Öykü

Gölge Oyunu

“Bu dünyaya örnektir. Bu ruhun ışığıdır. Bu da ete kemiğe bürünmüşlüğün, Âdem’in vücudunun halidir. Bu ruh ışığı artlarından aydınlattıkça cisimler ve vücutlar bu dünyada görünür olurlar. Işık sönünce vücut kaybolur gider, geriye bomboş bir dünya kalır…”

Beyoğlu’nun hemen arkasında, Tarlabaşı’nda, Haliç’e kadar uzanmasa da sanki imkân verilse uzanacakmış gibi uzun ve uzun olduğu kadar da dik bir sokak… Sokağın belki biraz ilerisinde, şöyle kuytu bir köşesinde dumanı tüten bir kıraathane! Lakin duman dediysek öyle ocak dumanı, çay dumanı, aş dumanı değil ha! Bir mangalda yakılmış kömüre eşlik eden babaların ağır ve de mağrur dumanıdır ki bu, tütünden afyona varan türlü esanslar içerir…

İşte bu dumanı tüten, tüttüğü kadar da karanlık ve basık, karanlık ve basık olduğu kadar da mide bulandıran kıraathanenin içerisindeyiz şimdi. Tüm o loşluğun içerisinde, köşe iskemlesine kurulmuş ağır ağır cigarasını çeken ağalardan birisi de Karagöz’dür. Bir elinde cigara öbür elinde gazetesi önündeki küllüğü doldurma telaşesi içerisinde otururken birden bire masaya bir adam çöreklenir.

Gelen madrabazların şahı, Hacivat Çelebi Efendi’den başkası değildir!

Hacivat: Haaaaaay hak.

Karagöz: Ulan Hacivat, bir rahat bırak!

Hacivat: Eeee, görüşmeyeli nasılsın Karagöz’üm?

Karagöz: Hacı Cav Cav neredeyse her gün görüşüyoruz ya! Oyalama beni haydi uza.

Her ne kadar uza dese de Karagöz, Hacivat uzamadığı gibi bir de çöreklendiği iskemleye iyice kurulur. O sırada yanlarından geçmekte olan, kıraathane ayakçısının tepsisinden de bir çay uçurup masaya kondurur. Bununla da yetinmeyip masanın üzerinde duran Tekel 1501’den de bir dal kaptı mı keyfine diyecek yoktur!

Karagöz: Ulan Hacı Pezevenk! Ben sana kaç kere demedim mi malıma el atma, otlakçılık yapma diye!

Hacivat: Aman be Karagözüm, aman be canım efendim. Ne celallenirsin bir dal cigara kopardık diye? Koyarız yerine…

Karagöz: Bok koyarsın. Sen bir koysan, en az on alırsın, bilmez miyim ben seni köftehor!

Hacivat: Karagözüm sabah sabah bu ne celal bu ne sinir?

Karagöz: Küçük Bey merak ettiler demek. Hayret! Perdeci aradı dün perdeci! Perdenin sahibi…

Hacivat: Eeee! Ne güzel aradıysa, iyi etti. Hemen bir selam iliştirseydin bendenizden de. Nasılsınız dediyse, sağlığınıza duacıyız efendim deseydin.

Karagöz: Bırak selamı, maskaralığı da sen beni iyi dinle. Herifçioğlu zam yaptı zam! Perdenin kirasına tam üç frank daha ekledi deyyuz!

Hacivat: Aman, deme be Karagözüm! Sahiden de çok istemiş. Yahu bugünkü güven ortamında, bugünkü liyakat ortamında, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu vakitte, milli ve yerli mecidiyemiz dururken frank da neymiş!

Karagöz: Elinin kiriymiş! Birde kasıla kasıla sırıtıyordu ki deyyus! Zumzuğu kaldırdım mı…

Hacivat: Aman Karagözüm, etme sakin ol! Sen cahil adamsın, yapma öyle, anarşik derler de valla atıverirler kodese!

Karagöz: Oh, oh iyi iyi.

Hacivat: Canım efendim, bunun nesi iyi?

Karagöz: Atacaklarmış ya ananla beni kümese!

Hacivat: Aman Karagözüm! Sen yanlış anladın, kümes değil kodes, kodes. Ayrıca anam değil, anarşikler. Hani Padişah Efendimizi protesto edenler vardı ya Taksim meydanında… İşte onlar! Hani bir gün sen de içlerinden geçmiştin de, polis seni de onlardan sanıp sopalamıştı. Hani sen de bana gelip…

Karagöz: Uzatma Hacı Cav Cav, anladık, uzatma, o kadar da cahil değiliz!

İki kafadar gündelik muhabbetlerine ve de bilumum dertlerine dala dursun, bu duman basmış ve de ehli keyiflerin dem çekip, kumarbazların zar attığı kıraathanenin kapıları bir kere daha gıcırdayarak açılır.

Bir açılma ki böylesi ender görülür! Sanırsın bir melek, gökyüzünden inmiş de ışığı ile doldurmuş içeriyi. Öylesi bir parlama bir aydınlanma ki sormayın gitsin. Gözleri kamaştırır, aklı şaşırtır. Lakin böyle şatafatlı tabirden de ineni bir melek yahut huri sanmayın ha!

Gelen âdemoğlu bir er kişidir ki, kafası Sapanca kabağı gibi pürüzsüz ve yek pare olup, gelen ışığı ayna gibi yansıtmaktadır. Ama ne yansıtma! En kapalı günde, bulut arasından sızan bir zerre ışık huzmesi bu kel kafayla buluşmaya görsün. Adeta güneşten ilk çıkmışçasına bir yansıma ile etrafa saçılır ki vay yavrum vay! İşte bu kafanın sahibi, yüzünde tüyü bitmemiş, ayağı çarıklı, sırtı al hırkalı, bir de eli bohçalı, bu kel kafalı çocuk kıraathaneden içeri girer, girer de selam vermez mi hiç? Verir tabii…

Kel Oğlan: Selamın Aleyküm ağalar…

Kıraathane bu parıltıyı, bu kendine has ince belli sesi fark eder de selam vermez olur mu hiç?

Tüm Kıraathane: Aleyküm Selam!

Bir karşılık ki duvarlarda yankılanır. Yankılanır yankılanmasına lakin köşe masada oturan Karagöz Efendi pek sevinmez bu gelene. Öfkeyle homurdanır Kel Oğlanı görünce.

Karagöz: Heh işte geldi yine a**na koduğumun keli!

Hacivat: Aman Karagöz’üm, canım Karagöz’üm sen nerden kaptın bu hiddeti?

Karagöz: Nerden kaptımsa kaptım, sana mı sorucam?

Hacivat: Yahu azizim, bu gelen bir bağrı yanık, köyünden çıkıp gelmiş bir keltoş oğlan. Ne zararı olur ki sana?

Karagöz: Öyleyse söyle ona versin on mecidiyemi geri, kaç ay oldu halen geri vermedi tipi s****min keli!

Hacivat: Karagözüm sakin ol. Hemen celallenme… Hem Kel Oğlan senden ne diye borç istedi ki?

Karagöz: Ne diye olacak? Okuyacağım ağabey, defter kitap lazım dedi.

Hacivat: Karagözüm ne var bunda, sevaptır, iyi etmişsin işte vermekle.

Karagöz: Ben bilirim nereye ettiğimi! Bu dürzü mecidiyeleri kaptığı gibi fırladı gitti. Akşam eve dönerken ne görsen beğenirsin?

Hacivat: Ne görsen kara gözlüm?

Karagöz: Bu keltoş gitmiş girmiş bir batakhaneye, barbutta bizim mecidiyeleri ezmekte!

Hacivat: Karagözüm etme eyleme, bir garip talebe ne olacak iki gönül eylediyse, şeytana uyan bir o mu? Elbet öder geri bir işe girince!

Karagöz: İşe girecek, bu mu? Bu keltoş mu? Ha ha ha ha! İşte buna gülerim Hacı Cav Cav.

Hacivat: Yahu karagözüm bitirsin işe de girer, çocuk okuyor işte…

Karagöz: Bok okuyor! Neymiş efendim Kamu Yönetimiymiş miş! Mezun olacakmış da Kaf Dağı’nın ardına kaymakam atanacakmış, memur olarak da, Kaf dağının ardında efendim, peri padişahının kızını alacakmış mış! Ulan şu tipe kim kız verir!

Hacivat: Karagözüm, sen bunları düşünme. Yahu ben veririm onun on mecidiyesini sana geri!

Karagöz: Ver tezelden öyleyse! Hem sen bana perdeyi ne yapıcaz, perdeyi onu söyle!

Aklı her türlü oyuna basan Hacivat Efendi tam söyleyecektir ki yeni bir hinliği, bir gürültü ortalığı kasıp kavurur! Gümbürdeyerek, çatırdayarak, içten dışa bin bir parçaya ayrılarak kırılır kapılar. Öyle bir kırılma ki, kapıdan çıkan kıymıklar yağmur gibi cümle âlemin üstüne yağar da, millet korkudan masa altına kaçışır!

Bir gölge karartır kapının açılan boşluğunu. Bir karartı bir vücut ki breh breh bree… Döşünde samur kürkü gibi kılları, okçu yayı gibi çekili, gür mü gür her biri üç okka gelen pala bıyıkları, bir bel ki sarılı kuşağında kılıcı, kaması, tabancası tam tekmil silahları! Hele o tesbihi yok mu tesbihi! Her çekişte şöyle şak şak diye, sanki iki üç mermer gülleyi kucağına alıp Galata’nın tepesinden aşağıya atıyormuşsun gibi bir ses! Aman efendiler, böylesi bir heybet ne görülmüş ne duyulmuştur Beyoğlu’nda. Ona adıyla, sanıyla ve biraz da saygıyla Tuzsuz Deli Bekir derler!

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeeeyt! Heeeeeyt! Ulan dürzüler, ulan teresler, ulan cennetten kovulup da dünyada sığınacak delik arayan dümbükler! Ulan bana Tuzsuz Deli Bekir derler! Anamı kesen ben! Karımı kesen ben, amcamın kızını, nice nice hanımı, cümle sokakta karıya kıza sarkıntılık edip, şişleyip de iyi halden içeri girmeyen ben! Kaçakçılıkta affım, nazır paşalardan tanıdığım var ulen! Heeeeeyt! Var mı ulan bana yan bakan?

İşte o anda çıt çıkmaz kahveden. Çaydanlıkdaki su bile keser fokurdamayı da, donuverir yüz derecede! Efeler, beyler, leventler, boylu poslu yiğitler, dökme demir gibi kalıptan çıkma tulumbacılar, mekânda kim varsa süt dökmüş kedi gibi olur. Deli Bekir ağır ağır kurulurken iskemlesine, bu rahatsız verici sessizliği ve havadaki gerginliği sezmiş olacak ki Kel Oğlan ortaya atılıverir!

Kel Oğlan: Kahveci, huu kahveci hele bir tuzlu ayran çek bakalım, Bekir ağam gelmiş!

Karagöz: (Bağırarak) Heh ayranı yok içmeye tahtırevanla gider çeşmeye! Ulan keltoş sen ona buna ayran içireceğine önce benim on mecidiyeyi öde!

Keloğlan: Aman ağabey, Bekir ağamız gelmiş sırası mı şimdi? Vallahi birer şamar yeriz ki okkalısından hem de!

Hacivat: (Fısıldayarak) Yahu Karagözüm yeri mi?

Karagöz: Ben bilmem ilerimi geri mi? Ödesin borcunu şu kel!

Kel Oğlan: Aman Karagöz ağabey, sözüm söz, borcum borç!

Tuzsuz Deli Bekir: Höst ulan teres! Ne istersin şu yetim, şu fakirden!

Karagöz: Alacağım var onu isterim dürzüden!

Hacivat: (Fısıldayarak) Etme, eyleme Karagözüm ne dersin sen?

Karagöz: (Fısıldayarak) Ettim eyledim Hacı Cav Cav, sen izle şimdi bu Karagözün gözün karasını…

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeyt! Ulan anamı kesen ben, vergiden kaçıran ben, ihaleye fesat, memura rüşvet var mı ulan bana yan bakan, var mı he dümbükler! Ne diyorsun ulan sen?

Hacivat: (Fısıldayarak) Buyurun cenaze namazına…

Bir kasvet, bir sessizlik ki sormayın gitsin. Kıraathane tarihinde görülmemiştir böylesi. Nice kavgalar edilmiş, nice cinayetler işlenmiştir ki bu gerilimin yanında hatırı sayılsın. Beyler, ağalar, efendiler… Kıraathane cemiyetinden cümleler saklanırlar masa altında. Eee kolay mıdır bu yaklaşan fırtına karşısında dikilmek! Öyle bir tufan kopacaktır ki, vallahi şu altına saklandıkları masalar dayansa yeter…

Tuzsuz Deli Bekir: Var mı ha, var mı ulen!

Karagöz: Sen karışma Tatsız Yetim Bekir!

Hacivat: (Fısıldayarak): Aman Karagöz’üm sen ne yaptın. Bir çuval incire sıçtın batırdın!

Karagöz (Fısıldayarak): Karışma dedik Hacivat efendi! Karışma!

Tuzsuz Deli Bekir ki o bir hışımla kalkar ayağa! İskemleye şöyle okkalı bir tekme, iskemle sanki bir rüzgâr olmuş, olmuş da eser geçer bizimkilerin arasından… Vurdu muydu duvara, iskemle tuzla buz! Duvarda da bir oyuk olur ki nah bu kadar beş karış!

Tuzsuz Deli Bekir: Tatsız ne lan godoş! Lan bana adıyla sanıyla Tuzsuz Deli Bekir derler!

Karagöz: Efendi, efendi! İyi halt ederler! Sen bırak millet ne deri de hele bir sor bakalım şu sağındaki Keltoş senin için ne der?

Kel Oğlan: Aman Karagöz ağam, ben ne derim ki Bekir ağama?

Karagöz: Vay, vay, vay, vay! Ulan Keltoş! Sen benden on mecidiye borç almadın mı?

Kel Oğlan: Eeee… Evet aldım ama ne alakası var?

Karagöz: Aldın da ben bu parayla bir defter kitap düzeyim ağam demedin mi?

Kel Oğlan: Dedim ağam. Dedim ama…

Karagöz: Dedin ama üstüne de, defteri kitabı düzer de en birinci ben olur çıkarım mektepten demedin mi?

Hacivat: (Fısıldayarak) Karagözüm etme eyleme…

Karagöz: Gel de bu aşkı yelleme! Vıy vıy vıy vıy vıy! Demedin mi lan, demedin mi?

Kel Oğlan: Dedim ağam, ama ne kötülük var bunda?

Karagöz: Dur sen şimdi görürsün ne var bunda! Söyle bakalım Tatsız Deli, mektep ne demek?

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeyt ulen, o demek bu demek. Bu alemde mektep demek sokak demek, kaldırımlar demek, namımızın duyulduğu, ayak bastığımız her yer demek!

Karagöz: O halde defter ne demek Tatsız Deli Efendi? Kitap ne demek…

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeyt ulen, yani hayat demek, ömür demek anadın m? İcabında nam demek namus demek!

Karagöz: O halde düzmek ne demek?

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeyt ulen, yani o biçim façasını bozmak demek. Şey etmek demek!

Karagöz: O halde biri defteri kitabı düzer de en birinci çıkarsa ne çıkar bundan?

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeyt ulen, kan çıkar, kavga çıkar. İcabında âlemin güzidelerine yan bakılmış, racon yıkılmıştır anam babam! Bitirimlere madik atmaktır bu!

Karagöz: Peki mektepten birinci çıkmak için bu âlemde ne yapmak gerekir?

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeyt ulen, bu mektebin birincisini düzmek gerekir…

Karagöz: Bu âlemde en birinci kimdir?

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeyt ulen, bu âlemde en birinci Tuzsuz Deli Bekir’dir!

Karagöz: Ananı kesen sen! Babanı kesen sen! Kırmızıda durmayıp Kumburgazlı Zenneyi altına alıp ezen sen! Türlü türlü kızandan haraç alan, Devlet-i Aliye’nin arsasına ev kondurup tapu kaçıran, cümle ormanı yakıp kaçan yine sen! Söyle o halde bu Keltoş, defteri kitabı düzerim, en birinci gelirim diyerek kime yan bakmış, madik atmış ve de yan batmıştır?

Tuzsuz Deli Bekir: Bana bakmıştır… Ulan bana! Bana haaaa?

Kel Oğlan: Etme Karagöz ağabey, eyleme Bekir ağabey!

Hacivat: (Fısıldayarak) Ulan gözü kara, şimdi sıçtın kelin ağzına!

Tuzsuz Deli Bekir: Heeeeeeeyt! Anamı kesen ben! Ulan kel, ulan keltoş yedim ulan seni! Şimdi şaftına kaydım lan terez!

Masaya bir tekme! Kele bir sille! Aman, aman o ne toz o ne fırtına! Bir kasırga kavurur ki kıraathaneyi sormayın gitsin. Eee kavga olur da bunca ahali durur mu? Ne kadar alacaklı, hışımlı varsa sille tokat birbirine. Kıraathane kıraathane üstüne, zabıtası bekçisi içeri giren girene. Herkes bu karmaşada içeride olacak değil ya? Çıkanlar da var elbet.

İşte bir kan deryası ki mahalleyi kızıla boyarken, bir kızıl bir yeşil bitirim uçarak kaçar kıraathaneden. Gözü kara yüreği pek Karagöz ile oyunbazların piri, çelebilerin efendisi Hacivat Çelebi’dir diğeri. Her ne kadar bu defa oyunu eden Karagöz olduysa da iki kafadar koşar adım kaçar Beyoğlu yokuşlarında. Toz toza, iz ize karışır, gölgeler sokak arasında oynaşır. Bize de bunca gürültüden geriye hoş olsun demek kalır! Eh, haydi hoş olsun külhani yıktın perdeyi eyledin viran, Varayım sahibine haber vereyim heman… Belki zam yapmaktan vaz geçer…

Erce Emekli

1987 yılında Ankara’da bankacı bir anne ve mühendis bir babanın oğlu olarak doğdum. Çocukluk dönemimde köy enstitüleri mezunu, eğitmen bir anneanne ve müfettiş bir dede tarafından yetiştirildim. Genellikle ortaokul yıllarına kadar 90 yılların televizyon kültürü ile büyüdüm. Ortaokul yıllarında Türkçe dersi öğretmenimin zorunlu olarak olarak yaptığı okuma derslerinde J.R.R. Tolkien’in eserleriyle tanıştım. O zamandan itibaren de fantastik kurgu kitapları hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Bu kitapları daha sonra bilim kurgu, korku ve tarih kitapları takip etti. Özellikle J.R.R. Tolkien ve H.P. Lovecraft’ı akıl hocalarım olarak görüyorum ve hayallerimibu iki güzel insana borçluyum.