Öykü

Akineri

“…Sicim teorisini anlayabilmek için öncelikle hadron parçacıklarının davranış şekillerini bilmemiz gerekir. Hadronlar proton ve nötronlar gibi birleşik parçacıklardır. Bunlar vücudumuz ve evreni meydana getiren bildiğimiz maddenin temelidir ve güçlü nükleer kuvvet taşıyıcısı gluonlarla birbirine bağlanan kuarklardan oluşurlar. Birleşik parçacıklar derken, kuark ve antikuark birleşimlerinden oluşan mezonların da bu sınıfa girdiğini unutmayın.”

Profesör Logelhaand, öğrencilere sicim teorisi ile ilgili bilgiler aktarıyordu; holografik ekrandaki “hadron” kelimesini sanal bir kalemle daire içine aldıktan sonra konuyu pekiştirmek için sınıfa soru sormaya hazırlanıyordu ki öğrencilerden birinin yanı başında yanıp sönen ünlem işaretini fark etti. Bu uyarı öğrencinin odaklanma problemi yaşadığını gösteriyordu.

“Ee… Bay?.. Bay Akineri… İsminizi umarım doğru telaffuz etmişimdir.”

“Aslında, Akıneri ama herkes Akineri der; sorun değil efendim.”

“İlginç bir isim, anlamı nedir acaba?”

“Türkçedeki akın kelimesinden geliyor; savaşlarda düşmana ilk saldıran asker olarak çevirebiliriz.”

“İlginç… Neyseki günümüzün üstün medeniyet seviyesine sahip toplumları artık savaşmıyor Bay Akineri, konumuza geri dönersek; sizden hadron sınıfına giren birleşimleri saymanızı istesem…”

Akineri, profesörün ders boyunca anlattıklarının tek kelimesini bile dinlememişti. Tam bu işten nasıl sıyrılacağını düşünürken o anda uzaktan bir patlama sesi duyuldu ve sınıf görüntüsü bir anda yok oldu. Az önce herşeyiyle tam bir sınıf gibi görünen Akineri’nin evi şimdi gri, boş duvarlardan ibaretti. Dışarıya göz atmak için yerinden kalktığında bulunduğu evin pencereleri olmadığını hatırladı. Odasındaki herşey gibi pencereleri de sanaldı ve onlar da yok olmuştu. Eliyle deux çipine birkaç kez dokundu ama çip tekrar etkinleşmiyordu; sanal gerçeklik lenslerinde “enerji kesintisi” uyarısı yanıp sönüyordu. Elektronik bir sesin ardından lensleri tekrar aktif oldu ve Akineri’nin evi yeniden sanal bir sınıfa dönüştü. Profesör Logelhaand, “Global kablosuz enerji ağında nedeni belirlenemeyen bir patlama olduğu bilgisini aldık.” diye açıklama yaparken bir patlama sesi daha duyuldu ve sınıf görüntüsü tekrar kayboldu.

Deux çipi enerjisini global kablosuz enerji ağından alıyordu ve bu patlamalardan enerji ağına bağlı tüm çipler etkilenmişti. Buna benzer bir durum yirmi yıl önce, Akineri küçük bir çocukken yaşanmıştı. Akineri bu bahaneyle babasıyla şehirde küçük bir geziye çıkmıştı ve o gün babasının ona aldığı rengarenk rüzgâr gülünü hâlâ saklıyordu.

Akineri bir süre hiçbir şey yapmadan öylece gri duvarları seyretti. Günlerce kredi biriktirip aldığı holografı, evini dekore ettiği her şey hatta çocukluğundan kalan çerçeveli fotoğrafı bile sanal görüntülerden ibaretti ve hepsi yok olmuştu. Rengarenk rüzgâr gülü dışında herşey alabildiğine gri ve donuktu. O an sanki etrafındaki gri duvarların onu küçük bir böcek gibi ezmek için hareket etmeye, kıpırdanmaya başladıkları hissine kapıldı ve kalp atışları hızlandı. Biraz daha evde durursa kafayı sıyırması içten bile değildi. Dış kapıya doğru yöneldi; dışarıya çıkmak istiyordu ama kapı kilitliydi ve aynı lenslerinde olduğu gibi kapının üzerinde de “enerji kesintisi” uyarısı yanıp sönüyordu. Akineri derin bir nefes alıp kapıya sert bir tekme attı. Kilit kısmının aralandığını görünce kapıya olanca gücüyle bir tekme daha attı ve bu kez açmayı başardı.

Asansöre doğru yürürken gözlerinin önünde “deux” logosu belirdi ve lensleri tekrar aktif oldu. Kullanıcı arayüzünde bir uyarı belirdi: “Sanal sınıf uygulaması başlatılsın mı?” Akineri zihin dokunuşuyla bu uyarıyı kapattıktan sonra asansörle metro katına indi; zaten odaklanamadığı dersten iyice soğumuştu. Şehrin ortasındaki parkta biraz yürüyüş yapmanın ona iyi geleceğini düşünüyordu.

İstasyonda kısa bir süre bekledikten sonra metro geldi ve Akineri boş gördüğü ilk yere oturdu. Akineri metronun hareket etmesini beklerken, karşısında oturan ve yeni bir ilişkiye açık olduğu, yanında yanıp sönen kalp ikonundan belli olan dekolte kıyafetli, sarışın kadın Akineri’ye bir zihin mesajı gönderdi.

Akineri’nin deux arayüzünde “Jojo sana zihin mesajı göndermek istiyor.” uyarısı ve karşısındaki kadının fotoğrafı belirdi.

Akineri kadını baştan aşağı süzdü, gerçekten güzel, hoş bir kadındı. Günü kötü başlamıştı ama bu kadınla birlikte harika bir final yapabilirdi. Mesajı tam cevaplayacakken, Akineri istasyon platformunda koşarak metroya binmeye çalışan bir kadını fark etti ve yerinden fırlayıp kapının kapanmasını engelledikten sonra seri bir hareketle kadını içeriye çekti. Oturduklarında kadın nefes nefeseydi. Metro hareket ettiğinde istasyona güvenlik drone’larının geldiğini gören Akineri, “Banka mı soydunuz yoksa?” diyerek yanındaki kadına gülümsedi ama sonra aklına az önce şehirde yaşanan patlamalar geldi ve tedirgin oldu.

“Banka soymak mı? Bunu yapılacaklar listeme eklemeliyim…” dedi kadın gülümseyerek. “Şu enerji kesintisinden dolayı istasyona kaçak girdim ve bilirsin işte lanet drone’lar hiçbir şeyi affetmiyorlar,” diye ekledi. “Bu arada adım Tadia…”

“Akineri, memnun oldum.”

“Öğrenci misin? Aa gerçi öğrenci olsan şimdi derste olurdun değil mi? Saçma bir soru oldu.”

“Aslında öğrenciyim, sadece dersi kırdım… Hatta evin kapısını da kırdım.”

“Havalıymış. Gerçekten dersten mi kaçtın, öğrenciyken ben de hep yapmak istemişimdir ama bir türlü cesaret edememiştim.”

Bir sonraki istasyona gelince metro tekrar durdu ve bulundukları vagona bir güvenlik drone’u girdi. Drone’un oturan insanları taramaya başladığını gören Tadia, Akineri’nin omzuna dokundu ve Akineri ona doğru döner dönmez dudaklarına yapıştı. Tadia öpüşürken bir yandan eliyle Akineri’nin boynunu, saçlarını okşuyordu. Sanki eliyle bir şey arıyor gibiydi; bir an eli Akineri’nin deux çipine değdi ve kısa süre Akineri’nin lens bağlantısı kesildi. Akineri o an aynı evi gibi gri bir kutuda yol aldığını fark etti ve Jojo ile tekrar göz göze geldi ama Jojo bu kez güzel sarışın bir kadın değil, saçları dökülmüş, orta yaşlı, bıyıklı bir adamdı. Akineri, “Bu şehirde gerçek olan ne var acaba,” diye düşündü kendi kendine ve aklına az önce öpüştüğü Tadia geldi, acaba nasıl bir şey ile öpüşmüştü ama Tadia’ya doğru döndüğünde onun çoktan gitmiş olduğunu gördü. Tadia bir sonraki vagona geçmiş ve kapanmak üzere olana kapıya doğru koşuyordu. Son anda metrodan çıkmayı başarmıştı ama drone’lar peşindeydi ve Tadia kalabalığın arasına karışamadan drone’lardan biri şok silahıyla onu vurup durdurdu.

Akineri, metrodan inerken hâlâ şaşkındı. Yaşadıklarına hiç bir anlam veremiyordu; Tadia neden kaçıyordu? Sadece metroya kaçak bindiği için drone’lar onun peşinde olabilir miydi? Belki de gerçekten o patlamalarla bir bağlantısı vardı? Tüm bu sorular, parkta yürürken de sürekli zihninde dönüp durdu. Bir süre yürüdükten sonra boş bir banka oturdu; şehir buradan harika görünüyordu; inanılmaz yükseklikte gökdelenler, uçan arabalar, düğüm atılmış dev kurdelaları andıran hiper otoyollar. Gerçekten büyüleyici bir şehir vardı karşısında ama etrafındaki her şey gibi bunların da sadece sanal bir gerçeklikten ibaret olduğunu bilmek insanın tadını kaçırıyordu. Kendini, peki gerçekte nasıl bir yer bu şehir sorusunu sormaktan alamıyordu. O an artık etrafında sanal şeyler görmek istemediğini düşündü. Teninde hissettiği güneşin gerçekten gökte olup olmadığını bile bilmiyordu ya da esen rüzgâr sadece basit bir efektten mi ibaretti. Eliyle deux çipini sıkıca kavradı ve tam çekip çıkaracağı sırada yanında daha önce hiç tanımadığı bir adam belirdi.

“Hey, hey sakin ol dostum. O çip nano versalit bağlarla fiziksel olarak beynine bağlı; çıkardığın anda sinir sistemin çöker ve boş bir et yığınına dönüşürsün.”

Akineri panikle yanındaki adamı eliyle ittirmeye çalıştı ama adam sadece sanal bir görüntüden ibaretti. Akineri’nin eli holografik görüntünün içinden geçti; adam bir hayaletten farksız gibiydi.

“Ha haha… Hangi yüzyılda yaşıyorsun dostum. Bu sadece holografik bir yansıma, adım Geno. Şimdi sakinleşip derin bir nefes al ve söyleyeceklerimi iyi dinle. Metroda Tadia ile temas ettin ve o da güvenlik merkezinden çaldığı tüm kaynak erişim kodlarını sana aktardı.”

Akineri, hemen Tadia ile öpüştüğü anı ve çipine dokunmasını, lens bağlantısının kısa bir süre kesildiğini hatırladı ama hâlâ olanlara bir anlam veremiyordu. “Güvenlik merkezine girmeniz imkânsız orası Dünya’nın en güvenli yeri.”

“Dünya’nın en güvenli yeriydi! Enerji ağları çalışmadığında derme çatma bir kulübeden farksız.”

“Enerji ağını siz patlattınız!”

“Zeki çocuk! Şimdi konumuza dönersek, şu an tüm insanlara ait kaynak erişim kodları çipinde yüklü ve kısa bir süre içinde güvenlik drone’ları peşine takılacak. O kodları bir an önce bana ulaştırman gerekiyor.”

“Güvenlik drone’larına teslim olup sizi deşifre etmek, tüm gerçekleri anlatmak dururken, neden böyle bir şey yapayım.”

“Onlarda anlattıklarını anlayışla karşılayıp, bizi yakalayıp, seni serbest mi bırakacaklar; anında fişini çekerler! Kendini ne sanıyorsun sen, bu şehirde yaşayan milyonlarca basit insandan birisin sadece. Sana aktardığımız kodlar senden çok daha değerli. Üstelik o kodlar sub-data olarak aktarıldı, bizim dışımızda hiç kimse o bilgilere çipine ve dolayısıyla sana zarar vermeden ulaşamaz.”

Akineri kısa bir süre düşündü ama bu içinden hemen çıkabileceği bir durum değildi. Şu an bu durumda olmaktansa Profesör Logelhaand’dan on saat aralıksız fizik teorisi dinlemeyi tercih edebilirdi.

“Diyelim ki kabul ettim, seni nerden bulacağım?”

“Sana birazdan bir link göndereceğim, o linke zihin dokunuşu yapman yeterli. Gerisini ben halledeceğim,” dedikten sonra Geno’nun holografik görüntüsü bir anda kayboldu.

Akineri bankta oturmaya devam ederken, parka giriş yapan güvenlik drone’larını gördü. Panikle koşup uzaklaşmaya hazırlanıyordu ki lensin arayüzüne bir mesaj yansıdı. “Uzaktan bağlantıyı etkinleştirmek için linke zihin dokunuşu yapın.”

Akineri’nin başka seçeneği yok gibiydi ve Geno’ya güvenmek zorundaydı. Linke zihin dokunuşu yaptığında yeni bir uyarıyla karşılaştı. “Uzaktan erişen kişi sizi, hareketlerinizi tamamen kontrol edebilir ve yaptığı tüm eylemlerden yasal olarak yine siz sorumlu olursunuz. Onaylıyor musunuz?”

Akineri uyarı mesajıyla kendine gelmişti. Hayır, bu şekilde bir teröristin kuklası olamazdı. Teslim olacak ve güvenlik birimlerine her şeyi açık açık anlatacaktı. Sonuçta bu şehirde yaşayan, tüm kurallara uyan bir vatandaştı. Kendinden emin bir şekilde oturduğu yerden kalkıp drone’lara doğru yürüdü ve ellerini havaya kaldırarak teslim oldu. Drone’lar Akineri’nin yüzünü taramaya başladıktan kısa bir süre sonra mekanik bir ses duyuldu: “Akineri Kocakligil, terörist Tadia Dobrynska ile temas ettiğiniz tespit edildi! Tutuklusunuz!”

* * *

Akineri bir anda kolundaki kelepçelerle kendini sorgulama aracının içinde bulmuştu ve zihninde neler anlatacağını prova ediyordu. Aracın kapısından içeriye yüzündeki ciddi ifadeyle robotları andıran tek bir güvenlik görevlisi girdi ve Akineri’nin çipini çıkarmak için kullanacağı kesici, parçalayıcı aletleri masanın üzerine dizmeye başladı. “Bay Akineri, çalınan kodlar sub-data olarak çipinize aktarılmış; analiz etmek için deux çipinizi fiziksel olarak çıkarmamız gerekiyor. Çipinizdeki kişisel kayıtlarınız veri bankasına aktarılacak ve size operasyon sonrası yeni bir çip verilecek. Bunu onaylıyor musunuz?” dedi ve masanın üzerinde duran aletlerin içinden matkabı alıp, hazırlamaya başladı.

İşler hiçte Akineri’nin düşündüğü gibi ilerlemiyordu, panikle Geno’nun söylediklerini hatırladı: “Bizim dışımızda hiç kimse o bilgilere, çipine ve dolayısıyla sana zarar vermeden ulaşamaz.” Çipin içindeki bilgiler Akineri’den çok daha değerliydi ve bu araçtan canlı bir şekilde çıkması, pembe, tombul fillerin gökte süzülmesi kadar düşük bir ihtimaldi. Geno’nun attığı mesaja ulaşmaya çalıştı ama aracın içinde sinyal kesici vardı ve dışarı ile bağlantısı tamamen kesilmişti. “Ee… Avukatımla görüşmeden böyle bir şeye izin veremem. Vatandaşlık hakkımı kullanmak istiyorum.”

Görevli dudaklarının kenarıyla gülümsedi, “Vatandaşlık hakkı öyle mi? Pekala… Yalnızca bir dakikan var.” Görevli kolundaki holograf cihazını kullanarak sinyal kesiciyi kısa bir süreliğine devre dışı bıraktı. “Süreyi aşayım deme!” dedikten sonra kesici ucu taktığı matkabı çalıştırarak test etti.

Akineri alnından terler süzülürken, deux çipinin arayüzüyle etkileşime geçerek mesajı açtı ve link’e zihin dokunuşu yaptıktan sonra çıkan uyarıyı da onayladı. Kısa bir süre bekledikten sonra bağlantının sağlandığına dair bir yazı belirdi ve Akineri’nin vücudunu artık Geno yönetmeye başladı. “Hey… Mankafa acaba bu güvenlik işini bırakıp bir şekerci dükkanında mı işe başlasan.” dedi ve seri bir hareketle görevliye tekme attıktan sonra sersemleyen görevlinin yüzünü kapı sensörüne dayadı. Lens okuması yapan sensör kapıyı açtı ama o an içinde bulundukları araç yüzlerce metre yükseklikte, havada hareket halindeydi.

Akineri panikleyerek, “Şimdi ne yapacağız! O adam ölmedi değil mi?.. Aman Allahım, ömrümün sonuna kadar kodese tıkacaklar beni!” Geno, “Sakin ol… İlk önce şu kelepçelerden kurtulmalıyız. Bunu ilk defa yapmıyorum,” dedi ve üzerine doğru gelen güvenlik drone’larına baktı. Kısa bir sürede bulundukları noktaya onlarca drone gelmişti. Drone’lar lazer silahlarını ateşlemeye başladığında Geno, Akineri’nin kollarını yukarı kaldırıp, lazer ışınlarıyla kelepçenin parçalanmasını sağladı ve sonra kendini öylece boşluğa bıraktı.

Akineri, “Hiaa!.. Ne yapıyorsun, ölmek için daha çok gencim!” diye haykırdı ve bir alttaki havayolunda giden quadcar’ın üzerine düştü. Geno aracın camını dirseğiyle vurup kırınca, Akineri, “Aah! Kontrol sende olabilir ama acısını ben hissediyorum!” diyerek Geno’ya çıkıştı. Geno ise durmak bilmiyordu, sürücüyü arabanın içinden çekip aldıktan sonra öylece boşluğa bırakıverdi; zavallı adam çığlıklar atarak onlarca metreden yere çakılmıştı.

“Hey ne yapıyorsun, o adamın bir suçu yoktu.”

“Çılgın dünyama hoş geldin Akineri, burada tek bir kral var… O da benim…”

“Şimdi ne yapacağız peki kral! Tüm güvenlik birimlerini peşime taktın.”

“İlk önce Tadia’yı kurtaralım.”

“Tadia’mı? Çipteki kodların her şeyden önemli olduğunu sanıyordum.”

“Minik serçemi, ürkek kuşumu o piçlerin eline mi bırakacağım?”

Tadia oldukça güvenlikli bir binada tutuluyordu ve Geno’nun buraya girmek için tek şansı vardı; o da quadcar’ı havayolundan çıkarıp güvenlik merkezinin 70. katına ulu orta dalmaktı. Ama quadcar’lar belirlenen yolların dışına asla çıkamazdı. Bunun için ilk önce aracı hack’leyerek kontrolcüyü devre dışı bırakıp quadcar’ı son sürat güvenlik merkezine doğru sürmeye başladı.

Quadcar gürültüyle camları kırarak binadan içeriye girdiğinde, ne olduğunu anlamaya çalışan bir güvenlik görevlisi hemen aracın yanına geldi. Quadcar’dan dumanlar yükseliyordu ve Akineri aracın içinde, başı öne eğik şekilde, hareketsiz, öylece duruyordu; alnından yaralanmıştı ve yüzünden kanlar süzülüyordu.

“Bir Z-78 durumu söz konusu. Kimliği belirlenemeyen x-tipi quadcar yoldan çıkıp 70. kata daldı. Bir yaralı var.” Görevli elindeki silahın ucuyla Akineri’yi dürterek, “İyi misiniz bayım? Beni duyuyor musunuz?” diye sordu.

Bir anda gözlerini açan Akineri, Geno’nun kontrolünde, “Hiç bu kadar iyi olmamıştım!” dedikten sonra adamın silahını elinden aldı ve dipçiğiyle kafasına sert bir darbe vurdu. Yere yığılan güvenlik görevlisi ayağa kalkmaya çalışırken, Geno silahın namlusunu adamın ağzına soktu ve “Tadia’yı nerede tutuyorlar! Konuş ya da cehennemin dibini boyla.”

“Koridorun sonunda! Onu koridorun sonunda tutuyorlar. Yalvarırım bana bir şey yapma, çocuklarım var.”

“O zaman kendilerine yeni bir baba bulmaları gerekecek!”

Güvenlik görevlisinin duvara saçılan beyin parçacıkları yavaş yavaş duvardan aşağıya kayarken, Akineri tüm olan biteni ve Geno’nun yaptıklarını dehşet dolu gözlerle izliyordu. “Sen nasıl bir insansın, adam çocukları olduğunu söyledi. Üstelik sana hiç itiraz etmeden Tadia’nın yerini söyledi.”

“Evet olay da bu… Çok kolay söyledi, hiç itiraz etmedi. Bir güvenlik görevlisi daha dirayetli olmalı.”

“Sen tam bir psikopatsın Geno, şerefsiz bir orospu çocuğusun!”

“Bana bilmediğim bir şey söyle… Bu arada en son ne zaman spor yaptın, vücudun hiç atletik değil. Bazı hareketleri yaparken bir yerin kırılacak diye korkuyorum.”

Koridorun sonuna vardıklarında, Tadia’nın tutulduğu sorgu odasının önünde iki güvenlik görevlisi daha vardı. Küçük bir çatışmanın ardından Geno onları da hakladı ve işte Tadia karşısındaydı. “Tadia sevgilim, seni o kadar özledim ki. Eminim sen de beni özlemişsindir.”

Akineri, “Tadia yanlış anlama bunları Geno söylüyor, ben değil,” dedikten sonra Geno, Tadia’nın dudaklarına ıslak bir öpücük kondurdu; Akineri’nin gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

“Şimdi bir an önc-”

“Tadia sanırım Geno’nun bağlantısı koptu, şuan uzaktan erişim yok görünüyor. Tekrar bağlanmaya çalışıyorum.”

“Güvenlik dışarıdan gelen bağlantıları kesmiş olmalı. Acele etmeliyiz daha kalabalık bir güvenlik ekibi her an gelebilir… Geno’ya gelirsek; sana ne anlattı bilmiyorum ama ona asla güvenme piçin tekidir.”

Tadia’nın Geno hakkında daha anlatacak çok şeyi vardı ama şimdi buna zamanları yoktu. Koridorda koşup, çaresizce bir çıkış yolu ararlarken; asansörleri görünce Tadia’nın aklına bir fikir geldi ve asansörün kapısına sıkı bir tekme geçirdi. Akineri ne yapmak istediğini anlayamamıştı ama aralanan kapıyı açmasına yardım etti. Tadia asansör boşluğundaki kablolara tutunduktan sonra Akineri’ye döndü, “25. katta quadcar garajı var, tek kaçış şansımız orası olabilir,” dedi ve aşağıya doğru kaymaya başladı. Akineri de hiç düşünmeden aynı şeyi yaparak kabloya tutunup kendini aşağı bıraktı. Neredeyse 25. kata ulaşmak üzereydiler ama o sırada asansör kabini yukarıdan hareket etmeye başlamıştı. Bir an önce çıkmazlarsa asansörün altında kalabilirlerdi. Tadia 25. kata gelince ayaklarıyla kendini durdurdu ve kapıyı açıp dışarıya çıkar çıkmaz da Akineri’yi kolundan tutup dışarı çekti. “Fiuuuv… Tadia bir saniye daha gecikmiş olsaydın ölmüş olabilirdim.”

İkiside ter içinde kalmıştı ve nefes nefeseydiler, Tadia gülümseyerek “O zaman ödeştik, sen de aynısını metroda yapmıştın,” dedi.

Hemen garajda bekleyen quadcarlardan birinin camını kırdılar ve dışarıdan bağlantısı kesik olduğu için quadcar’ı kolayca çalıştırdılar ama havalanacakları sırada güvenlik görevlileri bulundukları kata ulaşmışlardı ve bir anda ateş açmaya başladılar. Akineri de silahıyla karşılık veriyordu ama bu konuda çok yetenekli olduğu söylenemezdi. O an çok yakınından gelen bir sesle irkildi ve Tadia kanlar içinde koltuğa yığıldı, göğsünden vurulmuştu. Akineri gaza yüklenip hızla karşılarındaki havayoluna daldı; bir yandan Tadia’yı kontrol ediyor bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. Bu sırada deux arayüzünde bir bildirim belirdi: “Uzaktan bağlantıyı etkinleştirmek için linke zihin dokunuşu yapın.” Artık güvenlik binasından uzaklaşmışlardı ve dışarıdan bağlantıları alabiliyordu.

“Geno tekrar bağlanmak istiyor! O olmadan drone’lar bizi hemen bulur.”

Tadia’nın ağzından kan geliyordu ama yine de güçlükle konuşmaya çalıştı. “Dur! Dur Akineri… Geno insanları hack’leyip kölesi yapmaktan zevk alan sapkın bir orospu çocuğundan başka bir şey değil. Beni ilk ele geçirdiğinde daha genç bir kızdım, günlerce zihnimi kontrol edip beni bir sex oyuncağı olarak kullandı. Şimdi de beni kullanarak kodları çaldı. Seni kontrol etmesine asla izin verme, o kodları ele geçirirse tüm insanları kuklası gibi yöne-”

Geno, Tadia’yı “crack” adı verilen bir nanobot ile hack’lemişti. Crack sentetik bir uyuşturucu gibi çalışıyordu; ilk başta kullanan kişinin vücudunun yüksek miktarda serotonin salgılamasını sağlıyordu ama sonrasında kullanan kişinin deux çipini tüm dış müdahalelere açık hale getiriyordu ve bu şekilde Geno’nun herhangi bir onay almadan istediği zaman Tadia’ya bağlanabilmesini mümkün kılıyordu. Geno şimdi de bu şekilde Tadia’ya bağlanarak Akineri ile konuşmaya başladı. “Akineri bu işten yırtmak istiyorsan, bir an önce kodları bana getirmelisin. Ben olmadan seni saniyesinde bulurlar. Şimdi uslu bir çocuk ol ve uzaktan erişimi aktif hale getir.”

“Öyle diyorsun demek, kodları sana getireyim öyle mi? Tadia bana herşeyi anlattı. Kodlarla neler yapmak istediğini biliyorum artık, seni piç kurusu!”

Akineri, aracın içindeki yansımasına baktı. Şimdiye kadar tamamen sanal şeylerden ibaret bir hayatı olmuştu; var olmayan şeylere sahip olmak için yaşanmış bir hayat. Şimdi bu yetmiyormuş gibi bir de Geno psikopatı yüzünden bir ikilemde kalmıştı. Önünde iki tünel vardı ve tünellerin sonu derin bir karanlığa çıkıyordu.

“Geno şu an beni görebiliyor musun!?”

“Elbette Akineri, elbette seni görüyorum ama çok zamanımız yok Tadia ölmek üzere bağlantımız her an kopabilir. Uzaktan erişime izin ver, şu lanet olası linke dokun be adam!”

Akineri, ani bir hareketle yanındaki silahı kendi şakağına dayadı.

“Akineri saçmalama, bak o kodlar ikimizi de zengin edebilir. Sana yeryüzündeki cenneti yaşatırım. Hayalini kuramadığın kadınlar, lüks quadcar’lar. Bunların hepsine sahip olabilirsin. Saçmalama! Silahı indir.”

Bir el silah sesi, sonrasında quadcar’ın içine saçılan kanlar ve parçalanmış deux çipi. Akineri ölümle kalım arasındaki o anlık çizgide tamamen gri binalardan oluşan şehire baktı. Onlarca farklı tasarıma sahip quadcarlar şimdi birbirinin aynısı gri, çirkin metal yığınlarına dönüşmüştü. Son kez tüm gerçekliğiyle Dünyaya baktığının farkındaydı; güneş bile sanalmış diye düşündü, o devasa güneş ve mavi gökyüzü gitmiş bulutların ardında soluk bir ışıktan ibaret, yarı ölü güneş gelmişti. Tüm bunları görünce, keşke daha önce bu saçmalığa son verseydim diye geçirdi içinden… Teninde o an kırık camdan içeri giren rüzgârın serinliğini hissetti ve kendini tıpkı çocukluğundaki gibi babasının omuzlarında hayal etti, elinde küçük, rengarenk bir rüzgâr gülü.

Kenan Demir

1981 yılında Trabzon’da doğdum. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım bölümünde öğrenim gördüm. Yazdığım fantastik ve bilim kurgu temalı öyküler Kayıp Rıhtım, Öykü Seçkisi ve çeşitli dijital mecralarda yayınlandı. İstanbul’da yaşıyorum ve Kıdemli Arayüz Tasarım Uzmanı olarak çalışıyorum.