliyor. Başka bir dünyanın içinde yeniden nefes alıyor.
Annesinin gökyüzünden daha mavi olan gözlerine bakarken bedeni ona doğru eğilmişti “Nereye gidiyorsun anne?” diye fısıldadı çocuk sesiyle, savaşın sesleri arasında çığlıkları ile konuşmak daha makuldu belki ama içinde yaşadığı şeyin ne olduğunu bilmiyordu, bir savaşın içinde doğmuştu. Başka türlü yaşamaktan haberi yoktu. Bağırarak konuşması gerektiğini bilmiyordu.
Annesi küçük dudakların sesini duymasa da sözlerini hissetti yüreğinde, daima hissederdi “Hiçbir yere gitmiyorum, seni bırakmam.” kadının sesi kızının beyninde yeniden yankı buldu, tüm seslere sağır olmuştu kulakları küçük kızın- yalnızca onu duyuyordu. “Baban gelecek…” kadının beyaz yüzünü yıkayan gözyaşları aktı bir sicim gibi “Baban gelecek ve bizi kurtaracak.”
“Babamın sonsuza kadar gittiğini söylemiştin.” dedi küçük kız yüreğinde birdenbire yeşeren umutla birlikte “Ne zaman gelecek babam? Hadi ayağa kalk, güzel kıyafetlerimizi giyelim anne, babam bizi böyle kirli görmek istemez, değil mi?”
“İstemez.” dedi annesi gülümseyerek, gözleri son kez kapanmak üzere aralanmıştı, zoraki bir yutkunuş ve yine zoraki bir tebessüm “Sarıl bana güzel prensesim, son kez öpmeme izin ver senin o ufacık ellerini.”
Küçük kız minicik parmakları ile annesinin yüzüne dokundu ve dudağını onun alnına, yanaklarına ve yüzünün öpebildiği her yanına bastırdı. Annesi güzel kokuyordu- ve biraz da savaş. Duvardan halen dökülmekte olan kalaslardaki pislikler üzerlerine bir yağmur misali yağıyor, onları gri bir toz bulutu altında bırakıyordu. Başını geriye çektiğinde annesinin gözlerinin tamamen kapandığının farkına vardı. Dudaklarından son kelimeleri döküldü, sonsuza dek beyninin kıvrımlarında yankılanacak olan o kelimeler-
“Affet beni.” diye fısıldadı annesi acıdan kaybettiği sesiyle, bir başka kaybını bırakıyordu ardında, savaşın ortasında bırakıyordu en sevgilisini, en sevdiğini, “Affet beni.”
Minik kız annesinin dudaklarının arasından dökülen kelimelere anlam veremeyerek uzandı onun yanına, başını annesinin göğsünün üzerine bıraktı. Annesinin elini kendi sarı saçlarına doğru çekti ve avuç içlerini öptü ara sıra. Göğsü her zaman hızla yükselen annesinin göğsünde bu kez hareketsiz uzanıyordu. Kırılmış pencerenin ardındaki gökyüzü gri bulutlarla doluydu. Karanlık, şehrin üzerine çöküyordu. Gündüzü de gecesi kadar karanlık olan gökyüzü- minik kızın gözleri kapanırken gözlerinin önünde renkli renkli balonlar canlandı. Renkli renkli ve oldukça büyük. Annesi onlardan birinin içindeydi, kendisine gökyüzünden el sallıyordu. Balonun rengi pembeydi, küçük kızın en sevdiği renk. Küçük kız annesine kendisine de oraya alması için yalvardı, gözyaşları sicim gibi süzüldü yanaklarına. Ama annesi onu duymadı, dudaklarındaki tebessüm onun gözyaşları ile birlikte silindi sanki hiç var olmamış gibi. Kalbindeki ağrı çoğaldı.
Balonların ardında büyük bağırışlar yükseldi yeniden. Bir ışık değdi küçük kızın gözlerine sıkıca yumulmuş göz kapaklarının ardından. Minik kız gecenin ortasında araladı gökyüzünden çaldığı renkleri, kendisine bakan onlarca göz gördü karanlığın arasından, kendisine uzanan eller. Annesinden ayrılmak istemiyordu, çocuk olmasının bilinciyle onu son kez gördüğünü hissetti ve çığlıkları karanlığı parçalarcasına yankılandı bomba seslerinin ardında.
- Ve İnsan Tanrının İntikamını Aldı - 1 Temmuz 2024
- Bir Güne Bin Hayat - 23 Mayıs 2024
- Masumiyet Şatosu - 1 Şubat 2024
- Beyaz Yakalı Ahtapot - 1 Kasım 2023
- Annemin Tuttuğu Renkli Balon - 1 Mart 2022
Güzel olmuş, okudum, etkilendim. Savaşı korkunçluğunu o küçük çocukta hissettim. Kaleminize sağlık…
Merhaba, yorumunuzu yeni gördüm… Benim için çok değerli bu yorumlar. Çok teşekkür ederim, saygılarımla.
savaş ve çocukların yaşadığı acıyı balonlar üzerinden iyi yansıtmışsınız. özellikle devrik cümlelerin çokluğu yazıya şiirsel bir hava katmış. tebrikler
Gözlerim doldu… Savaşın bir çocuktan çaldığı anne kokusunu etkileyici bir üslupla anlatmışsınız, kaleminize sağlık.