Not: Evanecence – Haunted ve Going Under’ı ve en son Kelly Clarkson – Because Of You telefonunuzdan açmanızı, müzik ve kelimelerin ritmini oturtup öyle okumanızı tavsiye ederim…
* * *
Rüyalar Diyarında gezinen çıplak ayaklarım altında, yok olan kabuslarla ve güzel düşlerle kararan, patikalar açıyorum sana sevgilim. Dile gelmemiş umutlar ve korkular arasında durmadan yürüyorum. Hepsini tek tek öldürürken, ne Aydınlığın iğrenç göklerini süsleyen, inci beyazı zirveleri ile muazzam Altın Dağ’ın heybetli varlığı durdurabilir beni. Ne de Karanlığın tiksinç kan çukurlarına inen, çürümüş cesetlerden basamakları ile Ölüm Merdivenleri’nin dehşeti vazgeçirebilir beni yolumdan.
Ne demiştin bana:
“Siyah saçlarını taze rüzgarlarda dalgalandıracaklar. Yürüdüğün yollara, türlü çiçeklerden halılar serecekler ve ılık iklimlerde nazik ve nadide bir parçaymışsın, gibi bakacaklar sana. Beyaz teninin tapılası benzersizliğini kimselere layık göremeyecekler ama, yinede, hepsi seni sadece kendisi için isteyecek. Onlar, kalbinde bana ait olan yeri çalmaya çalışırken, sen; bana olan özleminle gün geçtikçe sessizleşip zincirlerinden kurtulacak, aşkımızın gücüyle, sonsuz yaşamın yollarında yürüyen bir kutsala dönüşeceksin.
Durmayacaklar, pes etmeyecekler ve tatlı kelimelerle girmeye çalışacaklar aklına. İşte o zaman dikkatli ol küçüğüm! Seni anlarmış gibi yapanlar, sessizliğini en sahte duygularla kutsarken, genç yüreğinin özlemini kurduğu ne varsa, serecekler önüne…
İçinde kutsal ışık saklı kuvartz kristalleri, Kara Güneş’in gözelerinden alınmış saf karanlık ya da haritalarca toprak…
Her şey senin olacak Sevgilim.
Ben hariç her şey senin olacak!
Sen ise aldanmayacaksın onlara.
Unutma, onların muazzam cüretkarlığı ancak aşkımızın olağanüstülüğü ile ölçülebilir.”
Dediğin gibi oldu Sevgilim…
Benim için açtığın patikalarda yürürken, Sessizlik Yeminime ihanet etmedim. Ancak onlar açık bir garezle, örtülü bir kinle ya da dile gelmemiş kıskanç bir melanetle yürüdüler yanımda. Hepsi de aynı maskeyi takmıştı: anlayışla çevrili derin bir hüzün. Hatta, acıyorlardı bana. Utanmadan, cahilliğin yarattığı cüretkarlıkla ve kavrayışlarının sınırlılığında kaybolarak, acıyorlardı bana…
Üstelik, o bakışların sahiplerinin kimi Aydınlık kimi Karanlıktı! Her iki durumda da bana çevrilen gözlerde gördüğüm aynı bakıştı. Anlayış!
Sanki, Karanlık ve Aydınlığın aşkının onların sefil anlayışına ihtiyacı varmış gibi. Ne fark eder ben Karanlıksam ya da ne değişir eğer sen Aydınlıksan. Her ikisi de değil miydi bize karşı duran. Seni benden, beni senden koparan? O halde yürü ayaklarım. Katlet geçtiğin topraklardaki yaşamı ve ayrılma patikalarından…
Önce dümdüz ilerle, sonra keskin bir dönüşle sağa dön, yine dümdüz git, durmadan yürü. Şimdi hemen yine sağa dön ve durma. Yürümeye devam. Uzun uzun yürü. Gördün mü uzaktan başladığın yeri. İşte oraya varacaksın yine.
Üç keskin dönüş ve üç uzun yoldan ibaret çıkmaz yolların bir üçgende birleştiği sonsuz bir yürüş değil mi bu?
Neden yürüdüğümü sadece sen ve ben biliyoruz. Amaçsız ve şuursuzca ezberlenmiş bir patikada yürüdüğümü zannedenler, öyle yanılıyorlar ki!
Bu köşeyi hatırladın mı?
Seni gördüğüm ilk yer!
Güzel bir okyanusun üzerinde süzülerek, yunuslarla oynadığın aydınlık bir gündü. Oysa ben kara bulutlara binmiş, Karanlığın savaşında üzerine düşeni yaptığına inanan bir asker olarak kara nemelerimi salmıştım üzerine. Üstelik her biri, gözalıcı parlaklığını görür görmez nefret etmişti, senden. Hepsi ama hepsi; iğrenç ve bozulmuş, çarpıtılmış ve kokuşmuş ruhlarını sevindirmek için, uzun gri saçlarını kökünden kazımak istiyorlardı. Sadece bu kadar da değil, sayısız savaş görmüş güçlü bedenini kavrayan kara gümüşten işlemeli zırhını ve şeritlerinde sanki ayın parıltısını saklayan kaftanını çıkarıp, zevk çığlıkları atarken derini yüzmenin hayalini kuruyorlardı.
Üzgünüm sevgilim tekrar tekrar üzgünüm. Karanlık bir fırtına gibi saldırdıklarında, seni paramparça edecek olmalarından affedilemez bir zevk aldığım için, çok çok üzgünüm…
Halbuki hiç şikayet etmeden; sırlara karışmış enfes bir çayırda papatya topluyormuş gibi onları birer birer devirdin. Boyunlarını kırıp bedenlerini imkansız açılarla bükerken, yaydığın dehşete inat; sakin, görkemli ve korkusuzdun. Okyanusun üzerini Karanlığın mahlukatlarıyla doldurduktan sonra, kudretinin son kısmını bana saklamış gibi başını kaldırdın, beni gördün ve yanıma süzüldün. Ölüm saatim geldi, diye düşünmüştüm. Birazdan ruhlarımın hepsini tek tek yok edecektin.
Oysa bana kızgın bile değildin.
Rüzgar Atıyla yanıma geliğinde, o kutsal hayvan, tüm ihtişamıyla şaha kalkıp beni yerimden etmemiş miydi?
Oysa, okyanusun derinliklerine doğru çaresizce düşerken, bir an bile tereddüt etmeden beni kurtaran da sen değil miydin?
Kollarınla sıkı sıkıya sarıldığın, bana düzenlerin en narin eseriymiş gibi dokunduğun ve tatlı tuzlu nefesini ilk hissettiğim yer, burası değil miydi?
İşte yürüyüşüne buradan başlayacaksın, demiştin.
Hatıralarımızın ilkini onurlandırmak için…
Dediğin gibi yaptım Sevgilim…
Her şeyin başladığı yerden başladım yürümeye. Taa ki o irili ufaklı kayacıkların, biçimsiz dişler gibi denizin çehresini yarıp yüzeye çıktıkları, gizli mabedimize kadar. İşte orası değil mi, yüreğimizi yakan ateşin sebebini öğrendiğimiz yer.
Biri Aydınlık biri Karanlık olan iki imkansızın aşkının, soluksuz bir öpüşle mühürlendiği kutsal sığınağımız.
Bizi biz olarak kabul eden ve aşkımızın hatırasına sahip çıkan, yadigarlığımız.
İlk öpücüğün yaktığı izler hala orada durmuyor mu? Ettiğin yeminler, kayalara çarpan dalgaların müziğinde saklı değil mi? Tutkuyla kendimden geçişlerim küçük adayı hala titretmiyor mu?
Düzenlere kazınan yeminimde söylediğim gibi, yürümeye devam ediyorum sevgilim.
Arkamda bırakırken ilk tatlı anılarımızı, yüzümü yürek burkan hatıralarımızın en büyüğüne dönüyorum. Adımlarımı gönülsüzce atıyorum son durağa, son köşeye, son noktaya doğru…
Demiştin ki; “Geçmişimizden kalan kıymetli dakikalar ve değerli hatıralar, zamanla solabilir ama ayrılışımızın acısı her zaman alev alev yansın diye, açıyorum bu patikayı.
Acı; göğsünü yakacak, yürüdüğün ayakların senin olduğundan şüpheye düşeceksin ve hava mı yoksa buram buram tüten ızdırap mı dolduruyorsun ciğerlerine, bilemeyeceksin…
Bizi ayırıp, damarlarımdan aşkını boşalttıkları bu küçük adacığa her geldiğinde kahrolacaksın.
Elemle ve kederle dolup, zulümlerin en yücesi ve en aşağılık olanını tekrar hatırlayıp, Karanlık ve Aydınlığın bize karşı nasıl birleştiğini; acımadan, tereddüt etmeden, beni nasıl zevkle öldürdüklerini hatırlayacaksın.”
Buradan nefret edeceğimi biliyordun. Bu yüzden benden, sana olan katıksız aşkım üzerine, yeminler aldın. Yoksa, bu küçük adacığı denizin kör derinlerine gömmekten geri durabilir miydim?
Seni, benden kopardıklarında beri acımı, kederimi ve umudumu gömdüm şarkılarıma. Kelimeler namelere dönüşürken, özlemin aktı gözpınarlarımdan ve toprağı, denizi, havayı zehirledi. Rüyalar Diyarının zincirlerini kıran lanetli gözyaşlarım, beni sensizliğe mahkum edenlerden intikam alırcasına yanaklarımdan ayaklarıma süzülüp, kendimi hapsettiğim üç köşeli üç patikalı üçgene sindi. Öyle ki, yürüdüğüm patikalardaki naif kabusları ve masum rüyaları bozup çarpıtarak sildi. Yok etti.
Yerine, sonsuz aşkımızın acısından doğmuş o karanlık ışıltıyı yerleştirdi. Bir ışıltı karanlık olabilir mi diye sorsalar, verebilecek tek cevabım O olurdu. Böylesi bir gücün aşkımızdan doğabileceğini sen bile tahmin edemezdin. Oysa, doğdu! Üstelik, güçlendi.
Annesinin terk etmeyi reddettiği patikalarının zincirlerinden kurtulup aynadaki aksine sahip çıkan bir çocuk kıskançlığıyla, usulca sindi 9 katlı Düzendeki yansımalarına…
Böylece doğduğu patikaların aynıları; 4 Gök katında, 4 Yeraltı katında ve kırılgan insancıkların yaşayıp gittiği Yer’de hayat buldu.
İntikamımızı büyük bir zevkle almaya başladığında; ağına düşürdüklerini, başıboş gezginleri ya da kıtalarca orduyu tek defada yutuverdi. Öyle ki, onun yok ettikleri beni güçlendirdi. Bana açtığın patikalar Rüyalar Diyarının köklerine kadar karardı. Şimdi, en korkunç ve dehşetli kabusların bile rüyasındaki Karabasan’ım ben.
Yine de yetmiyor bunlar bana! Sen yanımda yokken hep eksik hep yarım hep acı bu yaşam. Üstelik, yalnız, tek başına, yitik ve sahipsiz ruhlarım.
Hayalinin peşinden gönderdiğim şarkılarım sırlara karışıp yok olurken, bana senden kalan tek şey; kulağıma fısıldadığın ismimdi.
Karanlığın çocuğuydum ama bir Aydınlık ruhluyu kendisine aşık edecek kadar Şeytan’dım. Senin küçük Şeytan’ındım ben…
Bu yüzden, anılarımızın hala güçlü bir ateşle yandığı yadigarlıklarımız arasındaki patikaları, çizmedin mi? Benim patikalarım, benim Üçgenim, Şeytan’ın Üçgeni.
Yer’deki insancıkların korkuyla andıkları gibi, Bermuda Şeytan Üçgeni; karşı konulmaz aşkımızdan doğmuş, kin, intikam ve ölümcül sevgiden başka bir şey değil de neydi?
Lakin, bunların hiç biri yetmiyor artık!
Sensiz geçirdiğim kaçıncı nesildeyim, sayamıyorum artık. Aşkımızın biricik kanıtı bile teselli etmiyor beni. Bana dönmen için Düzen’deki bütün ruhları katletmen gerekiyorsa durma.
Ruhların doğmak için bekleştikleri Süt-Ak-Göl’ü karartacaksan, tereddüt etme.
İster, kötülüğün vücut bulmuş hali olan kara nemeleri birer küçük güneş gibi parlat ya da Ülgen han’ın nadide Ak Kızlarını Erlik Han’ın isimsiz korkunç 9 kızına çevir, yine de gel.
Düzenleri, Yokoluşun girdabına at ya da Düzenleri, Varoluşun girdabından tutup çıkar.
Varsın öyle olsun.
Sen sadece gel…
Şarkımı duy ve gel:
Öp beni dudaklarım hala kırmızıyken
Öp beni hala Sessizlik Yeminiyle mühürlüyken
Düzenlerin şahit olmadığı bir aşkla sev beni
Hala dokunulmamış hala bozulmamışken.
Bekle beni Karanlığın ve Aydınlığın sınırında
Bul beni hiç söylenmemiş şarkılarla
Üç uzun çıkmazla ördüğün patikaya sinen
Aşkımızın nişanesi hatırına seni bekleyen
Bu aciz karanlığın iyesini çek, çıkar sonsuz adımların azabından.
Sensizliğin yıkıcılığını, özleminin koruduğu umutla, dengelerken
Şunu bil sevgilim, Varoluş ve Yokoluşun
Yeşil yeşil ve sarı sarı döndüğü girdapların
Dumansı kollarında yürüyorum.
Düşmeme izin verme.
Sen…
Sadece…
Gel!
- 3575 - 1 Mayıs 2020
- Dede Korkut Günlükleri: Baba ve Oğul - 1 Temmuz 2019
- Gök Sahanlığı Savaşı - 15 Mayıs 2019
- Körler, Davullar, Feda - 15 Ocak 2019
- Benim Adım Ne? - 15 Eylül 2018
Anlatımınız harika, konu ise sanki Dipsiz bir denizden gelen bir damla gibi. Geldiği yerde ondan sayısızcası olduğunu anlamak zor değil.
Kaleminize, yüreğinize sağlık.
Selamlar, okuduğunuz ve yorum yaptığınız için çok teşekkürler. Ne yazıkki bu güzel övgüleri kabul etmek içimden gelmiyor. Bu ay yanlışlıkla henüz düzeltmeleri bitmemiş öyküyü maile eklemişim. Üstelik, düzeltilmiş hali için o kadar vakit harcamışken. En azından ne demek istediğimiz anlatabilmiş olmayı umuyorum.
İlginize çok teşekkür ederim.
Sevgiler
Dipsiz.
Gayet hoştu. Edebiyatın alasını yapmışsınız. Karanlık ve Aydınlık arasındaki aşk böyle anlatılırdı herhalde…
Biraz kafam karıştı şu cümlelerde:”Hepsini tek tek öldürürken, ne Aydınlığın iğrenç göklerini süsleyen, inci beyazı zirveleri ile muazzam Altın Dağ’ın heybetli varlığı durdurabilir beni. Ne de Karanlığın tiksinç kan çukurlarına inen, çürümüş cesetlerden basamakları ile Ölüm Merdivenleri’nin dehşeti vazgeçirebilir beni yolumdan.” Bildğim kadarıyla ‘ne… ne…’ bağlacı(edat diyen de var) tek cümlede kullanılır fakat siz bölmüşsünüz; ayrı bir cümlede büyük harfle başlamışsınız. Tabii böyle olunca ‘beni’ sözcüğü de iki kez tekrarlanmış olup biraz kulağımı tırmaladı açıkçası. Affınıza sığınarak şöyle az daha mı iyi olurdu acaba?: …Altın Dağ’ın heybetli varlığı durdabilirdi beni, ne de… Ölüm Merdivenleri’nin dehşeti vazgeçirebilir(di) yolumdan…
Elinize sağlık her şeyiyle gayet dolu dolu bir öyküydü. Yeni seçkilerde görüşmek üzere…
Mustafa bey,
Bu ay buraya koyduğum öyküden pek memnun olduğumu söyleyemem. Ne yazık ki düzeltme yapılmış versiyonu mail ekine koymadığımı öykü yayınlanınca fark ettim. Büyük hayal kırıklığı …
Yukarıda söyledikelrinizde çok haklısınız aynen dediğiniz gibi yapmam gerekirdi. Gözünüzden kaçmadığı ve benile paylaştığınız için çok teşekkür ederim
Sevgilerimle
Dipsiz
Bir mektubu andırdı. Bu niyetle mi yazdım bilmiyorum, ama konuda da başarın ortada.
Eleştiri niyetine, cümleye vurgu eklemek için fazla fazla paragraf başı yapman, diyecektim. Fakat emin olamadım.
Birinci tekilin, kendisini bir “Bütün” olarak gördüğünü düşündüm. Kendinde oluşan çatlaklara, yanlışlara, acılara hafifçe değinmişsin. Daha fazlasını duymayı aradım, merak ettim. Demek ki roman yazacak olsan; karakter, karşı tarafa (veya bir tarafa) varırken yolda karşılaştıklarını da ekleyebileceğini görüyorum.
Merhaba Deniz,
Aslında eleştirin hakkında haklısın, aslında o kısımlar bir tür şiir gibi lirik bir anlatım şeklindeydi. Ancak buraya eklenirken öyle olmuş. Beni de rahatsız etti.
Biliyormusun iyi yazar olmak sadece iyi yazmak değildir, aynı zamanda iyi anlamaktdır da.. Ve senin kavrama kabiliyetinin yazma yeteneğin gibi oldukça parlak olduğunu görüyorum. “Bütün” olmak konusudna yerden göğe kadar haklısın.
Not: Artık yazmalısın. Bu seçkide eni arıyor oalcağım.
Sevgiler
Dipsiz
Eleştiri kısmını eksik yazdığım için yanlış anlaşmaya sebep verdi sanırım. Lirik anlatımın harika. Benim gözüme çarpan nokta “Lakin, bunların hiç biri yetmiyor artık!”dan sonra bıraktığın paragraftı. Ve ondan sonraki paragraf.
Öykünün düzenlenmemiş hali olunca, ve yaptığın onca diğer lirik paragrafın yanında lafı bile olmaz; ki eğer ben, bunları birer kusur olarak görsem dahi.
Dediğim gibi, öyle doldurmuşsun ki, eleştirecek doğru düzgün bir nokta bulamadım. Eğer bu site bir okul olsaydı, çoktan diplomayı hak etmiştin.
Öykü yarışması sezonu açıldı; şimdilik boş zamanlarımı bu konuda değerlendiriyorum. Tahminimce sen de bu konuda çabalıyorsundur. Öykü kitabı veya roman dosyası hazırladın mı hiç? Ben, öykülerde tek ana karakter üzerine yoğunlaşsam da, romanda iki veya daha fazla ana karakterle yazıyorum.
Senin ise, romanda kurtuluş çabası veren, bir diyardan diğerine (veya bir katmandan bir üst katmana) atlayan, tek ana karakter ile ilerleyeceğini tahmin ediyorum. Mekan ve olaylar konusunda ise hiçbir şey kestirilmiyor. Fakat bu mektup sistemini de görünce, her şeyden ortaya serpeceğini tahmin ediyorum.
Selam Deniz,
Uzun zamandır işlere daldığımdan sana cevap vermeyi atladığımı gördüm. Affet dostum, bunu telafi etmek için geç değildir umarım.
Öykü yarışmalarına bir dönem hazırlanmıştım. Sonra yazdığım her şey kapsamlı bir projeye dönüştü. Hikaye yazmak gerçekten zor. Daha once de buna çabalamıştım. Buradaki yazılarım sanırım benim yegane hikaye denemelerim. Karakter sayısında şöyel düşünüyorum. İlk once kime hitaben yazmak istiyorsun, belli bir yaş aralığı var mı? Az karakter sayısı genelde daha yaşı küçük arkadaşlarımız için fazla karakter sayısı ise biraz daha komplike olay örgüsünü okumaktan hoşlanan biraz daha büyük arkadaşlarımız için daha uygun gibi. Kendinden pay biçmek istersin belki; büyüdükçe konsantrasyonumuz ve olayları birbirine bağlama becerilerimiz artıyor.
Nasıl karakter, mekan yazdığımı sormuştun. Sana bir sır vereyim Herzaman ana hikayenin yanındaki yan hikayeleri çok merak etmişimdir. Bu yüzden her bir yan hikaye, aniden yardıma gelen bir başkasıi bir ormanda bulunan bir silah ya da bir mağaraya saklınmış bir kristalin de hikayesini anlatmayı severim. Başka bir hikayede, onu baş Kahraman yaparım. Yazdıkça başka yan kahramanlar gelir. Onlar içinde yazmaya devam ederim. Böyle olunca yazdığım dünya dallanıp budaklandı. Şimdi, bu yazdıklarım arasında seyehat edip dediğin kurtuluş/kötü-iyi savaşının ortasında kendini bulan bir karakter yazıyorum. Bunu bilerek yapmadım ama yan hikayeler bana bir evrern ve evren algısı Verdi.
Umarım kendimi anlatabilmişimdir.
Not: Öykün çok sevimli ve sıcak. Zelzele kelimesi deniz fenerini denize yuvarlayacaksa biraz daha kuvvetli bir ifadeyle yer değiştirebilirdi. Kelimeler, hikayeleri yönlendirir. Zelzele üzerinde bir kez daha düşünürdüm.
Eline ve düş gücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz.