2067 yılında, dünyanın önde gelen köklü şirketlerinden olan KELSA insanlığın sonunu getirecek bir deneye imza attı. (Aslında buna karanlık bir intihar girişimi de diyebiliriz. ) Olayın patlak vermesinden yaklaşık 7 ay önce bulunan, konum değiştirmeyi sağlayan ışınlanma dünyanın kaderini değiştirmişti. İlk başlarda sadece belirli uzaklıktaki yerlere ışınlanabilen insanoğlu, zamanla merak dürtüsüne engel olamamış ve dünyanın piminin çekildiği o günü kendi dev aynasından izlemişti.
Yıllar içerisinde gelişen teknoloji bir gün insanlığın sonunu getirecekse, muhtemelen o gün bu gündü. Bilim adamlarının bu teknolojiye deneysel bir yolla ulaştığı pekte söylenemezdi aslında. 20. 12. 2066 yılının sıradan bir pazar gününde her şeye vesile olan gerçeklikle tanıştı insanoğlu. Sahra çölünün ortasında kumların altından yükselen dev bir mabet yükseldi göğün parlak haresine doğru. O kadar dev ve görkemliydi ki insanlar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Üzeri çeşitli hiyeroglif ve ankh türü bezelerle kaplı olan bu piramit, birçokları tarafından Pandora’nun kutusuna bir methiye olarak addedildi. Bilim insanları ve dünyanın dört bir köşesinden gelen arkeologlar birleşerek piramidin içindeki ve dışındaki gizemi çözmeye adadılar kendilerini. İlk adım piramidin çıkışından 17 gün sonra gerçekleşti. Thalia Bayroa mahlaslı bir antropolog keşif yürüyüşü sırasında piramidin gizli kapısını keşfetti. İlk gelişmeyi bulmasına ithafen piramidin isimlendirilmesi Thalia tarafından yapıldı. Thalia yürüyüşü esnasında istemsizce piramidin dört köşesini de defalarca tavaf etmişti. Bu sırada piramidin üzerindeki sembollerin ve çarkların sarmal bir döngü halinde spesifik bir şeyi sembolize ettiğini fark etti. Bu yüzden piramidin ismini Spirakelles koydu. Bu isim Latincede döngü manasına gelen spiralis sözcüğünden devşirilmişti.
İkinci büyük gelişme hemen bu olayı takiben yaşandı. Piramidin antik kapıları içindekileri sergilemek istermişçesine dünyaya uzanan büyük eller gibi iki yana açıldı. Piramidin içi küçük odacıklarla ve düzensiz taşlaşmalarla doluydu. Bilim adamları araştırmalarına devam ederlerken çok ilginç bir şey keşfettiler. Piramidin sağ ve sol kanadında iki tane olmak üzere ganimet odaları bulunuyordu. Bu odalardan eşzamanlı bir ses dalgası gönderildiği takdirde garip bir ışık illüzyonu beliriyordu açıklığın ortasında. Bu ışık kombinizasyonu zamanla birkaç odada daha keşfedildi ve açıklığın ortasında beliren illüzyonlar belirli bir rotayı göstermeye başladı. Bu rota kimselerin erişemeyeceği teknolojik gelişmelere sahip evrensel maddelerden oluşan gizli bir odaya yönlendirdi araştırmacıları. Bilim insanları buldukları karşısında şaşkındı. Bunlar insan bilgi birikimiyle binlerce hatta on binlerce yıl boyunca çabalansa bile ulaşılamayacak donanımlardı. Oda gelişmelerden sonra koruma altına alındı ve seçkin kurul üyelerinden oluşturulan bir ekip malzemeler üzerinde çeşitli deneyler yapmak için görevlendirildi. 2067 yılının ilk çeyreğine gelindiğinde büyük bir gelişme patlak verdi ve bu gelişme bütün dünyayı ayaklandırdı. Araştırmacı kurul gizli odadan çıkarılan maddeleri birleştirerek ışınlanmayı ve belki de boyutlar arası gezinmeyi mümkün kılan bir teknolojiyi ortaya attılar.
İnsanoğlu ne yazık ki her zaman olduğu gibi hırsına yenik düştü ve bu gelişme onları tam anlamıyla tatmin edemedi. 5 kişiden oluşan yeni bir ekip belirlendi ve henüz keşfedilen ışınlanma yöntemi aracılığıyla bu ekip evrenin köşelerinde enerji dolu olan maddesel diğer oluşumları bulmakla görevlendirildi. Bu onların hazin sonunun ve karanlık çağın başlangıcının hikâyesi.
* * *
29. 11. 2067, Clock Tower Binası, California.
Olayın patlak vermesinden 5 saat önce.
Karanlık koridorda ilerleyen iki uzun siluet belirdi. Kronik Zamanlayıcı odasına ilerleyen profesörlerin tok adımları rahatsız edici bir şekilde sessiz koridorda yankı etkisi yaratıyordu.
“Bilemiyorum Nathan. Daha önce hiç bu kadar uzağa gitmemiştik. Bu çılgınlık. Tam anlamıyla bir felakete dönüşebilir.”
Nathan’a karşın Profesör Xavier kararlı bir adamdı. Kronik Zamanlayıcı odasının kapısı iki yana doğru açılırken delici bakışlarını ondan esirgemedi.
“Tanrı aşkına Nathan! Hayatında bir kez olsun risk almayı dene!”
650. 000 metrekarelik devasa bir uzay üssünün yer altı katında bulunan Kronik Zamanlayıcı odası, büyük bir alana yayılıyordu. Altıgen şekle sahip geniş oda, giriş kapısından başlayarak soldan sağa doğru bitimi tekrar aynı kapıya denk gelecek şekilde sıralanmış 12 enerji kapsülü ve odanın merkezinde bulunan D-FLAT1 isimli kabzalı manyetik güç kaynağına ev sahipliği yapıyordu.
“Enerji reaktörü hazır mı David?”
Kitap okumak ve bilgisayar programcılığı ile fazla haşır neşir olmaktan gözleri bozulan genç adam oturduğu yerden kalkarak profesöre doğru yürümeye başladı.
“Evet efendim. Güç panellerinin hepsi açık. 12 enerji kapsülü de cihaza bağlı durumda ve potansiyel ışınlanma mesafesi 20. 000 km.”
David elinde tuttuğu istatiksel veri tablosunda ki belli yerleri işaret ederken profesörün kısık gözleri kocaman açıldı.
“12 enerji kapsülü de cihaza bağlı durumda mı dedin sen az önce?”
“En son denememizde kaç tanesini bağlayabilmiştik David?”
“9 tanesini efendim. Ayrıca bir tanesi de içerisindeki gücü tamamen cihaza yükleyemiyordu. Yüzde 50’ye geldikten sonra yanıp sönüyordu ve fazla ısınma mevcuttu. Yaydığı fazla ısının diğer kapsülle…”
“Bu kadarı yeter David, sadede gel.”
Genç adam eliyle köşedeki masanın başında toplanmış 5 genç bedeni gösterdi.
“Ah evet, denekler yolculuk için hazır efendim.”
* * *
D-FLAT1’in sensörlü kapağı buharlar eşliğinde açıldı ve 5 kişi manyetik aracın içine girdi. Kendilerine ayrılan koltuklara oturduktan sonra metal kıskaçlı kemerlerini bağladılar.
“Isı seviyesi 11 derece. Aracın kendi etrafında dönüş hızı maksimum seviyede sabit. Kemerler bağlı. Ekip kalkışa hazır.”
“Bir saniye bekle David.”
Profesör Xavier, masanın üzerinde duran kulaklığı kulaklarına geçirdikten sonra tok bir sesle konuşmaya başladı.
“Beni duyuyormusun Jarves?”
“Evet efendim.”
“Seni boşuna o ekibin lideri seçmedim. Sakın ola eliniz boş geleyim demeyin. Duydun mu beni?En küçük detayları bile atlamanızı istemiyorum.”
Jarves yarı alaylı bir ifadeyle, “Merak etmeyin. Biz geri döndüğümüzde siz evinizde ki puf koltuğunuzda oturmuş paralarınızı sayıyor olacaksınız efendim.”
Profesör gülümsedi. Bu projeye her şeyini vermişti. Onun için hayatından bile daha değerliydi bu proje.
“Gönder şu aracı David.”
Profesör kısık gözleriyle, koruyucu gözlüğünü takmadan önce David’e göz kırparak komuta odasına geçti.
David mekanik ekibe direktif verirken, dünyanın sonunu getirecek bir ışınlanma olayına izin verdiğinin farkında bile değildi.
“Kalkış için 10 saniye.”
…
“7.”
…
Gözünü hırs bürüyen profesör oturduğu koltuğa sıkıca yapışırken, D-FLAT1’in üzerinde bulunduğu rampa giderek yükseliyordu. Aracın oluşturduğu mekanik sesler artarken David kendini duyurabilmek için daha da büyük çaba sarf ediyordu.
“GÜÇ SEVİYESİNİ MAKSİMUM HIZA ÇIKARIN.”
Aracın dönüş hızı giderek artarken David eğilmek zorunda kaldı. Odanın içini kaplayan gürültülü ses direkt beyninin içine nüfuz ediyordu. Kendini birden devasa bir emar makinesinin içindeymiş gibi hissetti. Bu sırada maksimum hız seviyesine ulaşan D-FLAT1 kendi etrafında dönmeye devam ederken, her an parçalanıp fırlayacakmışçasına şiddetli bir şekilde sallanıyordu.
“5.”
“4.”
…
“HEDEF KONUM DOĞRULANMADI.”
Makine ekibinin kalkış için seçtiği Julie isimli programın robotik sesi duyulduğunda yüksek bir ses eşliğinde gözleri yakan bir ışık çaktı. Yüksek yalıtıma sahip odadaki herkes enerji kapsüllerine doğru savrulurken, Komuta Odası’nın bilinen en dayanıklı maddeden yapılan camları tuzla buz olmuştu. Gözlerini korumak için kolunu siper eden profesör çok geç kalmıştı. Sıçrayan cam kırıkları bedenine saplanırken çığlık atmaya vakti bile kalmamıştı.
Altıgen odanın içerisindeki herkes son nefeslerini vermişti. Duvarlar baştan aşağı kanla kaplanmış tuvallere dönüşmüştü. Patlamanın şiddetiyle savrulan David’in göz bebekleri yerinden fırlamış, metal zemin üzerinde yuvarlanıyorlardı. Sol üst bedeni kemik iliklerine kadar parçalanmış ve açılan yarıktan oluk oluk kan akıyordu. Bir zamanlar kitap okuyan gözlerinin beyazı solmuş, şimdi manasızca boş boş tavana bakıyorlardı.
D-FLAT1 isimli manyetik araç ışınlanmadan önce Julie hedef konumun doğrulanmadığını söylemişti. Bu da aracın şuan her yerde olabileceğini gösteriyordu. Kim bilir bel ki de cehennem çukurunun en karanlık noktasına bile gitmiş olabilirdi.
* * *
Mürettebat lideri kömür karası gözlerini açtığında her şey daha anlaşılır hale gelmişti. Sol omzunun üst kısmında şiddetli bir ağrısı vardı. Elini omzuna attı. Kan, küçük damlalar halinde manyetik zemine damlamaya başladı. Ardından yere baktı. Aracın dış kaplama sisteminden bir parça yerde duruyordu. Etrafında küçük çaplı bir kan birikintisi oluşmuştu. ‘Büyük ihtimalle omzumu kesen madde bu diye düşündü Jarves. Araçtan geriye kalan belki de tek şey olan metal kenarlıklara tutunarak doğruldu. Aracın köşelerine doğru fırlayan ekip arkadaşları yerde yarı baygın halde duruyorlardı. Çökmüş zemin üzerinde ilerleyerek Cordelia’ya uzandı.
“H-hey, hey bana bak. İyi misin tatlım?”
Kolunu Cordelia’nın beline dolayarak genç kadının doğrulmasına yardımcı oldu. Cordelia, diğer ekip arkadaşlarına göre daha iyi durumda görünüyordu fakat korkmuştu. İri birer bilye büyüklüğünde olan gözbebekleri neredeyse gözaklarını kaplamak üzereydi.
“Sanırım iyiyim. Sadece neler oldu, ben anlayamıyorum. Hangi cehennemdeyiz biz Jarves?”
Jarves ruhsuz bakışlarını kadının üzerine doğrulttu. O da en az Cordelia kadar umutsuzdu. Nereye geldikleri hakkında hiçbir fikri yoktu. Gözleri sadece, çarpışmanın etkisiyle tozlanmış pencerelerin arkasındaki asit yeşili bir atmosfer görüntüsünü seçebiliyordu.
“İnan bana şuan ilgi odağımda olan tek şey bu Cordelia.”
“Dünyaya nasıl geri döneceğiz Jarves?Demek istediğim, şu aracın haline bak. Bu halde değil Dünya, 100 metre ileriye bile gidemeyiz.”
Ses tonu giderek alçalan kadının gözlerinden yaş geliyordu. Kafasını adamın iri göğsüne yasladı ve ağlamaya başladı. Jarves eliyle kadının kafasını okşadı. Gözlerinin önüne düşen iki saç tutamını kulaklarının arkasına iterek gözyaşlarını başparmaklarıyla sildi.
“Her şey düzelecek Cordelia. Sana söz veriyorum. Her şey düzelecek…”
Sammy aracın kapısını açtığında, basınç etkisiyle oluşan hava kabarcıkları adamın yüzünü yalayıp geçti. Dışarıya bakan gözleri aniden soluklaşmıştı. Hareketsiz bir şekilde kapının önünde uzanan dış evrene bakakalmıştı.
“Neler oluyor Sammy? Ne görüyorsun?”
Konuşan Leah idi. Her zaman ki gibi duygularını kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Işınlanma gerçekleştikten sonra ilk 10 dakika boyunca duygularını istemsizce zirvede yaşıyordu. Bu sefer kaç dakika süreceğini kendisi bile bilmiyordu. Çok garip reaksiyonlar gösterebilirdi. Sammy titrek bir sesle konuşmaya başladı,
“Millet. Eğer Cehennem diye bir yer varsa, orası kesinlikle burası olmalı…”
“Ne demek istiyorsun? Ne var orada?”
“Gelin ve kendi gözlerinizle görün.”
Bütün grup yavaş adımlarla adeta bir geçit görevi gören, üst tarafı hasarlı kapıya doğru ilerledi.
* * *
Gökyüzüne ürkek ve şaşkın gözlerle bakan 5 kişi adeta bir buz kütlesi gibi donup kalmıştı. Bu bildikleri atmosfer değildi. Rahatlamak için tatile gittikleri, şezlonglarına uzanıp izledikleri masmavi gökyüzü değildi. Kesinlikle o olamazdı. Asit yeşili atmosferin yoğun ve ağır bir havası vardı. Nefes almaya çalıştıklarında sanki soluk borularına küçük demir parçalarının kırıntıları atılmış gibi hissettiler. Yemyeşil gökyüzünün üzerinde ki kara lekeler de bir o kadar kendini belli ediyor, ne kadar tehlikeli oldukları yakınına yaklaşmadan bile anlaşılabiliyordu. Simsiyah hava – gaz kabarcıklarından oluşan kütleler, yaklaşık 15 saniyede bir içindeki bütün yükleri serbest bırakıyor ve zehirli bir gaz haresi pompalıyordu. Lydia,
“O şeyler de ne öyle?” dedi.
“Şu siyah bulutumsu şeylerden mi bahsediyorsun?” diyen Kirk’ün sesi ona göre daha kendinden emin çıkmıştı. Sanki bu olanlar bir rüyaymışçasına hareket ediyordu.”Ne oldukları hakkında hiçbir fikrim yok fakat tehlikeli ve yanıcı olduklarına dair iddiaya girebilirim.”
5 kişi de parçalanmış kapının ardından engebeli zemine atladı. Sert ve keskin toprak dokusu bütün gezegeni çevreliyordu. Şans eseri bir şekilde başlıkları olmadan nefes alabiliyorlardı. Evrenin bu gezegene en büyük hediyesi bu olmalıydı. Yavaş adımlarla önlerinde uzanan yolu takip ettiler. Yoğun miktarda asit püsküren gaz kütlesi giderek daha da yaklaşmaktaydı.
“Dünya oldukça sessiz bir yer. Şu duyduğumuz garip seslere de bir bakın. Sanki gökyüzünde bir yerde birisi bir huni üfürüyormuş gibi. Sizce bu neden kaynaklanıyor olabilir?” dedi Leah.
Kirk diğerlerinden cevap gelmeyince konuşmaya başladı.”Bu sesler spektrumun olduğu yerden geliyor olabilirler ve eğer öyleyse biz sadece bir kısmını duyabiliyoruz demektir. Spektrum’da oluşan seslerin tamamını insan kulağı ile işitemezsin. Büyük ihtimalle duyduğumuz sesler 20-100Hz arasında oluşan ultra-az frekansa sahip olan akustik emisyonlara ait. En düşük ihtimalle 0. 1-15Hz arasında ki infrasonik dalgalara da ait olabilir.”
Kirk ilerlemeye devam ederken diğerleri durup baştan aşağı onu süzmeye başladılar. Leah öne atılarak, “Bütün bunları nereden biliyorsun?” dedi.
“Bir zamanlar jeofizik ile oldukça ilgileniyordum. Jeofizik’te biz bunlara akustik yerçekimi dalgaları diyoruz. Çoğunlukla İyonosfor’de bulunurlar. Yani atmosferin üst kısmında.”
“Seni inek.” diyen Leah, Kirk’ü dürterek gülümsedi. Jarves şaşırmış bir şekilde, “Dünya’dayken böyle bir yazı okuduğumu hatırlıyorum. Duymuş olmalısınız, bir zamanlar Dünya’da da bir takım garip sesler duyuluyordu. Bilim insanları Kirk’ün anlattıklarına benzer açıklamalarda bulunmuştu.”
Kirk başıyla onaylayarak, “Aynen öyle Jarves. Bu sesler Dünya’da oluşan o seslere çok benziyor. Aradaki tek fark bu seslerin biz kendimize geldiğimizden beri devam etmesi. Sanırım ses hiçbir zaman kesilmiyor.” dedi.
“Düşünsenize bir, insan halkının burada yaşamak zorunda olduğunu. Korkunç bir durum olurdu.”
“Bu tür seslerin oluşması için bazı doğal olayların patlak vermesi gerekir. Deprem, sel, tsunami gibi şeylerden bahsediyorum. Fakat bu çok daha farklı bir ses oluşumu. Bunun oluşumu için büyük bir enerji gerekli. Solar sisteminde oluşan bir şey olmalı.”
Cordelia sohbete katılarak, “Hangi cehennemdeyiz bilmiyorum ama dış görünüşünün aksine oldukça ilginç bir gezegen. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama genzimiz yansa bile solunum yapabiliyoruz. Şimdi birde bu sesler var. Diyorum ki acaba Dünya’ya yakın bir yerlerde miyiz?”
“Cordelia umudunu yitirmeni istemem ama çıplak gözle Güneş’i bile göremiyoruz. Hatta yakınlarda gezegen bile gördüğümü söyleyemem. Hem değil Dünya’nın çevresinde, Samanyolu Galaksisi’nde bile böyle bir gezegen olduğundan şüpheliyim. En ufak bir yerleşim belirtisi de olmadığına göre, Dünya yakınlarda bile olsa, yarısı parçalanmış ışınlanma aracımızla nereye gitmeyi düşünüyoruz ki?”
Cordelia bakışlarını yere indirerek, arkasını döndü. Geride kalan iki kızını düşündü. Umudunu yitirme, umudunu yitirme, umudunu yitirme diye kendi kendine sessizce sayıkladı. Nanoteknik elbisesinin kolluğu ile gözlerinin altında biriken iki damla gözyaşını sildi ve tekrar arkasına dönerek, “Hadi ilerlemeye devam edelim.” dedi.
* * *
Tam iki buçuk saattir bilinmeyen gezegenin topraklarını arşınlayan 5 kişi, sonunda düz bir açıklığa gelmişlerdi. Asit püsküren kara gaz kütleleri şimdi arkalarında kalmıştı. Etrafından geçmek tam 1 saatlerini almıştı. Önlerinde yay şeklinde uzun, devasa kayalıklar uzanıyordu. Üzerlerinde büyüklü küçüklü asit püskürmesinden oluşmuş delikler bulunuyordu ve tepe kısımları gövde kısımlarına göre daha koyu bir renge sahipti.
“Şimdi ne yapacağız?Burası koca bir çöl gibi. Gidecek hiçbir yer yok.” dedi Leah.
“Kayaların ardında neler olduğunu merak ediyorum. İçeride neler olduğuna baktıktan sonra tekrar buraya dönebiliriz. Elimiz boş dönersek tekrar rotamızı değiştiririz.” diye cevap verdi Kirk.
“Hadi o zaman şansımızı deneyelim.”
Engebeli yol kayalara yaklaştıkça, bozuk toprak yapısı daha da sıklaştı. Şimdi yürümek tahmin ettiklerinden bile daha zordu. Küçük kayaçlar ayaklarına, bileklerine ve dizlerine batıp duruyordu. Kirk öne geçerek ilk boşluktan kendini içeri attı. Kirk’ün ardından Cordelia, Leah, Jarves ve Sammy de içerideydi.
Karanlık, adeta geniş bir alana yayılan mağaranın en ücra köşelerine bile hükmediyor, ışığı emen bir süzgeç gibi insanın üzerine çöküyordu. O kadar koyu bir karanlık vardı ki, Sammy diğerlerine el yordamıyla ancak yetişebildi.
“Fenerlerinizi açın.” dedi Kirk.
5 açık fener bile etraftaki karanlığa karşı üstün gelememişti. Kasvetli ortam sanki gittikçe fenerlerin ışığını yutuyormuş gibiydi. 5’ide arka arkaya dizilerek önlerinde ki dar yolu takip ettiler. Kısa bir süreliğine küçük, boğucu ve çıkıntılı bir deliğin içinden sürünerek geçmek zorunda kaldılar. Cordelia doğrulduğunda bütün vücudu kaşınıyor ve nefes almakta güçlük çekiyordu. Klostrofobisi ona hayatının her anında engel olmuştu. Bir keresinde NASA ile yapmış oldukları bir toplantı konferansının ortasında acil bir telefon çağrısı almıştı. Bunun üzerine özür dileyerek salonu terk etmiş ve fütüristik dizaynıyla dikkat çeken koridorun ortasında deli gibi asansöre doğru koşmaya başlamıştı. Eğer acil bir telefon olmasaydı koskoca gökdeleni terk etmek için merdivenleri kullanacağına hiç şüphe yoktu. Asansörün ışıklı belirteci 57’yi gösterdiğinde metal kapılar iki yana açılarak Cordelia’yı içeri aldı. Tam 57 kat aşağı asansör ile inmek Cordelia için kıyametten farksızdı. 42. kata geldiğinde kendini tutamadı ve adeta etrafı kusmuk banyosuna çevirdi. Normalde klostrofobisi olan insanlar solunum güçlüğü yaşarken Cordelia’nın aynı zamanda aşırı derecede midesi de bulanıyordu.
“Bu yerde ne yapmayı planlıyoruz acaba?” diyen Leah’nın sesi yorgun ve bitkin çıkmıştı.
“Hiçbir şey yapmamaktansa etrafı keşfetmek daha mantıklı Leah. Boş boş oturup ölümün bize gelmesini mi bekleyelim?” dedi Kirk.
“Tamam da bur-”
Leah cümlesini tamamlayamadan, adım attığı yer içine göçerek kocaman bir çukur haline geldi ve Leah’yı adeta yuttu. 5 saniye sonra Leah’nın yere çarpma sesi duyuldu. Bundan tam 10 saniye sonra ise karanlığı yırtarcasına haykıran genç Leah’nın çığlığı bütün mağarada yankılandı. Ucu iyice sivrilmiş iki uçlu mızrak gibi bir kayacın üzerine belinin yan tarafı gelecek şekilde çakılmıştı. Acıdan çığlık çığlığa bağırıyordu. Yukarıda bekleyen 5 kişi olanlar karşısında şoka uğramış, şaşkınlıklarını gizlemeden hareketsiz bir şekilde oldukları yerde bekliyorlardı.
“YARDIM EDİN! LÜTFEN!”
Jarves kendine gelerek hızlı hareketlerle çukurun yanına kadar geldi. Parçalanmış zeminin kırık köşelerinden tutarak aşağıya doğru eğilip baktı. Fenerinin ışığı, sonsuz karanlığın içinde savrulan genç kızın bedenini güneş ışınları gibi aydınlatmıştı. Leah diğerlerinin bulunduğu yerden tam 4.5 metre kadar aşağıya çakılmıştı.
“SEN İYİ MİSİN LEAH? ETRAFINDA NE GÖRÜYORSUN?”
“Karanlık yüzünden bütün görüş mesafem kapalı. Dal parçası gibi bir şey belime saplandı. Canım çok yanıyor. Düştüğüm anda fenerim elbiseden ayrılarak bir yerlere savruldu. Buralarda bir yerlerde olmalı.”
Leah, elini keskin zeminin üzerinde gezdirirken yapış yapış bir şey bütün parmaklarının arasında dolandı. İrkilerek elini geri çektikten sonra diğerlerine seslendi.
“Burada ne olduğunu bilmediğim sıvı bir madde var. Parmaklarım yapış yapış oldu ve bütün elim neredeyse taş kesilmek üzere. Bu da neyin nesi böyle!”
“Neler oluyor Leah? LEAH?”
“BU ŞEY YAVAŞ YAVAŞ YAYILIYOR. SÜRÜNEN CANLI BİR ORGANİZMA GİBİ. AMAN TANRIM! ONU DURDURAMIYORUM!”
“Leah, şimdi beni dinlemeni istiyorum. Senden sakinliğini korumanı istiyorum, anladın mı?Sakinleşmek zorundasın. Fenerimi açık bir şekilde aşağıya atacağım. Feneri aldıktan sonra bize daha detaylı bilgi vermen gerekiyor ki sana yardımcı olabilelim. Duyuyor musun beni?”
“Evet, duyuyorum. Tamam bekliyorum.”
Leah içinden sakinleş, sakinleş diye kendini teselli etmeye başladı. Fenerin düşerken oluşturduğu tok ses beraberinde soğukkanlı bir hırıltıyı da getirdi. Leah yeri yoklayarak feneri bulup eline aldı ve hırıltıların geldiği köşeye doğrulttu. Şekilsiz, derisi yapışkan bir çeşit sıvıdan oluşan, gözlerinin olması gereken yerlerde iki küçük kara delik bulunan çirkin bir yaratık tam karşısında durmuş hırıltılar ve salyalar eşliğinde onu izliyordu. Gözleri olmadığı için diğer duyuları daha fazla gelişmişti ve en küçük bir ses oluşumunda bile aniden doğru yöne zıplayabilecek güce ve hissiyata sahipti. Çirkin, boğumları olması gerekenden daha kalın ve uzun olan parmaklarıyla ışığı kesmeye çalıştı. Ağzından akan koyu gri salyalar döküldüğü yerlerde küçük bir yanıcı patlama oluşturuyordu. Solunum sistemi adeta zehir pompalayan metalik bir motor gibiydi. Leah korkudan kaskatı kesilerek olduğu yerde hareketsiz bir şekilde beklemeye başladı. Nefesini tutabilmek için o kadar çaba sarf ediyordu ki diyafram kısmı neredeyse şişip patlayacak duruma gelmişti.
“Leah!”
Leah içinden sessiz olmalarını söylerken, feneri söndürüp sıkıca kavradı. Herhangi bir tehlikeye karşı feneri savunma aracı olarak kullanacaktı.
“Leah!İyi misin? Lütfen bize cevap ver.”
Hırıltılar birden kesildi. Etrafta tekrar yoğun karanlık ve korkmuş bir şekilde bekleyen genç bir bayan kalmıştı sadece. Leah feneri açarak karşı tarafa doğrulttu. Yaratığın durduğu yer şimdi boştu ve çıkıntının arka tarafında kalan kavisli oluşumdan itibaren yol ikiye ayrılıyordu.
“Sağa ve sola doğru giden iki yol var. İkisinden biri yukarı çıkıyor olabilir. İlerlemeye çalışacağım.”
“Dikkatli ol Leah. Seni oradan çıkaracağız. Buradan oraya yol bulmaya çalışacağız. Bir şey olursa yüksek sesle bağır.”
Leah diğerlerini telaşlandırmak istemediği için gördüğü şeyden bahsetmedi. Karnında durmak bilmeyen bir yanma hissi vardı. Korku bütün bedenini örümcek ağına düşen zavallı bir sinek gibi sarmıştı. Elini beline atarak saplı parçayı sıkıca kavradı. Şiddetli bir titreme bütün bedenini baştan aşağı titretti. İçinden üçe kadar saydıktan sonra hızlı bir şekilde beline saplanan parçayı çekip çıkarttı. Vücudundan elbisesine, oradan da sert zemine doğru yol alarak ilerleyen kanın yoğunluğu miğdesinin bulanmasına sebep oldu. Kolluğunun ve dizliğinin etrafındaki astarları söktükten sonra, eliyle yarasının olduğu yerdeki kumaş parçalarını büzüştürdükten sonra sıkı bir şekilde bağladı. İlerlemek zorundaydı…
* * *
“Yarım saattir aşağı inen bir yol arıyoruz ve yukarı çıkmaktan başka yaptığımız bir şey yok. Bence oraya inen bir yol yok. Geri dönüp açılan delikten aşağı inmeyi denemeliyiz belkide.”
Sammy yüzünü buruşturdu. Cordelia’nın fazla duygusal davrandığını düşünüyordu.
“Hepimiz burada Leah’yı kurtarmak için uğraşıyoruz Cordelia. Hem oraya geri dönsek bile nasıl aşağı inmeyi bekliyorsun ki?Halat gibi bir malzemeye ihtiyacımız var. Neden sadece birlikte hareket etmeyi denemiyorsun?”
“Tanrım. Ben mi birlikte hareket etmeyi denemiyorum?Etrafına bir bak Sammy. Biraz gerçekçi ol. Oraya inen bir yol yok. Burada kalan ömrümüz boyunca aramaya devam etsek bile oraya inen bir yol bulamayacağımıza eminim.”
“Sen öyle düşünmeye devam et.”
“Bozulan toprak yapısının basınç nedeniyle kaynaklanan parçalanması yüzünden Leah orada tıkılı kaldı. Dağın içinde katlardan oluşan bir sistem olduğunu hiç zannetmiyorum. Hadi arayarak kendimizi kandırmaya devam edelim.”
Sammy, Cordelia’nın gergin tavırlarını daha fazla kaldıramadığı için onun dilinden konuşmaya başladı.
“Lanet olsun. Eğer yaptığımız şeyin yanlış olduğunu düşünüyorsan git ve o lanet çukurdan aşağı atla. Bakalım geri çıkabilecek misin?”
Kirk araya girmeye niyetli görünüyordu. İstediği son şey grubun gerginliğinin artarak parçalara ayrılmasıydı.
“Hey hey. Biraz sakinleşmeye ne dersiniz?Siz tartışmaya devam ederken Leah’nın süresi azalıyor. Birlikte hareket ederek onu oradan çıkarmalıyız. Lütfen bir arada kalın ve yersiz tartışmalara bir son verin artık. Hepiniz gerginsiniz bunun farkındayım fakat yapabileceğimiz tek şey birlikte olmak. Başka çaremiz yok.”
Kirk diğerlerini sakinleştirmeye çalıştırırken Jarves karanlığın ortasında adeta bir heykel gibi dikilmiş bekliyordu. Ellerinin arasından kayıp giden yapışkan parçalar nefes alış verişlerinin hızlanmasına neden oldu. Bunun tek bir açıklaması olabilirdi.
“Hey Jarves!Neye bakıyorsun öyle?”
Jarves Kirk’e doğru dönerek elini serbest bıraktı. Ametist taşının rengine ve bir jelibonun esnekliğine sahip olan parçalar tek tek yerle buluştu.
“Onlarda neyin nesi öyle?”
Jarves sessizliğin içinde ona bakan 3 çift göz ile karşı karşıya kalmıştı. Onlara söylemek zorundaydı.
“Burada yalnız olduğumuzu düşünmüyorum çocuklar.”
* * *
Sessizlik ve karanlık sınırları zorlarcasına asaletini korumaya devam ediyordu. Leah 25 dakika boyunca o çukurun içinde debelenip durmuş, el yordamıyla anca yolunu bulabilmişti. Geniş bir açıklığın tam ortasında bulmuştu kendini. Tavan yerden yaklaşık 45 metre kadar yükseklikteydi. Astronot kıyafeti bulunduğu bölgenin esintisi yüzünden sallanıp duruyordu. Bu da dengede durmasını güçleştiriyordu. Dağın bu bölgesine durmak bilmeyen bir fırtına edasında kuvvetli bir rüzgâr hakimdi. Açıklığın tam ortasında bulunan ışıklı bir tür madde geniş alanı aydınlatıyor, karanlığı köşelere itiyordu. Leah yavaş adımlarla ışıklı maddenin yanına geldi. Karşısında duran şeyden gözlerini alamıyordu. Şeritler halinde her rengi içinde barındıran çizgiler kendi etraflarında dönerek havayı kesip duruyorlardı. Leah bir adım daha yaklaştı. Şeritlerin oluşturduğu yansımalar yüzüne vuruyordu şimdi. Sağ elini havaya kaldırdı ve şeritlerin arasına soktu…
* * *
“Bu da ne demek oluyor şimdi?”
Kirk sakinliğini korumakta zorlanıyordu. Endişe yavaş yavaş benliğine işlemeye başlamıştı.
“Eğer bunlar tahmin ettiğim gibi larvalar ise ileride daha fazla var demektir. İlerlediğimiz takdirde bilmediğimiz bir türün büyük bir sürüsü ile karşılaşabiliriz.”
5 dakika sonra geniş bir açıklığa açılan kayalık bir tepenin girişindeydiler. Girişteki taş kolonların etrafı parçalanmış mor kabuklarla doluydu. Bekledikleri yerin 300 metre kadar karşısından küçük bir ışık huzmesi onlara göz kırpıyordu. Onun dışında her yer karanlıktı. Zifiri karanlık. Ellerinde tek bir fener kalmıştı. O da Jarves’ın elbisesindeydi. O önden giderek yolu kontrol ediyor, diğerleride el yordamıyla onu takip ediyorlardı.
“Neyi bekliyoruz çocuklar?”
Jarves fener kapalı olduğu halde bir adım daha ilerledi. Geniş alana garip bir vızıltı sesi hakimdi.
“Bir dakika durun. Hareket etmeyin.”
Vızıltı sesleri yavaş yavaş artıyor çığ gibi büyüyordu. Açıklığın içinde uçuşan milyonlarca sinek varmış gibi hissettiriyordu.
“Tanrım. Bu ses de ne böyle?”
Kirk monoton bir ses tonuyla Cordelia’ya cevabını verdi.
“Sesler demek istedin herhalde?”
Cordelia’nın göz bebekleri kocaman oldu. Düşündüğü şey gerçekse arkasına bakmadan kaçması gerekiyordu.
“Feneri aç Jarves.”
Jarves ürkek ürkek elini astronot elbisesinin sağ göğüs kısmından sarkan fenere götürdü.
“İçimden bir his buradan ayrılmamız gerektiğini söylüyor.” diyerek Sammy ortamın gerginliğini ikiye katlamıştı.
Cordelia korksa da kararında ısrarcıydı. Neyle karşı karşıya olduğunu bilmek istiyordu.
“Aç şunu dedim.”
Jarves içinden üçe kadar saydı ve “on” düğmesine bastı. Beyaz ışık parselleri yıldırım hızıyla geniş alanı aydınlattığında taş kolonların önünde duran 4 kişi hareketsiz bir şekilde bakakaldı.
* * *
Leah şeritlere dokunur dokunmaz kendini tatil köylerindeki gökkuşağı deseni kaplamalı su kaydıraklarına benzer bir girdabın içinde buldu. Evrendeki bütün renkler etrafında ışık hızında dönüyor, yaralı bedeni girdabın içinde bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu. Etrafa hakim olan sınırsız enerji korneasını delip geçtiğinde gözünden boşalan irinler akarak girdabın renkli döngüsüne karıştı. Çığlık attıkça huni etkisi beyni patlayacakmış gibi hissetmesine neden oluyordu.
* * *
“Tanrım. Sen en büyüksün. Sen yüce merhametinle bizi kutsa.”
Sammy atılarak Cordelia’nın ağzını eliyle kapattı. Sessizlik şuan da en çok ihtiyaç duydukları şeydi.
“Sessiz ol Cordelia. Yaşamak istiyorsan sessiz ol.”
Işığın aydınlattığı yol boyunca, geniş alanda vücutlarındaki deliklerden güçlü buhar ve asit dalgaları çıkan binlerce garip canlı belirdi. Bedenlerinden akan yapışkan sıvı maddeler yer yer taşlaşmalara sebep olmuş, yüzeyin yüksekliğinde bir takım dengesizlikler meydana getirmişti. Ömürleri boyunca görebilecekleri en tehlikeli sürü önlerindeki açıklıkta uzanmış, uyuyorlardı. Hareketsiz beklemelerinden dördü de bu sonuca varmıştı.
Jarves hızla feneri kapattı ve adeta taş kesildi. Şimdi hepsi fısıldayarak konuşuyorlardı. Cordelia ilk konuşan oldu.
“Jarves hemen bizi buradan götür. Eğer uyanırlarsa hepimiz ölürüz!”
“Sakin ol Cordelia. Sakin olmalıyız. Aksi takdirde panikle hareket ederek yerimizi belli etmiş olacağız.”
“Ne sakin olmasından bahsediyorsun sen!Acilen burayı terk etmeliyiz!”
Zifiri karanlığın içinde tartışan 4 beden aniden oluşan büyük bir parıltı sonucu sessiz kalmayı tercih ettiler. Açıklığın tam ortasında beliren parlak ışık yerini renkli sarmal çizgilere bıraktığında yaratıklardan yayılan buhar ve asit dalgaları havaya karışarak içerideki ısıyı arttırmaya devam ediyordu. Renkli çizgiler aniden yok olarak parıltının içinden genç bir beden dışarı fırladı. Leah yerle buluştuğunda girdabın içinde deforme olmuş vücuduna birde asit yanıkları eklenince düşer düşmez karanlığı delip geçen bir çığlık attı.
Her taraf tekrar zifiri karanlık olmuştu. Vızıltı sesleri kulak zarını patlatacak şekilde artış göstermişti. Jarves tekrar feneri açtığında bütün yaratıklar doğrulmuş, onlara bakıyordu…
Bu olaydan tam 1 hafta sonra Dünya bilinmeyen gezegendeki yaratıklar tarafından istila edildi. Bütün insanlık yok olmuş, şehirler düşmüştü. Yaratıkların hangi teknolojiyle Dünya’ya geldiği hiçbir zaman bulunamadı. Bulunan ve bilinen tek bir şey vardı, o da artık insanoğlunun yeryüzünden silindiği ve bir daha asla üremenin gerçekleşemeyeceğiydi. Piramit görevini yerine getirmişti. Piramidin içerisindeki maddelerin hiçliğin özlerinden oluşturulduğu hiçbir zaman bilinemeden bütün canlılar başka bir aleme doğru yola çıkmışlardı. Formsuz ve şekilsiz varlıkların karanlığı çoktan galaksileri yutan birer ezici pençe haline gelmişlerdi bile.
- Gökotta: Bir Yaşam Tütsüsünün Anıları - 1 Ağustos 2022
- Hipnopompi ve Uyku Mansiyonu - 1 Mayıs 2020
- Akça Vadi’nin Bağrında Yetişen Semavi Kız - 1 Nisan 2020
- Kara Orman ve Şeker Koması - 1 Mart 2020
- Ekinoks Horoskopu ve Zodyak Vahası - 1 Şubat 2020
Böyle bir öykü okumayı bekliyordum ve beni konu olarak tam anlamıyla tatmin etti. Bildiğimiz piramitlerin uzaylılarla olan ilişkisi benim içinde hep merak konusu olmuştur. Normalde içinde diyalog geçen metinleri okumayı tercih etmiyorum ama diyaloglar son derece sade ve anlaşılırdı. Betimlemeler konusunda bazı bölümlerde çok detaylı betimlemişken bazı bölümlerde çok dikkat etmemişsin sanırım. Daha doğrusu benim ilgimi çeken ve tam anlamıyla canlandırmak istediğim yerlerde. Profesörü okurken kafamda X men deki profesör canlandı. Okuması çok keyifli bir öyküydü. Deneyimli olduğun çok anlaşılıyor. Ellerine sağlık.
Bu arada başlık da çok çarpıcı ve orijinaldi.
Çok teşekkür ederim. Bu benim bu mecradaki ilk deneyimim. O yüzden düşünceleriniz benim için çok önemli. Bu hikaye biraz acele yetiştirildi aslında. Eksik yerler olduğunun farkındayım ve onları telafi edeceğim.
Hikayeyi genel olarak beğendim. Ben de uzaylı takıntılı insanlardanım belki de bu yüzdendir Eleştireceğim tek bir yer var. En son sahnede insanların yokoluşunu daha detaylı görmek isterdim.
Evet söylediğiniz gibi maalesef o kısmı biraz hızlı geçmişim. Aslında orada sinematografik bir etki yaratmak istemiştim fakat yazı dilinde pek beceremedim sanırım. Yani ölüm sahnelerini yazmak yerine o bilinmez korkuyu okuyucuya bırakmak istedim. Yinede daha detaylı olabilirdi, haklısınız teşekkür ederim.