Öykü

Gizli Gözcüler

“Dünyanın işlerini o kadar iyi idare ettin mi ki, sıra gökyüzüyle uğraşmaya geldi?”

İranlı şair Firdevsi

Âlemdeki sonsuzluk, âdemdeki dert değil midir? İnsanın derdi başını aşkındır hep, dertlerinin sebebi ise çoğunlukla aptallık. Bu aptallık ise dünyevi şeylerin merakına ve istencine karşı olan aptallıktır. Oysaki bilinmesi gereken ilk şey bunun bir sonunun olmadığıdır. Dünyevi işlerin bitmesi ihtimali, insanoğlunun akıllanması ihtimaline denk olabilir. Ve insanoğlu henüz sonsuzlukla mücadele edecek konumda değil. Bu durumun farkında olmayan bir grup, merakını heyecanı ile harlıyordu. Atılgan Hava Teknolojileri Şirketi içerisinde büyük bir koşuşturmaca vardı. Uzun zamandır üzerinde çalışılan İkarus Projesi bugün nihayetine erebilirdi.

Projenin başındaki bilim insanı Dr. Neva Çiftburgu ve şirket sahibi Erkan Azıkçıoğlu kontrol odasında son görüşmelerini yapıyordu. Odadaki proje ekibi ve yönetim kurulu oldukça heyecanlıydı. Medyaya başka şekiller ve yalan haberlerle lanse edilen projenin perde arkasında, Türkiye’nin ilk kişisel hava araçlarının denemesi yapılıyordu. O gün herkes heyecanlıydı çünkü ilk defa insanlı uçuş denemesi yapılacaktı. Odadaki herkesin gözü kapıda, pilotun içeriye girmesini bekliyordu. Odadaki gerginliğin hat safhaya çıkmasına gerek kalmadan bu zorlu görevi üstlenmiş olan Hv. Plt. Bnb. Murat Tekeş odaya girdi. Sert yüz hatları ilk bakışta insanı ona karşı tetikte olmaya sevk ediyor, uzun boyu ve atletik yapısı bu yaşlı adamı olduğundan çok daha genç gösteriyordu.

-Hoş geldiniz binbaşım.

-Hoş buldum, Erkan Bey.

-Hazır mısınız?

-Daima hazır!

Lafı uzatmaya lüzum yoktu, çünkü onlarca insan bu zorlu görev için aylardır, hatta bugünlere getiren süreç katılırsa, yıllardır bu ana hazırlanıyordu. Uzun süreli çalışmanın ve detaylara vakıf olmanın insana sağladığı özgüvene her biri sahipti. Şirket dış dünyaya yansıttığının aksine çok daha büyük işlerle uğraşıyordu. İnsanların anlama yetisi sınırlı ve somuta dayalı bir yapıya sahip olduğu için gizli kalmak zorundaydılar. Ancak yürüttükleri projelerin başarılı olduğunu gördükleri zaman halk nezdinde karlılık bulabilirlerdi. Fırlatma alanına doğru intikal için araçlara bindiler. Hava durumu gayet iyiydi, en yüksek verimi almak için özellikle bugün beklenmişti. Binbaşı Murat, Erkan Bey ve Dr. Neva aynı araçtaydı. Yolculukları çok uzun sürmeyecekti, fakat beklenilen yaklaştıkça bekledikleri süre algılarında uzadıkça uzuyordu. Neden sonra konuşmaya başladılar.

-Neva Hanım, her şeyi onamak için bir defa daha durumu özetler misiniz?

-Tabi Erkan Bey, öncelikle binbaşının ihtiyacı olacağını düşündüğümüz her şey çoktan araca aktarıldı. Daha önceki denemelerimiz ve hesaplarımız doğrultusunda OA-1-9-1 sorunsuz bir şekilde sekiz saatlik uçuş yapabiliyor. Fakat bugünkü deneme için altı saatlik bir uçuş planlarımız dâhilinde. Binbaşı ile yapılacak olan bugünkü uçuş ile daha yüksek bir irtifa hedefleniyor. Ayrıca uzaktan müdahale olmaksızın manüel kontrolle uçuş yapılacak.

-Teşekkürler. Binbaşı daha önceki uçuşlarınızdan çok daha yükseğe ve çok daha farklı bir araçla çıkacaksınız. Simülasyonlarda ve testlerdeki başarınızla bu görevi layıkıyla yapacağınızı gösterdiniz, fakat yine de son kez sormak durumundayım. Bilmemiz gereken bir şey yahut herhangi bir sorun var mı?

-Hayır. Yapacağım şeyin öneminin ne ölçülerde olduğunun farkındayım. Deneyin başarısına göre insanlar artık şahsi araçlarıyla havada seyahat edebilecek, bir diğer yandan insanlığın uzay serüveni çok büyük bir ivme kazanacaktır. Hiçbir sorun yok, hem kendim hem de sizler için elimden geleni yapacağım.

Araç durdu. İki yandan kapılar hemen açıldı. Herkes dışarı çıktı ve görev yerine doğru yürümeye başladı. Erkan Bey ve Dr. Neva iletişim odasına geçtiler, binbaşı ise eskort ekibiyle beraber aracına doğru ilerliyordu. Gözleri bu garip makineyle buluşunca içinde bir kıpırdanma hissetti. Ortalama bir araba boyutunda, gri renkli, oldukça sade bu metal yapı daire şeklindeydi. Tıpkı bilimkurgu filmlerinde gördüğü uçan daireler gibiydi. Gerçekten kendimiz mi yaptık yoksa uzaylılardan mı? Ufak bir gülümseme belirdi dudaklarında. Bu uçan daire artık onun dostuydu. İçinde yeşeren heyecan, tuhaflık ve belki korku duygularına yer vermemek için kendini aracın içine attı. Korku mu? Askerde korku olmaz, daima hazır. Prosedür gereği yapılan konuşmalar, envai çeşit aletle yapılan ayarlar ve ardından kalkış. Bir uzay mekiği gibi uçan dairenin altında itiş gücü sağlayan bir bölüm vardı. Onunla beraber hızlı ve güçlü bir kalkış yapan araç kısa sürede atmosfere doğru yükselmeye başladı. Haznenin boşalmasıyla ekstra bölüm bırakılıp aracın kendi güç kaynağıyla yükselmeye devam etti. Yükselmeye devam ettiği sırada duvara çarpmış gibi ani bir duruş yaşadı. Nihayet durduğunda ise binbaşı gökte yapayalnızdı. Az önce merkez üs ile iletişim kurabiliyor olmasına karşın şu an telsizlerden ne ses geliyor ne de iletiliyordu. Neye çarpmıştı? Bu duruma hazırlıklı oldukları için standart prosedürü uygulayacaktı. Fakat duraksadı, gözleri gökle buluştu. Büyülenmiş gibiydi. Karşısında o kadar güzel bir görüntü vardı ki aldığı eğitimler bir anlığına bile olsa uçup gitti. Ve bu bir anlık duraksama olmasaydı, belki de binbaşı hayatta olacaktı.

Uçan dairesi içinde neler olduğunu anlamaya çalışan binbaşı, sanki bir hava akımına yakalanmış gibi çekiliyordu. Gittiği yöne doğru bakmaya çalıştığı gördüğü görüntü neredeyse dudağını uçuklatacaktı. Karşısında etrafında haleler olan, kâh görünüp kâh kaybolan, devasa büyüklükte bir şey vardı. Bir şey, çünkü ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bu istemsiz yolculuğu esnasında beyin fırtınası yapmaya çalıştı ama düşünemiyordu. Kafası o kadar karışıktı ki, karşısında kendi uçan dairesinin katbekat büyük bir kopyası var gibiydi. Nihayet bu koca geminin çekimi onu yanına yaklaştırdığında açılan bir kapaktan içeri alındı. Etraf çok karanlıktı, hiçbir şey göremiyordu. Panik yapmamak, sakin kalmak için çabalıyordu. Aracı hiçbir komuta cevap vermiyordu, arızası çok ciddi olmalıydı. Geri nasıl dönecekti? Ne yapacağını düşünürken bir anda bir parklık gözlerini kamaştırdı. Görüntüsünü netleştirmeye çalıştığı anda aracın yan tarafından aldığı darbe ile savruldu. Aldığı darbe demirden yapılma aracı delip geçti ve binbaşıyı bayıltmaya yetti.

Yarı baygın bir şekilde sürükleniyordu Murat Binbaşı. Kendine gelmeyi deneyecek kadar bile mecali yoktu. Bedeninde inanılmaz bir acı vardı, düşüncelerinden ise eser yoktu. Kendini bir masada buldu, beyaz bir odadaydı. Yüzüne doğrultulmuş ışık görmesini engelliyordu. Etrafında belli belirsiz cisimler hareket ediyordu. İnsana benziyorlardı ama değillerdi. Ne bunlar? Binbaşının kulağında ağır ve hırıltılı sesler vardı. Kendi aralarında kendi dillerinde konuşuyorlardı. İşler bu raddeye nasıl gelmişti? Binbaşı karnında o kadar şiddetli bir acı hissetti ki, attığı çığlık neredeyse boğazını yırtacaktı. Etrafındaki yaratıklar onu canlı canlı kesip biçmeye başlamışlardı. Binbaşının etinden ayrılan derisi nefesini kesiyor, vücuduna saplanan keskin cisimlerle çenesi kasılıyordu. Nihayet çığlıkları kesildi, ruhu bedenini terk etti. Bu ne idiği belirsiz cismani gölgeler, cesur bir adamı oracıkta öldürüvermişlerdi. Canını ondan almış, bedenini incelemiş, faydalı bir bilgi öğrenmek istemişlerdi. Fakat binbaşının daha önce ellerine geçirdikleri insanlardan bir farkı yoktu. O yüzden yaşamasın da bir anlamı yoktu. Sıradan olan şeyler ne gibi bir anlam ifade edebilir ki? Binbaşı maalesef sıradanlığının dışına çıkamamıştı.

Binbaşı Murat’ın cansız bedeni göğe yükseldiği aracının içerisine konuldu. Yeryüzünden kilometrelerce yüksekte, gökyüzünde kimsenin haberi olmaksızın, insanlığın aciz duyularının ve teknolojisinin algılayamadığı bir uzay gemisinden aşağı doğru atıldı. Düştü, düştü, düştü. Artık o kadar hız kazandı ki kaçınılmaz bir şekilde yere çarptığı zaman infilak etti. Artık ortada ne uçan daire projesi vardı ne de binbaşının bedeni. Sadece demir makinenin sağa sola savrulmuş parçaları ve binbaşının parçalanmış cesedinin parçaları. Bu düşüş, bağlantıları kesildiğinden beri onu arayan şirket tarafından fark edildi elbet. Atılgan Hava Teknolojileri Şirketi’nde çaresizce bekleyen herkes bu düşüşün sonucunu görmek için araçlara doluştu. Her birinin bildiği fakat kimsenin söyleyemediği bir gerçek onlarla beraber seyahat ediyordu. Nihayet enkazın olduğu alana vardıklarında bu korkunç görüntü karşısında şok oldular. Kimi ağlamaya başladı, kimi sinirlendi, kimi ailesine ne diyeceğiz dedi. Erkan Bey soğukkanlılıkla adamlarına emir verdi. Her şey temizlenecek bu olayın üstü kapatılacaktı, Dr. Neva nerede hata yaptığını anlamaya çalıştı. Herkes kendince bu durumu anlamaya, içinden çıkmaya çalışıyordu. Fakat insandılar nihayetinde, aptaldılar yani. Ne anlayabileceklerdi ne de içinden çıkabileceklerdi. Sadece sonsuzluğa karşı kaybedeceklerdi. Her gün umutla baktıkları gökyüzünde, her gece yıldızları seyrettikleri gökyüzünde onlarca, yüzlerce belki de binlerce yıldır onları izleyenlerin olduğunu bilmeyeceklerdi. Her gün gitmeyi arzuladıkları yerde en acımasız, en sinsi düşmanların onları beklediklerinden bihaber olacaklardı. İnsandılar nihayetinde, aptaldılar. Başlarına dert almadan duramadılar. Her şeyi hallettiler ya, gökyüzüne dadandılar.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba

    Öykünüze biraz keskin bir yorum yapacağım. Çünkü öykünün iddiası ve argümanı da böyle. Ama ne yazık ki bu iddiayı kanıtlayacak bir bilgi vermiyor, öykü kendi içinde zayıf ve tutarsız kalmış.

    Eğer bir metne aşağıdaki gibi çok kesin bir yargıyla başlanıyorsa (ve destekleyici bir epigrafla)

    insanın derdi başını aşkındır hep, dertlerinin sebebi ise çoğunlukla aptallık. Bu aptallık ise dünyevi şeylerin merakına ve istencine karşı olan aptallıktır. Oysaki bilinmesi gereken ilk şey bunun bir sonunun olmadığıdır.

    o zaman bir okuyucu olarak ben bunun, sonraki bölümlerde sıkı bir ispatını arıyorum.

    İlk paragraftaki anlam karmaşası -dünyevi işlere merak aptallık, çünkü bunun sonu yok, insanoğlunun akıllanma ihtimali sıfır yani dünya işleri de bitmez, ve insanlar sonsuzlukla mücadele edemez (neden ve hangi sonsuzluk?)- sonra da devam ediyor.

    Bu kesin yargının farkında olmayan insanlar bir proje yürütüyorlar.

    Şimdi burayı kısa geçiyorum; bu aptal insanlar insanlı uçuş denemesi yapacak kadar ilerlemişler, bu proje o kadar büyük ki, şirketin dışındaki aptal insanların-halkın- anlama kapasitesi sınırlı olduğu için, şimdilik bu projeyi gizli yürütüyorlar. Başarılı olursa halka açacaklar. Bu arada eğer proje başarılı olursa, insanlar artık havada araçlarıyla gezebilecek, ve uzay serüveni farklı bir boyuta gelecek. Yani bu kadar önemli bir proje.

    Sonra olan oluyor, gökyüzünde uzaylılar kaçırıyor, kesip biçiyorlar binbaşıyı, bakıyorlar bu da diğer insanlar gibi değersiz, sıradan, öldürüp atıyorlar. Gökyüzünde kimsenin haberi yok, insanlık aciz, binbaşı da pisi pisine gidiyor. Sonra şirket parçaları buluyor, ah vah ailesine ne diyeceğiz ne yapacağız. Neyse üstünü kapatmaya karar veriyorlar. Zaten aptal insanlar olduklarından da binbaşı neden öldü anlamıyorlar. Sonsuzluğa karşı hep kaybedecekler çünkü orada düşmanlar bekliyor. Aptal insanlar, önce dünya işlerini çözün de sonra uzaya dadanın.

    Kıssadan hisse; uzayla falan uğraşmayın, havada araba sürmeye kalkmayın, orada sizi kesip biçip yerler, kim vurduya gidersiniz, aptallığı bırakın, dünyevi şeyleri merak etmeyin.

    Öykünüzün sunduğu kanıtlar, insanlığın aptallığını ispat edecek kadar güçlü olmalı.

    Teşekkürler

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Muge_Kocak