“İpucu yok mu?” Arkasından gelen ses onu ekrandan ayırdı. “Hayır. İfadelerden bir şey çıktı mı?” Kadın başını hayır anlamında salladı. Elindeki kupalardan birini ona verdi. “Hep aynı, paketlerin hiçbiri üstlerinde yazan isimlerden gelmemiş.” Tekrar tekrar oynayan kamera kaydına baktı. “Hâlâ aynı kişi. Neden ona taktın bu kadar? Kaybolan onlarca kişiden sadece biri.” Adam görüntüyü tam kargocu geldiği anda durdurdu. “Çünkü o bize yardım edebilirdi.” Biri kapıyı tıklatıp içeri girdi. Kadın gözlerini giren adama dikti. “Affedersiniz ama buraya sivil giremez.” İzinsiz gelen adam güldü. “Size de merhaba Ayşegül Hanım.” Diğer adama döndü. “Tarık, biraz konuşabilir miyiz?” Tarık yanındaki sandalyeyi gösterdi. Ziyaretçi sakince yerine geçti. Bir şey söylemeye fırsat olmadan Ayşegül gitmişti. Dokunulmamış kahveleri masada casus olarak bırakmıştı. Tarık birini misafirine uzattı. “Ee, görmeyeli nasılsın bakalım Emrecan? Biraz toparlanmışsındır umarım.” Cevap alamadı. “Tamam seni gelir gelmez evinden karakola götürmek sarsıcı olabilir ama aylar geçti oğlum, aş artık.” Yine cevap yok. Sadece kahve köpüklerini seyreden boş gözler… “Emre, oğlum ne bu halin şimdi? Bu durumdaki tek insan değilsin. Bak, arkamda onlarca dosya var seninkilerle aynı. Hepsini çözmek için de elimizden geleni yapıyoruz gördüğün gibi.” Emre kupayı masaya bıraktı. Gözlerini onunkilere dikti. “Hiç mi gelişme yok?” Tarık başını sallamakla yetindi.
Emre başını ellerinin arasına aldı. Birkaç ay önce, seyahatten geri döndüğü günün akşamı, apar topar karakola götürülmüştü. Karakola varana kadar kimse ne olduğunu söylememişti. Vardığında amcaoğlu onu hemen sorgu odasına götürmüştü. Ne olduğunu anlayamadan pek çok kayıp insanla alakalı sorular sormuştu. Gösterdiği fotoğraflardaki kimseyi tanımıyordu. Biri hariç. Tarık, elinde arkadaşının fotoğrafı, birden sorgulayan taraftan sorgulanana dönmüştü. Onun bu işle alakası olmadığını anlayınca da her şeyi açıklamıştı. O yurda dönmeden bir ay önce arkadaşına bir kargo gelmiş, ertesi gün de ortadan kaybolmuştu. Yokluğu ancak iki hafta sonra anlaşılmıştı. Ailesine bir süre etrafta olmayacağını mesajla iletmişti. Arada sırada böyle yalnız kalıp işine odaklanmak istediğinden kimse yadırgamamıştı. Ancak iki hafta sonunda hiç ses çıkmayınca evde olmadığı fark edilmişti. Polis kapıyı kırıp eve girdiğinde buldukları şey yerdeki mühür kırıntılarıydı. Bir de çöpteki kargo paketi… O anda tam karşısında duran naylon parçası… Üzerindeki etikette gönderenin o olduğu yazıyordu. Bu imkânsızdı. Ad, adres uyuyordu ama bunu gönderen o değildi. Paketle hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. İkisinin de kafası karışmıştı. Kuzeni, onun tek olmadığını söyledi. Masada fotoğrafı olan kişilerin hepsine tanıdıklarından, onların haberi olmadan, paketler gönderilmişti. Ve hepsinin ailesine mesaj atılmıştı. Ve hepsi buhar olup uçmuştu. Bu paket gönderenlerden tek ülke dışında olan o olduğu için de bir alakası olabileceğini düşünmüşlerdi. Ama yoktu. Kaç haftadır konuşamamışlardı bile. Telefonu kırıktı. Sakarın teki önce üstüne içeceğini döküp sonra temizleyeyim derken yere düşürmüştü. Ekran son kez arama göstergesiyle parlamış ve ebedi karanlığa adım atmıştı.
Sahi, kim aramıştı tam o anda? Emre hafızasını zorladı. Arkadaşıydı. Evet evet, kaybolan arkadaşıydı. Bunu hemen karşısındakine söyledi. Kuzeni odadan fırlayıp telefonuna sarıldı. Kırık telefonu servise gönderdiler. Geriye telefonun tamir edilemez olduğu cevabını aldılar. Neyse ki içindeki veriler ve sim kartı kurtarılabilmişti. Verilere göre telefon kırıldıktan sonra biraz daha çalışmıştı. Bu arada da mesaj gelmişti. Mesaj kaybolan arkadaşındandı. Tuhaf bir kutudan bahsediyor ve onu geri aramasını söylüyordu. Her ne kadar yararlı olsa da bu mesaj yeterli bilgi vermiyordu. Ellerinde telefon ve kameralar dışında hiçbir ipucu yoktu. Onca insanın kayboluşuna bir açıklama getirilemiyordu.
“Dünya’dan Emre’ye, beni duyabilir misin artık?” Emre düşüncelerden sıyrıldı. “Abi pardon ya…” Tarık arkasına yaslandı. “Sorun yok. Biliyorum zor geliyor.” Ekrandaki görüntü milyonuncu kez oynadı. Arkadaşının iki saniyecik beliren yüzüne baktı. Zoraki gülümsüyordu. Zoraki konuştuğu herkese böyle gülümserdi. Kutuyu aldı. Kapıyı kapadı. Görüntü başa sardı. İşte postacı geliyordu. Üzerinde üniforma vardı. Arkadaşı burada olsa sırf şu görüntüden formanın dikiş tarzına kadar her şeyi söyleyebilirdi. Aşırı dikkatiydi. O ise hiçbir zaman detaylara kafa yormamıştı. İzlenim edinmek ona yeter de artardı. Belki de biraz onun gibi olmalıydı. Kargocuyu inceledi. Zayıftı. Başında şapka vardı. Beyaz şapkanın yan tarafına kargo şirketinin logosu işlenmişti. İpliklerin bir kısmı çıkmıştı. Keza ceketi de yıpranmıştı. Bileklerinden ipler sarkıyordu. Postacı zili çaldı. “Durdur!” Tarık neredeyse düşüyordu. Adam elini indirmeden görüntüyü durdurabildi. “N’oldu? Bir şey mi fark ettin?” Emre postacının sol bileğini gösterdi. Ceketi biraz aşağı kaymıştı. Parlak, küçük, siyah bir nokta tam damarın üstünde duruyordu. “Bilekliği mi kastediyorsun?” “O bileklik değil. Dikkatli bak.” Polis noktaya odaklandı. Gerçekten de çevresinde ip falan yoktu. Sanki adamın bileğine işlemiş gibiydi. “Bu da ne böyle?” “Diğer kayıtları aç.” Bütün kayıtları incelediler. Bileği seçilebilen postacıların hepsinde noktalardan vardı. Sayıları, dizilimleri ve renkleri farklıydı ama vardı. Daha net olan bir görüntü bunların cildin içine işlenmiş kristal taşlar olduğunu doğruluyordu. Üstüne üstlük giydikleri formalardaki çıkık ipler aynıydı. Bunu kuzenine açıkladı. O da hak verdi. Koşa koşa amirine haber verdi.
“Kayıtlara ‘Kristal Tarikatı’ olarak geçilmiş ama kendilerine aslında ne dediklerini bilmiyoruz.” Emre taşları fark ettikten bir hafta sonra bölge emniyet müdürünün yanındaydılar. Araştırmanın vardığı son noktayı konuşuyorlardı. “Amaçları veya bunca şeyi nasıl başardıkları hakkında da bir fikrimiz yok. Görünüşe bakılırsa son iki seneki kayıp ya da kaçırılmış olarak kaydedilmiş yetişkin vakaları %90 bunlar yüzünden.” “Peki bu kayıpların ortak özellikleri var mı?” “Yok, sokakta gördüklerini almışlar.” Böyle terslememesi gerektiğinin farkındaydı ama bu Ayşegül denen kadın çok sinir bozucuydu. Nedense amcaoğlu onun da onlarla birlikte gelmesini istemişti. Emre sinirlerine hakim olmaya çalıştı. “Daha önce de birkaç kez belirttiğimiz gibi Ayşegül Hanım, kaçırılanlar ya alanlarında uzman ya da uzman olma yolunda. Ayrıca çevrelerindekilere göre zeki ve çalışkanlar. Hiç şüphesiz bazıları tarikatın amacını bizden katbekat hızlı çözebilirdi. Büyük ihtimalle de bu yüzden hedef alındılar.” Müdür sözü geri aldı. “Şu anki önceliğimiz bu insanları neden seçtiklerini düşünüp tarikatın amacını çözmek olmalı.” Tarık onayladı. “Bu örgütlenmenin sebebiyetini bilmemek bizim için çok büyük bir eksi. Özellikle de her şeyi gizli yürüttükleri için. Ne zaman patlayacağını ve patlayınca neler olacağını bilmiyoruz. Bizim kaybettiğimiz her saniye onların daha da güçlenmesi anlamına gelebilir.” “Tıpkı virüsler gibi. Bu yüzden de araştırma eğitimli insanlarca yürütülmeli. Tecrübesiz sivillerce değil.” Emre başını diğer tarafa çevirip mırıldandı. “O tecrübesiz sivil senin aylarca yapamadığını yaptı.” “Ayşegül Hanım,” müdür olaya müdahale etti, “eğer Emre Bey bu olayda yardımcı olamayacak olsaydı en başından burada olmazdı. Sizin gibi o da bu araştırmanın bir parçası. Bize pek çok açıdan faydası olabilir. Eklemek istediğiniz bir şey yoksa bu görüşme bitebilir.”
“Oğlum ne bulaşıyorsun kıza?” “Abi sanki görmedin, her fırsatta beni ezmeye çalışıyor. Garezi var neden bilmem. Sen yola odaklan.” Müdürlükten son bir haftadır birlikte kaldıkları Tarık’ın evine gidiyorlardı. Böylesinin daha güvenli olacağını düşünmüşlerdi. Kaybolanların hepsi o sıralarda tek kalıyordu.
Eve vardılar. “Tarık senin bununla aranda bir şey mi var?” “Yo, kız iyi dedektif. Bulabileceğin en iyi polislerden bence.” “Bence tam bir ego patlaması.” Esnedi. “Benden bu kadar. Kız resmen enerjimi vakumladı. Sana iyi geceler.” “Saat daha sekiz.” “İyi akşamlar o zaman.” Emre odasına çekildi. Uzandı. Son zamanlarda olanları düşündü. Resmen polisle birlikte çalışıyordu. Daha önce zerre umurunda olmayan şeyleri didik didik inceliyordu. Onun şu halini görse arkadaşı kesin gurur duyardı. Onu ve diğer tüm kayıpları bulacaktı. Bunun için ne gerekirse yapmaya hazırdı.
- Bir Zamanlar - 1 Mayıs 2020
- Araştırma - 1 Nisan 2020
- Kutu - 1 Mart 2020
Merhaba,
Öykünüz polisiye ve tarikat ipuçlarıyla ilerlerken heyecanım artmaya başlıyordu ancak yarım kaldı. Biraz araştırınca önceki öykünüzün de benzer konuda olduğunu anladım. Tüm temaları birbirine bağlayarak tek bir öykü yaratmayı mı hedefliyorsunuz, açıkçası merak ettim. Böyleyse yaratıcı ama tek başına yorum yapmak da şu anda anlamsız. Tarikatı iyice anlamamız gerekiyor sanırım.
Emeğinize sağlık,
Sena
Merhaba,
Keşke biraz daha uzun olsaydı bu öykü. O zaman daha çok tatmin olacağımı hissediyorum. Yinede anlatımınız güzel, samimi. Bu tür polisiye soslu yazılar bana pek hitap etmesede sıkılmadan okuduğumu söylemeliyim.
Kendinize iyi bakın.
geçen ayın tarikatını mı yakalamaya çalışıyorlar?
güzel hikaye. yarım kalmış hissi var sadece. ama bence büyük bir sıkıntı paragraflamada. farklı şeyleri aynı paragrafa yığmışsınız gibi. elinize sağlık.
Merhaba
Bazı öyküler bu şekilde verilebiliyor. Okuyucuya bırakılmış bir noktadan sonrası. Şimdi devamını bitirince zihnimde ben getiriyorum. Elinize sağlık. Ama itiraf etmeliyim Ayşegül’e bende sinir oldum