Öykü

Çığlık

Kentin dar, dolambaçlı, kaldırımsız, kömür kokulu sokaklarından birinde, gökyüzü delinmiş gibi çılgınca yağan yağmura aldırmadan bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerliyordum. İnsanın aklını başından alan, geceyi mahşere çeviren şimşek çakmaları içimde ki huzursuzluğu artırıyor.

Daracık sokaklarda zaman zaman gelip geçen, farları oyun oynar gibi gözümü alan, üzerime yol kenarlarına birikmiş olan suları boca eden arabaların dışında herhangi bir hayat belirtisi yok. Sokak boyu evlerin ışıkları ağır ağır kapanıyor. Alem gibi insanlarda uykuya dalıyorlar. Çoraplarıma kadar sırılsıklam ıslanmış bir halde yürümeye devam ediyorum. Elimi cebime atıp bir sigara çıkartıyorum. Sonra pantolonumun cebini yokluyorum, çakmağımı arıyorum ama nafile, elimi koyun cebime atıyorum, elim cebimden boş çıkıyor, bir yandan ceplerimi yoklamaya devam ederken, dğer taraftan kendi kendime söyleniyorum. Delinmiş koyun cebimden astarın içine düşmüş olan çakmağımı farkedince mal bulmuş mağripli gibi seviniyorum. Yol üzerinde kapanmış bir tekel bayisinin önüne geçip sigaramı yakıyorum.

Tam bir kaç nefes sigara çekip ne yapacağımı düşünürken, ne ara, nereden çıktıklarını bilmediğim aynasızlar arabalarıyla bana doğru yaklaşıyorlar. Elimle çaktırmadan ceplerimi yokluyorum. Yanıma geldiklerinde durup durmamak arasında karasız kaldıklarından olsa gerek üç beş metre kadar ötemde duruyorlar. Yağmurda ıslanmak istemediklerinden, içlerinden biri yarım açtığı camdan eliyle araca yaklaşmamı işaret ediyor. On beş yaşımdan beri alıştığım rutin polis çevirmelerinden biri, her çevirmede duyduğum küfürlerden, karakola götürülmelerden, sorgulardan bıktığımdan çekingen adımlarla araca yaklaşıyorum. Tipimde mi bir sorun var, ne diye her gördükleri yerde kimlik kontrolü yaparlar yada alıp götürürler beni diye isyan ediyorum kendi kendime.

Şivesinden laz olduğunu anladığım bir polis bu saatte burada ne işim olduğunu soruyor. Eve gitmekte olduğumu söylüyorum. İnanmamış olsa gerek yüzüme bir suçluya bakar gibi sert sert bakıyor. “Kes traşı len serseri, normal insanlar çoktan uykuya daldı ne evi, üzerinde bir şey var mı?” diyor. Eve gideceğimi tekrar ediyorum. Ardından kimliğimi istiyorlar, elimi cebime atıp kimliğimi çıkartıyorum. Kimlikte ki resmi bana benzetmemiş olsa gerek ki camdan çıkardığı el fenerini yüzüme tutup adam akıllı inceliyor beni. Sonra telsizle merkeze kimlik bilgilerimi veriyor. Herhangi bir sicil kaydım olmadığını belirten tiz bayan sesini duyduktan sonra bana dönüyor “bu saatlerde buralarda çok dolaşma oğlum” dedikten sonra camını kaldırıyor ve ağır ağır uzaklaşıyorlar yanımdan. Onlar iyice uzaklaşınca tekel bayisinin önüne çaktırmadan attığım emanetimi alıp yeniden cebime koyuyorum.

Sigara peketimi çıkatıp bir sigara daha yakmak istiyorum, cebimden çıkardığım paketteki son sigarayı çıkartıp yaktıktan sonra paketi buruşturup yere atıyorum. Sigara içtiğim yerde, cebimi yokluyorum üç beş lira bozuk paranın dışında bir şeyim kalmamış. Sigaram bitince yeniden yola koyuluyorum. Dar bakımsız sokaklardan çıkıp, daha geniş bir sokağa dalıyorum. Artık etraftadaha gösterişli evler, markalı arabalar var. Üşüyorum, yağmur biraz dinginleşse de sırılsıklam halde iken esen rüzgâr titretiyor beni. Şeytan diyor ki şuradan bir araba al git, ama araba başa bela demez miydi Sait?

Aklımdan bunlar geçerken sokağın sonundaki iki katlı villa çarpıyor gözüme. Burası kentin kanını emen milyonerlerden birine ait olmalı diye düşünüyorum. Hiç bir ışığı yanmaan villanın etrafında uzaktan bir tur attıktan sonra koyun cebimden çıkardığım, sadece gözlerimi açıkta bırakan şapkamı başıma başıma geçirip, villanın dış kapısına yaklaşıyor ve bahçeyi gözlemliyorum. Villanın bahçesinde araba olmadığını görünce rahatlıyorum ve içeri girmeye karar veriyorum.

Bahçe duvarını aşıyorum. Sessizce evin etrafında turluyorum. Evde herhangi bir hayat belirtisi olmasa da içimde bir tedirginlik var. Benim gibi profosyonel bir hırsızsanız her zaman tetikte olmanız gerekiyor. Dış kapısı muhtemelen son derece güvenli olan bu eve ikinci katta ki balkondan girmeyi planlıyorum. Duvara yaklaşıyorum. Her zaman ki yöntemlerimle ikinci kattaki balkona çıkıyorum. Balkon kapısı içeriden sürgüylede kilitlenmiş.

Cebimden çıkardığım elmasla camı kesiyorum. Sürgüyü ve kilidi açıp, içeri giriyorum. Girdiğim yer misafir odalarından biri olsa gerek. Cebimden çıkardığım küçük el fenerimle odayı gözlemliyorum. Odada bir led tv, bir oturma grubu, ortada geniş bir sehpa. Öylesine sağa sola göz attıktan sonra karanlık hole süzülüyorum. Holde ilerlerken sağımda ki kapıyı hafifçe yokluyorum ve kapının açık olduğundan emin olduktan sonra içeri dalıyorum.

Cebimden çıkardığım el feneriyle sağı solu kolaçan ediyorum, burası yatak odası. Şatafatlı bir yatak, elbise dolapları çarpıyor gözüme. Odada ince aramaya yapmaya başlıyorum. Elbise dolabının birinin içinde yer alan mücevher kutusunda bulduğum kol saati, alyans, kolye, yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp cebime atıyorum. El fenerini tutup tüm odanın içini bir kez daha kolaçan ediyorum ve kapıya yöneliyorum. Hole çıktığımda çığlıkla, uğultu arası bir ses duyuyorum. Bayan sesi olduğunu düşündüğüm bu ses beni tedirgin ediyor Bir an önce evi terketmem gerektiğini düşünüyorum.

Geldiğim yöne doğru ilerlerken çığlık sesi her adımımda biraz daha artıyor. Sanki gittiğimi anlamış, kalmam için ısrar ediyor. Bense yatak odasından çıktıktan sonra hızlı adımlarla girdiğim odaya gideceğim derken ters yöne ilerlediğimi farkedip geri dönüyorum. Dönüşte adam akıllı duyduğum çığlık sesi beni yıllar öncesine götürüyor. Sekiz yaşındayım aşağı inmek için kapıyı açmaya çalışıyorum. İki katlı kiralık gecekondumuzda kardeşimle yattığımız odanın demir kapısı dışardan kilitlenmiş açılmıyor.

Annem, babam öldükten sonra geçimini sağlamak için bedenini satmaya başlamış ama ben bunun farkında bile değilim. Tek bildiğim geceleri artık annemsiz yattığımız, kapımızın kilitlendiği ve aşağı odadan gelen tanımadığım erkek sesleri. Öyle gecelerden biriydi. Annem ile yanında ki adam bağırarak tartışıyorlardı. Tartışmanın ardından aşağı odadan önce tokat sesleri sonra da annemin çığlık seslerini duymaya başladığımda ağlamaya başaldım. Annem aşağıda ki sesten benims esimi duymuyordu. Ağladığım yerde kapıyı açmak için uğraştım durdum. Kapıyı açmayı başaramayınca cama yöneldim bu sefer korkuluk demirleri, kötülüğün birer temsilcisi gibi karşıma çıktılar. Annemin çığlıkları bir süre sonra kesildi. Sesler kesilince yatağıma oturup ağlamaya devam ettim. Sabah kardeşimin dürtmesiyle uyandım. Kapı hala kilitliydi. Annem gece yanımıza gelmemişti.

Kalktım, korkuluklu pencereden dışarıya baktım, tombol, ksa boylu komşumuz Hatice Teyze çamaşır asıyordu. Hatice Teyze’ ye seslendim. Hemen elindekileri bırakıp bizim eve yöneldi. Beş dakika sonra kapımızı açtığında koşa koşa aşağıya indim. İçeri girdiğimde güzel annemi yüzünün rengi solmuş ,eli yüzü mor bir şekilde, yatakta yatarken gördüm. Yarım saat sonra polisler geldiğinde onlarla gelen doktorun annemi muayene ettikten sonra eks dediğini duydum. Hatice Teyze ağlamaya başlayınca eks kelimesinin iyi bir şey olmadığını anladım. Hayatta ki her şeyimiz, biricik annemiz, bize bakabilemk için bedenini satan güzel kadın öldürülmüştü. Hemde o öldürülürken ben uyanıktım ve hiç bir şey yapamamıştım.

Şimdi duyduğum çığlık sesi annemin sesi gibi geliyordu bana. Aşağı inmeye karar verdim. Şimdi çekip gidersem annemi bir kez daha öldürmüş olacaktım. Merdivenleri sessiz bir şekilde inmeye başladım. Attığım her adımda çığlık sesini daha çok duyuyorum. Ara holden sesin geldiği yöne doğru ilerliyorum. Kendi kendime “saçmalama oğlum Sarp çek git” desem de olmuyor, ayaklarım gitmiyor bir türlü. Sesin geldiğini düşündüğüm odanın kapısındayım. Kulağımı kapıya dayayıp, sese odaklanıyorum.

Çığlık sesi kulaklarımı tırmalıyor artık. Kapının kolunu çeviriyorum, kapı gıcırtıyla açılıyor, içeri giriyorum. El fenerimi çıkartıp odaya bakıyorum, kimseler gözükmüyor. Ben sağa soal bakarken kapının sertçe kapanmasıyla irkiliyorum. Kafese yeni konulmuş serçenin kendini duvarlara çarpması gibi ne yapacağımı şaşıyorum. Kapıya yönelmeye çalışırken ayağım sehpaya çarpıyor ve yüz üstü yere kalpaklanıyorum. Pencereye koşuyorum, bütün camlar demirli. Yeniden kapıyı zorluyorum. Kapı açılmıyor, uzaktan annemin sesini duyuyorum “Geç kaldın Sarp, yine geç kaldın…”

Perişan bir halde yeniden kapıya yöneldiğimde kapının açık olduğunu farkediyorum. Evden, çığlıktan, annemden ve kendimden kaçarcasına üst kata çıkıyorum. Sinir sistemim alt üst olmuş bir halde geldiğim yerden aşağı iniyorum.

Sesi hala duyuyorum. Hayır lanet oslaı alarm sesi bu. Kendimi aldatılmış, kandırılmış, çocuk yerine konmuş gibi hissediyorum. Başımdan kaynar sular dökülüyor adeta. Aklıma gelen bütün küfürleri ederek evin bahçe duvarından aşağı atladığımda, farları yanan arabayı farkediyorum. Biraz önce ki laz polis “Sana demedik mi oğlim buralarda kalma diye” sesleniyor…

Çığlık” için 2 Yorum Var

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *