Öykü

Kapı

Uzun bir yolun başlangıcında nasıl kaybolacağını düşünürken derin bir nefes çekti içerisine. Titrek. Uzun bir seyahat olacaktı ama başladığı bu serüvenin küçük kalbini titretmesi yeterliydi. Heyecan onun gibi küçük varlıkların, özgürlüğü gibiydi. Adım atacaktı ve kaybolacaktı.

*Nereye?*

Çevresine baktı. Kimse yoktu bu boşlukta. Kim konuşmuştu?

Sessizce adımını atacağı anda tekrar bir ses duydu.

*Neden?*

Kendi çevresinde bir tur döndü. Sonra duraksadı. Neden?

Nereye sorusundan daha çok ilgilendirmişti onu. Neden gidiyordu ki? Gideceğim dedi içinden, kendimden bile kaçıp uzunca bir süre arayacağım fazla olanı, şu içimdeki huzursuzluğu bulacağım.

Hâlâ adımını atamadan eşikte bekliyordu.

Neden sorusunun insanların tüm hayatındaki gerçekleri değiştirmesi ne kadar tuhaftı. Bir sebebin peşinde hayatını bitiren insanların adanmışlığının korkusu gibiydi gerçeklik. Korkunun insanoğlunun en ilkel duygusu olması gibi, gerçeklik korkunun farklı algılanmasıydı, farklı farklı hissedilen aynı şeydi. Bunları hissetmesinin sebebi içindeki heyecanın korkusunun temelini oluşturmasıydı.

Her anımıza eşlik eden korkunun varlığını hissetmek zor olmasa gerek. Mutluluğumuzu; kaybedeceğimiz korkusuyla, endişemizi; tedirgin eden şeylerin korkusuyla, korkusuyla, korkusuyla…

O kadar çok korkusuyla kelimesi vardı ki hayatımızda, her duygunun başlangıcında olmasa bile bitirdiklerimizin sonunda davet ediyorduk korkuyu.

Adımını atamıyordu bir türlü, halbuki bu yolculuğun kendisine gitmesi gerekiyordu çünkü bu serüven bir arayıştı. Arayışına korkuyu dahil etmek istemediği kadar içine alıyordu yaşamının. Kopamadığı bu karanlık uzun süredir peşindeydi. Düşündüklerinin fazlalığını kim durduracaktı kendinden başka?

Hâlâ adımını atamadan eşikte bekliyordu.

Beklemek eyleminin en iyi dostu korkunun kendisiydi. Neden hareket etmezdi ki bir insan, neden beklerdi? Fiziksel bir eylem olarak değil sadece, yaşamak ve hissetmek için de neden bu kadar beklerdi insanlar? Önünde duran beyaz kapı ona sonsuzluğunu vereceğini bile bile her baktığında neden içini buz gibi bir karanlık doldururdu?

*Bak buradayım.*

Arkasını döndü. Evet, oradaydı. İçindeki bu korku, ruhunun gölgesinde durmuş küçük çocuk gibi beyaz elbisesi ve kısa saçlarıyla ona el sallıyordu.

*Ben Gölge.*

Kıkırdadı küçük kız.

*Uzunca takip ettim. Doğduğundan beri. Beni unutmandan korkuyorum.*

Korkunun korkması kadar acınası bir şey olabilir miydi? Unutulmanın korkutuculuğu.

İçinde tuttuğu öfkenin patlayacağını Gölge’nin bildiğini hissediyordu. Ne de olsa varlığının başlangıcından itibaren kendi karanlık yansımasının tüm kötü hislerini karşılayan bu küçük kız, kendisini daha iyi biliyordu.

Neden bileğindeki zincirleri çözmüyordu? Daha fazla köle olmak istemeyen yaşamının özgürlüğünü elde etmesine ramak kala, paslanmış demirlerin parlayarak ilk haline döndüğünü izlemek ona ağır geliyordu.

*Biraz da gerçeklerden bahsedelim mi?*

Usulca oturduğu yerden indi, kapıya yaklaştı. Yüzünde tebessümle kapattı beyaz kapıyı, kendisine olan yolu. Sonra yaklaştı ve yavaşça elini tuttu. Çekiştirdi onu toplamış olduğu yatağına ve uzanması için harekette bulundu.

Küçük kız da kollarına sarılarak yüzünü göğsüne gömdü.

Çıkılmamış onca yolun fazlalığından bahsederdi ya insanlar, çok uzakta değillerdi. Kendisi de öyleydi. Korkusunu gölge yapmış, şimdi de sarılıp uyumuştu. Beklemek çok cezbedici görünüyordu.

Bir şeyler olmasını bekleyen insanların, aslında eyleme geçmeyen insanlar olduğunu bilmek çok yazık. Korkuların kapıları kapattığı bu zamanlarda gerçekliğin ürkütücülüğü, çok soğuk gerçekten.

İnsanlar pek bir üşüyen varlıklardı.