Öykü

Beyaz Duvar

Delilik diye adlandırdığımız şey bilinçaltımızdan mı yoksa yaşadıklarımızdan mı beslenir bilemiyorum ama aklı başında bir insanın aynı rüyayı günlerce tekrar tekrar görüp gerçek zannetmeyeceğini çok iyi biliyorum, lakin her ikisinden de derseniz o çok daha fena. Sonuçta ben iyi eğitimli, kendini yetiştirmiş, kültürlü ve çevresinden saygı gören bir adamım. O yüzden ne gördüğümü çok iyi biliyorum, lütfen anlatacaklarıma bir delinin buhranlarından ziyade ömrü boyunca şahit olduklarına matematik, analitik ve bilim temellerine dayandırmaya çalışan bir adamın doğaüstü niteliklerden ayrı olarak anlamlandırma çabası olarak görün.

O halde anlatmama müsade edin. 1-2 haftadır her gece odamın farklı köşelerinden, uzun boylu, iyi giyimli fakat garip biçimde yüzü olmayan bir adam bana bakıyordu. Kimi zaman yatağımın biraz uzağında, kimi zaman çalışma masamın dibinde, bazen duvarların dibinde, kimi zamansa sanki dışarı kaçmaya hazırlanıyormuş gibi kapımın etrafında oluyordu. Kulağa saçma geleceğinden eminim (ki hissetireceği dehşet bunun bir sonraki aşamasıdır) ama yüzü olmasa bile bana baktığından emindim. Zira kendisine sırtımı dönüp odamın beyaz duvarını izlemeyi tercih ettiğim gecelerde bile olmayan yüzünün anlamsız bakışlarını üzerimde hissediyordum. Yattığım yerden doğrulup orada kimin olduğunu sorguladığım vakitlerde ise derhal ortadan kayboluyordu.

İlk günlerde basit bir hırsız, zamanla da fiziği onu anımsattığı için ölmüş babam olduğunu düşündüm onun. Fakat koskoca adamın ta ölüler diyarından (tabi öyle bir yer var ise) sadece oğlunu sapık gibi sessizce izlemek için geleceği fikri bir kara mizah unsuru oluşturacak kadar saçma geldiği için bu anlamsız düşünceyi kısa sürede kafamdan attım. Çaresizlikten çevremdeki insanlarla paylaştığımda ise bu “hayali” yoğun olarak çalışan insanların göz yorgunluğuna bağlı bir yanılsama olarak nitelendirenler oldu. Fakat gerçekten böyle bir şey olsa dışarısı deliler ordusuyla dolup taşmaz mıydı sorarım size? Hem de böyle bir devirde?

O yüzden bu durumun kaynağını kendi içimde aramak sanırım en doğru başlangıç noktası olmalıydı. Zira her gece bir lanet gibi üzerime çöken bu adam ironik biçimde başka bir evde kaldığım gecelerde de beni ziyaret etmeyecek kadar kibardı da. İnanın benimle dalga geçtiğini bile düşünmedim değil. Lakin bu kişisel sorgu pek de kolay değildi, çünkü başkasını suçlarken kılıç darbelerini amansızca savuran insan sıra kendisine geldiği zaman fanatik bir duruş sergiliyor.

Nitekim yüzü olmayan (ya da duvar suratlı) adamın nezaretinde düşünmekle geçen uzun gecelerin ardından nihayetinde sağlığını korumaya çalışan zihnimde bir şeyler şekillenmeye başladı. Ne kadar bilinçaltınıza atabilirseniz atın, insanın iç sesi asla susmaz ne de olsa, istediğiniz kadar geçmişi silin, ama bir kopyası hep oradadır. Batıl inançların getirdiği mucizelerden medet uman ev arkadaşımın şu meşhur falcısının söyledikleri bir başlangıç olabilirdi sanki. “Birine bir kötülük yapmaya niyetlenmiş fakat yapmamışsın sen” demişti kadın, katı bir inkârla reddettiğim o sözleri asla unutmuyorum üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin. Gelgelelim basit bir bardağın dibinde bulduğu bu gerçek, bir beyefendi olarak sıfat kazandığım kimliğime darbe almayı yediremediğim sürece benim için bir yalandan ibaret olacaktı. Bir araba istediği kadar son model olsun, çizik aldığı an değeri fazlasıyla düşer. Hem “kötü” olarak adlandırılan bu şey sadece niyetle sınırlı kaldıysa bunu hemen kara olarak nitelendirmek ne kadar doğru sayılabilir ki? Tartışma kapısı açmak istemem ama açıkçası gerçeğin bu olduğuna inanıyorum. Zaten insanın aklına gelen her kötü temelli fikir suç olarak sayılsa çoğumuzun ömrü ölüm döşeğinde değil darağacında son bulurdu.

Nihayetinde aynı gece harekete geçmeye karar verdim. Kendisinin uykunun üzerimde çökmeye başladığı dakikalarda bana musallat olduğunu bildiğimden odamda belirdiği an ok gibi doğruldum yatağımdan: “Eğer bunun için geldiysen peşin peşin söyleyeyim, hiç de pişman değilim, hem de hiç anladın mı beni?” diye bağırdım. Varlığına artık tahammül edemiyordum. Ben karanlığın içinde deli gibi haykırırken o ise sessizce bana bakmaya devam ediyordu, adeta bir duvarla konuşuyor gibiydim anlayacağınız. “Ne var yani, sen hep mi iyilerin yanında oldun ömrün boyunca? Bu kadar kolaysa mükemmel olmak nedir bu dünyanın hali? Hem beni suçlama cüretini de sana kim veriyor?” diye sordum öfke selinde boğulmuş bir halde, çünkü sessiz ve manidar bakışları fazlasıyla sinirime dokunuyordu.

Ama ben bir cevap almayı umarken odam birden baştan aşağı aydınlandı. Evin ta öteki ucundan sesimi duyan dostum koşarak odama gelmiş ve ışıkları yakmıştı. “Kiminle konuşuyorsun sen?” diye sordu dehşet içinde. Doğaüstü bir durumla yüz yüze olan kişi ben olmama rağmen benden çok daha fazla dehşete düşmeyi başarabilmişti bir şekilde. Ellerimi gözlerime siper ettim ve birkaç saniye içinde gözlerimin ışığa alışmasının ardından hemen odama bir göz attım. Ev arkadaşım hala buradaydı ama o gitmişti. “Hiç” diye cevap verdim sakin bir ses tonuyla, “Kendi kendimle konuşuyordum”.

Dostumun da odayı terk etmesini beklemeden sırtımı dönüp tekrar yattım. Bu sefer de kendisinin bakışlarını üzerimde hissediyordum ama bu uykuma mani olan bir durum değildi. Yüzü olmayan adam ise bir daha geri geldi mi hiç bilmiyorum. Açıkçası pek de umurumda değil, zira artık gecelerim bir aynaymışçasına beyaz duvara bakarak gerçekten hangimizin yüzsüz olduğunu düşünmekle geçiyor…

Emre Sümer

Emre Sümer bendeniz. İzmir doğumluyum, İzmir Atatürk Lisesi’nin ardından Celal Bayar Makine Mühendisliği’ni bitirdim. Video oyunlarını, oyun koleksiyonculuğunu, müzik dinlemeyi, okumayı ve kısa öyküler yazmayı seviyorum. 2009’dan beri Oyungezer dergisinde yazarlık yapmaktayım. Ölümsüz Öyküler’in 2015 yılındaki yarışmasında “Geri Döndü” isimli öykümle üçüncü oldum ve öyküm kitaba basıldı. Fantastik, korku ve bilimkurgu öykülerini seviyorum, favori yazarım ise Edgar Allen Poe.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *