Öykü

Greyward Varisi

Bardaklar havada çarpıştı. O gece görülenden çok daha fazla insanın gürültüleri eşlik ediyordu toprak altındaki mağaraya. Greyward Krallığı’nın son varisi de öldürülmüş, geriye bin bir kargaşa ve akıl karışıklığı bırakılmıştı nihayetinde. Bu örümcek ağlarıyla dolu, böceklerin saklanacak yer bulamadıkları, ölü fare ve içki kokularıyla bezenmiş mekândan gelen kahkahalar uzunca bir süre kesilmedi; ne zaman ki bu kırklı yaşlarında, aralarında az da olsa birkaç gencin bulunduğu örgütün baş suikastçısı ve günün kahramanı eskimiş ayakkabılarıyla önündeki masasının üzerine yükseldi, o zaman teker teker susarak sessizliğe gömüldüler.

“Beyler!” diye bağırdı bir adam. Yüzü kir içindeydi. Elleri ve kollarında kurumuş kan lekeleri göze çarpıyor, kırık ön dişleriyle pek bir komik görünüyordu. “Ben Robert Patel. Bu geceki komedyeniniz ben oluyorum.” Yalpayarak öne doğru eğildi ve selam verdi. Masalara konuşlanmış insanlar yüksek sesle alkış yaptılar, tükürürcesine haykırdılar.

“Önümüzdeki kısa süre içerisinde, Greyward’ın alçak insanlarının teker teker kaçıştığını göreceksiniz. Yaşlı adam da yakında sevgili oğullarına kavuşacak ve zamanı geldiğinde, yağmalanmayan ev kalmayacak. Hepinize bir ev, bir kadın, bir at vereceğim.”

Adam konuştukça haykırışlar yükseliyordu. Robert denen bu adam durumdan oldukça keyif alıyor gibiydi; öyle ki ne zaman kalabalıktan alkış sesleri kopsa, kendini tutamayarak o da haykırıyor, otuz iki diş gülümseyerek kırık ön dişlerini ön plana çıkartıyor, ayaklarını sağa sola hareket ettirerek ufak dans hareketleri sergiliyordu. “İçin, doya doya için!” diye bağırdı yerine otururken. Bitirmiş olduğu bardağa taşarcasına içki dolduruldu tekrardan. Tekte hepsini bitirdi, derin bir nefes verdi.

Saatler boyu dans ettiler ve şarkı söylediler. Görülen o ki söz konusu krallığın son varisinin de ölümüyle birlikte, krallığı yönetebilecek tek bir ruh kalmamıştı yeryüzünde. Bu da bu suikast örgütünün işine gelmiş, söz konusu krallığı devirebilmek adına büyük bir adım oluvermişti. Krallığın hâlâ hükmünü sürdüren yaşlı kralının ölümüyle birlikte krallık son bulacak, açıkta kalan halk şiddet yoluyla evlerinden çıkarılacak ve yeni bir Greyward dönemi başlayacaktı.

Gecenin sonlarına doğru pek çok adam sarhoş olup mayışmıştı. Yerde böcekler ve hayvanlar kol geziyordu ancak ne kimsenin umurundaydı ne de bundan rahatsız oluyorlardı. Mumların söndürülmüş olduğu yerde, karanlık zifirden de öteydi. Horultular ve hırıltılar eşliğinde geçen gece, sabah oluncaya değin böyle ilerleyecek gibiyken, o kadar beklenmedik ve ani bir uğultu çıkıverdi ki yeryüzünde; o gece oradan geçmediğiniz, uyanık ve dikkat kesilmediğiniz veyahut gözlerinizi buraya doğru dikmediğiniz sürece fark edemezdiniz. Uğultu, yeraltına inen kapı eşiği boyunca bir süre devam etti, ne zaman ki bu ses yok oldu, yeni ve çok daha ağır bir gürültüye emanet etti kendisini.

Güçlü bir patırtıyla karanlığın içerisinde parıldadı onlarca göz. Kimi eller nerede olduklarını aradıkları mumlara ulaşmakta zorluk çektiler ancak ışık onların isteğinden önce geldi. Kocaman iki meşale zemin altında yakılırken, korku dolu ve titrek gözler gün yüzüne çıktı.

Yüzü maskeli, alnında yatay derin bir çiziğin göze battığı, bir yetmiş beş boylarında orta kilolu bir adam meşaleler tutan iki koca adamın arasında duruyordu. Beyaz, keten gömleğinin kollarındaki siyah yamalar epey eski ve çokça kez yırtılmış bir kıyafet giydiğinin belirtisiydi. Adamın başındaki şapkadan Volaten korsanı olduğunu çıkartabilirdiniz. Bu korsanlar okyanusların ortalarına kadar dümen alırlar, vahşi sualtı yaratıklarıyla savaşmaktan çekinmezler. En azından hikâyelerde böyle söylenir.

Bu kalabalığın karşısında dikilen bu üçlünün sayı bakımından korkması gerektiğini zannetmeyin sakın; gürültüyle açılan kapının ardında, yeryüzünde kol gezen ayak seslerinin kaç tane olduğu dinleyerek sayılamayacak kadar fazlaydı.

“K-kimsin sen?” dedi kekeleyerek, Robert Patel. Eline çoktan bir hançer kapmış, gerekirse diye arkasına uzun bir kılıç saklamıştı.

“Kurtarıcın.” dedi adam. Öne doğru yürümeye başlarken, verdiği cevap bu kalabalığın kafasının karışmasına, ne yapacaklarını bilememesine sebep oldu. Öne doğru yürümeye devam ederlerken, teker teker kılıçlarını ve hançerlerini titrek ellerinde sıktılar. “Orda kal!” diye bağırdı Robert. “KAL dedim!”

Adam, Robert’ın sözünü dinledi. Aralarında iki metrelik bir mesafe kaldığı sıra olduğu yerde kaldı.

“Eh, buradan da işimi görebilirim.”

Ceplerinden çıkardığı iki küçük hançeri adama doğru fırlattığında, hareketinin aniliği meşale tutan yoldaşlarını bile şaşırtmıştı. Hançerler, sağlı ve sollu olmak üzere adamın omuzlarına girdiğinde acı dolu bir inilti yükseldi. Dizlerinin üzerine çöktü ve birkaç saniye derin nefesler aldı. Konuşacak gücü kendine bulduğunda, “Öldürün!” dedi iğrenerek ve kalabalık bağırışlarla bu üç adama doğru koşturmaya başladı. Adamlara yaklaşmışlar, kılıçlarının uçlarını saplayacak noktaya kadar gelmişlerdi ki büyük bir patlamayla yer sarsıldı, etrafa saçılarak düştüler. Kendilerine gelip, gözlerini etrafta tarayıp adamları aradılar fakat onların çoktan yok olup gittiklerini fark etmeleri uzun sürmedi. Aynı şekilde Robert Patel de ortalarda görünmüyordu; öksürükler ardı sıra gelirken, daha birkaç saat öncesinde dans edip eğlendikleri bu sığınakları, alevlerle yanmaya başlamıştı.

Kimileri çıkışa doğru koşturdu ancak kendilerini kurtarabilme açgözlülükleri krizin getirdiği saldırganlıkla birbirlerini aşağı çekmeye, ilk tırmanan olma çabasını göstermeye itti. Onlar merdivenden çıkıncaya kadar, alevlerin ucu bir diğerini buluyor, bir saniye bile geç kalınırsa kül olma yoluna doğru sürükleniyorlardı. Şarkıların geçmişten gelen boğuk anısı yanan alevler arasında vuku buldu ve Robert Patel dışında kimse hayatta kalamadı.

Kanı yeryüzünün çimlerine boşalmaya devam eden Robert Patel, kollarından tutularak sertçe yere itildi. Acıyla yüzünü buruşturan bu yaşlı adam dişlerini sıkarak yüzüstü düştüğü çimden yüzünü kaldırmaya çalıştı ancak başarılı olamayarak yüzünü yerde tutmaya devam etti. Birkaç saniye öyle kalakalmıştı ki, kim olduğu belirsiz korsanın onu yaralı omzundan tutup sırtüstü çevirmesiyle tekrardan bağırıverdi. Korsan yüzünün yarısını kaplayan maskeyi, ensesinden bağladığı yerden çözerek çıkarttı. Robert bu tanımadığı, en fazla otuzlarındaki adamın yüzüne tiksintiyle baktı.

“Hikâyeler ne anlatır, bilir misin Robert?” dedi genç adam. “Kahramanlar. Büyücüler. Önemli insanlar. Karanlık suikastçılar.”

“Ne demeye getiriyorsun?” dedi Robert.

“Senin hiçbir şekilde galip olduğun bir hikâyenin olamayacağını öğretiyorum sana.” dedi adam lafının kesilmesine hiddetlenerek. Robert acı bir kahkaha attı.

“Az önce kendin oluşturdun, karanlık suikastçılar diyerek. Ben o anlatılanlardan daha karanlığım evlat.”

Bu sefer gülme sırası bu bilinmeyen adamdaydı. “Onlar zekidirler, Robert.” dedi acıyarak. “İşlerini yaparken, arka planı zekice düşünürler. Nedenler ve sonuçlar. Bunlar olmadan tarih yazamazsın.”

Sağ pantolonunun cebinden bir fotoğraf çıkardı. Genç adamı o gün mutlu eden en büyük görüntü, gözleri sonuna kadar açılmış suikastçının tedirginliğinin verdiği huzursuzluk oldu. Robert’ın kalbine saplanan keskin hançer omuzlarından gelen acıyı dindirmeye hazırlanırken, elinde tuttuğu fotoğraf çimli toprağa düştü. Greyward Krallığı’nın yaşlı kralı, oğlu Clinton, yakın zamanda öldürdükleri Fletcher ve alnında derin bir yaza izi görülen bir çocuk. Siyah beyaz bir aile fotoğrafıydı.

“S-sen.” diyordu Robert. Donmuş vücudu, hayata veda etmeye hazırlanıyordu. “Kralın söylentilerden ibaret oğlu sensin. Gerçeksin.”

Şapkasını çıkartarak reverans yaparken, “Walten Sherwood,” diye adını söyledi güler yüzle genç Walten. “Güle güle Robert Patel. Kralı uyutma sırasını devralıyorum.” Şapkasını başına geçirdi ve yamuk bir gülüş sundu.

“Hikâyelerde asla adın geçmeyecek çünkü ufak suçlarının ödülünü ölümün eliyle almakla yetineceksin. Hikâyelere adını asıl yazdıran suikastçı, bilinmezliğiyle sahip olduğunu göz kapayıp açıncaya kadar yok edebilendir. İkinci hamlede mat edendir. O güce sahip olan da ailedendir. Asıl suçlu odur.”

Hüsna Çağırma