Alevler…
Ejderhanın ağzından çıkan ve her yanını kuşatarak ona dünyada yaşayabileceği en büyük acıyı tattıran alevler… Hissettiği acı tüm vücuduna yayılırken, avazı çıktığı kadar bağırdı. Zihnindeki her şey kararmaya başladığı o an omuzuna düşen yağmur damlasıyla irkildi. Odin sonunda yüzüne gülmüş müydü?
Woren, hana girer girmez uygun bir masa bulup uyumaya başlamıştı. Geçmişte yaşadığı bu kötü anıyı rüyasında tekrar yaşarken, hancı onu dürterek uyandırdı. Woren kafasını kaldırıp ne olduğunu anlamak için hancıya baktığında, hancı irkilerek bir adım geriye gitti; Woren’in yüzünün büyük kısmı yanmıştı ve lanetlenmiş çirkin bir yaratık gibi görünüyordu.
“Helheim’in kötü ruhları tepemde zıplasın ki, on yıl önce ölen büyükannem bile senden daha güzel görünüyordur şimdi. En azından bir maskeyle yüzünü gizle be adam!” dedikten sonra tiksinerek Woren’e baktı. Woren bir kısmı erimiş kısık göz kapaklarını daha da kısarak hancıya sert bir bakış attı;
“Bir maskeyle gizlemek mi? Hayır… Çirkinliğimi herkesin görmesini istiyorum… Görüp benden tiksinsinler ki bende beni bu hale getiren o kadim yaratığı unutmayayım. Bu yüzden bana istediğin kadar iğrenerek bakabilirsin, dediğim gibi bu beni intikam için daha da kamçılıyor.” dedi ve avucunun içindeki iki gümüş sikkeyi masaya vurdu.
Hancı şüpheli gözlerle Woren’i süzmeye devam ederken iki gümüşün karşılığı olarak elindeki maşrapadan masadaki kadehe bira doldurdu.
Hancı, “Ne yani sana bunu bir yaratık mı yaptı? Fafnir[1]’le mi karşılaştın be adam?!” dedi ve bir kahkaha patlattı.
“Fafnir yalnızca efsanelerde anlatılır. Sigurd[2] ne kadar gerçekse o da o kadar gerçek ama ben artık Odin’i bile sorgular oldum; beni neden sebepsiz yere lanetleyip yüreğime ejderhaların peşine düşecek cesareti verdiğini merak ediyorum?”
Hancı söylediklerine pek inanmamış gibi gözlerini kısarak Woren’i süzdü; “Ejderha mı? Sen beni aptal sandın herhalde, ejderhaların yok olduğunu bir çocuk bile bilir. Daha biranı bile içmeden sarhoş oldun sanırım.”
“Khadda Rughsa’yı görene kadar bende inanmıyordum, efsane diyordum. Yaşlıların anlattığı bir masaldan ibaret olduğunu düşünüyordum. Ama alevlerini üzerime kusarken oldukça gerçekti…”
“Khadda Rughsa demek? Gözümle görmeden böyle bir şeye asla inanmam… Her ay muhakkak senin gibi bir kaç palavracının yolu düşer bu hana… Onu boş verde bir kadeh birayla burada masa işgal edip şöminenin sıcağında uyuyabileceğini sanıyorsan aldanıyorsun… Yiyecek olarak ne istiyorsun?”
“Neyin var?”
“Asıl senin neyin var, keseni bir açta görelim kaç gümüşün var ejderha avcısı!..”
Woren’in iki gümüş dışında hiç sikkesi yoktu. Birasından içmeye devam ederken, birazdan kovulacağı bu handan sonra nereye gideceğini düşünüyordu.
Hancı, “Başka sikken yok değil mi? O zaman burada da işin yok!” dedikten sonra Woren’i kolundan tutup yerinden kaldırdı. Yumruğunu tam Woren’in yüzüne indirecekken arkadan uzanan bir el Hancının bileğini yakaladı. Bu Orrin’di, civarın en yiğit, amansız savaşçısı.
Orrin,“Her şey paramı Balki, kenara çekil şöyle… Bu arkadaşın tüm içtiği yediği benden bu akşam…” dedikten sonra Balki’yi ittirdi ve Woren’in karşısında ki tabureye oturdu.
Woren, bu mert adamı meraklı gözlerle süzüyordu; ilk bakışta uzun saçları, gür sakalı, pazılarındaki cesaret dövmeleri ve savaş yaraları dikkat çekiyordu. Sonra önündeki biranın yüzeyinde yansıyan yüzüne baktı; yanarak erimiş yüzünden sanki çirkinlik akıyordu. Hancı söylediklerinde haksız değil diye düşündü.
“Adım Orrin, Dul Bırakan da derler… Nice savaşlar gördüm, çokca da yağma ama hiç bir zaman seninki gibi bir yara almadım. Bilirsin savaş yaraları bizim tılsımlarımız gibidir; şanslısın Valkyrie’ler seni nerede ve nasıl ölürsen öl Valhalla’ya götürecekler. Skol! [3]” diyerek kadehini Woren’e kaldırdı.
“Skol…”
“Dediğim gibi daha önce bir çok savaş gördüm ama bir ejderha ile savaşmadım. Ejderhaların inlerinde altın ve mücevherlerin dağ gibi yığılı olduğundan bahseder efsaneler hep. Eminim Kada Runsa’nın da çok hazinesi vardır.”
“Khadda Rughsa.”
“Adı her neyse işte, çok hazinesi var mıydı?”
Woren, Orrin’i süzmeye devam ediyordu. Karnı guruldarken bir yandan Orrin’in niyetini anlamaya çalışıyordu. Tam bu sırada Orrin hancıya seslendi;
“Bize biraz geyik eti getir Balki!”
Woren uzun zamandır yemek yemediği için, gelen etleri başını tabaktan kaldırmadan yemeye başladı. Bir yandan birasından içiyor, bir yandan da boğazına dizilen etleri göğsüne vurarak yutmaya çalışıyordu. Ancak et bitince kafasını kaldırdı ve gözlerini Orrin’in tabağına dikti. Orrin daha yemeye başlamamıştı bile. Tabağını yavaşca Woren’e doğru itti ve Woren tam tabağı alacakken geri çekti.
“Çok hazinesi var mıydı diye sordum?”
“Hazine mi? Gördüklerime hazine demek haksızlık olur… İstersen içinde yüzebileceğin kadar fazla altın vardı ve fazlasıyla mücevher.”
Orrin cevabın karşılığı olarak tabağı tekrar Woren’in önüne ittirdi. Artık Orrin’in gözleri parıldıyordu.
“Bu ejderha, Kada Runsa… ne kadar iriydi; dört-beş adam uzunluğunda mı? Yoksa bir yelken direği yüksekliğinde mi?.”
“Adı Khadda Rughsa… O kadar heybetliydi ki, kanatlarını açtığında güneş yeryüzünden çekilmiş gibi karanlığa boğuluyordu her taraf. Bir yelken direği onun boyunu anlatmak için yetmez… Bir tabak daha et.” dedi ve boş tabağı yalayarak uzattı.
“Onunla nerede karşılaştın…”
Woren pis pis sırıtmaya başladı; “Bu bir zehirdir Orrin Dul Bırakan… Khadda Rughsa’nın dul bıraktığı kadın sayısı inan seninkinden çok daha fazladır. Onu alt etmek imkansız gibi bir şey, senin ne düşündüğünü senden önce bilir, iri cüssesine rağmen bir serçe gibi çeviktir ve kanatları o kadar güçlüdür ki uzaktaki denizlerde bile fırtınalar kopartır.”
“Bu anlattıklarına onu kendi gözümle görmeden inanmam… Uzun süredir savaşmadım ve yeni bir maceraya yelken açacak sebep arıyordum. Her viking adına şiirler okunsun ister ama o şiirlerde Dul Bırakan Orrin diye değil Ejderha Boğazlayan Orrin olarak anılmak bana daha cazip geliyor doğrusu. Rehberim ol ve gidip onu birlikte haklayalım, sende intikamını al!”
“Cesaretlisin Orrin, bir o kadar da güçlü. Ama Khadda Rughsa benden çok şey alıp götürdü. Böyle bir yolculuğu kaldıramayacak kadar tükenmiş haldeyim. Kılıç tutacak, yay gerecek ellerim yok artık.” diyerek kuru bir ağacın cılız dalları gibi görünen, üzeri yanık ellerini Orrin’e gösterdi ve konuşmaya devam etti;
“Bırak bir kılıcı şu kadehi tutarken bile zorlanıyorum. Ama istersen sana bir kese altın karşılığında onun yerini gösteren bir harita çizebilirim.”
“Savaşamayacağını biliyorum ama asıl tecrüben benim için önemli… Şu hana baksana, ejderhayla savaşmayı bırak sence kaçı bir ejderha görmüştür. Savaşmana gerek yok, sadece benimle gelmeni istiyorum. Bana rehber ol ve gidip Kadan Runsa’yı alt edelim.”
“Khadda Rughsa!”
Orrin, “Ne haltsa, beni gördükten sonra ölü ejderha olarak anılacak artık.” deyip kahkaha atarak kadehini havaya kaldırdı; “Sigurd gibi yıkanacağım o ejderhanın kanında, ha haa Sigurd gibi! Benimlesin değilim mi?” dedi ve kadehini havaya kaldırdı.
“Bunu biraz düşünmeliyim Orrin, tekrar o şeytanla karşılaşmak ister miyim bilmiyorum… Bana biraz zaman ver.”
* * *
Woren tüm gece ne yapması gerektiğini düşünürken, Orrin iki fahişeyle uzun bir gece geçirmiş ve sızmıştı; bu yüzden Woren odasına geldiğinde hala uyuyordu.
“Orrin… Orrin!”
“Vay kimler gelmiş, bakın hanımlar bu dostum Woren… Böyle göründüğüne bakmayın tam bir vikingdir, ejderha avcısı bir viking.” dedikten sonra birden aklına unuttuğu bir şey gelmiş gibi; “Alt kısımlar sağlamsa bir fahişe de sen al istersen.” dedi kahkaha atarak ve yanındaki fahişeyi dudağından öptükten sonra ekledi “Bunlar ölüyü bile diriltir.”
“Seninle geleceğim Orrin, seni Khadda Rughsa’ya götüreceğim. Ancak gemi ve diğer ekipmanlar için epey altına ihtiyacımız olacak.”
“Altın kısmını bana bırak, yeter ki sen bizi şu ejderhanın olduğu adaya ulaştır.”
Orrin, Woren’in kararı üzerine hemen adamlarını toparladı ve kuzeydeki büyük liman kasabasına doğru yola çıkmak için hazırlıklara başlamalarını istedi. Bir geceyi yolda geçirecek ve bir gecede liman civarında kaldıktan sonra buldukları ilk gemi ile Khadda Rughsa’nın yaşadığı kuzeydeki adaya doğru yola çıkacaklardı.
Uzun bir süre at üstünde yolculuk ettikten sonra havanın kararmasıyla kamp kurmaya karar verdiler. Toplam yedi kişiydiler, Orrin’in adamları hemen bir kamp kurdu ve yanlarında getirdikleri keçiyi kesip ateşin üzerinde çevirmeye başladılar. Orrin heyecanla Woren’in yanına yanaşarak;
“Woren, sana gerçekten imreniyorum… Çok konuşkan bir adam değilsin ama bize hikayeni anlatmanı istiyorum, bu adamlarıma ve bana cesaret verecek.”
Woren kadehindeki birayı bir dikişte içtikten sonra koluyla ağzını sildi ve ateşin başında oturanları süzdü. Kamp ateşinin parıltısı ve gecenin karanlığı birleşince yüzü daha da ürkütücü görünüyordu.
“Demek hikayemi dinlemek istiyorsunuz. Onu size anlatacağım ama bu size cesaret mi verecek yoksa yüreğinize korku mu salacak onu bilemem.
On-on beş yıl önceydi, o sıralar Stoa adında ki bir kasabanın kalesinde muhafızdım, her şey kalenin surlarında dolaşırken denizde bir karartı fark etmemle başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bunun bir tahta parçasına tutunmuş kazazede olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. Surların dibindeki kayıklardan birini aldım ve hemen yanına vardım. Adam günlerce denizde sürüklenmiş ve güneşten kavrulmuştu. Kayığa çektikten sonra mataramdan biraz su verdim ve kendine geldi ama durumu hiç iç açıcı değildi.
Adam Hammerfest’li bir balıkçıymış, iri bir balinanın peşine takılıp kuzeye doğru yol almaya başlamışlar. O kadar çok kuzeye gitmişler ki artık gemideki tayfa tedirgin olmaya başlamış ama kaptanları ısrarla balinanın peşini bırakmamış. Balinayı tam yakalayacakları sırada etraf birden geceye kesmiş, üzerlerine çöken bu karanlık Khadda Rughsa’nın kanatlarının gölgesiymiş aslında; bunu kısa bir süre sonra öğrenmişler. Ejderha zehirli alevlerini kusmaya başlamış ve gemiyi alabora etmiş. Sonrasında koca balinayı denizin içinden pençeleriyle çekip almış ve gözden kaybolmuş.
Bunu duyduktan sonra artık uyuyamaz olmuştum, efsanelerde anlatılan o yaratığın gerçekten yaşadığını bilmek bende büyük bir macera isteği yaratmıştı. Onu görmek ve mümkünse öldürmek istiyordum. Genç bir adamdım, gücüm yerindeydi ve kılıcıma güveniyordum. Hemen kaledeki görevimden affımı isteyerek kuzeye doğru yola çıktım. Bir süre kendime bir gemi yapmak için Gamwik yakınlarında kaldıktan sonra yanıma genç bir yaver alarak yola koyuldum. Balıkçının anlattığı gibi gidebildiğim kadar kuzeye gittim. Benim onu değil, onun beni bulacağını düşünüyordum ama beklediğim gibi olmamıştı, uzun bir süre daha yol almaya devam ettim ve daha once belkide kimsenin ayak basmadığı lanetli, karanlık ve izbe bir adaya vardım. Adanın ortasında tepesinden dumanlar tüten bir dağ vardı; Helheim’in dünyadaki yansıması gibiydi bu ada.
Çok geçmeden Khadda Rughsa kendini gösterdi. Sanki geldiğimi hissetmiş ve bana gövde gösterisi yapıyordu. Gizlenerek bir kaç gün boyunca onu izledim, yuvasını öğrendikten sonra bir gece gizlice yuvasına sokuldum. Yuvasında olduğunu düşünüyordum ama mağaranın içi boştu. Etraftaki altınların ve mücevherlerin güzelliğini seyre dalmışken, ensemde sıcak bir rüzgar hissettim ve arkama döndüğümde olanca heybetiyle Khadda Rughsa karşımdaydı. Oraya gideceğimi sanki biliyormuş gibi beni beklemiş sonrada sinsi sinsi yanıma sokulmuştu. Onu gördükten sonra tüm cesaretimi kaybetmiştim, çünkü yaverim mağaraya gelemeyecek kadar cesaretsiz genç bir delikanlıydı ve bende tek başıma onu alt edemeyeceğimi anlamıştım. En azından hazinesinden biraz yanıma alıp, sonra daha fazla adamla geri gelmenin hayallerini kuruyordum ki bir anda öyle güçlü kükredi ki dünyanın başıma yıkıldığını sandım. Öleceğim aşikardı, cesaretimi toplayıp kılıcımı çekmekten başka çarem yoktu. Alevler püskürtmeye başladığında gözümü karartarak ona doğru koştum ve alevlerin içinden fırlayıp kılıcımı gözüne sapladım.
Vücudum fena halde yanmıştı ama ona unutamayacağı bir ders vermiştim; bu onu öldürmeyecekti ancak bana onun yanından kaçabilmek için zaman kazandırmıştı. Ejderha acı içinde homurdanırken, bende mağaradan çıkmadan önce alabildiğim kadar altını aldım ve kaçmayı başardım ama peşimi bırakmaya niyeti yoktu. Adadan biraz uzaklaşmıştım ki yıldırım gibi bir anda ortaya çıkarak gemiyi paramparça etti ve genç yaverimin kafasını koparıp, cesedini denizin dibine yolladı. Denize atlamıştım ve gemiden arda kalan bir kaç tahta parçası beni görmesini engellemişti. Yine aynı tahta parçalarına tutunarak günler sonra karaya çıkmayı başardım. Gözümü açtığımda aynı bulduğum balıkçı gibi kıyıya vurmuştum.”
Orrin bu kez kadehini bu kahraman adam için kaldırdı. Şimdi her ne kadar bir cüzzamlı gibi herkes ondan kaçsa da geçmişinde çoğu savaşçıya nasip olmayacak bir macera yaşamıştı.
“Çok yaşa Woren, anlatılsın hikayen genç vikinglere ve ilham olsun kılıçlarına. Skol!”
Ateşin başında bolca keçi eti yiyip, bolca bira içtikten sonra, tüm savaşçılar uykuya daldı. Sanki savaşlarda ve yağmalarda onca insanı katleden, kılıçtan geçiren onlar değilmiş gibi yüzlerine yakışmayan garip bir masumiyetle uyuyorlardı. Kim bilir rüyalarında neler görüyorlardı?
…Khadda Rughsa tüm heybetiyle Orrin’in karşısında duruyordu. Orrin telaşla kılıcına uzandığında, eline bir yılanın dolandığını gördü ve yılan gittikçe büyüyerek tüm vücuduna sarılmaya başladığında artık nefes almakta zorlanıyordu. Bu sırada ejderha bir heykel gibi hareketsiz öylece karşısında durmaya devam ediyordu, pul pul derisi sanki mermerden yontulmuş gibi sert görünüyordu; ağzından çıkan ateşler bir anda Orrin’i çepe çevre sardı…
Orrin nefes nefese uyandı ve gördüğünün rüya olduğuna sevinerek, baş ucundaki matarasından biraz su içti. Bu sırada adamların arasında bir karartının dolaştığını fark etti. Daha yakından bakmak için yaklaştığında; karartının Woren olduğunu anladı.
Woren aniden dönüp Orrin’i görünce hem korkmuş hemde şaşırmıştı;“Sende duydun mu Orrin?”
“Neyi duydum mu?”
“Garip bir hırlama sesiyle uyandım, sanırım bir yaban domuzu…”
Orrin biraz etrafa baktı ve elindeki meşaleyle yerde iz aradı ama hiç bir şey yoktu.
“Sanırım birayı fazla kaçırdık ikimizde, bende Kada Runsa’yı gördüm rüyamda.”
“Khadda Rughsa!”
Orrin her defasında üşenmeden onu düzeltten Woren’e ne diyeceğini bilemedi ve boş boş baktıktan sonra; “Yarın yolumuz uzun, yatsak iyi olacak!”
* * *
Sabah erkenden yola koyulan kafile, kahramanlık şiirleri okuyarak ve geçmişte yaşadıkları büyük savaşları abartılı bir şekilde anlatarak, liman kasabasına doğru yola koyuldular. Liman kasabası Viking topraklarının en kuzeyinde yer alıyordu. Genelde balıkçılıkla geçinen halkı güneyden gelen pazarcılarla balıklarını takas edip meyve, buğday ve kumaş alıyorlardı. Kasaba limanın etrafına yayılmış bir ya da iki katlı küçük taş evlerden kuruluydu. En büyük bina kasabanın ortasındaki “Balina Kılçığı” adındaki handı. Kafile kasabaya vardığında güneş neredeyse batmak üzereydi.
Woren,”Güneylilerin pazarını geçtikten sonra önünüze çıkan ilk sokağın sonuna kadar yürüyün zaten karşınıza çıkacak. Civarda başka han yok. Bende bu sırada limana gidip müsait gemi var mı bir bakayım.” dedi ve limana doğru yöneldi.
Orrin, “Bizde seninle gelelim, gemicileri ikna etmemiz daha kolay olur.” dedi ve belindeki kılıcının kabzasını kavradı.
“Zorlu bir deniz yolculuğu ve sonrasında zor bir sınavınız olacak. Hana gidin ve keyfinize bakın. Yılın bu zamanı limanda çok gemi olur ve balık mevsimi de geçti. İkna olmaları çok zor olmayacak.”
Tüm işsiz güçsüz balıkçı tayfası ve zevkine düşkün adamlar handa toplanmıştı. Çünkü Balina Kılçığı sadece bir han değil aynı zamanda bu kasabanın tek kerhanesiydi. Savaşçılar içeriye girdiklerinde, biraları yarı çıplak kadınların servis ettiğini görünce zevkten dört köşe oldular. Uzun bir gece onları bekliyordu.
Woren hana geldiğinde, eğlencenin dozu iyice artmıştı. Ulu orta masaların üzerinde sevişip, kadınların göğüslerine bira döküp içiyorlardı. Woren hancı başının yanına gidip ona bir şeyler anlattı ve sonra Orrin’in yanına geldi.
“Rogue Gris adında güzel bir gemi ayarladım, yarın öğleden sonra demir alıyoruz. Hancı başıyla da şimdi konuştum. Odalarınızı ayarladığını söyledi istediğiniz zaman odalarınıza çekilebilirsiniz; yarın zorlu bir gün sizi bekliyor dinlenseniz iyi olacak.”
Orrin, “Woren, biz güneylilere benzemeyiz… Savaşçı dediğin içer, düzüşür ve öldürür. Sen git uyu istersen ama ben sabaha kadar içmeye devam edeceğim.” dedi ve kadehi kafasına dikti.
* * *
Sabahın güneşi hanın odalarını aydınlatırken, Orrin başındaki zonklamayla uyandı. Her şeye rağmen güzel bir gündü, beline sarılmış fahişeyi ittikten sonra yataktan kalktı ve pencereden dışarıya baktı.
“Lanet olsun neredeyse öğle olmuş!.. Gemi neredeyse demir alacak. Kıyafetlerim, kıyafetlerim nerede!.. Kılıcım da yok!”
İlk önce fahişelerden şüphelenmişti ama yatağında ki fahişe hala mışıl mışıl uyuyordu. Kendini çıplak bir şekilde odadan dışarıya attığında diğer çıplak savaşçılarla karşılaştı. Hemen alt kata inip hancı başını buldu.
Hancı başı, “Umarım hizmetimizden memnun kalmışsınızdır beyim.” diyerek güler yüzlü bir şekilde selamladı Orrin’i.
“Alay mı ediyorsun? Geceleyin hepimiz soyulmuşuz.”
“Soyunacaksınız tabi. İyi yapmışsınız soyunmadan nasıl sevişiyorlar hayret ediyorum, ferah ferah sevişmek dururken.”
“Soyulduk, soyulduk!… Soyunmadık. Yani sevişirken soyunduk tabi ama… Eeeh! Kime anlatıyorum! Woren nerede?”
“Woren size iyi dileklerini iletmemi istedi, odalarınızın ve fahişelerin ücretini ödeyip az önce handan ayrıldı.”
Orrin, hancı başının yakasına yapıştıktan sonra; “Ne demek handan ayrıldı! Yoksa… Tabi yaa… Ne kadar aptalım. Ne tarafa gitti o orospu çocuğu çabuk söyle!”
“Bir at arabasıyla güney kapısına doğru gidiyordu beyim. Gerçekten sizi o mu soydu?”
Orrin ve savaşçılar çıplak bir şekilde pazardaki kalabalığın garip bakışları arasında güney kapısına doğru koşturuyorlardı. Bu sırada yanından geçtikleri kumaş tezgahını fark eden Orrin, çekip kumaşlardan birini aldı. Orrin kumaşı beline bağlamaya çalışırken, güneyli pazarcı kendi dilinde arkasından bağırıyordu; “ Dugse khad, khadda rughsa ze!”
Orrin demir atmış bir gemi gibi olduğu yerde kala kaldı ve pazarcıya doğru koştu;
“Ne dedin sen?”
“Eee.. Hiç bir şey beyim… Bir şey demedim…”
“Kadan Runsa’mı dedin sen.” dedi ve adama sıkı bir yumruk geçirdi.
“Khadda Rughsa, Khadda Rughsa dedim beyim.”
“Her ne haltsa! Sen nerden biliyorsun Khadda Rughsa’yı.”
“Beyim ben güneyliyim, bizim geldiğimiz yerde herkes Khadda Rughsa’yı bilir. Katiller ve hırsızları Khadda Rughsa’da cezalandırırlar bizim topraklarımızda.”
Bu sırada hancı başı Woren’in ona fazladan verdiği kesedeki gümüşleri sayıyordu. Woren’in hancıdan istediği tek şey; gece savaşçıların içkilerine sızmaları için bir iki şey karıştırması ve sorulduğunda az önce çıkıp güney kapısına doğru gittiğini söylemesiydi. Oysa Woren, Orrin ve savaşçılardan çaldığı altınlarla çoktan Rogue Gris adındaki gemiyle Galya’ya doğru yelken açmıştı bile.
* * *
– 17 yıl önce –
“Suçlu Woren Erpsson; iki gün önce hırsızlık maksadı ile evine girdiğin Tüccar Arnor’un evinde bir köle ve Arnor’un öz oğlu Svafar’ı öldürmekle suçlanıyorsun! Khadda Rughsa’nın adaletine güveniyor musun?.”
Woren onu izleyen kalabalığı ve tüm bunları söyleyen kralın baş rahibini süzdü. Kendini bildi bileli hırsızlıkla hayatını kazanmıştı ama şimdi yolun sonuna gelmişti. Khadda Rughsa taştan oyulmuş bir ejderha heykeliydi ve suçlular heykelin karşısındaki kaideye zincirlerle bağlandıktan sonra, heykelin içindeki mekanizma suçlunun üzerine ateş püskürtürdü. Eğer suçlanan kişi sağ bir şekilde bu cehennemden kurtulursa suçsuz olduğuna inanılır serbest bırakılırdı ama şimdiye kadar kimse bu işkenceden kurtulamamıştı.
“Khadda Rughsa’nın adaletine güveniyorum!” diye bağırdı Woren.
Rahip gözleriyle cellata onay verdi ve Khadda Rughsa’nın ağız kısmındaki kaide tutuşturuldu. Şimdi içeriden körüklerle püskürtülen yağ karışımı alevle tutuşacak ve efsanelerde olduğu gibi taştan oyulmuş ejderha Woren’in üzerine ateş kusacaktı.
Ejderhanın ağzından çıkan alevler her yanını kuşatarak Woren’e dünyada yaşayabileceği en büyük acıyı tattırıyordu. Hissettiği acı tüm vücuduna yayılırken, avazı çıktığı kadar bağırdı. Zihnindeki her şey kararmaya başladığı o an omuzuna düşen yağmur damlasıyla irkildi. Sıcak ocağın üzerine düşen damlalar gibi coslayarak buharlaşıyorlardı. Gözlerini açıp gökyüzüne baktı. Odin sonunda yüzüne gülmüştü. Bir anda rahip elini kaldırdı ve ejderhanın ağzı kapatıldı. Rahip, Kralın kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra, Kral tahtından kalkarak halka seslenmeye hazırlandı, bu sırada yağmur iyice hızını artırmış ve sağanağa dönmüştü;
“Odin’in bize söylemek istediği bir şey var. Yağan bu yağmur, ondan bize ulaşan tanrısal bir işaret… Bugün burada olan herkes bilmeli ki bu günahkar adam her ne suç işlemişse Yüce Odin’in huzurunda onu affediyorum. Onun için en büyük ceza ömrünün sonuna kadar vücudunda bugünün izlerini taşıyacak olması. Yüce Odin hepinizi kutsasın.”
[1] İskandinav mitolojisinde adı geçen bir ejderha
[2] Mitolojide Fafnir’i öldüren ve kanında yıkanan kahraman
[3] “Şerefe”
- Akineri - 1 Mart 2021
- Aquanis - 15 Nisan 2019
- 184 Dakika - 15 Şubat 2018
- Aura - 17 Mayıs 2017
- Khadda Rughsa - 15 Mart 2017
“İşte! Yazabilmeyi dilediğim öykü budur!” dedirttiniz bana. Tek kelime ile mükemmeldi. Bu ay, sizin yazdığınız gibi bir öykü yazmak istemiştim ancak bir türlü tatmin edici konu bulamadığımdan dolayı farklı bir şey yazdım, o yüzden ortaya çıkan eseri kıskandığımı söylemem gerekiyor. Bir iki tane yazım hatası gözüme çarptı ama göz ardı edilebilir. Bazı yerleri okurken ise kahkaha attırdınız bana. 🙂
Özellikle, “Helheim’in kötü ruhları tepemde zıplasın ki, on yıl önce ölen büyükannem bile senden daha güzel görünüyordur şimdi. En azından bir maskeyle yüzünü gizle be adam!” okuduğumda bir türlü sonraki paragrafa geçesim gelmedi. Tekrar tekrar okudum, tekrar tekrar güldüm. Ayrıca Dul Bırakan deyimini de az gülmedim. Harika bir öyküydü. Ellerinize sağlık, kaleminize kuvvet.
İltifatlarınız için çok teşekkürler, bende yazarken çok eğlendim doğrusu. Mükemmelik haddimize değil tabi ama elimden geldiğince eksiklerimi kapatmaya çalışıyorum.
Okuduğunuz ve yorum yazdığınız için teşekkürler.
Muhteşem ve şaşırtıcı bir sondu. Resmen nefes almadan okudum. Çok keyifliydi, kaleminize sağlık.
Beğenmenize sevindim, zaman ayırıp okuduğunuz ve yorum yazdığınız için teşekkürler.
Merhaba;
Film gibi bir öyküydü; Osman Eliuz öyküleri gibi bu bağlamda. Birkaç yazım yanlışı var bağlaç kullanımında, sanırım gözden kaçmışlar. Temayı güzel kullanmışsınız. Öykü konusu gayet güzeldi, işleyiş de -biraz müstehcen rahatsızlığı vardı- keza öyle. Açılış ve kapanış çok iyiydi. Taş ejderhalı ceza yöntemi fikri size aitse, çok özgün buldum, yaratıcı. Kurgu başarılıydı.
Kısacası beklediğim gibi bir öyküydü kaleminizden. Emek verilmiş, titizlikle yazılmış, yaratıcı ve başarılı bir öykü.
Kaleminize kuvvet.
Yorumun için çok teşekkür ederim,
“Biraz müstehcen rahatsızlığı vardı” demişsin, tam anlayamadım; hikayedeki müstehcenliği fazla mı buldun? Yerinde ve dozunda olduğunu düşünüyorum ben. Taş ejderhaya gelirsek, evet fikir bana ait.
Öykünün formatına uygun; okur kaynaklı bir rahatsızlık.
Helheim’in kötü ruhları tepemde zıplasın ki çok beğendim öykünüzü 😀 Sayın Öznur film gibi oluşuyla benim öykülerime benzetmiş, ayrıca sevindim, zira güzel bir öykü. Metni tekrar bir gözden geçirirseniz kusurlu kısımları halledeceğinizden eminim. Sonu farklıydı, güzel düşünmüşsünüz, renk katmış. Gelecek seçkilerde de görüşebilmek dileğiyle.
🙂 Beğenmenize sevindim,
Birilerinin hilkayelerimi okuyor ve beğeniyor olması gerçekten çok güzel bir duygu. Sonraki hikayeler için de cesaret verici. Zaman ayırıp yorum yazdığınız için teşekkürler. Bir sonraki seçkide görüşmek üzere 😉
“En azından bir maskeyle yüzünü gizle be adam!”
“Bir maskeyle gizlemek mi? Hayır…”
Yukarıda diyalogda aynı kelimeyi tekrarlamamak gerek diye düşünüyorum, gel gör ki siz tüm cümleyi alıp kullanmışsınız. Örnek vermek gerekirse:
“En azından bir maske tak be adam!”
“Gizlenmek mi? Hayır…”
Bu şekilde hem kahramanınızı her lafı tekrar eden bulaşıkçı zekasından yükseltip ona bir karakter kazandırırsınız, hem de bu uğraş isteyen çözüm yüzünden kendinizi zorlayıp yaratıcılığınızı geliştirirsiniz.
“Görüp benden tiksinsinler ki bende beni bu hale getiren o kadim yaratığı unutmayayım.”
“Khadda Rughsa’yı görene kadar bende inanmıyordum.”
Harf hatası yapılabilir, ama tekrar okumalarında mutlaka “de” bağlacına dikkat edilmeli ki, bu işin daha başında olduğunuz düşünülmesin.
Hancı şüpheli gözlerle Woren’i süzmeye devam ederken iki gümüşün karşılığı olarak elindeki maşrapadan masadaki kadehe bira doldurdu. “Ne yani sana bunu bir yaratık mı yaptı? Fafnir[1]’le mi karşılaştın be adam?!” dedi ve bir kahkaha patlattı.
Yukarıdaki iki paragrafı birleştirir ve “Hancı” kelimesini kaldırırsan akıcılığı kesmemiş olursunuz.
“Khadda Rughsa’yı görene kadar bende inanmıyordum, efsane diyordum. Yaşlıların anlattığı bir masaldan ibaret olduğunu düşünüyordum. Ama alevlerini üzerime kusarken oldukça gerçekti…”
Harika bir anlatımınız var, ama sanki biraz ürkek davranıyorsunuz gibi. Son cümleyi bir de şöyle okuyun, “Ama üzerime kustuğu alevler oldukça gerçekti…” Yani dolaylı yoldan ejdarhanın gerçekliğini anlatırsanız hem kullandığınız mizah daha etkili olacak, hem de anlatımınız saçaklanacaktır.
Uslunuz oldukça farklı, güzel anlar yaratabiliyorsunuz. Fakat 2800 kelimelik bir öykü ki, uzunluğu bakımından pek davetkar gözükmüyor. Eh yorum yapılırken de pek didiklenemiyor, genel yargılarla geçiştiriliyor gibi. Eğer kendinizi yeterli görüyorsanız ortada hiçbir sorun yok. Ama kaleminizi daha da sivriltmek istiyorsanız, okunacaktan ziyade yorumlanabilecek öyküler yazılmalı diye düşünüyorum.
Geçen ay öykünüzü okumak istemiştim. Fakat öykünüz uzundu ve maalesef yeterince zaman bulamadım. Bu ay da en azından ilk bölümü okuyup bir fikir sahibi olmak istedim. Dediğim gibi nitelik bakımından parlıyorsunuz, ama öyküdeki fazlalıkları kırpmalısınız ki bu niteliğiniz öne çıkabilsin, sadece satırlar arasında kalmasın.
Elinize sağlık, gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Öncelikle söylemeliyim ki yolun daha başında bir yazarım 🙂 toplamda 15-20 öykü yazmışımdır şimdiye kadar.
Yaptığınız yorumlar için çok teşekkür ederim. Bir sonraki hikayemi yazarken aklımda olacaklar.
Kelime sayısı olarak kendime bir sınır çizmiyorum. Hikayede anlatılacak ve değer katacağını düşündüğüm şeyler varsa yazıyorum.
Hikaye uzundu ve okumak için zaman bulamadım demişsiniz; saygı duyuyorum. Bir önceki hikayem gerçekten çok uzundu böyle bir platform için.
Ancak sizinde bilmenizi isterim; hepimizin farklı işleri var (istisnalar olabilir belki), hobi olarak yazıyoruz ve en azından kendim için şunu söylemeliyim ki yazdığım hikaye bir aylık bir sürede ortaya çıkıyor. Sizin okumak için kaybedeceğiniz zamanın 20-30 katını harcıyorum. Tabi ki kimse yorum yazmak hatta hikayelerimizi okumak zorunda bile değil ama bunu olumsuz bir şeymiş gibi yazmanızı yadırgadım.
Gelecek seçkide görüşmek üzere,
Merhaba, aynı şeyleri tekrarlamamak adına arkadaşların yazdığı yorumlara katılıyorum. Güzel yazmışsınız beğendim. Ellerinize sağlık ve kaleminize kuvvet. Gelecek seçkilerde görüşebilmek dileğiyle… 🙂
Okuduğunuz ve yorum yazdığınız için teşekkür ederim.