Öykü

Dyo Istories

“Çok halsizim.” dedi yaşlı adam “Ama kalkıp yemek yapmam da lazım.” Sonra da mutfağa yollandı sallanan adımlarla. Tam mutfak kapısına geldiğinde portmantodaki boy aynasına takıldı gözü. Karşısında, yarı bükülmüş beliyle, bol bir eşofman takım giymiş yetmiş yaşlarında adam vardı. Saçları ve bıyıkları ağarmış, yüzü kırışmış ama hâlâ vahşi bakan bir adam…

“Ey gidi Şevket…” dedi, “Komando Asteğmen, gazi… Şu haline bak. Corona beni öldürse ne, öldürmese ne?..”

Fazla bir şey yoktu elinde. Bulgur pilavı, yoğurt ve nohut. Alışverişe gitmesi gerekiyordu.“Numara neydi?” diye düşündü, “Alışveriş parası kadar ceza yemeyeyim bir de…” Sonra televizyonun önündeki kanepeye oturup kumandayı eline aldı.

Kanalları turlarken yine sinirlendi ve bu sefer ağzından bulgur pilavı püskürterek “Hay başlayacam coronanıza be…Anladık! Ulan her dakika her dakika, yeter…” diye bağırdı. Hışımla televizyonun menüsünü açtı ve daha önce hiç fark etmediği bir kanal gördü: Nostalji TV.

Kanalı açtığında ilk tepkisi yine bir “Haydaa…” oldu. Çünkü görüntü henüz gelmeden ekranda beliren kanal açıklamasında yayın akışındaki program için “Vücudumuzu Tanıyalım” yazıyordu. “Ulan…” dedi artık yenik bir tavırla,tam kanalı değiştiriyordu ki ekrana çok eski bir çizgi filmin görüntüsü geldi. Donakaldı yaşlı adam.

“Aaaahhh ulan hain Nihat…” dedi “Ah eşşoğlueşşek Nihat…” “Ahh Nihat!”

* * *

“Kapıyı aç çavuş, Binbaşı Loco ile görüşmek istiyorum.”

Beyaz üniforması içinde parlayan iri yarı nöbetçi kendisinin yarısı kadar gibi görünen adama bakarken sırıttı. “Burada öyle birisi yok…”

“Yüzbaşı…” diye tamamladı adam. “Eğer bana binbaşıyı çağırmazsan çavuş, bu kolonide olacaklardan sen sorumlu olursun.”

Çavuş esas duruşa geçti ve “Kim diyelim efendim?” diye sordu.

“IgA’dan Yüzbaşı Antr diyeceksin ve şu kapıyı aç artık!..”

Kapıyı açmakla görevli er bir mimikle “Kimmiş?” diye sorunca da “İstihbarat” dedi. Çavuşun “Açsana kapıyı” diye bağırması sadece üstündeki yükü askeri geleneğe göre yansıtmasından ibaretti.

* * *

“Kim bu kız Şevket” dedi kadın eli omuzunda dans ettiği yakışıklı çocuğa.

“Seyyal bişey ama… Tamer mi, Taner mi?..” diye cevapladı çocuk, eğilerek yanağını kız arkadaşının düz kumral saçlarına sürerken”

Kız teması fark edince başını çocuğun omzuna yasladı. Çocuğun geniş omuzları ona güven veriyordu. Sonra kafasını tekrar kaldırarak su yeşili gözlerini çocuğun gözlerine dikti. Şarkıya eşlik etmeye başladı:

“Şimdi sen varsın, yaşamak güzel

Her yer aydınlık, mutluyum ben…

Şimdi sen varsın, coşuyor içim.

Bilmeli dünya mutluyum ben…””

Çocuk sordu “Hani tanımıyordun şarkıcıyı?”

Kız cevap vermedi şarkıya devam etti sadece.

Söylerken tekrar başını çocuğun göğsüne dayadı. Sonra sustu: “Okul biter bitmez askere gitmek zorunda mıydın Şevket?” dedi ve konuşmayı sürdürdü.

“Kayseri…” dedi sinirle sırıtarak, “Yarın Kayseri’ye gidiyorsun. İnanamıyorum buna.”

Çocuk cevap veremedi. Nemlenmiş gözleri ile müzikholdeki ışıkları seyrediyordu,dişleri sıkılmış, kalbi hızlanmıştı.

Kız, “Neydi, paraşüt mü?” diye sorduğunda çocuk uyandı.

“Hava İndirme deniyor” dedi sert bir sesle.

Kız bu sesi algılamıştı, başını kaldırıp tekrar çocuğa baktı “Gitmek istemiyorsun” dedi, gözleri, çocuğun gözlerindeki nemi sürekli hareketlerle tararken.

Çocuk “Gel” dedi karşılığında samimi bir gülümseme ile. Kız bu değişikliği anlayamamıştı, nemli gözlere attığı güvenli bakış, şaşkın ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir bakışa döndü.

Çocuk kızdan ayrıldı, elinden tutarak onu masalarına kadar götürdü. Kızın sandalyesini çekip onu oturttuktan sonra da kendi sandalyesine yöneldi.Ama ani bir hareketle cebinden bir kutu çıkardı…Bir an sonra diz çökmüş halde aşkının karşısında elindeki küçük kutuyu titreyen ellerle açmıştı bile. Pattadanak sordu:

“Benimle evlenir misin Şenay?”

* * *

Beyaz parlak exoskeletonu ile karşılamıştı Binbaşı Loco, istihbarat yüzbaşısını. Yüzbaşı “Şovmen herif” dedi içinden.

“Hoş geldiniz” dedi yüzbaşıya “Tanıştırayım, Yüzbaşı Lolla. SRA…”

Antr, kendisinden bir kafa uzun kadın subaya bakarken biraz da istem dışı şekilde “Sniper Rogue Assassin.” dedi. “Memnun oldum yüzbaşı”

“Yüzbaşı…” kadın elini tokalaşmak için uzattığında istihbarat yüzbaşısının gözü odadaki deve takıldı. Dev ona bakıp sırıtıyordu zira.

Binbaşı Loco durumu fark etmişti araya girdi“Bu da Başçavuş T, özel kuvvetlerden”

“Komutanım!” T selam verirken bile dalga geçiyor gibiydi ama Antr oralı olmadı. Ayrıca çok önemli bir bilginin de paylaşıma açılması gerekiyordu. Lolla’dan gözlerini kaçırarak binbaşıya döndü.

“Rena Gölü’nde dormant üretimi olduğunu haber aldık.” dedi “Kontrol ettiğimizde koloninin oksijen hattına sızmaya başladıklarını teyit ettik. Henüz çok azlar ama hızla çoğalıyorlar.”

Binbaşı sakindi: “Yerliler?”

“Onlar koloni savunması dağılmadan burunlarını çıkartmayacaklardır. Ancak bekliyorlar. Hâlâ bu sistemin kendilerinin olduğunu sanıyor canavarlar…”

“Onlar dormantlardan daha kötü doğru,” dedi Lolla “bizi yok etmek istiyorlar. Dormantlar sadece burada yaşayabileceklerini sanıyorlar. Oysa yapacakları tek şey uyum sağlayamadan kendileri dahil herkesi öldürmek…”

T beklenmedik bir ciddiyetle lafa karıştı “Rena Gölü’ne bio karşıtları gönderelim. Bu işi başlamadan bitirelim.”

Antr kafasını olumsuzca sallarken binbaşı cevapladı “Bu işe yaramaz T” dedi “Dormantlar bio karşıtlarının biokimyasal ajanlarından etkilenmez, ayrıca o ajanlar koloni dışındayken bizleri de öldürür. Sadece yerliler için bir çözüm o.”

Binbaşı Loco, Yüzbaşı Lolla’ya döndü ve “Sızmaları halledebilir misin?” diye sordu.

Ağzını büzdü Yüzbaşı ona, “Elbette.”

Binbaşı bu sırada bio mailini kullanarak doğru sinyalleri gönderdi, mesaj şuydu: “Teğmen Eryth’i ofisime gönderin.”

Antrlafa girerek “Gölü buharlaştırabiliriz.” dedi. “Ama bir konuyu yanlış anlamayın. Bu operasyon için yapabileceğiniz hazırlık birkaç döngünüzü alır ve bu süre içinde SRA inisiyatifleriyle ya da oksijen arzını kontrol altına alarak sadece zaman kazanabilirsiniz. Bir savaş sizi bekliyor Binbaşı. White Round komandoları tutunmak zorunda kalabilir. Ve bu koloni… Oldukça eski!”

Ufak tefek ve neşeli Teğmen Eryth kırmızı lateks üniforması ile odaya girdiğinde, Binbaşı Loco’nun “IgA bize hiç haber vermeseydi belki ölmek bizim için daha kolay olurdu Yüzbaşı Antr” cümlesini anlamamıştı.Diğer adamın “En azından şimdi bir şansınız var Binbaşı…” cevabını da anlamamıştı.

* * *

“Allah’ım bu nasıl bir şehir? Kışın buz yazın hamam. Nihat sen ne diyorsun buna?”

“Boş ver Şevket’im, bak ne çıktı radyoda…” dedi Nihat cevap olarak ve o anda kantin sessizleşti. Nihat durumu fark etmişti ama önce biraz şarkıyı dinlemeye karar verdi.

“Bir yârim olsun isterdim, gözleri yeşil.

Bir yârim olsun isterdim, gül yüzü gülen.

Onu çok sevmek isterdim, delice sevmek…”

Ne zaman ki özellikle Şevket’in ve genelde herkesin özlemle dinlediğini fark etti, herkesi kötücül bir zevkle uyandırarak bağırdı: “Ulan!” dedi, “Vietnam Savaşı olmasa ne yapacaktık? Şuna bak hepsi rock dinliyor. Oldular Johnny…”

“Nasıl yani?” diye sordu Şevket. Nihat’ın entelektüel bilgisine hayrandı.

Şarkıyla omuzlarını sağa sola sallayan Nihat cevap verdi: “Düşünsene ilk savaşı Şevket.” dedi. “İlk savaşçıyı, ne yapacaklarını biliyorlar mıydı? Nasıl tutuyorlardı silahlarını, poz kesiyorlar mıydı? Meydan okumayı biliyorlar mıydı?”

“Kabil, Habil’i öldürdü” diye cevapladı Şevket “Bir şekilde biliyorlardı herhalde.”

“Ama gömmeyi bilmiyordu kardeşini” diye cevapladı onu Nihat. “Buna ne diyorsun?”

Konu derinleşemeden radyodan bir acil haber anonsu geçti:

“… İyi günler sayın dinleyiciler bugün 15 Temmuz 1974 Pazartesi, şimdi haberler. Dünya bu sabaha, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki darbe haberi ile uyandı. Kıbrıs Ulusal Muhafız Birliği ve EOKA-B tarafından gerçekleştirilen darbede Başpsikopos Makarios’un öldürüldüğü iddia ediliyor. Darbecilerin Helenik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuracağı ve başa Nikos Sampson’un geçirileceği konuşuluyor. Konu ile ilgili gelişmeleri saat başı bültenlerimizde aktaracağız.”

Radyo haberi sona erince bir asker mutlulukla bağırdı “Oh be,kurtulduk şu Makarios’tan sonunda…”

Şevket inanmaz gözlerle askere bakarken, Nihat karakterinin gereğini yaptı: “Ulan salak, savaşa gidiyoruz!..”

* * *

“T!”

“Lolla?”

“Yüzbaşı Lolla…”

“Pardon Lolla”

“Eryth’i görüyor musun?”

“Bastıbacak parlamadı henüz.”

“Latex guy” Lolla gülmeye başlayınca T de gülmeye başladı, “BDSM guy” dedi.

“Yavaş T…”

“Özür dilerim yüzbaşı, sadece bir an hayal edince…”

“T sessiz ol”

“Tamam komutanım abarttım biliyorum”

“Konu o değil…Eryth’e ulaş. Hemen!”

“Efendim? Gelince mi?”

“Bul onu ve geri gönder çabuk!” Lolla dürbününden ayırdığı gözlerinde dehşetle söylemişti bu kelimeleri.

“Lolla?”

“Bu bir swarm. Bununla başa çıkamayızz. Imm Glu ordusu gerekli…”

* * *

Yaşlı adam yatağında ter içinde sayıklıyordu.

“Bu G-3… Yoksul halkımız dişinden tırnağından… Orduda sadece size verdi. Hakkını verin.”

“Gönyeli’yi tutan savaşı kazanır…”

“Gönyeli’yi tutan… kazanır…”

“Nihat! kardeşim…”

“Nihat!!! Telsizler çalışmıyor!”

“Allah utandırmasın!Atla atla atla…”

* * *

“Ne durumdasın Lolla?”

“322… tam kafadan.”

“Onu sormuyorum yüzbaşı.”

“Şöyle özetleyeyim binbaşı, milyarlarca dormant siperleri zorluyor ve bu şekilde sadece zaman kazanıyoruz. Ordu buraya sadece bir tabur gönderdi ve özel kuvvetler de sadece hattı koruyorlar. Bu yüzden biraz satirik takılıyorum binbaşım…”

“Komutanım Lolla, komutanım…”

“Bir süredir bunu söylemek içimden gelmiyor doğrusu. 342 şimdi gerçekten dormantsın orospunun evladı!”

“Askeri mahkemeye ne dersin?”

“Şu anda ölümle burun buruna olduğum düşünüldüğünde…Aslında umurumda değil.Ve eğer öyle bir şey olursa fraternize olmak konusunda birilerinin başını yakacağımdan da emin olabilirsiniz. Komutanım…”

“T mi önde sen mi öndesin?”

“Nereden bilebilirim?”

“Oradan her yeri görmüyor musun?”

“Sayamıyorum. Ama bu herif gerçekten iyi. Az önce bir tanesini tamamen kaplayıp eritti. Gerçi bu exoskeletonun başarısı.”

“Sen de biyolojik ajanlar kullanıyorsun biliyorsun değil mi?”

“Ne diyebilirim ki? Ben küçük bir kızım sadece…”

“İletişimi kesiyorum.”

Loco,cephe gerisinde, Teğmen Eryth’in oksijen ikmalini düzenlediği karargahında,Yüzbaşı Antr’a dönüp: “Gördüğün gibi henüz kırılmaya yakın değiller. Ama bilmiyorum fark ettiniz mi milyarlardan bahsediyorlar. Bize en az bir kolordu gerekli…” dediğinde Antr pek de etkilenmiş görünmemişti.

“Kolordu değil ordular grubu da olsa bu savaşı konvansiyonel yöntemlerle kazanamazsınız” diye cevapladı binbaşıyı. “Rena Gölü’nü buharlaştırmalısınız. Aksi halde sadece üremelerini durduramamakla kalmaz yarın neyle karşılaşacağınızı da bilemezsiniz.”

Loco, “Bunu biliyorum.” dedi ve sordu: “Sence biz savaş alanında öncelikleri belirleyemiyor muyuz?”

“Pek belirleyebiliyor gibi görünmüyorsunuz” dedi istihbaratçı.

“Eh” dedi Loco sırıtarak “Belki istihbarat bize daha erken bilgilendirme yapmalıydı. Ama şimdi bunun zamanı değil. Sorun şu ki Rena Gölü’ne saldırabilmek için dormantların kollarını tutacak bir güce ihtiyacımız var ve bu bir tabur değil.”

“Her ne kadar ben o parlak beyaz exoskeletonlar içindeki devler olarak kendinize fazla güvendiğinizi düşünsem de…” dedi Antr, “Size yardım etmek isterim. Ama ben mareşal değilim. Ben sadece bir yüzbaşıyım.”

“Lütfen böyle söylemeyin” dedi Loco,“Sizden kolordunuzu buraya yönlendirmenizi istemiyorum. Sizden bir kolordu buraya konuşlandırılmazsa bu savaşın kaybedileceğini üstlerinize bildirmenizi istiyorum sadece ama…”

“Ama?”

“Söylesenize bunu yapmayacaksanız ve benimle didişecekseniz… Yani, sizi bir şekilde kaybetsem istihbarat bunu dormantların yaptığına inanır mı?”

Antr güldü “Göz kırpmasanız da şaka yaptığınızı anlardım binbaşı,” dedi.“Hâlâ göz kırpıyorsunuz?..”

* * *

“Asteğmenim!”

Şevket, Nihat’ın yüzüne bakıyordu… Nihat ona ölümsüz gibi gelirdi oysa. Ya da ölüme gülecek biriymiş gibi… Ama çarpılmış bir yüz ifadesi ile göğe bakıyordu şimdi. Bir gözü yarı kapanmış, çenesi yana kaymıştı. Miğferinin alınlığının tam ortası delinmiş, metal, parçalanarak içeri doğru göçmüştü. Alnında kurumuş kan vardı, elinde ise ikinci dünya savaşından kalan tüm gece çalışmamış telsizi… Duymadı arkasından seslenen TMT mücahidini. Ne zaman ki üzerlerinden bir F-104 gökleri yırtarak geçip gitti o zaman uyandı Şevket. Göğe baktı ve jeti izlemeye koyuldu. Jet ilerilerde bir yerlerde birilerini paramparça etti. Şevket’in yüzünde bir kas bile oynamadı.

Eğildi, Nihat’ın künyesini kopardı zincirinden. Sonra onun sol gömlek cebini yokladı. Cep boştu. Bir an mutlu oldu. Bu kadar sıradan ölmesini beklemiyordu Nihat’ınzaten. Sonra birden, içinde büyük bir karanlık hissetti.Parlamayan bir ateş.…Öyle ki, bir bakışla onu aymaya çalışan TMT’li genci kaçıracak derecede karanlık…

Şevket yalnız kalınca yavaş hareketlerle tüfeğini sırtına astı ve Nihat’ın miğferini çıkardı ve elinden telsizini aldı. Bir elinde delik miğfer, bir elinde çalışmayan telsizle Yüzbaşı’ya doğru seğirtti. Ne zaman ki Yüzbaşı’nın karşısına geçti,yüzbaşı söyledi ilk cümleyi:

“Gözlerindeki bakışı beğenmedim Asteğmenim, bana böyle bakmayacaksın.”

Şevket miğferi kaldırdı “Bu” diye sordu “Ne işe yarar?”

Yüzbaşı gerildi ama cevap vermedi.O, dikkatle ve tetikte Şevket’e bakarken Şevket bu sefer telsizi kaldırdı “Ya bu?” dedi “Hadi miğferin işi kurşunu durdurmak değil amaya bu?” diye bağırdı gittikçe yükselen sesinin son haliyle.

“Kendine gel” dedi yüzbaşı soğuk bir sesle.

“Milletimiz dişinden tırnağından ayırıp telsiz de alsaymış keşke, değil mi?” diye sordu Şevket bu sefer.

Yüzbaşı kafasını Şevket’ten öteye çevirip “Ahmet Üsteğmenim” diye bağırdığında ne olacağını anlayan Şevket’in sinirleri sonunda boşaldı ve “Seninle konuşuyorum ulan!” diye bağırıp telsizi yüzbaşıya fırlattı.

Telsizin göğsüne çarpması ile birlikte yüzbaşının suratında önce inanmaz bir ifade sonra da dişleri sıkılı bir nefret belirdi.Komando,seri bir hareketle elindeki tüfeğin dipçiğini aşağıdan yukarı bir aparkat olarak Şevket’in çenesine çaktı. Şevket bir an bilincini kaybedip yere düştüğünde de, üzerine oturdu. Yakasından iki eliyle tuttuğu Şevket’in gözlerine gözlerini dikerek dişlerinin arasından konuşmaya başladı.

“Nihat şehit düştü ha…” dedi “Yüz yirmi kişilik taburumda Nihat’ın dışında seksen dokuz şehidimiz daha var. Benim komutam altında toprak altına giren seksen dokuz genç adam! Bunu anlayabiliyor musun? Umurunda mı diğerleri?”

Şevket ise sadece nefret dolu bakışlarıyla karşılık verdi. Bu, Yüzbaşı’yı daha da çileden çıkardı. Komando, Şevket’in kafasını önce yere vurdu sonra sol eliyle Şevket’in yan çevirdiği yüzünü yere bastırarak sağ eliyle beylik tabancasını çıkardı. Şevket yan yan ama aynı nefretle ona bakmaya devam ediyordu ki, yüzbaşı aynı nefretle silahını Şevket’in şakağına dayayıp bağırdı. “Geberticem ulan seni!”

Ahmet Üsteğmen yetişip iki askerle yüzbaşıyı zar sor Şevket’in üzerinden aldığında, Şevket hiçbir şey yapmadı. Yüzbaşının bastırarak kafasını çevirttiği yerde Nihat’ın naaşı vardı…

* * *

“Komutanım?..” Teğmen Eryth her zamanki canlılığını yansıtıyor sayılmazdı.

Loco fark etmişti “Ne oldu Eryth?”

“Koloninin oksijen portlarında sorun var.”

“Lojistik yolunu mu kastediyorsun?”

Eryth gözlerini devirip kafasını sağa sola salladı, “Hayır” dedi “O zaten daimi sorun. Bu başka.”

“Öyleyse?” diye sordu Loco sabırsız.

“Koloninin organik çeperleri bazı portları kapattı. Getirdiğimiz oksijenin tamamını almıyor.”

“Neden?”

“Bilmiyorum. Koloni hâlâ açık ama yönetime ulaşamıyoruz. Bir şeyler oluyor komutanım, burada ne olduğu umurlarında değil gibi.”

“Eski bir koloni burası, sadece sistem hata veriyor olmasın?”

“Hata her zaman olur ama tamir de olur… Bu sefer bir sessizlik, bir ilgilenmeme var…”

Loco anlayamadığı bu sorunu yine de koloni yönetimine açmaya karar vermişti ki bio mailden gelen bir uyarı dikkatini dağıttı.

“Komutanım?..”

“Dinliyorum T.”

“Koloni bataryaları ateş kesti”

Loco şok içinde koloni bataryalarına çevirdi gözlerini. Bio toplar o anda toplanıp inaktif pozisyonlarına çekildi ve yuvalarına yerleşti.

Gözleri istem dışı olarak Eryth’e kayınca, Eryth’i bio mailine dalmış halde gördü. “Portlar tamamen kapanmış şimdi depoları kadar oksijenleri var” dedi Eryth

“Koloni kapılarını kapattı.”

Eryth başını olumlar şekilde sallarken Loco arkasını dönüp kapılara bakma gereği duymadı. Sadece bütün birimlere siperlere çekilme emrini verdi. Bataryalar olmadan yapılabilecek fazla bir şey yoktu. Eryth ümitsizlik içinde arkasını döndüğünde ona:

“Hey!” diye bağırdı, “Nereye?”

Eryth dudaklarını büzüp ellerini açtığında da ona sordu: “Oksijen yanıcıdır değil mi?”

* * *

Adam boxer külodu ile koltuğa büzüşmüş, korkuyla karşısındaki karanlık bakışlı adama bakıyordu. Dışarıdan sert bakışlardı bunlar karanlık bakışlar… Korktuğu adam ise, boxerlı herife değil karşısında külot, gömlek oturup titreyen ellerle sigara içen kadına bakıyordu. Kadın bir nefes çekti sigarasından yine titreyerek.Ve nefesini verdikten sonra sordu.

“Öldürecek misin beni Şevket?” Kadının gözleri ölgündü.

Şevket cevap vermedi, sadece Şenay’a bakıyordu. Neden sonra gözlerini boxerlı adama çevirdi. Adam bir şey diyecek oldu, ona elinin ayasını gösterdi. Tekrar karısına çevirdi bakışlarını, tam ağzını açacaktı ki Şenay konuşmaya başladı.

“Şu an bile bakışların ölü Şevket” dedi kadın. “Sinirli değil, üzgün değil hiçbir anlamı olmayan bakışlar. Keşke ölseydin orada.”

Şevket bakmayı sürdürünce de sordu tekrar: “Öldürecek misin beni?”

“Öldürmemi mi tercih edersin?”

Bu sefer sessizce bakma sırası kadına geçmişti. Devam etti Şevket:

“Ama öldüğünde gözlerinde hiçbir anlam kalmayacak. Hiçbir şeyin değeri olmayacak. Belki onu öldürmemi istersin bunu hissetmek için.”

Boxerlı adam “Aabbiii” diyebildi titreyen bir sesle.

“Belki de onu öldürürsem… Adın ne senin aslanım?”

“Tarık, abi… Yanlış yaptık abi…” Adam sesi üzerindeki tüm kontrolü yitirmişti.

Şevket bakışlarını Tarık’a çevirdi, ona bakarak ama karısıyla konuştu “Tarık’ımı öldürdün…Dersin belki. Beni de öldür…”

“Kısa kes” dedi karısı çenesini kaldırarak “İşte ben de ölümün karşısında duruyorum. Soğukkanlı bir katile, beni öldür diyorum. Al! Kıbrıs gazisi komando… Ölüm, ölüm değil mi sonuçta, katil herif.”

Şevket ani bir hareketle başını çevirdi karısından tarafa ve bir an, sadece bir an gözbebekleri oynadı: “Öyle deme Şenay, katil deme.”

“Şevket!” Şenay elini uzattı kocasına, ama kocası ayağa kalktı. “Yarın akşam geri geleceğim.Sen ve Nihat buradan gitmiş olacaksınız. Medenice ayrılacağız.”

“O daha beş yaşında, bir suçu yok onun Şevket” diye inledi Şenay.

Şevket karısının yüzüne bir süre baktı bu inleme üzerine ama sonunda “Yarın gece bu evde tek uyuyacağım” dedi. Çıktı, gitti…

* * *

Loco; Antr, T, Lolla ve Eryth’i karşısına oturtmuş,karanlık döngünün dormant sakinliğinde onlara planını anlatıyordu.

“Plan basit değil,” dedi “ama başarılabilir.”

“Başarı oranı ne peki?”

“Bu bize bağlı Lolla. Matematikten çok uygulama ile ilgili.”

Lolla, suratına büyük bir ciddiyet ile bakarken devam etti binbaşı: “Üç cephede çarpışacağız. Ve bir takviye bekliyoruz. Koloni kendini tamamen kapattı, ne oldu bilemiyoruz. Ama içeriye erişimimiz yok.”

“Bir geri çekiliş olamayacak yani?..” dedi T.

“Bunun bir önemi yok.” diye cevapladı Antr, “Koloniye çekilmenizin bir anlamı olmaz. Rena Gölü’nde yeterli biyolojik materyal var, kısa sürede içeriye sızacak şekilde kendilerini değiştireceklerdir. Mucize eseri onları içeride durdursanız da ki durduramayacaksınız, yerliler işinizi bitirecektir. Ama merak etmeyin bio karşıtlar da bu durumda yerlilerin işini bitirir. Dormantlar da yok olan koloni nedeniyle bir iki döngü içinde yok olacaktır.”

“Teşekkür ederiz” dedi Loco sabırsız bir ifadeyle “Hepimizin zaten bildiği ve dormant öldürürken vicdanımızın sızlamaması için verdiğiniz bu bilgiler gerçekten operasyon için paha biçilmez değerdeydi!..” Sonra T’ye döndü ve devam etti.

“Koloniyi sen açacaksın. Dormantlar da sistem de necromorphlar. Koloninin oksijeni tükendiğinde sistem kendi sınırlarını geri almak isteyecektir kikoloninin çok fazla oksijeni de kalmadı. Bu, koloni yapısının tohumlandığı bölgelerin zayıflaması demek. En yakın tohumlama bölgesi üç klik ötede. Oraya bir karanlık döngü operasyonu ile girerseniz koloniye de girebilirsiniz.”

“Emredin efendim. Ne zaman isterseniz…”

“Sana her zaman gözü kapalı güvenirim T. Lolla!”

“Efendim?”

“Kaç oldu?”

“12.457”

“Böyle bir nişancıyı siperlerden ayıramam. Ama SRA’yı örgütle. Rena Gölü’nü onlar buharlaştıracaklar.”

“Peki ama, ya gerekli biyokimyasal ajan stoğu? Koloni kapalı!..”

“Burada Eryth devreye girecek. Eryth ve müfrezesi, oksijen ile SRA’ya yardım edecek. O göl yok edilmeli ve bunu koloniye girmekle eş zamanlı yapmak zorundayız. Sonrasında değil…”

“Anlaşıldı. T ile aynı döngüde mi?”

“Evet bir sonraki karanlık döngüde.”

Antr “Söz vermiyorum Binbaşı,” dedi “ama o kolorduyu buraya getirmek için elimden geleni yapacağım.”

Loco, Antr’a baş selamı verdikten sonra “Dağılın” dedi. “Operasyon detaylarını bu döngü bitmeden sizlere ulaştıracağım.”

Herkes çıkarken de ilgisiz bir tavırla seslendi “Lolla!”

“Evet?”

“SRA için bir iki noktayı açıklığa kavuşturalım, sen kal.”

“Emredersiniz.” dedi Lolla, ilgisiz bir tavırla…

* * *

“Biz eşek yüküyle dershane parası verelim Nihat Bey televizyonda çizgi film seyretsin. Anadolu Lisesi sınavında çizgi film soracaklar çünkü…”

“…”

“Niye bakıyorsun öyle?”

“Bu çizgi film,ders…”

“Ne dersiymiş?”

“Vücut.”

“Saçmalama, kapat televizyonu dersini çalış. Canımı sıkma benim.”

“Vücudumuzu anlatıyor ama.”

“Bu mu?”

“Evet.”

“Kim bu coplu beyaz adamlar?”

“Göğsünde yıldız olanlar mı?”

“Evet”

“Akyuvarlar, mikroplarla savaşıyorlar.”

“Niye gülüyorlar peki?”

“Efendim?”

“Kapat televizyonu…”

“Ama…”

“Kapat dedim.”

“Dershane parasını o Tülay’a yedirmek istiyorsun değil mi?”

“Ne? Annen mi öğretiyor bu lafları sana? Ben de anlatayım mı annenle ilgili bir şeyler? Bakma öyle!Bi koyarım, duvardan çıkarsın, on yaşında sıçırtma seni.”

“Ne anlatıcan annemle ilgili?”

“Uzatma tamam. Ve evet evleniyorum Tülay’la. Onu söyle annene. Merakta kalmasın.”

“Hafta sonları gelmicem sana!”

“Gelmezsen gelme lan…”

* * *

“Aminoasit?”

“İyi olur.”

“Bıktım bunu içmekten.”

“Bu sistemin bize sunduğu bu…”

Loco, aminoasiti bardağa doldururken gülümsedi. “Sistem… Her şeyi bu sistemle uyumlu yapmak zorunda mıydık? Belki sadece birkaç prefabrik yapı ve plazma topları kullanmalıydık.”

“Sistem buna izin vermiyor. Başka bazı sistemler de genetik altyapıyla uyumlu değil örneğin…” Lolla ellerini iki yana açtı.

Loco bardağı Lolla’ya verip kızın yanına oturdu. Bir süre gözlerine baktıktan sonra da beline sarıldı. Dudakları buluştuğunda hissettikleri duygu, tutkudan çok, huzur ve dahası yorgunluktu. Birbirlerinden ayrıldıklarında Loco, gözlerini dikkatle sevgilisinin gözlerine dikti ve sordu:

“Sen makyaj mı yapıyorsun?”

“Nasıl yani, neden?”

“Kirpiklerini beyaza mı boyuyorsun, yok gibi görünüyorlar. Zayıf, incelmiş.” Sonra cazip bir gülüşle devam etti: “Çok seksi sayılmazlar ama duru ve tazeler böyle.”

Lolla da gülümsedi ama bu daha çok zoraki bir gülümsemeydi. “Toz topraktandır,” dedi “Cephede olmak zor…” Sonra da bardağı dikledi.

Loco bozulmadı, “Yarın beraber savaşacağız” dedi.

“Neden bu kadar rahatsın?” diye sordu Lolla, sessizce ama dişil bir öfkeyle. “Bir sonraki karanlık döngünün sabahına yok edilebiliriz. Korkmuyor musun?”

“Ölüm fikrine alışılabilir mi?” diye sordu Loco ciddi bir ses tonu ama sevecen bir gülümseme ile.

“Bilmem.” diye cevapladı Lolla merak eder gözlerle.

“Şöyle düşün,” Loco burada kızın saçlarını kulaklarının arkasına attı. “hislerin uyuşmuşken ölmek ister miydin?”

“…”

“Beni seviyor musun Lolla?”

“Bu nasıl bir soru Loco?” kız bunu söylerken adamın çenesini okşadı.

“Peki benim ölümümün senin hayatında kaç döngülük bir etkisi olur?”

“Saçmalıyorsun aşkım!”

“Çok kısa bir süre de olsa yaşama sevincini eksilteceğini ümit ediyorum.”

“Senin ölümünü görüp ölmemi bekleme benden.”

“Ama olacak olan bu. Beni öldürmeden sana ulaşamayacaklar.”

“Bunu tartışmayacağım. Ölürsek beraber öleceğiz.”

“Senin ölümünü görmeye dayanamam aşkım.” Loco sevgilisinin boş elini ellerinin içine alıp öpmeye başladı.

“Belki öldükten sonra yine birleşiriz” dedi Lolla

“Elbette” dedi Loco. “Siperlerde ateist olmaz derler değil mi?”

Lolla acıyla gülümsedi, “Evet öyle derler,” dedi “ama inanç bir sigorta poliçesi de değildir, değil mi?”

Loco dikkat kesilince Lolla devam etti. “Yani sistemi düşün, daha büyük sistemleri ve daha küçük sistemleri. Her sistem daha büyüğünü oluşturuyor ve her sistem daha küçük sistemlerden oluşuyor. Bu…”

“Sonsuza gidiyor.”

“Evet. Ve bu tüm her şey yenileniyor. Her an.”

“Yaratılış…”

“…Bir kapı gibi, her an bir şeyler içeri giriyor. Yokla var arasında her an hareketli bir geçiş.”

Loco gülümsedi “Beni ikna ettin.”

“Bu kadar çabuk mu?” Lolla da gülümsedi

“Sen ne dersen inanırım. Ayrıca…”

“Evet?”

“Son döngünün başında seni sniper yuvasında gördüm. Exoskeleton yerine şort ve dizlerine kadar bir tozluk giyiyordun.”

“Mmmm, tozluğun ayak kısmında, topuklar ve parmak uçları da kesilmiş miydi?”

“Onu görmedim.”

“Görmek ister misin?”

“Yani… Özellikle değil.”

Lolla yine de exoskeletonu çıkarttı ve Loco’nun tarif ettiği kıyafetiyle ona döndü. Ayaklarını Loco’ya uzatıp ayak parmaklarını oynatarak “Yakından bakmak ister misin?” diye sordu şuh bir tavır ve gülen gözlerle.

Loco ilgilenmez görünerek –her ne kadar konuşurken sesinin titrememesi için diyaframını kassa da- “İlginç,” dedi, “ama neden?”

Lolla tüm kontrolü ele geçirmenin rahatlığıyla “ Zeminden güç alıyorum” diye cevapladı onu. “Yere çıplak ayaklarımla bastığımda çok büyük bir güç hissediyorum.”

Loco birden gülmeye başladı. “Ayakların yerden kesildiğinde durum değişiyor anlaşılan” dedi. Lolla,o an bir erkekle konuştuğunun farkına vardı ve başını inanmaz bir bakışla ama aslında rol icabı sağa sola salladı.Sonunda da fantezilerine gülen Loco’nun kafasına sert bir tokat indirdi.

Sarsılan Loco “Heeey!..” dedi bu sefer kendisi rol yaparak, ve kafasını Lolla’dan yana çevirmeden, “Yavaş, yüzbaşı… Ben -Binbaşı- Loco’yum.”

“Öyle mi?” dedi Lolla dudaklarını Loco’nun kulaklarına yaklaştırırken.Ve fısıldayarak bitirdi sözlerini: “Ben senin Komando Binbaşı W.R. Leukocyte olduğunu sanıyordum…”

Bu seferki dudak kavuşmasında huzur ve yorgunluk yoktu. Yarın yokmuş gibi bir tutkuydu hissedilen…

* * *

Şevket gülüyordu. “Bu,” dedi “neden sürekli tekrarlanıyor?”

“Aklından ilki çıkmadığı için” diye bağırdı Tülay ona. “Yok savaş gazisiyim, yok aldatıldım. Bana ne? Kırk yaşındayken ben, bir ölüyle evli olmak zorunda mıyım? Neden gülüyorsun? Bağırsana, kızsana, ağlasana be adam. Başına daha kötü ne gelebilir? Bir an olsun gözünde bir ışık parlasa…”

“Neden benden ayrılmak yerine beni aldattığınızı anlıyorum” dedi Şevket sakince. “Ama bir yandan da içinde bulunduğum durum… Ben iyi kötü yeni bir milenyuma gireceğiz diye karım için rezervasyon yaptırıyorum. Eve geliyorum ki… Güler misin, acır mısın?””

Sabahlığından çıplak göğüsleri ve bacakları taşan kadın öyle bir bağırdı ki, Şevket bir an yerinden zıpladı, “KESSS! Kes… Sen kendine acı zombi. Ne var yani hayat dolu bir erkekle kadınlığımı hissettiysem?”

“Daha yirmi yaşında o.”

“Olabilir. Ama bana kadın gibi hissettirdi.”

“Neden bana yalan söylüyorsun? Yirmi yaşında olan ben değilim Tülay, bunu yutmam. Sen de, o da benden intikam almak için yaptınız bunu. Kendini suçlamana gerek yok. Tabi en kötü durumda bile bunu bir başkasıyla yapmanı dilerdim.Ama hakkım helal olsun sana.”

“Benim olmasın” diyerek ayağa fırladı kadın. “Ve yaralanmamış gibi de yapma. Gözlerin ölü olabilir. Sen zaten bir ceset olabilirsin. Ama ben seni aldattım diye yıkılmayacaksın. Ne olduğunu sözlere dökmek istemiyorum. Ama yıktım seni. Ben yeni bir hayata başlayacağım.Sen ise bugün hayatını tamamen kaybettin.” Kadın kalkıp hışımla yatak odasına seğirtti.Tam odadan çıkacaktı ki tekrar Şevket’e döndü ve çığlık atarak defalarca tekrarladı:

“Ben stepne değildim, Ben stepne değildim, BEN STEPNE DEĞİLDİM, BEN STEPNE DEĞİLDİİİİİİİİİİİM!..”

Kadın, Şevket evden çıkmak için sokak kapısına yöneldiğinde onun yüzüne tırnaklarını geçirip, saçlarını yolmaya başladı. Şevket zar zor kurtulup kendisini kapıdan dışarı attı,merdivenlerden aşağıya, “yeni eski” karısının küfürlerini tüm apartmanla birlikte duyarak indi ve apartman kapısının önünde durdu…

Kapının korkuluklarını tutarak bir süre iki büklüm yere baktıktan sonra da dizlerinin üzerine çöktü. Neden sonra ayağa kalktı ve sessizce dışarı çıktı. Gerisi sanki Kıbrıs Gazilerinin tören yürüyüşü gibiydi. Dik, vakur ve seri adımlarla çıktı mahalleden.

Şevket, sela ile uyandığında vücudunda bu hatıradaki güçten eser kalmadığını fark etti. Nefes alamıyordu ve hiçbir şey yapmaya takati yoktu. “Sen kazandın Tülay,” dedi kendi kendine, “Haklıydın da, ben coronaydım herkes için.Ama bitiyor işte sonunda…”

* * *

Loco, üçüncü seferdir de SRA takımına ulaşamayınca artık ümidini yitirmişti. Birliği ile dormantları tutmayı başarmışlardı. Gece de sorun çıkmadan özel kuvvetler ile SRA’yı plana uygun şekilde harekete geçirmişlerdi. Ama şimdi onlara ulaşamıyordu. Antr’dan da haber yoktu. Aklına “İyi ki Lolla’yı göndermedim” düşüncesi gelince iğrenmiş bir suratla silkindi. “Eğer T başarabildiyse son savunmamızı orada yapabiliriz.Ayrıca Antr kolorduyu ikna ederse düşük ihtimal de olsakonvansiyonel bir zafer söz konusu olabilir.”

Bu düşüncelerle T’ye ulaşmaya çalışacaktı ki T ve altı adamının dormantaların yanından hızla siperlere doğru koştuğunu gördü. Bu yedi asker dormantların arasından saldırıya uğramadan nasıl geri dönüyordu? Ortada yanlış bir şey vardı… Loco elini kaldırıp “T” diye bağırdı. Ama “Bu…raya” diyemeden T’nin bir ImmGlu askerini parçaladığını gördü…Sonrası çok hızlı gelişti. T ve altı askeri cepheyi yararak ilerlemeye başladılar.

Loco silahını kuşandı, exoskleton tuzağını aktive etti ve yanına on komando alarak T’nin üzerine yürüdü.

Dört komandoyla geri döndüğünde içi rahattı. T’nin gözlerinde gördüğü dehşet ve açlık, onun zaten öldüğünü kabullenmesini kolaylaştırmıştı. Yasını tutacaktı elbette ama şimdi yapması gereken başka bir şey vardı. Koloniye girememişler ve Rena Gölü’nü buharlaştıramamışlardı. Antr’ın da geleceği yoktu. Lolla’yla ölmek en iyisiydi. Birliklerine bir emir vermedi. Sniper siperine tırmandı. Yerde ateş ederken gördüğü Lolla için“Ne durumda olduğumuzu henüz bilmiyor. Belki ona hiç söylememeliyim.” diye düşündü.

Tekrar aşağı inmek için hamle yaptı ama o an, hem kendisinin yalnız ölmek istemediğini, hem de aşkının zeminle bir şekilde ölmek isteyeceğini düşünerek geriye döndü ve Lolla’nın exoskeletonunun alt kısmını çıkarmaya başladı. Sniper birden arkasını döndü ve “Komutanım, ne yapıyorsunuz?” diye sordu.

“Lolla nerede?” diye bağırdı Loco cevap olarak ve zihni bomboş bir vaziyette.

“Rena Gölü’nde, emrettiğiniz gibi SRA timinin başında…”

Loco, bir an içgüdüsel olarak bulunduğu yüksek yerden Rena Gölü’ne baktı. Öyle bir hayal kırıklığı ve panik içinde baktı ki, ilk bakışta gölü göremedi, sonra odaklanabildi. T’yi çıldırtan mutasyonun kaynağı Lolla’yı da yutmuştu.

“Ateşe devam et asker” dedi yerdeki snipera. Ve sakince aşağı inerek siperlerdeki askerlerinin yanına gitti.

* * *

Kapının çalınması ile tekrar uyandı Şevket. Zili ısrarla çalıyordu, Şevket’in ise ne kalkacak gücüvardı ne de isteği. Hatta zilin her yeniden çalışı onu daha da sinirlendiriyordu. Sonunda o kadar öfkelendi ki yüklendiği adrenalinin gücüyle ayağa kalkarak iki büklüm de olsa sokak kapısına ulaşmayı başardı.

“Ne var zar zar zar?” diye bağırdı.

Karşısında üç adam vardı. Üçü de bembeyaz kıyafetler içinde maskeli, eldivenli ve gözlüklüydü. Şevket sert bakışlarını üçünün de gözlerinde dolaştırdı, ortadakinin su yeşili gözlerinde biraz durdu, tam küfür edecekti ki öksürdü. O öksürünce ortadaki adam ani bir hareketle onu yakaladı tekrar yattığı yere götürdü.

Şevket’le adam bir süre bakıştıktan sonra diğer adamlardan biri Şevket’in ateşini ölçtü.

“Hocam,” dedi adamlardan biri “39,6 derece… Yanıyor.”

Başlarındaki adam “Amca seni şimdi hastaneye götüreceğiz sakın endişelenme tamam mı?” dediğinde:

Şevket zor duyulan bir sesle “Baba!” dedi. Adamın gözleri buğulandığında, Şevket elini adamın yanağına koydu, “Babanım ben senin.” dedi. “O günde babandım, bugün de babanım.”

Adam artık dayamadı ve babasının eli kendi yanağında olmak üzere onun üzerine yattı. Artık sarsılarak ağlıyordu. “Affet beni baba” dedi “Senden intikam almak istedim. Beni, annemi bıraktığın için yaptım. Affet beni…”

“Biliyorum” dedi Şevket, oğlunun saçlarını koruyucu giysisinin üzerinden okşarken. “Biliyorum yavrum. Sen beni affet asıl, sen…”

* * *

Loco siperlerin tek tek düşüşünü izlerken sakin ve rahattı. Bir an önce olsun da bitsin diyerek tüfeğini ateşliyordu. Hiçbir şeyin önemi yoktu artık. O sırada gözüne bir dormant takıldı. Dormant, yalpalayan adımları ve yokuş aşağı salınanlardakine benzer vücut ritmi ile ona doğru koşuyordu. Loco, bitsin artık dedi. Neden sonra, gemiyi son terk edenin kendisi olması gerektiğini düşündü bir subay olarak ve silahını dormanta çevirdi. Loco tetiği çektiğinde dormant patlayarak paramparça oldu.

Loco silahını gözüne yaklaştırıp baktı önce, sonra karşıya baktı ve yüzlerce dormantın seri olarak patladığını gördü. Koloni bataryalarına bakmadı bile.Gülümsedi. Boş ve geç kalmış bir çabaydı ama romantikti de…

Ne zaman ki bir ImmGlu eri “Kolordu geldi!” diye bağırdı o zaman gözlerini göğe çevirdi. Yüzlerce taşıyıcı on binlerce Imm Glu piyadesini zemine saçıyorlardı. O zaman tamamen uyandı.

“Lolla!” dedi istem dışı olarak ve kendisi ile birlikte kalan bir bölük kadar askere bağırdı, “Bana doğru…Toplan!”

Ve emrini verdi. “Rena Gölü’ne.”

Momentum değişmişti. Loco hissedebiliyordu. Kolordu ve koloni bataryaları, dormantları durdurmuştu. Gölü buharlaştırabilirlerse bu savaşı kazanabilirlerdi artık. Lolla orada olabilirdi, hâlâ yaşıyor olabilirdi…

Loco ve bölüğü, koloni bataryalarının koruma ateşi altında ve kolordunun direnci ile göle ulaşmayı başarmışlardı.

Loco göldeki sekiz detanotör sitesinin yedisinde Eryth’in timinin hazırladıklarını bulmuştu. Yedi sitenin tamamında da Eryth’in timinin lojistikleri ve onların SRA korumaları öldürülmüşlerdi. Ama dormantlar hiçbir şey anlamadıkları için sadece onları öldürmekle yetinmişlerdi. Detonatörler hâlâ sağlamdı.

Sekizinci sitede Loco’nun yerde cansız yatan Eryth’i görünce hissettiği üzüntü, yine yarı çıplak ayakları ile zemine basan Lolla’yı görünce utançla karışık mucizevi bir sevince bırakmıştı yerini. Kızın her tarafı pislik ve bio artık içindeydi ama bunlar genelde ona ait değildi. Kız Loco’yu görünce “Eryth öldü” dedi.

“T de öyle” dedi Loco. “Ama göl hazır.”

Lolla’nın hiçbir şeyden haberi yoktu: “Buradan çıkamayız Loco etrafımız dormant kaynıyor…” dedi,“Bırak beni… Gölü buharlaştırırken burada olmalıyım. Emin olmalıyım.”

“Bu yüzden mi emrime itaatsizlik ettin? Sadece sen mi başarabilirdin bu görevi?”

“Diğerleri başaramadılar değil mi?”

“Hayatta kalmayı başaramadılar, görevi değil…”

Lolla,bir White Round sınıfı asker için küçük sayılabilecek ve yaralı gövdesi ile kurtarılacak bir prenses gibi görünse de, bu SRA, bir karanlık ve yarım aydınlık döngü boyunca on binlerce dormantla savaşmıştı. Ama savaşçı kız bu kez Loco’ya itiraz etmedi. Lolla, Loco’ya güvenmek için Loco’dan daha iyi bildiği bir sebebe de dayanıyordu. Bu gölün aynısı onun içinde de vardı…

Siperlere zar zor geri döndüklerinde; Loco, Lolla’ya buharlaştırma detonatörünü uzattı. Lolla kin dolu bir suratla ve bir an bile düşünmeden sinyali verdi. Göl zincirleme tepkime ile yanarak yok olurken, dormantlarönce yavaşladılar ve sonra da durma noktasına geldiler. Akabinde bir katliam yaşandı.

Koloninin kalanını ele geçirmek için gelen yerliler,bio karşıt bombardımanında yok edilirken; koloni içinde tören sırasına giren bir kolordu kadar asker, koloniye bağlanan yeni oksijenin ferahlığı altında, düşen dostları için anma töreni düzenliyorlardı. Kayıplardan Teğmen R.R. Erythrocyte’in adı okunduğunda yaralı olmasına rağmen esas duruşunu bozmayan Lolla’nın gözünden bir damla yaş süzüldü. Lolla’nın yaraları geçecekti ve Eryth’i daima hatırlayacaktı. Bu güvenin ferahlattığı yüreği ile sert bir selam çaktı. İleriye bakan gözleri yeni hayatının ilk anlarını da selamlamış oldu böylece…

* * *

Şevket kendisini sadece “Şevket” hissediyordu. Tarihçesiz, titrsiz… Kolundaki iki sağlık görevlisi ile ellerinde eldiven, yüzünde maske ile iki büklüm yürüyordu şimdi.

Şevket, bu halde tam kapıya doğru adımını atıyordu ki, boy aynasında kendini gördü. Durdu.Adamların elinden kurtuldu ve aynanın tam karşısına geçti. Arkasında oğlunun nemli gözlerini görüyordu. Onun gözlerine bakarken kendi gözlerini gördü bir an… En son kırk beş yıl önce gördüğü bir bakış vardı gözlerinde. Gülümsedi, dikeldi, hâlâ geniş olan omuzlarını açtı, ellerini arkasında birleştirdi ve çenesini kaldırıp gördüğü manzaraya daha bir dikkatle baktı.

Yeni hayatına başlayan eski gözlerinde parlayan hayat, kelimelerle anlatılabilecek gibi değildi…

Murat Barış Sarı

Selam, ben Murat Barış Sarı. Evli ve bir çocuk sahibiyim. Sade bir kalemim olduğunu sanıyorum. Genel olarak bilinç akışı anlatımını ve bilimkurgu fantastik edebiyat alanında cyberpunk alt türünü seviyorum. Diyaloglarım fena değildir, tasvirlerim fena. Farklı tarzlarda bir antoloji oluşturmaya çalışıyorum. Daha eskilerden; kısa filmlerim ve iki arkadaşımla yürüttüğümüz bir internet sitemiz de vardı. Tarihten de ayrıca hoşlandığımı belirtmeliyim, birinci şahıs anlatıcıyı daha çok sevdiğimi de… Kendimi şöyle tanımlıyorum: “Jack of all trades, master of none!..”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,

    İlk defa okudum sizi ve ilk izlenimim çok pozitif yönde.
    İçerisinde pek çok ögeyi barındıran, oldukça tempolu bir çalışma. İki şeye bayıldım, değinmeden geçemeyeceğim. Birincisi, mizah unsurları başarıyla yerleştirilmiş. İkincisi, konuşmalar çok rasyonel. Bu iki unsurda yüzde yüzü yakalamak çok zordur, o yüzden altını özellikle çizmek istedim. Çünkü yazarken mizah yapmayı beceremeyiz pek ve diyaloglarımız bir yerden sonra günlük hayat tadını vermez. Ama sizde bu yok. Çok iyi iş çıkartmışsınız.
    Tempo fazlaydı, bu bir riskti. Soluksuz diyaloglar arasında nefeslenmeyi, insan durumlarını görmeyi bekledim mi? Evet, biraz bekledim. Belki o yönde ufak bir makyaj, metnin güzelliğine güzellik katar.

    Yürekten kutlarım sizi

  2. Merhaba,

    Beğenmeniz beni çok mutlu etti.

    Özellikle bunu duymak ayrıca güzeldi :pray: :pray:

    Tempo… Bu çok daha uzun bir metindi ve öyle inanıyorum ki ritmi daha iyi ayarlanmıştı ama seçkinin de önceden ilan edilmiş kuralları var. O yüzden aldım kabul ettim eleştirinizi.

    Ben de yürekten teşekkür ediyorum size…
    Görüşmek dileğiyle…

  3. Merhaba @MuratBarisSari

    Tries’i gitmiş Dyo’ya dönmüş öykün için üzgünüm :slight_smile:
    Ama hala çok iyi iş başarmışsın. Senin blokları okumakta işte matematik denklemi çözmek gibi oluyor. Metnin içine kattığın dönemsel verileri sanırım kendime yakın bulduğum için ayrıca seviyorum. Yani Seyyal Taner ne güzeldir mesela.

    Çıkarttığın bölümlerle elbette öykün farklı bir dinamik yakalamıştı ancak ikiye düşürdüğün katmanlar da metnin boyutunu düşürmemiş.

    Sana bazı örnekler vermek istiyorum izninle:

    Özet

    Bu metin gizlenecek

    “Çok halsizim.” dedi yaşlı adam “Ama kalkıp yemek yapmam da lazım.” Sonra da mutfağa yollandı sallanan adımlarla. Tam mutfak kapısına geldiğinde portmantodaki boy aynasına takıldı gözü. Karşısında, yarı bükülmüş beliyle, bol bir eşofman takım giymiş yetmiş yaşlarında adam vardı. Saçları ve bıyıkları ağarmış, yüzü kırışmış ama hâlâ vahşi bakan bir adam…

    Burada okuyucuya verdiğin, yaşlı adam tanımlaması daha bir sonraki metni okumamama rağmen, gençliğinde cevval , yaşlı olmasına rağmen hala ayakta olan biri. “vahşi bakan adam” bir betimleme.

    Çocuğun geniş omuzları ona güven veriyordu.

    Bu bir duygu

    Miğferinin alınlığının tam ortası delinmiş, metal, parçalanarak içeri doğru göçmüştü. Alnında kurumuş kan vardı, elinde ise ikinci dünya savaşından kalan tüm gece çalışmamış telsizi…

    Bu bir tanımlama, betimleme, artık adına ne dersen.
    Metnin tümünü buraya kopyala yapıştır yapmayacağım. Ama bazen “vahşi bakan göz” olur bazen “ısırır gibi bakan göz” olur bazen “gözleriyle ısırdı” olur bazen “gözleriyle parçaladı” olur. Yani betimlemeler yazarın tarzıyla uyumlu, kalemiyle ahenkli olur.

    Senin diyalogların da, yarattığın atmosfer de, karakterlerin de bunların hepsini tamamlıyor. Yani senin metninde “gözleri havaya süzülen turnaların yarattığı ahenk kulaklarda bitmeyen bir senfoniye dönüştü” okumamıza gerek yok :))

    Yağmurun sesini dinle Abidin, iç sesine kulak ver :))

    Sağlıcakla kal kalemine sağlık :slight_smile:

  4. Selam Müge,

    Evet maalesef, öykü boya markası oldu. Dışarıda kalan ana öykü post moodern çatıyı tamamlayabilir ve kurgu karakterleri daha iyi açıklayabilirdi. Ama kurallar da belli. O yüzden şikayet etmem de anlamlı değil pek.

    Beğendiğin kısımlar beni çok mutlu etti. Ve evet mühendisliği fena değildi pek. Seyyal Taner’in o şarkısını özellikle de çok severim.

    Verdiğin betimleme örnekleri moral verici teşekkürler :pray:. Ama birer şimşek değiller hala :stuck_out_tongue_winking_eye:

    Ben de gizlesem de kendimi seviyorum canım… ama…

    Ama iç sesim; “gözleri havaya süzülen turnaların yarattığı ahenk kulaklarda bitmeyen bir senfoniye dönüştü” de yaz diyor :wink:

    Çok teşekkürler Müge, sen de sağlıcakla kal.
    Teşekkürler tekrar ve samimiyetle…

  5. Avatar for ebuka ebuka says:

    Murat merhaba;

    Lökositler, eritrositler, immünglobulinler… Gözümden kaçacağını mı sandın? :grinning:

    Bir savaşçının içindeki savaşı sunuş biçimin çok yaratıcıydı.Tebrik ederim. İlk başladığımda öyküye, sahneler değiştiğinde önce ne oluyoruz dedim. Ama sonradan her şey oturdu yerli yerine.

    Eline sağlık, keyifle okudum güzel öykünü. Görüşürüz iyi bak kendine…

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

36 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for Umutunjelibonu Avatar for Duskalem Avatar for MuratBarisSari Avatar for Senaa Avatar for gayekcelik Avatar for ebuka Avatar for Kursat_Akbulut Avatar for Muge_Kocak Avatar for ulu.kasvet Avatar for Foton Avatar for nkurucu Avatar for Arokan Avatar for Haluk_Cevik Avatar for UlianaHippogrief Avatar for Yuzuri Avatar for Dipsiz

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *