Öykü

Eski Çağlarda Yanlış Anlama

Baykuş ”Guhhh Guhhh Guhhhh” diyerek öttü. Ellerini yaralı uçucunun üzerinde gezdirmekten korkmayan Adam, kızarmış gözlerinin içinde biriktirdiği nehri farketmeden ellerinin üzerinde ölümünü yaşayan dostuna döktü. Olanları uzaktan izleyen sürüngen ve memelilerin yürekleri ıstıraptan şişmiş, her biri kederinden olduğu yere çökmüştü. Baykuş’un kasılmaya başlayan gözleri suratındaki memnuniyetsiz ifadenin gülünçlüğünü bozarak bu gizemli yaşayana korkunç bir görünüş veriyordu. Adam’ın elleri arasında hayatını kaybediyordu.

Soğuk nefeslerin estiği bir akşam, Adam evine dönmek için fazlasıyla geç kalmıştı. Karısı ve çocuğuna yiyecek bir şeyler bulmak için daha önce gitmeye korktuğu bölgelere girmiş, uzaktan; boynuzlu, cüssesi ağır, korkunç keskin dişler görmüştü. Onlara varlığını farkettirmeden geçmek zorundaydı tüm ormanı. Irmak kenarlarında takılan avcılara kokusunu dahi aldırmamalıydı. Bu yüzden binbir türlü yoldan geçmek zorunda kalmış, her seferinde yolunu uzatarak gökyüzündeki ateş topunun gidişine tanık olmuş, karanlığın çökmesiyle etrafı daha az görür olmuştu.

Bir ağacın altında düzüşürken bulduğu iki uzun kulaklı tüylü zıplayanı hemen oracıkta öldürdü. Leşin kokusunun yayılmasıyla diğer keskin dişler karşısında daha dikkat çekici hale geleceğinden hızlıca evine dönmeliydi. Ufuk çizgisinde hafif renk geçişindeki aydınlığın son zerresini fırsat bilerek ağaçların seyreldiği tepeye doğru yola çıktı. Nefesler şiddetini artırdıkça yakaladığı uzun kulakların kokusunu duyan keskin dişler uğuldamaya başlıyor, avlarının peşine düştüklerinin haberini salıyorlardı. Ağaçların altında yaşayanlar için kanlı hesaplaşmaların vakti geliyordu.

Dikenli, sarı yapraklı ağaçların yanından geçerken yolunu şaşırdığını fark etti. Gecenin her tarafı örttüğü ormanda çaresizce etrafına bakındı. Gökyüzündeki ateş topundan bir zerreye sahip olmak için neler yapmazdı şimdi. Yere çömelip toprağı kokladı. Kokuyu tanımaya çalıştı. Toprağın üzerinde yaşayan dişli, küçük ayaklıların kan kokusu vardı. Büyük avcıların buraya gelip avlandıklarını anladı. Bir süre altında bekledikten ve çevrenin güvenli olduğunu anladıktan sonra ağaca tırmandı. İlk tırmandığı daldan pek bir şey göremedi, daha üste tırmandı. Elindeki ölü uzun kulakları yere düşürmemek için çok çaba sarfediyordu. Karşıdaki bir ağaçta onu izleyen ufak siyah bir adam gördü. Dudaklarını büzmüş, elinde leşlerle karşıdaki ağaca tırmanan adamın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. İkisi de ağaçtan indi, farklı yönlere koşmaya başladılar.

Eve vardığında Kadın çok sinirliydi. Bütün gece nefesin ve Kadın’ın sesi çınladı durdu. Zaman zaman yükselen bağırışlar, korkunç gecenin derinliğine giderek yalnız yaşayanları ürkütüyordu.

Birkaç ateştopu gökyüzünden düştükten sonra Kadın, ağaç dallarıyla bebeğini koruyacak bir örtü istemişti. Bunun için Adam’ı görevlendirdi. Sinmiş durumda olan Adam, itiraz etmedi. Bebeği korumayı o da istiyordu, Kadın’ın söylediğini kendine görev bildi. Yakınlarda bir ağacın gölgesine oturdu. Ayaklarını toprağın üstündeki taşlarda gezdirip bundan hoşlandı. Ayaklarına sürten taşlar onu gıdıklıyor, Adam da bu duruma mest oluyordu. Ellerini göbeğine koyup keyifli keyifli sırıttı. Sonra aklına Kadın geldi, yüzü değişti. Yapması gereken görevi hatırladı. Gölgesinde oturduğu ağacın dallarına göz gezdirdi. Ayağa kalkıp bir iki tanesine asıldı. Dalları yavaş yavaş koparmaya başladı.

Gökyüzündeki ateştopunun düşmesiyle evi bildiği ağaca dönmek isteyen Baykuş yola çıktı. Bir süredir evinden uzakta, bir akrabanın yanında kalıyor ve uzaktaki bir dağın patlayan yanardağını seyrediyorlardı. Dağın yamacından aşağı koşan yaşayanlara acıyarak bakıp arada takılıp düşen olursa ”Ggkkhh Ggkkhh Ggkkhh” diye kahkaha atıyorlardı. Bu mutlu günlerini ömrü boyunca hatırlayacaktı, ancak misafirlikte uzun süre kalmak onu rahatsız etmeye başlamıştı. Bölgedeki diğer baykuşlar arasında da ondan hoşlanmayan tipler olduğunu biliyordu. Baykuş dünyasına güven olmadığından başına bir şey gelmeden geri dönmesi akıllıca olacaktı. Dedelerini çok seven torunlarının ısrarına ve ağlamalarına rağmen, onları bırakıp yuvasına döndü. İtici nefeslerin dinmiş olduğu bir öğle vakti, ormanın üzerinde uçarak, yakıcı ateştopunun sıcaklığında tüylerini ısıtıp havada uçtu. Onu gören diğer uçucular, zaman zaman ona eşlik edip ihtiyardan öykü ve nasihat aldılar. Baykuş da bu siyah dedelere bölgedeki havadisleri sorup malümattar oldu.

Evine döndüğünde tünemekten hoşlandığı dalların eksildiğini fark eden Baykuş, taşınan dalların toprakta bıraktığı izleri takip ederek Adam’ın peşine takıldı. Uzun süre ormanda yol alan, kah duraklayıp kah koşmaya başlayan Adam’ı izledi. Karanlığın iyice çökmesiyle uykusu gelen Baykuş evi bildiği dalların üzerine tünemek için sessizce Adam’ın yakınına geldi. Korkudan ebleğe dönmüş Adam, Baykuş’u ilk başta fark etmedi. Yamacın etrafında biraz dolandıktan sonra, Baykuş mutluluktan ”Guhhh Guhhh Guhhhh,” diye mırıldanmaya başladı. Sesin bu kadar yakından gelmesi Adam’ı irkiltti. Midesinden gelenlere benzeyen bu sese durup kulak kesildi. Sesin geldiği yöne, sola doğru başını ürkekçe çevirdi. Karşılaşmaktan kaçınarak yaptığı bu hareket, Baykuş’la göz göze gelmesine sebep oldu. Mayışmış Baykuş’un yarı kapalı gözleri karanlıkta parlayınca Adam bir vahşi uçucunun saldırısına uğradığını sanıp çığlık atarak kaçtı. Ağacın arkasına saklanıp Baykuş’u izlemeye başladı. Baykuş’un yerinden kımıldamadığını görünce biraz yatıştı. Eve dönmesi için yolunu bulması gerekiyordu; ama önce dalları Baykuş’tan kurtarmalıydı. Eve dallar olmadan dönerse karısıyla kavga ederler, karısı ona bu saate kadar n’aptığını sorup saçmasapan şeylerden şüphelenirdi. Yerde bulduğu taş parçalarını toplayıp Baykuş’a fırlattı. Mutluluktan sarhoş olmuş Baykuş üzerine yağan taşların bir ikisinden nasibini alınca, şok içinde havalandı. Korkudan kaçıp uzaklardaki bir dala tünedi. Adam Baykuş’un gittiğini anlayınca dalları güzelcene toplayıp sırtladı. Daha önce yürümekte olduğu yöne doğru yoluna devam etti. Çok geçmeden gittiği her yerde Baykuş’un geriye dönüp ona baktığını fark etti. Adam yaklaştıkça Baykuş bir sonraki dala tünüyor, böylece bitmez bir kaçış yaşıyorlardı. Roller değişmiş, bu sefer Baykuş kovalandığını hissediyordu. İhtiyar Baykuş için yorucu bir kaçıştı; fakat Adam keyiflenmişti. Önceden kendisinden korkup kaçtığı bu uçucunun telaşı onu neşelendirmişti. Zevkten ıslık çalmaya başlamıştı. Baykuş’sa peşini bırakmayan Adam’ın çıkardığı seslerden iyice ürkmüştü. Kaçışını hızlandırmak istemesine rağmen yorgun düşerek sürekli durmak zorunda kalıyordu. Bitmek bilmeyen kovalamaca sürerken, Adam sırtındaki dalları indirip yere çömeldi. Ateşin yandığı evini görünce göz yaşlarını tutamadı. Farketti ki kovaladığını zannettiği Baykuş aslında ona yolu göstererek Adam’ı evine getirmişti. Mutluluktan koşarak bağırmaya, şarkı söylemeye başladı. Adam’ın ani bir saldırıya geçtiğini gören Baykuş, son bir gayretle uçup Adam’ın evinin üzerindeki uzun bir ağacın dallarına tünedi. Kadın, dışardan gelen sesleri dinleyip tanıdık bulduğu bu sese karşı kayıtsız kalmadı. Bebeği kucağına alıp çığlık çığlığa evden dışarı çıktı ve Adam’la ev olarak bildikleri mağaranın önünde sevinç içinde sarıldılar ve mutlulukla şarkı söyleyip dans etmeye başladılar.

”Shaaa hhaaaaa yhaaaaa lhaaaaaa” Adam bed sesiyle bir mağara adamı gibi şarkı söylüyordu gökyüzündeki yıldızların aydınlattığı gecede. Baykuş ağacın altında dönen bu oyuna şaşırıp Adam’ın çıkardığı sesi işittikçe sakinleşmişti. İhtiyar Baykuş dans eden bu iki bacaklıları seyredip varoluşun neşesine katılmaktan kendini alıkoyamadı. Huzur bozan vahşi etoburların uğuldamalarına rağmen ormana yayılan bu iki bacaklı sesi, ağaçların kovuğuna sığınmış, dallarına tünemiş ve yeşil yaprak yığınlarının arasında kendisini gizlemiş ürkek yaşayanların yüreğine huzur veriyordu. Doğadaki tüm canlıların ruhu arınıyor, her yaşayanın gönlüne aşk yapma isteği dolduruyordu. Şarkıyı dinleyen ağaçlar köklerine sıkı sıkı tutunup kendi etraflarında dönüyor, dallarını sağa ve sola nazikçe oynatarak raks ediyordu. Kaya Tepe’nin kuzey yamacından dökülen ırmak bu sesle beraber dalgalanıyor, ritme ayak uydururak ufak girdaplar yaratıp şelale olarak dökülüyordu.

Adam, kendisine yol gösteren Baykuş’u göstererek hareketlerle ve garip sesler çıkartarak başından geçenleri Kadın’a anlattı. Kadın Baykuş’tan ürkmüştü, ama Adam’ın gelişine duyduğu memnuniyet nedeniyle bu konuyu açmadı. İkisi birlikte neşeyle evlerine dönüp harcanıp bitmez enerjiyi aşklarına yönelterek ikinci bebeklerinin oluşumunu sağlayacak birleşimi yaşadılar.

İlerleyen günlerde Baykuş yeni evi olarak mağaranın üzerine uzanan ağacın dallarına iyice alışmıştı. İki bacaklıların yanında olup onları gözetlemek onu mutlu ediyordu. Üstelik ufak bir iki bacaklı daha vardı ki epeyce yaşlı olan Baykuş bu iki bacaklıya karşı inanılmaz bir sevgi, şefkat ve merhamet duyuyordu. Torunlarına benzettiği bu küçük iki bacaklı, gülüp etrafına neşe saçan ve kimsenin etrafında olmadığı zamanlar Baykuş’la oynayarak torunlarının yokluğunu Baykuş’a aratmayan tatlı bir yavruydu. İhtiyar Baykuş’un bu yavruya iyice bağlanmasıyla, Baykuş’un artık bu iki bacaklıları terk etmesi imkansız bir hale gelmişti. Geceleri etrafı gözetliyor, yavrunun başına bir şey gelmemesi için gözcülük yapıyordu. Üstelik Adam, o gece için Baykuş’a hala minnet duyuyor onu her gördüğünde şarkı söyleyerek Baykuş’u selamlıyordu. Hatta Adam minnettarlığını göstermek için bir gün avladığı büyük bir ceylanı ona ikram etmek için ağacın altına bırakmıştı. Ancak gece çakalların ceylanın leşini yediklerini görünce Baykuş’un bu ceylana dokunmadığını görerek hayal kırıklığına uğramıştı. Ceylanın güzel eti bölgedeki çakallara kalmıştı. Mağarayı belleyen çakallar sonraki gecelerde de buraya uğramış, Baykuş’un diğer kuşlarla iletişim kurarak bir koruma ağı oluşturup çakalları uzaklaştırmasıyla Adam ve ailesi güvende kalmıştı.

Bu olanlardan oldukça ürken Kadın, bebeğini koruma içgüdüsüyle dolup taşıyordu. Baykuş’un hayatlarına girmesinden en başından beri rahatsız olduğunu artık saklama ihtiyacı duymuyordu. Adam’a taşınmaları gerektiğin yoksa başlarına her an kötü bir şeyin gelebileceğini söylüyordu. İlk başlarda ihtiyar Baykuş’a duyduğu saygı ve sevgi yüzünden bu sözlere kulak asmayan Adam’ın, bir gün Kadın’ın bebeğini Baykuş’la beraber oynarken görmesi üzerine çığlık çığlığa bağırışını duymasıyla mağaraya koşması bir oldu. Sinir krizi geçiren Kadın, Baykuş’un bebeğe saldıracağını sanmış ve paniğe kapılmıştı. İhtiyar Baykuş’a taş atıp üzerine koşarak onu kaçırmış ve sonra Kadın’ın bu hareketiyle gülmekteyken bir anda ağlamaya başlayan bebeğe sarılarak onun kokusunu içine çekmişti. Adam ilk başta buna inanmamış, Kadın’ın yalan söylediğini düşünmüş, ancak o akşam Baykuş’un her zamanki yerinde olmadığını görmesiyle Kadın’ın söylediğine inanmaya başlamıştı. Kadın’ın ısrarıyla gece boyunca gözcülük yapmış, taş ve sert ağaç sopasıyla nöbette durduğu süre boyunca Baykuş üzerine düşünmüştü. Baykuş’un diğer kuşları nasıl yönettiği gördüğü için toplu bir saldırı gerçekleşebileceğini hayal ediyor, diğer yandan dostu bildiği ihtiyar Baykuş’un böyle bir şeyi nasıl olur da yapabileceğine akıl erdirmeye çalışıyordu. Gece boyunca ortalarda gözükmeyen Baykuş, uğradığı saldırının şokuyla uzak bir yerlerde gizlenmiş ağlıyordu. Onuruna büyük bir hareket olarak gördüğü bu hareket onu derinden üzmüştü. Çok sevdiği iki bacaklılardan böyle bir davranışı beklemiyor, yaşadığı süre boyunca hiçbir canlıya güvenmemesi gerektiğini tekrar anlıyordu.

Ateştopunun tekrar göğe yükselmesiyle Adam’la Kadın eşyalarını toplayıp kendilerine başka bir mağara ev bulmak için yola çıkmışlardı. Kadın’ın sinirleri son derece bozulmuş, ara ara ağlayarak söyleniyordu. Baykuş’u getirdiği için Adam’a yükleniyor, Adam’sa başına gelenlere anlam veremiyordu. İhtiyar dostunun ihanetine uğramış olmaksa ona ayrı bir üzüntü veriyordu. En başından beri kendisini koruduğuna inandığı bu ihtiyar uçucunun, yavrusuna saldırmış olmasını tuhaf karşılıyor; ne olursa olsun doğada hiçbir şeye ve hiçbir kimseye güvenmemesi gerektiğini kendi kendine tekrarlıyordu.

İhtiyar Baykuş yaşadığı elem verici olaydan sonra bu şekilde aşağılanmayı kendine yedirememiş ve bir süre sessiz bir köşede başına gelenleri düşünmüştü. Olayda bir yanlış anlama olduğunu anlıyor; ama yine de kendisinin bu şekilde aşağılanmasını bir türlü kaldıramıyordu. Kadın’ın içgüdüleriyle yavrusunu korumak için yanıp tutuştuğunu bildiğinden, kendisinin yavruyla iletişim kurmasından rahatsız olmuş olabilirdi. Ama ihtiyar bir baykuş için de olsa, olay ne kadar masumane olursa olsun, bu bir aşağılanmaydı. Neyse ki Baykuş hayatı yakından tanıyan ve onun her gün kendisine yeni bir ders verişini olgunlukla karşılayan biriydi. Bu olanları geride bırakmak için tek ihtiyacı olan da biraz sakinleşmekti.

Yeni evlerinde sıcak ve güvenli bir ortam yaratan Adam’la Kadın, yavrularının güvenliğini sağladıkları için huzurluydular. Gün geçtikçe kendini gösteren sert nefeslere ve gökten hızla dökülen nehirlere karşın evleri hiç zarar görmemiş, doğadaki vahşilerin ve yırtıcıların tehlikelerinden uzak kalmayı başarmışlardı. Eskisine kıyasla biraz daha geniş olan evleri, Sıcak Tepe Dağları’nın yamacının doğu cephesindeydi. Böylece bir ateştopunun yükselmesiyle uyanıp acımasız doğaya karşı her zaman tetikte kalabiliyorlardı. Kadın yeni evlerine hemen alışmıştı. Geldiği ilk anda, birkaç parça eşyalarını nereye koyacaklarına karar vermiş, evin güvenliğini arttırmak için gerekli planları yapmıştı. Hamileliği sırasında bahar aylarında meyve toplarken bir başka kadından duyduğu bu güvenli bölgeye taşınmayı en başından beri istemişti zaten. Böylece çocuğunu güven içinde büyütecek, eski bölgeye oranla daha nezih bir bölge olduğu için de çocuğunu endişelenmeden ormana yollayabilecekti. Eski arkadaşlarından bazıları da bu bölgede yaşadığı için daha kalabalık sofraların kurulması da cabasıydı. Daha kabul edileceği bir ortama giriyordu ve tüm bunlardan hoşnuttu; hatta Adam’ın aksine, eski evlerinde geçirdikleri unutulmaz anılar aklına dahi gelmiyordu artık. Kadın’dan ziyade, bu anılara karşı gönülden bağlı kalmış olan Adam’dı ve eski evine karşı büyük bir özlem duyuyordu. Şimdiki muhitlerinde kurdukları düzen her ne kadar onun da hoşuna gitse, arada sırada ava çıktığında, yolunu değiştirip eski evinin olduğu bölgede doğru yaklaşıyor ancak bir türlü eski evine gitme cesaretini gösteremiyordu.

Baykuş’la tekrar karşılaşmaları da böyle bir zamana denk geliyordu. Adam’la Kadın’ın gidişinden sonra Baykuş, cesaretini toparlayıp tekrar eski eve gitmiş; ancak evde eski dostlarının yerine başkalarını yaşar bulmuştu. Bu kadar kısa sürede evdeki iki bacaklıların değişmesine anlam veremediği için yanlış eve gittiğini zannetmiş, bunu ihtiyarladığına ve bunadığına yormuştu. Ne var ki günlerce etrafta dolaşıp hafızasının her parçacığından anılarını tazeledikçe evin doğru ev, içinde yaşayanlarınsa yeni iki bacaklılar olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı. İhtiyar Baykuş, eski dostlarından bu şekilde kopmasına içerlemiş, huysuzlaşmıştı. Sadece gaddarlığından eve yeni taşınmış olan iki bacaklılar geceleri rahat uyuyamasın diye mağaranın üzerindeki ağacı sallıyor, kafalarına iri kozalak parçaları düşürüyordu.

Gökten nehrin döküldüğü bir günde, Baykuş alçak seviyeden uçuş yapıp kendini yıkıyordu. Hem etrafı gezip hem de temizlenmek onu rahatlatıyordu. Serin vadiden döndüğünde yürüyen bir iki bacaklı görüp peşine takıldı. Dostu gittiğinden beri tüm iki bacaklılara kötü davranıyor, ihtiyar çehresiyle bazılarını korkutuyordu. Islık çalarak yaklaşarak kafasının biraz üzerinden hızlı bir iniş yapıp sonra tekrar havalandı. Ani bir dönüşle iki bacaklının tekrar üzerine doğru uçarak onu kaçırmayı planlıyordu. Aptalca bir oyundu işte.

Sağ kanadını hafifçe indirerek döndüğünde giderek hızlanmıştı ve iki bacaklıya doğru yol almaktaydı. Tam o sırada eğik kafasını kaldıran iki bacaklıyla göz göze geldi. Eski dostunun korkudan benzi atmış yüzünü görünce heyecanlandı, ne var ki duracak zaman bulamadı ve Adam’ın omzuna çarparak yere düştü. Darbeyle beraber tökezleyip yere düşen Adam da onu fark etmişti. Ancak yüzündeki sevince rağmen, apaçık bir tehdit altında olduğunu hissederek zaman kaybetmeden ayağa kalktı ve av için yanında taşıdığı sivri, sert taşlardan birini eline aldı. Hiç düşünmeden Baykuş’un kafasına fırlattı. Aceleyle. Korkuyla. Savrulan kolu taşı istediği yere, Baykuş’un gövdesine isabet ettirip onu yaralamıştı.

”Guhhh Guhhh Guhhhh” diye inleyen Baykuş’sa Adam’ın omzuna takıldıktan sonra büyük bir kayanın gövdesine çarpmıştı. Baykuş hareketsiz duruyor, acı çekiyor; vücudunun çeşitli yerlerinden kan akıyordu. Bunun yanında yüzü sakin ve dingin bir mutlulukla doluydu. Ufak gözleri kapanarak yay şeklini almış, gagasının altından hafif bir tebessüm çıkmıştı. Adam Baykuş’un yerde hareketsiz yatışını bir süre izledikten sonra tehlikenin olmadığını anlayıp kanlar içindeki Baykuş’a yaklaştı. Yere eğildi, Baykuş’tan bir ses geliyordu: ”Guhhh Guhhh Guhhhh”

Bu ses Adam’ı sakinleştirmişti. Tanıdık birinin verdiği güven duygusu tüm vücudunu sararken, acıyla yerde yatan Baykuş’un görüntüsü tüylerini diken diken etmişti. Baykuş’un tatlı mırıldanmalarını dinledikçe gözleri doldu. Baykuş’u hareketsiz yattığı yerden kaldırıp avuçlarının arasına aldı. Tekrar göz göze geldiklerinde Adam’ın gözlerinden nehir akmaya başladı.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *