Öykü

Ateş Suyu

Kolanu küçük gözleriyle etrafı süzdü. Kabile daha yeni yerleşmişti. Kanyonun güneyinde kalan bu arazi, ırmağın üç kolundan birinin geçtiği ve yanasaların su içmek için geldiği bir yerdi. Çadırlar kurulduktan sonra yakılan büyük ateşin başına koşuşturdu. Gözleri babasını aradı. Babası, kabilenin önde gelenleriyle hararetli bir tartışma içerisindeydi. Ateşin yakınında teyzesini ve annesini gördü. Hızlı adımlarla onların yanına gitti. Büyük ateşin kemiklerine kadar işlemesini bekledi.

Towodi gözcü ekibinin lideriydi. “Büyük Yonu!” diye seslendi kabile şefine. Hiç kimse anlattıklarından memnun olmamıştı. Kabile şefi ve şamanlar arkalarını dönmüş gidiyorlardı. Büyük Yonu tereddütle arkasına baktı. “Beyaz adamların karakolu dört kilometre berimizde, buraya gelmemeliydik.” diye devam etti Towodi. Büyük Yonu’nun heybetli savaş bonesiyle gölgede kalan suratından mızrak gibi fırlayan bakışları Towodi’nin başını iki yana sallayıp ailesinin yanına dönmesine yetmişti. Büyük ateş Kolanu’nun gözlerinde parlıyordu. Towodi sessizce yanına gelip “İsmini hiç merak etmiş miydin?” diye sordu. Kolanu heyecanla ayağa kalkıp “Evet, bana niye kuzgun diyorsunuz?” diye çığırdı. Babası yavaşça yere oturdu, kızını kucağına alıp beraber ateşi seyretmeye başladılar. “Yeryüzü var olduğunda ateş yoktu.” Towodi kalın sesiyle anlatmaya başladı kızına. “Bulutlar bir araya gelip şimşekler olana kadar her yer soğuktu. Şimşeklerden bir tanesi büyük bir akçaağaca düşmüş, onu alevlerin içerisinde bırakmıştı. Çok uzaktan hayvanlar dumanı görebiliyorlardı ve ilk ateşin düştüğüne kanaat getirmişlerdi. Kendi aralarında toplanıp ateşi nasıl getireceklerine dair konuşuyorlardı. Aralarından önce kuzgun çıktı, bembeyaz tüyleriyle asil bir kuştu. Dumanın çıktığı yere kadar uçup ateşi getireceğim dedi. Kuzgun heybetli kanatlarını çırpıp yükseldi ve ateşin olduğu yere gitti. Alevler içerisinde yanan ağaca sıcaktan yaklaşamıyordu. Ağacın dibinde biriken közlerden bir tanesini alıp götürmeye karar verdi. Yanan ağacın biraz uzağına doğru alçaldı ve hızlıca dibine yürüdü. Sıcak neredeyse tüylerini yakacaktı, ama közlerden bir tanesini pençeleriyle kavramayı başarmıştı. Hemen kanatlarıyla yeniden havaya yükseldi. Pençeleri daha önce hayatında hiç hissetmediği kadar acı içerisindeydi ama ateşi götürmeye kararlıydı. Diğer hayvanların yanına ateşle beraber döndü ama artık pençeleri ve tüyleri simsiyahtı. Bundan sonra da hep öyle oldu.” Towodi hikayeyi bitirdikten sonra derin bir iç çekti. Kızına baktı, Kolanu hâlâ ateşi izliyordu. “Peki, o ateş yetti mi baba?” diye sordu. “Hayır, bir süre kullanabilseler de ondan sonra bütün hayvanlar sırayla gidip ateş taşıdılar ta ki biz gelene kadar. Bugün gördüğün bütün koyu renkli hayvanlar, zamanında ateş taşıyanlar.” Kolanu ismini seviyordu, babasından duyduğu hikayeyle beraber daha çok sevmeye başladı. Suratına kocaman bir gülümseme yerleşti. İzin isteyen bakışlarla ona baktı. Babasının kucağından zıplayıp diğer çocuklarla oynamaya gitti.

Walela koştura koştura Towodi’nin yanına geldi. Towodi bir yandan oynaşan çocukları bir yandan da ateşi seyrediyordu. “Benimle gel.” diye fısıldadı. Towodi bıkkın bir şekilde yerinden kalktı ve Walela’yı takip etti. Çok hızlı yürüyordu. “Bekle, nereye?” diye bağırdı arkasından Towodi. Walela ne cevap verdi ne de arkasına döndü. Towodi bir koşu hızlanıp Walela’yı kolundan tuttu. “Ne var nereye gidiyorsun?” Walela nefes nefese “Şurada biraz daha güneyde, iki kilometre daha beride beyazların karakolu var.” dedi. “Bunu gözcüye mi söylüyorsun?” diye kızdı Towodi. “Geldiğimizden beri Şef’e söylüyorum burası tehlikeli diye. Ama yanasalar nereye giderse oraya yerleşmemiz gerektiğini söylüyor.” Walela gözlerini kıstı. “Beyaz adamlar bize buralarda tehlike olmaz Towodi, anlaşmamız var. Hem benim derdim o da değil. Ateş suyu alabiliriz. Bu kadar yakınımızdalar. Gece sırtlan gibi sessizce yanaşırız, iki varil alıp döneriz.” Towodi bir anlığına sinirlense de biraz ateş suyuna hayır diyemezdi. Kabileden uzak bir köşede planlarını yaptılar, hava iyice karardıktan sonra tekrar aynı yerde buluşmak için sözleşip kabileye geri döndüler.

Towodi çadırına döndüğünde Kolanu’yu tek başına otururken buldu. “Annen nerede?” diye sordu Towodi. “Büyük ateşte gündüz dansı var, şamanlar bu gecenin hiç bitmeyeceğini hissetmişler.” Towodi bir kenara oturdu, büyük bir tas su içti ve sessizliğe gömüldü. “Baba? Topraklarımızdaki hayvanlar ilk ateşi bulduysa neden beyazlar bizden daha üstünler?” Kolanu sessizliği yırtarak melodik sesiyle bir kuşun ahenginde sormuştu sorusunu. Towodi oldukça şaşırmıştı. “Onlar bizden üstün değiller kızım, biz de hiç kimseden altta veya üstte değiliz. Lâkin onlar artık dibe batmaya başlamışlar. Onlar toprağa, suya ve ağaca savaş açmışlar kızım, büyük günahın peşinden koşuyorlar.” Kolanu başını öne eğip sessizce düşündü. Babasının çıkardığı çubuktan özenle tütün içişini izledi. “Walela amca bizden olanların bazılarının bize karşı savaştığını söylemişti bir gün. Onlar nasıl oluyor da büyük günahın peşindeler?” Towodi çubuktan uzunca bir duman çekti. Saldığı dumanın ardından kelimeleri yolladı. “Büyük günaha karşı yaşıyor olsak da, halkımızın aklını bile çelebilecek güçtedir kızım. Kibir insanı hem insana hem de toprağa düşürür.” Kolanu hiç duraksamadan “Ama Walela amca onların aptal olduğunu söylemişti.” diye ekledi. “Aptallık doğaldır kızım. Sen hiç aptal olmak için uğraşan birini gördün mü? Aptal olmayı seçemezsin. Aptal olmak kendini aptallıktan kurtaramamaktır. Kibrin ve caniliğin pençesine düşen ha keza aptal da olabilir akıllı da, ama onlar bir seçim yapmıştır.” Towodi kızının yanına oturdu, bir yandan saçlarını okşadı, bir yandan da tütününü içmeye devam etti. Kolanu uyuyunca sessizce çadırdan çıktı. Hava iyice kararmıştı. Buluşma noktasına doğru yavaş adımlarla yürüdü.

Walela’nın silüetini görebiliyordu. Adımlarını hızlandırıp yanına kadar geldi. “Walela, biz aptal mıyız?” diye sordu selam bile vermeden. “Ne demek o şimdi?” dedi Walela şaşkın bakışlarla. Towodi yeri işaret etti, karşılıklı oturdular. “Demek istediğim, şamanlar ateş suyunun yerin altı kat dibindeki şeytanların ruhundan yapıldığını söylüyor. Ama onlar bile içiyorlar.” Walela derin bir iç çekti. “Büyük şaman bana şeytanları özümsemeden onlara karşı yaşayamayız demişti. Hadi kalk, sen daha fazla saçmalamadan gidelim.” Walela ve Towodi kabilenin güneyindeki beyaz karakoluna doğru yürümeye başladılar. Çorak toprakların emdiği sıcak yüzlerine vuruyordu. Kuzeyden rüzgâr suratlarını okşuyor, içlerine küçük bir ürperti bırakıyordu. Karakola vardıklarında arkasından dolaşıp ambar olduğunu anladıkları barakanın arkasındaki çitlere doğru yanaştılar. Kare şeklinde karakolun iki köşesinde büyük kuleler vardı. Etraftaki çalı çırpının arasından yılan gibi sürünerek çitin dibine yapıştılar. “Bu çitleri sağlam yapmıyorlar.” diye fısıldadı Walela. “Bu iki tanesini söküp girebiliriz. Çok ses çıkacağını zannetmiyorum, yavaş yavaş oynatarak çıkarırsak çiviler hemen çıkıyor.” Çitin dik tahtalarından ikisinden birini Walela diğerini Towodi tutup bir ileri bir geri oynatmaya başladılar. Tahtalar gevşeyince aynı anda hızlıca çekip çıkardılar ve hemen ambarın köşesine sindiler. Temkinli adımlarla önce etraflarında nöbetçi olup olmadığına baktılar. Kimseyi göremeyince yavaşça ambar kapısına yöneldiler. Kapı aralık duruyordu. İçeride birisinin olması gerekiyordu. Walela öne atılıp kafasını ambar kapısından gözü gözükecek kadar içeri soktu. Kimsenin olmadığını görünce Towodi’ye işaret etti. İkisi de ambarın içine girince saman yığınlarının köşesinde kalan onlarca fıçıdan iki tanesini kucaklayıp hızlıca tahtaları söktükleri yerden çıktılar.

Walela ve Towodi bir kilometre boyunca bayır aşağı koştular. Karakoldan uzaklaşınca fıçıları kenara koyup kendilerini yere attılar. Nefeslerini yakaladıktan sonra şen şakrak fıçıları yuvarlayarak kabilenin yolunu tuttular. Vardıklarında gündüz dansı bitmişti. Yavaşça sönen ateşin etrafında az kişi kalmıştı. Etrafta hiç çocuk yoktu. Walela ve Towodi kabiledeki erkekleri büyük ateşin etrafına topladılar. Sönmekte olan ateş yeniden canlandırıldı. Hengamenin içerisinde Büyük Yonu olan biteni bir şamanla beraber uzaktan izliyordu. Fıçılar kırılmış, herkes ateş suyunun tadını çıkarıyordu. Büyük Yonu yanındaki Şaman’a “Ateş suyunu nereden bulmuşlar?” diye sordu. “Şeytanı bulmak için yerin altı kat altına inmek gerekmiyor artık.” diye cevapladı şaman. Büyük Yonu’nun suratına hüzün düşmüştü. “Başka kabilelerden de aldığım haberler aynı, şeflerin itibarı artık düşüyor, savaşçılarımız beni dinlemiyor artık. Büyük Okakwe sonumuz yakındır diyor.” Büyük Yonu ve şaman aldırış bile etmeden büyük çadıra geri döndüler. Uğultu bastırana kadar koca vadide kahkahalar yankılanıyordu. Yer titremeye başlayınca uğultu daha da yoğunlaşmıştı. Bütün erkekler aniden ayağa fırlayıp savaş takımlarını kuşandılar. Sadece Büyük Yonu çadırından çıkmamıştı. Şamanlar savaş naraları atmaya başladılar. Towodi çadırına koşarken cehennem kabilenin üzerine yığıldı. Towodi acı içerisinde yere yığıldı. Hareket edemiyordu. Sadece izleyebiliyordu. Etrafındaki bütün çadırlar yanıyordu. Üstünden atlar geçiyordu. Kulaklarına barut patlamaları, çığlıklar ve ateşin gürlemesi dolmuştu. Biraz ileride Walela bir elinde kasesi diğer elinde mızrağıyla hareketsiz yatıyordu. Saniyeler içerisinde bütün kabile büyük bir alev topuna dönmüştü. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Towodi bir anlığına yaşadıklarının ateş suyunun etkisi olduğu zannetmişti. Fakat duyduğu tiz çığlıklar kulağında öyle bir çınlıyordu ki bunun gerçek olup olmadığından şüphe edemedi. Çığlıkların arasındaki tanıdık tonun Kolanu olup olmadığını düşündü. Hareketsiz bedeninde sadece gözünden yaşlar dökülüyordu. Yanındaki çadırdaki yangının gümbürtüsüyle çığlıklar birbirine karışmıştı. Her yerden atlılar çıkıyor, sürekli barut patlıyordu. Kısa bir süre sonra sadece ateşin gürültüsü kalmıştı. Towodi son nefesini verirken ailesini bile koruyamadan onursuzca ölmenin hüznünün onu çoktan öldürdüğünü düşündü.

Kukawe koşa koşa Komutan Harris’in kapısına koştu. Kapıyı çalıp içeriye girdiğinde Komutan, yaverleri ve içerideki bir asker şaşkınlıkla Kukawe’ye bakıyordu. Kukawe kesik kesik seslerle “Ambara… hırsız… girmiş…” dedi. Komutan Harris suratına büyük bir gülümseme yerleştirdi. “Beklediğim gibi.” Yaverine işaret etti ve hızlıca odasından çıktı. Çıkmadan önce Kukawe’ye döndü “General Sheridan’ı tanır mısın Kukawe? Çok sevilen bir sözü vardır. Bugün ben onu değiştireceğim. Artık en iyi Kızılderili sarhoş kızılderilidir.” Komutan Harris ve yüz kişilik süvari birliği ellerinde meşaleler ve tabancalarla sadece kabilenin üzerinden geçmişlerdi. Birlik çatışırken Harris olan biteni az ilerideki bir tepeden izliyordu. Cherokee savaşçıları, süvari birliklerinin üzerine bir ok bile tutturamamıştı. Kısa sürede sonlanan çatışmanın ardından geride kalan büyük yangını uzun süre izledi. Çığlıklar kesildiğinde atını dürtüp uzaklaştı. Büyük alevlerin ışığı Harris uzaklaştıkça onun siluetinden büyük bir gölge yaratıyordu. Gölgenin ardından, heybetli simsiyah bir kuzgun yanan kabilenin içerisinden pençeleriyle bir köz parçasını kavrayıp göğe yükseldi.


Yanasa: Birçok kabilenin dilinde Bufalo anlamına gelen sözcük.