Öykü

Günceler

Kurban güncesi…

Şeffaf matarada biraz su vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. Yo, hayır. Su değildi. O şey olsa olsa çay falan olmalıydı. Adam matarasını kafasına dikerken gördüm. Berbat bir haldeyim. Günlerdir aç susuz bir vaziyette ormanın ortasında hapsolduğum bir çukurun ortasındayım. Çukur çok derin değil. Bu durum etrafımda olup bitenleri görebilmemi sağlıyor. Kafam gerçekten de çok karışık. Çok yorgunum. Susuzum. İçtiği çaydan biraz istiyorum. Bazen merhametli olacağı tutuyor. O zamanlar ben de içebiliyorum o çaydan. Çaya her baktığımda, turuncu ve gizemli bir gezegenin içinde kaybolmuş gibi hissediyorum. Sanki bu adamın eline düşmeden önce yaşadığım her şey o çayın içinde yitip gitmiş gibi. Benden habersiz bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar. Tutamıyorum. Uzanıp yakalayamıyorum. Hepsi, herkes çok mutlu ve kaldıkları yerden devam ediyor.

Birkaç gün sonra…

Sizinle ilk görüşmemizden bu yana geçen süre içinde iyice bitkin düştüm. Orospu çocuğu artık hiç uğramıyor. Uğradığı zamanlarda da yaptığı tek şey karşıma geçip bir şeyler zıkkımlanmak oluyor. Artık bana hiçbir şey vermiyor. Çok açım. Ne olsa yiyecek bir haldeyim. Beni zincirlerle bağladı. Sonra o zincirleri de ağaca falan bağlamış olmalı. Bildiğim tek şey bu zincirlerden kurtulamadığım. Ceketimin iç cebinde, ne zaman koyduğumu hatırlamadığım küçük bir kâğıt parçası vardı. Maalesef kendi kanımla yazıyorum. Üstümdekileri çok da umursamamış olmalı. Yalnızca cep telefonumu almıştı. Ya da almıştılar. Benim tek bildiğim, gözümü açtığımda buradaydım. Hatırladığım en son şey, çocuklarımı kreşe götürmek için araba kullandığımdı.

Birkaç gün sonra daha…

Toprağı kazıyorum. Bulabildiğim solucanları ve diğer her türlü iğrenç şeyi afiyetle yiyorum. Ne ölüyüm ne de diri. Adam geçen gün yine geldi. Uzattığı çayı içerken bir tuhaflık hissettim. Tadı değişikti. Daha önce tattığım herhangi bir şeye benzemiyordu. Bu çay mıydı gerçekten de? Yoksa değiştirmiş miydi? Bu iğrenç herif galiba bana kanı çay diye yutturuyordu…

Bugün uyandığımda inanılmaz bir şey oldu. Zincirlerimden kurtulmuştum. Öylesine heyecanlanmış ve sevinmiştim ki bir müddet dondum kaldım. Hareket edemedim. Sonrası malum. Soluksuz kalıncaya kadar koştum. Kurtulmuş olmanın sevinciyle sonsuza dek koşabilirim sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Ormanın içinde yön bulmak inanılmaz zormuş. Hatta imkânsızmış. Deliler gibi bir o yana bir bu yana koşturdum ama nafile. Her yer aynıydı. Her yer ağaç. Korku filmlerinde olduğu gibi habersizce başladığım yere dönme ihtimali kafama takılır olmuştu. Niyeyse bu düşünceyi kafamdan atamıyordum. Bir de gecenin çökmesi mevzusu vardı tabi. Saatlerce koşup karanlık çökmeden ormanı terk edebileceğimi sanmıştım. Ama başaramadım. Ve ne oldu biliyor musunuz? Hayır, hayır. Başladığım yere geri dönmedim elbette fakat çok daha beteri oldu.

Ağaçların olmadığı toprak bir alana gelmiştim sonunda. Buna çok sevindim. Ne de olsa saatler sonra ağaçlar dışında bir şey görüyordum. Yanlış anlamayın. Onlarla bir derdim yok. Fakat buradan kurtulabilirsem ağaçları bir müddet görmek istemeyeceğimden eminim. Bu toprak arazi kilometrelerce uzanıyordu. Ve benimkine benzer yüzlerce çukur vardı. Bir an şok geçirdim. Yoksa o çukurların içinde de benim gibi kaçırılmış, tutsak edilmiş insanlar mı vardı? Sevinmiştim biliyor musunuz? Çünkü bu ihtimal bana güç veriyordu. Yalnız olmayabileceğimi hatırlatıyordu. Şu an insanlık ayıbı ya da onca insanın içinde bulunduğu hal gibi şeyleri düşünecek durumda değildim. Çukurlardan birine ürkerek yaklaştım. Gerçekten de düşündüğüm gibiydi. Sırtı bana dönük, toprak zemine eğilmiş ve bir şeyler kemiren, üstü başı darmadağın bir esirdi gördüğüm. Usulca çukura eğildim, yanına sokuldum. Hırlıyordu. Bir yaratık gibi hırlıyordu. Yerde iğrenç bir leş vardı. Onu yemekle meşguldü. Aniden durdu. Elindekini yere bıraktı. Ve birden hızla bana doğru dönerek üstüme atıldı. Kurtulmayı başardım. Fakat o kısacık anda görebildiğim şey çılgınlığın ta kendisiydi. Bu bir insan yüzü olamazdı. Sivri ve pis dişler, insan evladının kasamayacağı kadar gergin hatlara sahip, vahşi bir hayvanı andıran bir çehre ve ilkel bir duruş. Eğilmekten insan gibi durmayı unutmuş olmalıydı. Ağzından kanlar süzülüyordu. Yediği şeyden dolayı olmalıydı diye aklımdan geçmişti ki sağ yanağımda bir sızı hissettim. İğrenç yaratık yanağımı ısırmıştı demek ki. Acısı sonradan çıkıyordu. Ve işte şimdi de korkunç bir ucube gibi çukurundan çıkıyordu. Onunla beraber diğer tüm çukurlarda da bir hareketlilik gördüm. Nasıl yani? Yüzlerce tuhaf yaratık beni yemek için mi hareketlenmişti? Bununla başa çıkabilecek gücüm yoktu. Olduğum yere çöktüm. Onca yorgunluk, çaresizlik üstüne bir de bu durumla karşılaşmak beni pes ettirmişti. Adamın zincirlerimi niye çözdüğünü anlamıştım. Sonra tekrar doğruldum ve can havliyle etrafta koşturdum. Yaratıklar çukurlarından çıkmış üstüme doğru birer zombi gibi geliyorlardı. Kendimi çıktıkları çukurlardan birine attım. Ölümümü burada bekleyecektim. Tüm o yorgunluk ve dehşet yüzünden kusmaya başladım. Sonra da kulak kesildim. Hâlâ gelmelerini bekliyordum.

Ama gelen giden olmadı. Onun yerine adamın sesini duydum. Bu iğrenç herif bir avcı gibi beni izliyor olmalıydı. Sanırım onun varlığı çukur sakinlerini durdurmuştu. Onlara bir şeyler anlatıyordu. Tanrıları konuşuyormuşçasına sessiz bir halde onu dinliyor olmalıydılar. Uykum vardı. Tüm bu çılgınlığa rağmen gözlerim kapanıyordu. Yeterince uykusuz kalırsanız sonunda gözleriniz en tehlikeli anlarda bile kapanıyordu demek ki. Adamın onlara anlattıklarını hayal meyal duyuyordum. “Benim küçük kuçu kuçularım, ne kadar aç olduğunuzu biliyorum. Sizi çok iyi anlıyorum. Fakat o bugünün ziyafeti değil. Onu yarın akşama saklıyoruz. Bugün sizler için başka bir ikramım var,” dedi. Sonra bir uğultuya dönüşen yüzlerce hırlama sesi işittim. Ardından insanın kanını donduran çığlıklar. Kafamı birazcık kaldırdığımda elli metre ilerde vahşi hayvan sürüsüne benzeyen tutsakların kazığa geçirilmiş bir şeye ya da bir insana saldırdığını gördüm. Adam da hayran hayran onları izliyordu. Sonra aniden başını bana doğru çevirdi. Pis pis sırıttı. Sebebini bilmiyorum ama tuhaf ve iğrenç bir dansla onlara eşlik etmeye başladı. Sanki bir ritüel gerçekleştiriyordu. Ya da ben artık çıldırıyordum. Hayali şeyler görüyordum. Gözümün önüne ailem geldi. Çocuklarımı düşündüm. Eski hayatımı… Adam yavaş yavaş bana doğru ilerliyordu. Pislik herif sırıta sırıta dans ederek yaklaşıyordu. Çaresizce başımı önüme eğdim. Ağlıyordum. Anlamıştım artık ne olacağını. Elinde, ucundan kanlar akan bir mızrak vardı. Aklımdan son geçen şeylerden biri de, bu dünyada aklımızın ucundan dahi geçmeyecek türde sapkınlıklar ve sapkın insanlar olduğuydu. Ben de büyük bir talihsizlikle bunlardan birine şahit oluyordum. Biliniz ki bu yaşadıklarım size ulaşıyorsa kâğıda falan yazdıklarım sayesinde değildir. Bu anormal organizasyon kimler tarafından gerçekleştiriliyorsa aynı kimseler aynı sapkınlıkla bunu tuhaf bir şekilde dünyayla paylaşmak istemişse olabilir bu ancak. Çok uykum var. Çok korkuyorum. Her şey bitsin istiyorum. Öyle ya da böyle…

Katil güncesi…

Yani bilirsiniz işte. Arkadaşlarla bir araya gelmiştik. Benim geri zekâlı ekip arkadaşlarımdan birisi sürekli tırnaklarını yer. Bunu niye yaptığını hiç anlamıyorum. Gece kulübünde ve kafası güzel bir haldeyken yapılabilecek en son şey olsa gerek. Oysa etrafta bir sürü güzel kız varken biraz eğlenmek iyidir. Lanet olsun, elbette iyidir. Fakat bazıları için daha farklı şeyler düşünüyorum. Hmmm, neler düşündüğümü tahmin bile edemezsiniz.

Ekiptekilerden biri dışarı çıktı. Hemen peşinden gittim. Hava almaya çıkmış. Belli mi olur? Yaptığımız şey herkesin midesinin kaldıracağı türden bir iş değil ne de olsa. Hevesle başlayıp bizi yarı yolda bırakan çok oldu. “Ne oldu?” diye sordum. “Hiç,” dedi omuzlarını silkerek. Ensesinden tuttum. Böyle durumlarda güç göstermek iyidir. “Bak,” dedim. “Kartel tereddütleri sevmez. Arka bahçende yaptığın kumdan kalelere benzemez bu iş. Bir kere varsan hep varsındır. Tonlarca parayı alırken mutluydun değil mi?” Bir şey söylemedi. “Hı?!” diye üsteledim. Çocuk gibi irkildi. “Bu adamlar cömerttir. Fakat döneklere ve hainlere neler yaptıklarını bilmek istemezsin,” dedim. “Problem yok dostum,” dedi. “Yalnızca… Yalnızca kendimi tuhaf hissediyorum. Kartele katıldığımdan beri… Sanki şeytani bir bulut, kasvetli bir lanet tarafından esir alınmış gibiyiz. Hiç affedilmeyecek bir günaha batmışız gibi hissediyorum,” dedi. Beyinsiz herifi şöyle etraflıca bir süzdüm. Bu adamla yürümeyecekti. Bu işi yapmaya uygun değildi. Birkaç bıçak darbesiyle işini sessizce bitirdim. Gözlerimi kısmış büyük bir coşkuyla temiz havayı içime çekiyordum. Ceset bir müddet daha yerde kalabilirdi. Nasıl olsa birazdan ekibin yardımıyla onu ortadan kaldırabilirdik. Hatta en iyisi ormana götürmekti. Kafamda bunun planlarını yaparken bir yandan da etrafı inceliyordum. Sonra birden onu gördüm. Kadın elinde anahtarlarla arabasının önünde öylece dikilmiş duruyordu. Işığa tutulmuş tavşan gibi gözlerini bana dikmiş korkuyla derin derin nefes alıp veriyordu. “Hassiktir, gel de ikinci bir cesetle daha uğraş,” diye sayıkladım. Delil bırakmak olmazdı. Elindeki anahtar düştü.

Onu yakalamak çok kolay olmuştu. Korkudan kaçmayı bile becerememişti. Genelde olan da budur zaten. Adamın cesedini arabanın bagajına koydular. Kadını yanıma oturttum. Hemen öldürmektense orman ahalisiyle tanıştırmak daha iyi olacaktı.

Birkaç gün sonra…

Genelde yaptığımız üzere, onun da ceplerine yaşadıklarını aktarabileceği bir şeyler iliştirdik. Bir kâğıt parçası ya da kayıt cihazı bu iş için yeterli oluyordu. Dünyada dönen pislikleri bildiğinizi sanıyorsunuz değil mi? Hayır, hayır. Hah, aslında sizin hiçbir şey bildiğiniz yok. Para uğruna yapılanlar insanlığın çığırından çıktığının korkunç bir göstergesi elbette. Her yıl mafya, gizli örgütler ve daha nice illegal yapılar sayesinde yürür bu işler. Ancak çoğunlukla taşeron olarak iş gören bu yapılar yalnızca para için kullanılmaz. Elitler ve gizli örgütleri aklınızın ucundan dahi geçemeyecek türde sapkın zevklere sahip olup bunların karşılanması için düzenli bir akış gerekmektedir. Sadece bu da değil, zaman değişiyor. Hollywood da bundan nasibini alıyor. Malum artık filmlerin eski tadı kalmadı. Senaryo bulmak zor. Oyunculuk maliyetleri fuzuli görülüyor. Bundan dolayı bazı durumlarda sıradan insanlara gerçek olaylar yaşatılıyor ve tüm bu yaşanan gerçeklik seyirciye sıradan bir filmmiş gibi sunuluyor.

Bu ve benzeri sorunların üstesinden gelmek için bizim gibilerle irtibata geçilir. Bunlara inanmak sizin için güçse siyaset ve din adamlarının, sanatçıların dünyasında gerçekleşen ani ölümlere, tuhaflıklara bir bakmanızı tavsiye ederim. Bu kimselerden bazıları konuşmak istediler. Ya da hata yaptılar. Elbette buna müsaade edilemezdi.

Birkaç gün sonra daha…

Son kurbanda da aynı şey oldu. Amatör bir yazar ya da oyuncu ile gerçekleri bizzat deneyimleyen sıradan bir insanın aktardıkları arasında pek bir fark bulamıyoruz. Yaşanan dehşeti, korkuyu istenilen şekilde aktarmakta her ikisi de başarısız. Usta yazarlar ve oyuncular bunda daha iyiler. Öyleyse Hollywood için bunca katliama gerek yok. Elimizdeki bunca esiri elitlerin eğlenceleri için değerlendirmek daha mantıklı olacak. Emeğimiz boşa gitmemiş olur.

Son…

Kadının yazdıklarını okudum. Sanki onca çileyi bizzat çekmemiş de uyduruyormuş gibi yazmış. İç dünyasına, yaşadığı dehşete dair neredeyse hiçbir şey yok. Varsa yoksa ben. Böbürlenmedim değil elbette. Ama bu durumda bir işimize yaramayacaktı. Şu tırnağını yiyen ekip üyesi vardı ya. Öğrendiğimize göre kurbanlara acımış ve içeceklerine oldukça güçlü bir sakinleştirici koymuş. Yaşadıkları dehşet karşısındaki tepkisizliklerinin sebebi buymuş demek ki. Bu durum her şeyi değiştirirdi gerçi. Sakinleştiricinin etkisi olmadan tüm bunları bir daha denemek gerekebilirdi. Fakat yine de bununla uğraşmak istemiyordum. Sıkılmıştım. Çok sinirlendim elbette. Önce, yeni kaçırdığımız kadını serbest bırakmasını söyledim. Bunu sevinçle kabul etti. Adam tam bir hain. Akşama doğru ben de ormana gittim. Bir mızrakla pislik herifin işini bitirdim. Ormanda çalı çırpıdan çok bir şey yok. Mızrak yapmak kolay. Üstelik film senaryolarından birisi için de gerekliydi.Bu arada kadın da gün boyunca kurtulma ümidiyle koşturup durmuştu. Nereye gideceğini de tahmin ediyordum elbette. Genelde hep o ağaçsız, kel araziye doğru koşarlar.Elli metre ötede bir çukurda sinmiş kalmıştı. Gözü elimdeki mızraktaydı. İnsanlığından eser kalmamıştı. Tıpkı bir hayvan gibi hareket ediyordu. Hâlâ algıları yerinde mi diye kontrol etmek için bir şeyler yapmayı denedim. Dans edercesine hoplayıp zıpladım. Abuk subuk hareketler yaptım. Bundan etkilenmişe benziyordu. Yüzündeki ifadeden hoşlandım. Hiç bozmadan o şekilde yanına doğru gittim. Bir yandan da kameraya alırsam iyi bir çekim yakalayabileceğimi düşünüyordum. Belki de sağlam bir korku filmi olurdu. Ne de olsa herkes normal bir film olduğunu düşünerek izleyip geçecekti… Peki, ben bunları niye mi not alıyordum? Hiç, yalnızca günlük tutmayı seviyorum.

Haluk Çevik

"Bu gidişle son nefesine dek akademik eğitimine devam edecek olan 84 doğumlu bir yüksek mühendis."

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for ebuka ebuka says:

    Merhabalar;

    Öncelikle elinize sağlık. Heyecan verici bir gerilim öyküsü olmuş. İçinde mistik öğeler de barındırıyor. Önceki iki öykünüzden farklı, içerik odaklı bir çalışma gibi geldi bana. Üstelik dil de daha sade.

    Görüşmek üzere bol selamlar…

  2. Merhaba,

    Öykünüzde değindiğiniz konu insanların ne kadar vahşi olabileceklerini hatırlatıyor. Herkes ne kadar farklı yorumlar getirmiş öykülerinde ayın temasına. Sayenizde farklı bir pencereden bakmış olduk. Emeğinize sağlık, görüşmek dileğiyle…

  3. Merhabalar,

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
    Bana sorarsanız bu öykü diğer dört öyküme göre çok zayıf kalıyor (Kasıtlı olarak böyle yaptım diyebilirim). Örneğin gerilim bence ilk öykümde daha fazlaydı. Mistik öğeler ve örtülü mesajlar, semboller ise bir önceki öykümde çok çok fazlaydı.
    Ama bu öyküyü de en azından yazması ve okuması kolay oldu sanırım. İyi mi olmuştur kısmına ise pek bir şey diyemeyeceğim. :slight_smile:

    Sağlıcakla

  4. Merhaba,

    Yorumunuz için teşekkür ederim.
    Galiba insanoğlu ekseriyetle vahşi de “persona, alter ego, vs” derken işi kotarıyor işte.

    Sağlıcakla,

  5. Merhaba

    Korku öğeleri barındıran, gerilim kokan öyküleri çok seviyorum. Kaleme aldığınız öykü bana kendi yazdığım bir öyküyü hatırlattı, tema denk gelirse paylaşırım belki.

    Fikir çok güzel elinize sağlık ama bazı fazlalıklar gözüme çarptı ve belki anlam kayması olarak niteleyebileceğim anlatımlar.

    Bildiğim tek şey … Ya da almıştılar… Benim tek bildiğim… Hatırladığım en son şey…

    Bakın bunları ard arda tek bir paragrafta kullanmışsınız. Üşenmeden saydırdım, 31 defa “şey” yazmışsınız.Halbuki eminim daha farklı kelimeler bulabilirsiniz.İşte bu “şeyler” öyküyü bence zayıflatan “şeylerden” biri. Almıştılar - Almışlardı.

    Bulabildiğim solucanları ve diğer her türlü iğrenç şeyi

    Eğer yer altı yaratıklarını tarif ederek metninizi zenginleştirmek istemiyorsanız en azından okuyucuya “elime gelen/parmaklarımın ucunda kımıldanan ne olduğunu hayal bile edemediğim kaygan küçük yaratıkları tiksinerek yiyorum” gibi bir cümle verebilirsiniz. Bu yaratıkları “afiyetle” o durumda yemezsiniz :slight_smile:

    Bu öneklemelerimi lütfen yanlış anlamayın, sadece ne demek istediğimi daha açık ifade edebilmek için yazıyorum.

    Katilin güncesinde kadını nasıl yakaladığını ve cesedin yanına koyduğunu yazmışsınız ama kurban güncesinde kadın en son araba kullandığını hatırlıyor. Yani metnin aşağısındaki ve yukarısındaki kadınla ilgili o bölüm çelişkili. İsterseniz siz de tekrar bakın.

    Uykum kaçınca yazayım dedim :slight_smile:

    Öykü fikrinizi, mızrağı işleyişinizi, dilin sadeliğini beğendim. Eminim siz de okuyunca, yukarıda değindiğim noktaları göreceksiniz. Sade bir okuyucu olarak paylaşmak istedim.

    Kolay gelsin

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

8 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for MuratBarisSari Avatar for ebuka Avatar for Muge_Kocak Avatar for Arokan Avatar for Haluk_Cevik Avatar for kucukrengeyigi

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *