Soğuk ve üzgün bir rüzgâr esiyordu.
Adam eldivenlerini giyerken “Kalbini kırmış olmalıyız.” diye düşündü.
Kalın montunun koruyamadığı elleri çoktan kızarmıştı ve istediği son şey acı dolu çatlakların oluşmasıydı. O bir zanaatkardı. Yeteneğini ancak elleri sayesinde gösterebilirdi. Üstelik, şimdi çalışma zamanıydı.
“Fark ettin mi?” diye sordu Adam.
Genç Kadın yüzünü örten başlığını kaldırdı. “Neredeyse ağlamak üzere.” diye karşılık verdi. Onun da elleri çatlamak üzereydi. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Yanında getirdiği ateş taşını avuçları arasına aldı, birkaç kez çevirdi ve eklemlerini hareket ettirebildiğinde, cebine geri koydu.
Adam ona ciddi bir ifadeyle bakıyordu.
Genç Kadın, “Kısa süreli bir anlaşma.” diyerek Adam’ı ikna etmeye çalıştı.
“Ateş taşını izinsiz Dünya’ya getirmenden bahsetmiyorum.” diye açıkladı Adam, “Dünya, dokuz katlı Düzen’in gözbebeğidir Buraya boşuna Yer Katı, demiyorlar. Gök katları Yer’in üzerinde oldukları için Yeraltı Katları ise Yer’in altında oldukları için bu isimleri aldılar. Bütün bir Düzen, Dünya’nın bulunduğu Yer katının üstüne ve altına sıralandı. Üstelik, bizim ellerimizle tasarlanması bekleniyor ve eğer, ateş taşını yere düşürürsen nelere sebep olabileceğini de umarım biliyorsundur!”
Genç Kadın suçunu kabul edercesine Adam’a baktı. “Maden ruhlarını anlattığın ilk ders söylemiştin. Göğe varan ateş dalgaları ve yeraltını yakan alev denizleri!”
Adam hâlâ verdiği mesajın anlaşılmamış olmasından endişeliydi.
“Sonsuz ateşi yakan ve bir daha söndüremeyen maden ruhlarının, Düzen’in devamı için sonsuz ateşi parçalara ayırıp kendi içlerinde hapsetme cezasını almalarının üzerinden nesiller geçmiş olmasına rağmen, sonsuz ateş hâlâ ilk günkü heybeti ile yanmaya devam ediyor.” diye açıklamaya başladı Genç Kadın. “Gelecekte Dünya’da yaşayacak olan insanoğlu madenleri kullanırken, aslında içlerine hapsedilmiş sonsuz ateşin gücünü kullanıyor olacaklar. Kimiyle denizin derinliklerine inip yine de hava alabilecek, kimiyle dünyanın öbür yanı ile anında konuşabilecek, kimiyle yüzyıllar süren bir enerji üretip evlerini aydınlatıp ocaklarını harlayacaklar. Böylece, sonsuz ateşi kontrol etmenin yöntemini madenleri kullanarak bulabilecekler. O zamana kadar göksel ve yeraltı varlıkları hiçbir zaman tam olarak güvende olmayacak.”.
Adam’ın yüksek standartlarını karşılayacak bir cevap vermek istediğinden “Maden ruhları ise fiziki varlığa bürünüp Dünya’da yaşamak zorunda kalacaklar.” diye eklemeden geçemedi.
“Dersimi hatırlaman büyük bir başarı. Aldığın onur derecelerini ve seni niye Dünya’ya getirdiğimi unutmak üzereydim.” dedi Adam.
Genç Kadın, cevabının kabul edildiğini Adam’ın yumuşayan gözlerinden anlayabiliyordu. Bununla beraber doğru bilgiyi vermiş olmasının onu azar işitmekten kurtaramayacağını biliyordu.
Adam devam etti, “Saymış olduğun nedenlerle içlerinde sönmez ateşi hapseden maden ruhları Dünyaya ancak gerçekten de bir madene dönüştüklerinde yerleşebilecekler. Büyük bir kayıtsızlıkla cebine koyduğun taşın basit bir ateş taşı olmadığını bildiğinden eminim. Seninle Dünya’ya gelmesi için kimi kandırdıysan ya da senin deyiminle ‘kısa süreli anlaştıysan’ dönüşte ikinizin de başı büyük bir belaya gireceğinden emin olabilirsin.”
Genç Kadın, cevap vermedi. Elini cebine sokarak ateş taşını çıkardı. “O aslında bir demir madeni iyesi yani ruhu.” dedi. “Ödevlerini yapmasına yardım ettiğim deli dolu bir yaramaz ufaklıktan başkası değil! Masal anlatmayı öyle çok seviyor ki onu ders çalıştırırken bazen anlattığı hikayelere kendimi kaptırıyorum. İşte böyle zamanların birinde de onu bir gün Yer’e getireceğime söz vermiştim. Onun henüz tam anlamıyla bir madene dönüşmediğini ve sonsuz ateşi geçici bir formla hapsedebildiğini biliyorum. Ancak, masal tutkusu yüzünden demir ailesi içinde öyle yalnız kalıyor ki, sonunda dayanamayıp onu buraya getirmek zorunda kaldım.”
Adam, Genç Kadın’ın ne demek istediğini biliyordu. Diğer madenler bir yana demir madenleri çetin cevizdiler. Sert ve alıngan ruh durumlarını dengelemek ve onları istikrarlı bir duygusal bütünlüğe kavuşturmak için genelde, başka madenler olan, magnezyum ya da karbonlarla evlenirler, böylece çeliğe dönüşürlerdi. Eğer, adın artık çelik olmuş ise hayatında masala yer kalmaz daha ciddi meselelerle uğraşman beklenirdi. Savaş gibi barış gibi karanlık ve aydınlık arasındaki mücadele gibi…
“Masallara herkesin ihtiyacı var. Demir ruhlarının bile!” diye cevapladı Adam “Seni onunla beraber geri göndermeyeceğim ama onu bir daha cebinden çıkarmayacaksın. Demir ruhunun hevesini anlıyorum ancak cebindeki formu kalıcı değil. Henüz formuna kavuşmamış hiçbir maden ruhu Dünya’ya yerleştirilemez. Aksi halde..”
Genç Kadın, Adam’ın sözünü kesti “Evet, evet biliyorum. Göğe uzanan alevler, yeraltını yakan ateş denizleri!” dedi.
Adam yine memnun olmamıştı. “Aldığın onur derecelerinin bazılarını bizzat verdiğime inanamıyorum.” dedi alayla “Şimdiye kadar Dünya’nın tasarımı için yarattığımız her şeyin küle dönüştüğünü görmeni ya da emeklerimizin bu üzgün rüzgâra karışıp hiçlikte kaybolana kadar savrulduğunu izlemeni istemem. Çünkü sebep olabileceğin felaketler hayatının sayısız gündönümleri boyunca taşımak için çok ağır bir yük olurdu.”
Genç Kadın, Adam’ın ne demek istediğini düşündü bir an. Kısacık bir an… Birden gözlerinin önünde bir sahne belirdi. Az önce yerine yerleştirdiği nehirler, açmaya ikna ettiği kiraz ağaçları ve ilk uyanışlarına az bir zaman kalmış mavi kanatlı kırlangıçların hepsi sonsuz ateşin aleviyle küle dönüyordu.
“Şimdi anladığını görüyorum. O halde işimize dönelim!” dedi ve ekledi “İkizleri çağırma vakti geldi.”
Genç Kadın, gün doğumundan gün batımına uzanan engebesiz araziye baktı. Güneş’i günlük rotasına oturmasına hâlâ ikna edemedikleri için akşam olması gereken vakit, sabah saatlerine takılıp kalmıştı. Oysa ikizlere, akşamüzeri onları bulmalarını söylemişti. “Umarım Güneş yerine Düzen’in evrensel saatini takip ediyorlardır. Yoksa onları yeraltından bulup çıkarmak günlerimizi alır”.
Böyle bir durum onun için tam bir kabus olurdu, ne yazık ki harfiyen uymaları beklenen programın şimdiden ikiyüz bahar gündönümü gerisindeydiler. Milyonlarca yıl kullanılacak yaşam alanını yaratırken ikiyüz bahar başlangıcını kaçırmak önemli görünmeyebilirdi ancak Adam’ın dediği gibi Dünya üzerine düşeni yapmadığı sürerce ne gök ne de yeraltı güvende olacaktı.
Genç Kadın kesintisiz uzayan arazide bir hareketlenme gördü. Sanki denizin üzerinde oynayan dalgalar gibi alçalıp yükselerek ilerliyordu. Ancak bu sefer dalgalar yeryüzündeydi ve toprakla oynuyorlardı.
“Geldiler.” diye seslendi Genç Kadın. Sesindeki rahatlamayı Adam’da farketmişti.
“İkizler sinir bozucu olabilirler. Çoğu zamanda bu özellikleri ile gurur duyduklarını düşünmüşümdür. Bununla beraber dakiklikleri ile de ünlüdürler. Ne de olsa yaptıkları iş tizilik seviyesinde detaylı bir emek gerektiriyor.” dedi Adam.
Topraktaki dalgalanma tıpkı denizdeki dalganın kıyıya vurması gibi önlerinde dağılıverdi. Dağılan dalgadan biri uzun diğer kısa boylu, ikizler çıktı.
Genç Kadın, Adam’ı göstererek “Tizilik seviyesinde detaylı emek göstereceğinizi zannediyor!” dedi “Ben ise zamanında gelebileceğinizi bile zannetmiyordum.”
Uzun boylu olan “Küçük hanım siz mağaralarınızda yaratılırken, biz sizin doğduğunuz mağaraların tasarımını çoktan bitirip tozlu raflara kaldırmıştık. Bu yüzden hevesli ukalalığınızı toprağın iyeleri yerine aklı havada göksel iyelere saklayın. Tıpkı şu üzgün esen rüzgâr gibi!” dedi ve sanki rüzgârdan kurtulmak ister gibi elini sallayıp başından atmaya çalıştı.
“Senin rüzgârla dost olman gerekmez mi? Yükseklerde rüzgârın sert esmesini istemezsin.” dedi kısa boylu olan. Sesinde açık bir alay vardı. “Binlerce yıl beraber yaşayacaksınız. Rüzgârların nasıl kindar olduğunu biliyorsun. Sonra yamaçlarını aşındırmasın! Bir bakmışsın aniden bana benzemişsin.”.
Genç Kadın, kısa boylu olanın ona göz kırptığından emindi. Aniden gülümsedi. İkizler ne kadar sinir bozucu olsalarda onlarla vakit geçirmeyi seviyordu.
Adam büyük bir kahkaha attı çünkü uzun boylu olanın neşesi kaçmıştı. Surat ifadesi ise bir kaya kadar sertleşmişti. “Sevgili dostum Horst..” dedi uzun boylu olana ve kardeşini göstererek “Garaben her zamanki gibi şaka yapıyor. Bütün yer iyelerinin imrendiği bir iş yapıyorsun. Biliyorsun ki senden başka hiçbir yer iyesi göğe bu kadar yaklaşamaz.”
Genç Kadın, Adam’ı izliyordu. “Her şey diplomasi!” demişti bir dersinde, “Yeraltı iyeleri alıngan ve çok güçlü yaratıklardır. Sizinle çalışmaları için onları asla zorlayamaz ya ikna edebilir ya da rica da bulunabilirsiniz. Veyahut onları yönlendirecek kadar güçlü olmanız gerekir. Ancak böylesi bir güç ise bize bahşedilmemiştir.”
Horst haklıydı. Genç Kadın, mağaradaki kozasında uyanmayı beklerken, Horst ve Garaben olarak tanınan kutsallar, Düzen’in köklerinden çıkarak yeraltı ve gök katlarındaki toprağı yaratmışlardı.
Genç Kadın ise uyanıp çocukluk çağını geride bırakınca Adam’ın Yer Sanatları profesörü olduğu Düzen Bilimleri Üniversitesine başlamıştı. Bu üniversite sadece toprağın çocuklarını kabul ediyordu. Çünkü toprak düzenin binbir yerinde biçimlendirilmek üzere hazırdı ve bekliyordu. Bununla beraber toprak, topraktı! Sabit, kararlı ve istikrarlı, üstelik de çok güçlüydü. Ne yazık ki kendisini biçimlendiremez, dağları, ovaları, nehirleri yaratıp düzenleyemezdi. Bu yüzden Ülgen Han’a giden, ve içlerinde bizzat Horst ve Garaben gibi toprak iyelerinin bulunduğu, Yüksek Meclis Temsilcileri, Adam ve Genç Kadın gibi toprak çocuklarının yaratılmasını istemişlerdi. Onlar toprağın çocukları, nöbetçileri ve koruyucularıydılar ve sadece onlar, toprağı her şekle girmeye ikna edebilirlerdi.
Adam “Horst, Garaben ve rüzgârımız burada. Artık başlayabiliriz.” dedi.
“Öyle olsun bakalım.” dedi Horst. Ukalalığı yerini büyük bir hevese bırakmıştı. Garaben de büyük bir neşe içindeydi.
Genç Kız çevresinde esip duran rüzgâra baktı “Dümdüz arazide dolaşmaktansa yükselti ve alçaltılarla dolu bir dağın çevresinde eserken daha mutlu olacaksın. Yeni uyandığını ve çayırlarda olmayı tercih ettiğini biliyorum. Ancak bütün yeni doğan rüzgârlar aynı yoldan geçti. Üstelik hiç biri böyle bir yaratımın parçası olmamıştı. Sana öyle bir dağ yapacağım ki zirveleri neredeyse Ülgen Han’ın ayaklarını gıdıklayacak kadar yükseklere ulaşacak.”
“Gıdıklayacak kadar yüksek mi olacak?” dedi Horst ani bir keyif ve heyecanla.
“Elbette!” diye cevapladı Genç Kadın. “Nasıl olsa bu benim bitirme tezim ve saygıdeğer hocam istediğim dağı bitirme tezim olarak seçebileceğimi söylemişti.”.
“Öyle dedim. Ancak, öyle demiş olmam seni tamamen serbest bırakacağım anlamına gelmez. Statik dersinden de hatırlayacağın gibi dağ dediğin çok ağır bir kütledir ve yeryüzünün dayanabileceği ağırlık bellidir. Yüksek bir dağ, daha çok ağırlık demektir. Eğer, bu ağırlığı iyi dengeleyemezsen yeryüzünü çökertebilirsin.” dedi ve sordu “Yeryüzü çökerse nereye doğru çöker?”
“Yeraltına doğru çöker.” dedi Genç Kadın sıkıntılı bir sesle.
Adam devam etti “Doğru! Düzen’in yeraltı katlarının üzerine çöker. Peki, yeryüzü çökerken beraberinde neyi de aşağı çeker?”
“Yer üzerinde dengede duran gök katlarını da beraberinde aşağı çeker. Temelleri kırılan bir bina gibi onlarda çöker.” diye cevapladı Genç Kadın.
“Bu durumda yeryüzünün kaldıramayacağı bir dağ yaratırsan ne olur?” diye son soruyu sordu Adam.
“Düzen’in katlarını kırabilirim. Yeryüzü, yeraltına doğru çökerken beraberinde gök katlarını da yıkar. Bu büyüklükteki bir çöküşün etkisi bölgesel olamayacak kadar güçlü olur. Düzen’in geneline yayılarak toplu bir yok oluşa neden olabilir.” diye cevapladı, sesi zar zor çıkıyordu.
“Yer Sanatları Fakültesi’nin girişinde, büyük harflerle ne yazıyor?” diye son sorusunu sordu Adam.
“Denge’nin İzniyle!” dedi Genç Kadın, “Düzen’de yeteneklerimiz, bilgimiz ve ihtiyaçlar dahilinde her yaratımı yapabiliriz. Ancak yaratımlar sınırsız değildir. Düzen’in dengesinin izin verdiği ölçüde yapılabilir. Çünkü denge bozulduğunda mutlak çöküş kaçınılmazdır.”
“Bu konuda bilgimizi tazelediğimize göre biz hazırız toprağın çocukları.” dedi Horst. “Hadi, şekillendirin bizi!” dedi ve Garaben ile birlikte enerjiyle dolmak için toprağa daldı.
Rüzgâr ise artık üzgün olmaktan uzaktı. Dağın ne kadar yüksek olacağını düşünüyor olmalıydı.
Adam, Genç Kadın’a baktı. “Horst’u duydun. Haydi toprağı şekillendirmeye başla!” dedi cesaret verircesine.
Genç Kadın, yaratıma başlarken“Denge!” diyordu içinden, “Denge’nin izin verdiği en yüksek dağı yapacağım.”
Adam, Genç Kadın’ın düşüncelerini böldü ve uyardı, “Sıralamayı hatırla.”
Genç Kadın “Enerji.” dedi ve ellerini toprağa yöneltti. İkizlerin keyiflerince bir yol tutturduklarını görünce onlara seslendi:
“Büyük bir dağ yaratmak için sizi dünyanın enerjisi ile doldurmalıyım. Bu yüzden olabildiğince derine inmenizi istiyorum. Düşüncelerimi izleyin. Sizi pek geniş olmayan ama derinlere doğru dik bir çizgide ilerleyen, yakınlardaki bir mağaraya yönlendiriyorum. Sanırım eskiden karstik bir araziydi ve yeraltı suları, kireçtaşını eriterek bize kestirme bir yol açmış oldu. Böylece enerjiyi toplayacağınız magmaya daha hızlı yakınlaşabilirsiniz.”
Adam, Genç Kadın’ı izliyordu. Ellerini toprağa doğru uzattı. “Horst ve Garaben yeni yoldan çok memnun. Onları yönlendirdiğin kestirmede çok hızlı ilerliyorlar. Onları ikna edemeyeceğin ya da ricalarının kabul edilmeyeceği kadar enerji dolup kontrol edilemez bir hale gelmelerine engel olmalısın.” dedi ve ekledi “Sıralamayı hatırla!”
Genç Kadın, ikizlerin magmaya doğru ilerledikçe enerjiyle dolduklarını hissedebiliyordu. Eğer onları zamanında geri dönmeye ikna edemezse yüklendikleri enerji ile yeryüzünü toza dumana katabilirlerdi. Onları kontrol edemeyecek kadar güçlü de değildi. Bu yüzden “Ölçü!” dedi.
Adam, “Bu yarıktan hoşlanmadım. Çok hızlı derinleşiyor ve kireçtaşı aşınması olduğundan emin değilim. Yeryüzünün kaya katmanlarına göz atacağım.” dedi ve dizleri üstüne çöküp ellerini toprağa yerleştirdi.
Genç Kadın bir kez daha tekrarladı “Ölçü!. Ancak Horst’un sesi duyuldu.“Yeryüzünün en yüksek dağı demiştin! Bizi rahat bırak ki sana istediğin dağı yapabileceğin kadar enerji ile dolalım?”
Genç Kadın en yüksek dağı yapmak ve ateş taşında olan biteni izleyen Demir Ruhu’na hayatının hikayesin yaşatmak istiyordu ancak toprağın çocuklarının asıl görevi; toprak iyelerini kontrol etmek ve yaratıma uygun davranmalarını sağlamaktı.
Kadın, sıralamanın üçüncü ama en önemli unsurunu hatırlattı ikizlere, “Denge!”
Bu sırada Adam’ın sesi duyuldu. “Hemen dur! Onları soktuğun yarık kıtalar arası boşluk!”
Genç Kadın aniden dehşete düştü. “Mümkün değil!” diye haykırdı. “Kireç taşı erimesiyle oluşan bir mağradayız. Hiçbir kireç taşı mağarası dünyanın merkezine kadar inmez!”
Oysa, Horst ve Garaben Adam’ı duymuş ve aniden dizginlenemez olmuşlardı. “Bizi doğrudan Dünyanın çekirdeğine indiren bir fay hattına mı soktun!” diye sevinçle haykırdı Garaben.
“Şimdi güçlerini çekirdekten aldıklarını biliyorlar. Magmaya ulaşana kadar da durmayacaklar. Sonra da en iyi ihtimalle çekirdeğin bütün güçüyle dışarı çıkıp yerkürede taş üstünde taş bırakmayacaklar.” diye bağırdı Adam.
Genç Kadın içine düştüğü dehşetten sıyrılıyordu “Onları kontrol edebilirim.”
“Düzen’in ortasından geçen eksen Dünya’nın çekirdeğini de ikiye bölüyor. Böylesine güçlü bir kozmik alandan gelen gücü, senin gibi yeniyetme bir toprak çocuğu kontrol edemez. Hiçbirimiz edemeyiz. Onları hemen geri getir. Şuan bile onları kontrol edemezsen ölçüsüz bir güçle yerküreyi değiştirecekler, özenle yerlerine oturttuğumuz kıtaları kırcak, bükecek ve tüm yerkürenin haritasında büyük bir yıkıma neden olacaklar.” diye uyardı Adam ve bütün ilgisini ikizlere verdi.
Genç Kadın, Adam’ın Horst ve Garaben’e ulaşmaya çalıştığını duyabiliyordu. Ancak ikizler ona cevap vermediler. “Artık kontrolümüzden çıktılar. Eğer deneyimli on toprağın çocuğu yanımda olsa bile onları kontrol edemezdik. Çekirdeğin gücü bizim çok ötemizde!” dedi Adam.
“Bizim ötemizde!” dedi Genç Kadın, “Bizim ötemizde ama..” dedi cebindeki ateş taşını çıkararak “…demir iyesinin içinde sonsuz ateşi kullanabilirsem, ikizleri geri getirebilirim!”
Adam’ın gözleri büyük bir dehşetle açıldı “Toprak İyeleri Yönetim dersinde ‘İkna, Rica ya da onları kontrol edecek kadar güçlü olmak’ dediğimi biliyorum. Ancak sen ne dediğini bilmiyorsun. Taşın gücüyle ikizleri buraya geri getirebilirsin ama sonsuz ateşi içimizde tutmak için tasarlanmadık. Kullandığın gücü toprak iyelerine aktarmazsan o ateş önce seni sonra tüm yeryüzünü yakıp küle çevirir. Eğer şanslıysak ve sen o gücü toprak iyelerine aktarırsan bu sefer de onları yeryüzünü paramparça edecek kadar güçlenmiş olacaklar.”
Genç Kadın, Adam’ı dinlemedi ve elini cebine atıp ateş taşını çıkardı. Demir ruhu şimdiye kadar sessiz kalmış ve olan biteni izlemekle yetinmişti. “Yirmialtı, sana ihtiyacım var!” dedi Genç Kadın, “Atomlarına kadar korkudan titrediğini hissedebiliyorum ama bunu yapabilirim.”
“Aslında seni ferforjen bir kafese tıkmalı!” diye konuştu Yirmialtı. Engellemeye çalışsa da sesi heyecanlıydı. “Buradan kurtulmayı başarabilirsek her şeyin senin suçun olduğunu söyleyeceğim!”
Genç Kadın, Adam’ın şaşkın bakışları altında ateş taşını avuçları arasına alıp yere doğru uzattı. “Enerji!” dedi yüksek sesle.
“Sana sadece ihtiyacın kadarını vereceğim.” dedi Yirmialtı
“Bu çılgınlığın parçası olduğuma inanamıyorum!” dedi Adam ama Genç Kadın’a akıl vermek için yanında kaldı “İkizleri geri getirirken kıtaları da yerlerinden oynatmış olacaksın! Magmanın doldurduğu enerji ile ölçüsüz bir yaratım yapacaklar yani beraberlerinde getirdikleri tortul tabakaları yerleştirmek için yeryüzünün düz ovaları yeterli olmayacak.”
“Ölçü!” dedi Genç Kadın.
“Horst ve Garaben, onları geri çağırdığın güce kayıtsız kalamadılar. Geri dönüyorlar ancak bu sefer de enerjinin nereden geldiğini bildikleri için artık o gücü kullanmaya duydukları heves yüzünden kontrol edilemez hale geldiler.” dedi Adam. Elleri hâlâ toprağın üzerindeydi.
“İkizler yaklaştıkça dalgaların boyu ortalama yükseklikteki bir dağa ulaşacak. Böyle bir karmaşa bizim için bile güvenli değil. Sen, dağın yaratmına odaklan! Ben, bizi buradan çıkaracağım.” dedi Adam.
Genç Kadın, Adam’ın başlığı arkasında kaybolan yüzünü göremiyordu ama gösterdiği çabayla yüzünde derin yarıklar oluştuğuna emindi. Ayakları altındaki toprak döndü, çevrildi ve yerinden ayrılarak göğe yükseldi.
“Rüzgâr’la işbirliği yapıyor!” diye düşündü Genç Kadın “Toprak çocukları için en zorlayıcı iyeler her zaman hava elementleri olmuştur. Yeni uyanmış bir rüzgârı bizi korumak için ikna ettiğine inanamıyorum.”. Arazideki karmaşa yüzünden midesine bir ağrı saplandı. ikizlerin yeryüzünde yarattıkları dalgaların hepsi bir dağ kadar boyutundaydı.
“Geliyorlar!” dedi Yirmialtı.
Genç Kadın ikizlerin yeryüzünü yararak yüzeye çıktığını gördü. Horst adı gibi göğe ulaşamaya çalışan yükseltileri beraberinde getirmiş ve Garaben de bu yükseltilerin arasındaki boşlukları kullanıp kıtaların yerleştiği katmanları birbirinden ayıran fay hatları oluşturuyordu.
Adam haykırdı “Katmanları kırmaya başladılar. Kıtaların birbiri üzerine binmesine izin veremeyiz. Dağı, bir beşiğin üzerine yerleştirmelisin.”
“Denge!” diye seslendi ikizlere. Elleri arasındaki güçle onları kontrol edip geri getirmiş, bununla beraber aynı güç ikizleri enerji ile doldurmuştu. Çünkü toprağın çocukları sonsuz ateş için tasarlanmamışlardı. Genç Kadın, toprak iyelerini kontrol ederek, derinlerden getirdikleri yükselti ve derin yarıkları, kendi içinde tutarlı bir dağa dönüştürmesi gerektiğini biliyordu. Bunun için ilk aşamada dağın yerleşeceği bir beşik yaratmalıydı. “Daha fazla gücü serbest bırak Yirmialtı.” diye seslendi..
Genç Kadın, avucundan kollarına oradan ayaklarına ve oradan tüm ruhlarına yayılan enerji ile doldu.
Önce, kıtaların üst üste binmesini engellemeliydi. Bu yüzden kırılan katmanları yerkürenin köklerine bağlamak için tortul tabakaları biçimlendirdi. Sonra, tortul tabakalarını güçlendirmek için kırılan katmanları ile sıkıştırıp onları yerkürenin köklerine sabitledi.
“Yeryüzünü sıkıştırdım. Horst mecburen sıkışan alanlardan yükselmek zorunda kalacak. Garaben ise onun yükseldiği yerlerin arasına yerleşecek.” dedi Genç Kadın.
Adam cevap vermedi. Üzerinde durdukları topraktan adacığı aklını kaçırmışçasına hareket eden toprak kütleleri arasında yüzdürmekle meşguldü.
Genç Kadın’ın dediği gibi oldu. Horst tabakların sıkıştığı alanlarda yükselmeye başladı. Yükseldikçe tortul tabakalar üzerine devasa bir ağırlık yaratıp yer kabuğuna kaldıramayacağı bir baskı uyguluyordu. Garaben ise Horst’un yarattığı yükseltilerin arasında yerleşip yeni doğmakta olan dağın yamaçlarında kimsenin geçmesine izin vermeyecek yarıklar açmakla meşguldü.
“Daha çok güç bırak!” diye seslendi Genç Kadın. Yirmialtı istemeden de olsa sonsuz ateşin bir kısmını serbest bıraktı.
“Onları kontrol etmek için çektiğin enerjiyi olduğu gibi onlara aktarıyorsun. Üstelik pek de sözünü dinlemiyor gibiler. Hemen beşiği kur ve dağı yerine oturtmalarını sağla! Köklerin daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyorsun.”
Bu sırada beşiği yerleştirdikleri yeryüzü katmanlarından biri ağırlığa dayanamayarak büyük bir uğultuyla kırıldı. Katmanın kırılmasıyla dağın güney kısmı çöktü.
Genç Kadın, sonsuz ateşin verdiği güçle katmanı bir başka katmanla dengeledi. Dengelemeye çalışırken kazara yerkabuğu levhalarını da yerinden oynattı. Bunun sonucu olarak oluşan çöküntü daha da derinleşerek Garaben’i aklını kaçırmasına neden olacak bir derinliğe ulaştı. Garaben kırılan katmanlar arasında derinlere geri dönerken, Horst’un ölçüsüzce yükselttiği dağ artık beşiğe sığmıyordu.
“Yer kabuğu çatladı. Birazdan burası lavlarla dolacak. Dünya’nın çekirdeği bu baskıya dayanamayıp çatlarsa elimizde ne Dünya ne Gök ne Yeraltı kalacak. Horst ve Garaben’i durdurman gerek! Aksi halde herşeyi kaybedeceğiz.” diyen Adam, Genç Kızın duygularına tercüman olmuştu.
“Garaben beni duymuyor. Birazdan yer kabuğunu kırıp çekirdeğe ulaşacak. Horst ise gerçekten de Ülgen Han’ın tahtına ulaşan bir dağ yaratmak üzere. Üstelik, dağ öyle ağır ki yerkürenin kökleri de yakında kırılacak. Dengesi bozulan çekirdek kendiyle beraber Düzen’i de yok ederek çökecek.” diyen Genç Kadın çaresizdi. Korkuyordu ve Adam daha önce söylediği her şeyde haklıydı.
Adam, güçlükle başını çevirip Genç Kadın’a baktı. “Bunun dönüşü artık olmayacak!” dedi. Rüzgârın da yardımıyla onları paramparça olmuş toprağın üzerinde yüzdürüyor, yarıklardan yeryüzüne ulaşmış lav denizlerinden uzağa götürüyor ve aniden yükselip birer mızrak başına dönüşen kaya oluşumlarından korumaya çalışıyordu.
Genç Kadın dehşetle çevresine baktı. Eğer rüzgâr olmasaydı lav denizinde yüzüyor olacaklardı ya da yerden aniden çıkıveren mızrak başlarından biri kalplerini delip geçecekti “Rüzgâr!” diye düşündü. “Rüzgâr sayesinde hayattayız!”
Genç Kadın,“Rüzgâr aslında havayı kontrol eden bir hava iyesi değil midir!” dedi kendi kendine “Tabi ki öyledir! Çünkü onlar göksel iyelerdir. Yeryüzünün kurallarının onların üzerlerinde hükmü yoktur.”.
“Yirmialtı, sonsuz ateşi serbest bırak!” diye seslendi kararlılıkla.
“İçimdeki ateşi Dünya’ya salarsam Yer’de hiçbir yaşam oluşamayacak. Her şeyi yok edeceksin.” dedi Yirmialtı.
“Etmeyeceğim!” dedi Genç Kadın ve Yirmialtı’nın içinde saklı olan sonsuz ateşe uzandı. Ateş’in içindeki enerjinin hepsini kendisi kullanamazdı, kullanılmakla bitecek gibi değildi. Zaten bu enerjiyi kendisi için istemiyordu.
Genç Kadın seslendi “Rüzgâr, beni duyuyor musun?”
Rüzgâr, duyduğunu anlatmak için ona küçük bir esinti gönderdi.
“Sevgili rüzgâr, güzel rüzgâr, kıymetli rüzgâr.” dedi Genç Kadın, “ ‘Hava İyelerinin Görevleri’, konulu bir dersimiz olduğunu hatırlıyorum. İçinde tohumları yeryüzüne dağıtmak, çiçeklerin kokularını arılara taşımak ve su iyesini mutlu etmek için gökkuşağı yaratmak olduğu uzun bir listeyi ezberlemek zorunda kalmıştım. Senden isteyeceğim ise bu listede yazmıyor ve yerine getirmesi çok zor olacak. Şimdi, burada başlayıp Düzen’in yok olduğu güne kadar sürecek bir ricadan bahsediyorum. Sana böyle bir yük yüklemek istemezdim ama eğer bana yardım etmezsen Düzen’in tamamını birazdan kaybedeceğiz. Üstelik, hepsi benim suçum. Derslerinde öyle başarılı bir öğrenciydim ki nesillerin biriktirdiği bilgi, tecrübe ve kuralların üzerinde olduğumu sandım. Bunun bedelini ödeyeceğimi biliyorum ve umarım bu bedeli ödeyeceğim bir Düzen olmasını sağlayabilirim. Ancak bunu sensiz yapamam. Lütfen söyle, benimle misin?”
Rüzgâr tereddüt etmedi. Genç Kadın’ın başlığını geriye itip onun kahve saçlarıyla oynadı. Genç Kadın ise bu işaretin ne anlama geldiğini biliyordu. Daha fazla beklemeden sonsuz ateşi sınırsızca içmeye başladı. İçtikçe güçlendi. Önce Dünya’nın çekirdeğini büyük bir zevkle dişleyen Garaben’e ulaştı. Dağın yerleştiği beşik öyle ağırdı ki kütlesel bir çöküntüye neden olmuştu. Genç Kadın, Garaben eşiğin etrafında dolaşmaya ve eğer yerkabuğuna ulaşmamış yarık ve kırılmalar varsa, katmanları ve yerkabuğunun yerleştiği levhaları aynı şekilde kırmaya gönderdi “İster dişle, ister parçala istersen un ufak et ama dağın yerleştiği beşiği, yerküreden ayır!” diye ekledi.
Sonsuz ateşten gelen güçle Garaben’i kontrol etmeye başlayınca dikkatini Horst’a çevirdi. İkizlerin uzun olanı zirve üzerine zirve çıkarak şimdiye kadar ki en görkemli yaratımı yapmıştı. Ancak artık durmalıydı. Genç Kadın, Horst’u bulut kemerini delip çıkan zirvelerin en tepesinde buldu. “Bir kayın bile gölgesinin düştüğü toprağa kökleriyle tutunuyor. Yarattığın zirveler, bir kayın ağacı kadar bile şanslı değil. Köklerini sağlamlaştırmazsan yıkılacaklar!” dedi ve onu dağın kütlesindeki yarıkların arasını doldurmaya gönderdi. “Garaben, yeraltında dağı yerküreden ayırırken sen de dağın yeryüzündeki kütlesini sağlamlaştıracaksın.”
Garaben yeraltında katmanları, kayaçları, tortul oluşumları ve onları yerkabuğuna bağlayan ne varsa kırarken, Horst, kardeşinin dağın üzerinde açtığı yarıkları doldurup yükseltileri platolarla birleştiriyordu.
“Yirmialtı.” diye seslendi Genç Kadın “Ateş taşındaki tüm enerjiyi alacağım. Aldıktan sonra sen artık özgür olacaksın ve bundan sonraki hayatında – umarım o hayatı yaşayabilecek bir Düzen kalır – çeliğe dönmek zorunda kalmayacaksın”. dedi ve Yirmialtı’nın ne dediğine bakmaksızın demir iyesinin içinde saklı olan sonsuz ateşi son alevine kadar aldı.
“Rüzgâr!” dedi ve içindeki bütün enerji göğe yöneltti. Sonsuz ateş, havayla buluştuğu an özgürlüğüne kavuştuğunu anladı ve çılgın bir neşeyle göğü yakmak için atıldı. Ateş yandıkça büyüyor, ısınan havayı genleştiriyor ve göğe doğru uzanan ateşten diller yaratıyordu. Genç Kadın, havanın yandığını, yanarken genleştiğini ve ortaya çıkan enerjinin sonsuz ateşi daha da büyüttüğünü gördü. Ancak, rüzgâr oradaydı. Tereddüt etmedi, ikinci kez düşünmedi ve sonsuz ateşi bir hava perdesi ile çevirdi. Hava perdesi içindeki ısınan havayı kolaylıkla kontrol altına aldı. Üstelik ısınan hava genleşirdi. Genleştiği için daha çok enerjiyi içinde barındırabilirdi.
Rüzgâr, aniden başka hiçbir hava iyesinin sahip olamayacağı bir güçle doldu ve Garaben’in dişlediği yarıklardan toprağın altına girdi. Kırılan katmanlar arasında kendi yolunu buldu. Dağın üzerine oturtulduğu beşik, yerküreden koparılmıştı. Rüzgâr kayaçlar arasında ilerledi ve Garaben’in zevkle parçaladığı kayalar arasından yeryüzüne çıktı. Hava iyesi, durmadı. Bu sefer dağı tırmanmaya başladı. Daha küçük zirvelerin arasındaki yarıkları kapatan Horst, dağı tek ve yüce bir zirveye çevirmişti. Rüzgâr, coşkuyla bulut kemerini geçti. Yıldızların telaşla dağın yolundan çekildiklerini gördü ancak pek önem vermedi. İçindeki enerjiyle durması ve manzarayı fark etmesi mümkün değildi.
Genç Kadın, Dünyanın göğüne saldığı sonsuz ateşin gücünden hiçbir şey kaybetmeden yandığını görebiliyordu. Ancak, rüzgâr, ateşin ilk kıvılcımı göğe değdiği anda onu bir hava perdesi ile çevirmiş ve sayede hava iyesinin izin verdiği canlılıkla yanabiliyordu.
Adam, Genç Kadın’ın ne yapmak istediğini anlamıştı. Hava, ateşi körükleyebilir ve bu yangın yeryüzünü yakıp kül edebilirdi ya da hava, ateşi kendinden mahrum bırakarak söndürebilirdi. “Çok zekice!” diye düşündü.
Genç Kadın, sonsuz ateşin gücüyle gittikçe güçlenen rüzgâr’ın, dağın zirvesinden geri döndüğünü gördü. “Çember tamamlanmak üzere!” diye düşündü.”. Sonsuz ateşi hâlâ Yirmialtı’dan çekip çıkarıyor ve Rüzgâr’ın oluşturduğu hava perdesine gönderiyordu.
Rüzgâr, yeryüzüne indi ve vakit kaybetmeden, az önce girdiği yarıktan tekrar yeraltına indi. Bunu gören Genç Kadın, Adam’a seslendi: “Bizi yere indir!”
Havada süzülen adacık, artık dalgalanmayı bırakan toprağa süzülürcesine kondu. Yeryüzündeki kasırga dinmişti.
Genç Kadın, adacıktan ayrılıp önünde yükselen dağınyamacına yaklaşarak, ellerini tıpkı Adam’ın az önce yaptığı gibi toprağa koydu. Düşünceleri, rüzgâra uzandı ve ona “Dağ’ı kaldırmaya başla!” diye seslendi.
Hava iyeleri temel olarak doğanın çarklarını çevirmek için yaratılmışlardı. Oysa rüzgâr, hava perdesine aldığı sonsuz ateşi kalbine yerleştirerek yaratılış amacının ötesinde bir varlığa dönüşmüştü. Böylece dağın etrafında kesintisiz bir güçle esebiliyordu. Onun gücü sayesinde dağ devasa kütlesine bakmadan havalandı.
“Dağı dünyanın ötesine taşıman gerek!” diye seslendi Genç Kadın.
Hava iyesi onu duydu ve dağı alarak gökyüzüne taşıdı. Yükselen kütle öyle devasaydı ki, göğe yükseldikçe güneşin önünü kapatmış ve yerküre karanlığa gömüldü
Genç Kadın, “Yirmialtı zamanım azalıyor. Sonsuz ateşin son kıvılcımlarını da hava iyesine göndermek üzereyim. Son ateş de bedenimi terk ettiğinde ben de tükenmiş olacağım.”
Yirmialtı hüzünle doldu “Ne hazin bir son. Oysa yerküreyi kurtardın. Hiçbir toprak çocuğunun dayanamayacağı bir gücü yönettin. Senin kaybın Düzen’de yeri doldurulamaz bir boşluk yaratcak.” dedi ve içindeki ateşin son kıvılcımlarını da Genç Kadın’a gönderdi. Artık içi soğumuş, sonsuz ateşten kurtulmuş ve belki de demir iyeleri arasında özgürlüğe kavuşmuş tek maden ruhu olmuştu.
Genç Kadın’ın düşünceleri onu terk eden son kıvılcımla beraber rüzgâr’ı buldu “Onu Güneş’in arkasına taşı ki yeryüzü karanlığa mahkum olmasın.”. Sonra, yere yığılan Genç Kadın son nefesini verdi.
Adam büyük bir üzüntüyle yeşil gözlerindeki ateşi sönen öğrencisine baktı. Uzun kahve saçları toprağa serilmiş, kalın montu onu sarmak ister gibi üzerini kaplamıştı. Horst ve Garaben’de yeraltından çıkıp usulca Genç Kadın’ın yanı başına yerleştiler. Her ikisi de derin bir üzüntü içindeydi. Adam, Genç Kadın’ın eline uzandı ve avucunun içinde artık sönmüş olan ateş taşını alıp cebine koydu.
Rüzgâr, dağı yerküreden uzaklaştırarak Güneş’in arkasına taşımış olmalıydı. Çünkü yerküre tekrar ışığa boğulmuştu. Adam o zaman yeryüzüne verdikleri zararı gördü. Nesillerdir özenle yaratılan ne varsa yok olmuştu. Ancak acısı öyle yoğundu ki gözü hiçbir şey görmüyordu. Üstelik Genç Kadın’ın ölümüne üzülen sadece o da değildi. Yerküre, gökkatları ve yerkatları neredeyse yok olacak bütün Düzen, Genç Kadın’ın yaptığı fedakarlık sayesinde hayatta kaldıklarını biliyorlardı.
İşte tam o anda gökyüzü tarifi mümkün olmayan bir ışıkla parlamaya başladı. Parlayan ışık onlara doğru süzüldü ve yere ulaşınca ete kemiğe büründü. Üzerine gümüşi-mavi bir zırh taşıyan, mavi tenli bir muhafız belirdi. Uzun siyah saçları çevresinde dolanan meltemlerle dalgalanıyordu. Adam’ın şaşkın bakışları altında Genç Kadın’a yaklaştı. Devasa cüssesinden beklenmeyen bir nezaketle Genç Kadın’ı saran montu ve kalın botlarını çıkarıp çıplak ayak ve ellerini toprakla buluşturdu. İşte ne olduysa o an oldu. Dokuz katlı Düzen’in her katına yayılmış toprak, toprağın çocuğuna şifasını gönderdi. Bununla da bitmedi, yerden filizlenen türlü bitkiler onu şifa yatağına yatırdı. Küçük meltemler saçlarıyla oynadı ve sonunda Genç Kadın gözlerini açtı. Nefes aldı. Şaşkınlıkla çevresine bakındı ve onu gördü.
“Kim olduğumu söylememe gerek var mı?” diye sordu parlak zırhı içindeki muhafız.
“Hayır yok.” diye cevapladı Genç Kadın.
Muhafız aynı nezaketle Genç Kadın’ın kalkmasına yardım etti. Bu sırada Adam, Horst ve Garaben şaşkınlıkla onları izliyorlardı.
“Sen, bana yardım eden rüzgâr’sın yani yeni doğan hava iyesisin!” dedi Genç Kadın.
Muhafız güldü. “Senin saçlarınla oynarken öyleydim ama artık değilim. Kalbimin olduğu yerde sonsuz ateş yanıyor ve yandıkça nesillerin bilgisi ile doluyorum. Demir ruhları sonsuz ateşin birer taşıyıcısı iken ben onun bir parçası oldum, o da benim.” diye açıkladı ve devam etti “Üstelik bir de Düzen devam ettiği sürece Güneşin arkasında taşımam gereken koskoca bir dağ var. Doğrusu, Düzen’in bütün göklerinin baktığı, gökyüzü haritalarını en az değiştiren ve Güneş’in yoluna çıkmayacak bir bölge yaratıp dağı oraya yerleştirmek oldukça zordu. En ufak bir hata Düzen’in bütün gökleri yırtılabilir. Böylesi bir felaketi engellemek ise artık benim görevim. Bu yüzden Ülgen Han beni Göklerin Koruyucusu olarak atadı ve bana Kök[1] Han, dedi. Sanırım tenimin mavi olmasından dolayı böyle bir isim buldu.”
Genç Kadın, “O zaman artık bir kutsal oldun!” dedi şaşkınlık ve sevinçle. “Benim küçük haylaz rüzgârım bir kutsala dönüştü.”
Kök Han güldü “Senin haylaz rüzgârın olmaya itiraz edemem. Çünkü sen benim her zaman yaratıcım olacaksın.”
Genç Kadın, aniden kızardı. “Ben yaratıcı değilim.” demeye çalıştı ama başaramadı.
Adam, merakla Genç Kadın’a baktı. “Şuan karşımda duruyorsun ama az önce ruhların bedenini terk etmişti. Bu nasıl olabiliyor!” diye sordu.
“Çünkü” dedi Garaben “Aramızdaki tek kutsal Kök Han değil, yoksa yanılıyor muyum?”
Genç Kadın anlamamıştı.
“Bildiğiniz gibi rüzgârlar yerkürenin çarklarını çevirir. İlkbaharı yaza sonbaharı kışa dönüştürürken; tohumları saçar, çiçekleri gıdıklayarak açmalarını sağlar ve meyve ağaçlarını silkeleyerek olgunlaşmış mahsulü toprağa döker.” diye açıkladı Kök Han, “Oysa bu küçük hanım bana öyle bir görev yükledi ki yeryüzündeki çarkları çevirecek kimse kalmadı. Ülgen Han bana yeni bir yaşam amacı verince ona senin fedakarlığını anlattım. O ise bana ‘İçime öyle doğuyor ki; kendisini toprak için feda edeni toprağın koruyucusu yapmak ne kutlu bir karardır. Ancak, ona hayatı geri veremem çünkü ruhlarının evinde yanan ocağın ateşini bile sana verdi. Bu yüzden ruhlarının evi soğuk. Ocağını ısıtmak ve ruhlarını oraya tekrar yerleştirmek ancak koruyucusu olacağı toprak sayesinde mümkün olabilir. Sevgili kutsalım, şunu da unutma ki senin görevin ne zaman biterse onun da görevi o zaman bitecek. Bu yüzden adını sen koyacaksın. Adını koyduğunda,onun kaderi senin kaderin, senin kaderin onun kaderi olcak!’”
Genç Kadın, Kök Han’ı nefesini tutarak dinledi. Duyduklarını anlamaya çalışmak onun için çok zordu. Ancak ne demek istediğini biliyordu. Bir şeyler değişmişti. Çıplak ayakları, paramparça topraktan filizlenmiş çimlerden oluşan bir halının üzerindeydi.
Genç Kadın’ın bakışlarını izleyen Kök Han “Toprak seni hayatta tutacak ve ruhlarının evindeki ocağı yakacak.” diye açıkladı.
Genç Kadın, sadece ayaklarının altındakini değil, gök ve yeraltı katlarındaki tüm toprağı, üstelik içindekiler, üstündekiler ve çevresindekilerle beraber aynı anda hissediyordu. Göğün 3.katındaki bir tren istasyonunun yanındaki nar ağacı, yeteri kadar ışık göremediğinden yakınıyordu. Ona göre meyvelerinin daha kırmızı olması gerekliydi. Yeraltı’nın 2. katındaki kristal mağaralarda, kristal iyeleri ve yeraltı nehri kavga ettiği için su tersten akıyor ve yarattığı ahenk yoksunu ses, kristalleri kırıyordu.
Düzen’de yapacak bir çok iş vardı. Ancak o aklındaki sorunun cevabını almaktan başka hiçbir şey düşünemiyordu.
Kök Han’a sordu “Benim adım ne?”
Kök Han, “Maral” diye cevap verdi, “Yeşil gözleri, kahve saçları ve alev alev yanan cesareti ile kalbimi çalan bu kadının adını bundan böyle Maral koyuyorum. Beni sen yarattın ve ben de sana ismini verdim. Ülgen Han kaderlerimizi birleştirdi ve yüklendiğim ağır sorumluluk, senin sayende bana bir ödül gibi geliyor.”
Adam, Horst ve Garaben; Yeryüzü’nün ve Gökyüzü’nün koruyucuları olarak yeniden doğan Kök Han ve Maral Hanım’ın önünde diz çöktüler. Saygılarını sundular. İçlerinde coşku ve yüreklerindeki sevinç nedensiz değildi.
Maral Hanım, Adam’a yaklaştı ve onu ellerinden tutarak kaldırdı “Sevgili ustam, bugün öldüm ama geri geldim. Bu sabah isimsizdim ama şimdi, bana bir isim bahşedildi. Bu yüzden ben de bugün size bir isim vermek istiyorum.” dedi. “Bundan böyle size İmre diyeceğim. Artık toprağın çarklarını çevirecek isem bunu tek başına yapamam. Size havanın, suyun ve toprağın ne zaman ısınacağın emanet edeceğim.”
Adam ayağa kalktı. “Artık bambaşka bir hayat var önümde. Çünkü bir adım var. İsmimle beraber bir kaderim, kaderimle beraber bir geleceğim var. Görebiliyorum. Gelecekte bana İmre, Zemire ve hatta Cemre diyecekler ve havaya, suya ve toprağa dokunuşumu kutlayacaklar. Böyle bir gelecek ve amaç için bundan böyle sizi Hanım’ım olarak biliyor ve kendimi yolunuzda yürümeye adıyorum.”
Maral Hanım, “İmre Han o halde sizden ilk dileğimde bulunabilir miyim?” diye sordu “Sanırım cebinizde bana ait bir şey var.”
İmre Han, cebindeki demir iyesini cebinden çıkarıp Maral Hanım’a verdi. Artık gerçek formuna kavuşmuş bir madendi.
Maral Hanım “Benim şansım sendin güzel demir iyesi. Bundan böyle seni topraktan kim bulur çıkarırsa ona da şans getir.” dedi ve iyeyi cebine koydu.
Yirmialtı mutlulukla titredi. Kaderinin artık Maral Hanım’la beraber aktığını biliyordu.
Maral Hanım, Horst ve Garaben’e “Sizleri de yakında göreceğim. Anlaşılan yapmamız gereken büyük işler var.” dedi.
Her ikisi de ayağa kalkıp saygılarını sunarak toprağa dalıp dalgalar çıkararak uzaklaştılar.
“Biliyor musun” dedi Kök Han, “Eğer onları durdurmasaydın gerçekten de Ülgen Han’ın ayaklarını gıdıklayacak kadar zirveyi yükselteceklerdi.”
Maral Hanım gülümsedi. “Dağ’ı çok az görebildim ama devasa olduğunu biliyorum.”sonra merakla sordu “Onun adını ne koydun?”
Kök Han, Maral Hanım’ın elini bu sefer güçlü bir şekilde tuttu. “Senin yeşil gözlerinin hatırına ona Zümrüt Dağı dedim.” diye açıkladı “Yani Kafdağı!”
Maral Hanım’ın yüzüne büyük bir gülümseme yerleşti. “Duydun mu Yirmialtı? Masal tutkusu bizi nerelere getirdi. Artık kaderlerimiz bir aktığına göre toprağın çocukları çok yakında Kafdağı’nın hikayelerini dinliyor olacaklar.”
[1] Detay keşfetmek isteyen Türk mitolojisinde göğü nitelemek için kök dendiğini ve kök kelimesinin göğü/maviyi ifade etmek için kullanıldığını daha derin araştırabilir.
- 3575 - 1 Mayıs 2020
- Dede Korkut Günlükleri: Baba ve Oğul - 1 Temmuz 2019
- Gök Sahanlığı Savaşı - 15 Mayıs 2019
- Körler, Davullar, Feda - 15 Ocak 2019
- Benim Adım Ne? - 15 Eylül 2018
Hikayeyi çok beğendim, başta sıkıcı olacağını düşünmüştüm ama okuduktan sonra bana yeni fikirler aşıladı. Fantastik hikayelere bayılıyorum gerçekten. Çok orjinal bir fikir olduğunu düşünüyorum. Hatta biraz da Otostopçunun Galaksi Rehberinde Dünya yaratan insanlara benzettim.
Merhabalar, hoş bir öykü çıkmış ortaya. Karakterler ilginç ve ilgi uyandırıcıydı. Öykünün atmosferi son derece farklı geldi. İçeriği de öyle.
Başlarda bir parça, öykünün sonunu getiremeyeğimi düşünmüştüm ama okudukça neler olacak diye meraka kapıldım. Ve güzel bir sonla da bitti. Farklı dünyalara yolculuk yapmak gibiydi.
Kaleminize ve hayal gücünüzü sağlık.
Merhaba @Dipsiz
Yine uzun, muhteşem öykülerinden biriyle karşımızdasın. Öncelikle kısa sürede böyle güçlü kurguyu yetiştirip yazıya dökmeni tebrik ediyorum.
Çeşitli bilgilerin açıklandığı ilk kısım uzun gelse de sonrasındaki olayları kavramak için gerekliydi. Okudukça ve işler çığırından çıktıkça daha bir meraklandım. Güçlü anlatımın ve kullandığın terimler bir fantastik öyküden çok bilim kurgu okuyormuşum gibi hissettirdi. O kadar gerçekçi ve güzeldi oluşturduğun dünya. Hayran kaldım ne diyeyim, ellerine sağlık.
Sevgili @OgulcanKara
nazik yorumun için çok teşekkürler. Fantastik hikayeleri bende çok seviyorum. Ancak onların kendilerine ait kuralları-gerçeklikleri olduğunu sende tecrübe etmişsindir. Önce o kuralların anlaşıldığından emin olmadan hikayeye geçmek pek istemedim. Bu yüzden inatla okuduğun için çok teşekkrüler. sana yeni bir fikğir verdiysem inan bunun benim için kıymetini anlatamam.
Aramızda kalsın ama o kitabı okumadım. Sanırım en kısa zamanda okuyacağım
Umarım yarattığım dünya ilgini çekmiştir ve başka hikayelerimi de okuma ayrıcalığına ulaşırım.
Zaman ayırdığın ve düşüncelerini paylaştığın için çok teşekkürler.
Sevgiler
Dipsiz
Sevgili @Kitsune
Sabırla okumaya devam ettiğin ve buraya beni motive eden güzel yorumlar yaptığın için çok teşekkrüler. Okuyucuyu farklı dünylara götürmek aslında yapmaya çalıştığım yegane şey. Çok sevindim bunu yazdığına.
Aklımda canlanan dünyanın kendi ait kuralları var bunları aktarmadan da okuyucu sürükleyemeyeceğime dair endişem oluyor. Ne yazık ki kısa bir şeyler yazmayı da pek beceremiyorum bu yüzden
Sözün kısası umarım diğer seçkilerde de görüşürüz.
Sevgiler
Dipsiz