Öykü

Kumulların Üzerinde

Rüzgârın kuruttuğu dudaklarını diliyle yalayıp nemlendirmeye çalıştı Verdlan. Havada bir kurşun misali uçuşan kum taneleri kolunda ve bacağında oluşan yaraları kızgın demirle baskılanıyormuşçasına yakıyordu. ‘Şimdi evde, sıcacık su ile dolu küvetin içerisinde uzanıp şampanyamı yudumluyor olmalıydım’ diye düşündü. Kazandığı yarışın ödüllerinden biri de o şampanyaydı.

Ne var ki, bu çöl kentinde yapılan yarışın ardından akşam yapılacak kutlama yemeğinin ayarlandığı otel, çöl eşkıyaları tarafından basılmış ve fidye için kaçırılmıştı Verdlan. Uluslararası bir organizasyonun böylesi acemice şekilde korunması tüm dünyayı ayağa kaldırmıştı. Haber ajansları bu baskını son dakika olarak geçmiş, yarışı birinci sırada tamamlamış olan Verdlan’ın kaçırıldığının duyulması dünya çapındaki hayranları arasında infiale neden olmuştu.

“Biraz su alabilir miyim?” diye sordu Verdlan, başına nöbetçi niyetiyle bırakılmış olan çocuğa. Hepi topu on üçünde ancak vardı çocuk. Verdlan, etrafında dolanan eli silahlı kişilerin önemli bir kısmının da çocuk olduğunu, gözlerinin bağı ilk açıldığında fark etmişti.

“Ölmemi istemezsin değil mi?” dedi.

“Yo, ölmemek lazım sen.” dedi çocuk. “Su verecek ben sen. Ama sen içiyor sadece su olacak, eller ipler çözme yok.” Yarım yamalak konuşuyordu ortak dili. Verdlan’ın söylediğini anlamış olacak ki ona göre kendince yanıtlamıştı.

Çocuğun verdiği suyu bir yudumda içti. ‘Susuzluk ne büyük illetmiş. Suya ulaşamayan milyonlarca insan nasıl yaşıyor bu dünyada?’ diye düşündü. Oturduğu rahatsız sandalyenin arkalığına yaslanmasıyla geri doğru kapaklanması bir oldu. Başını çarpsa da bulundukları yer tümüyle kumul olduğu için adeta bir yastık misali yumuşacık etki etmişti.

“Hey, iyisin sen misin?” diye ayağa fırladı çocuk. Belli ki kendine emanet edilen bu rehinenin hayatta kalması önemliydi.

“Ben böyle zor yaşarım. Ölmemek lazım diyorsun ama bu yerde nasıl olacak o dediğin?” dedi Verdlan. Bir yandan da ağzına giren kumları tükürmeye uğraşıyordu.

“Dur sen, kaldırdım sen, otur şimdi sen.” dedi çocuk. Heyecandan ne diyeceğini bilemiyordu. “Napacaklar sen onlar bilmez ben. Ama sen parasın, çok parasın.”

“Beni para için kaçırmışlardır, tahmin ediyorum bunu zaten. Dünyaca ünlü ralli pilotu ayaklarına gelmiş, kaçırmak istememişler belli ki.”

“Sen kim ralli pilot?” dedi çocuk. Ardından gözbebekleri irileşti, yüzünde adeta ışıltı belirdi. Verdlan bunu görünce çocuğun kendini tanıdığını anladı. Belli ki bu eşkıyalar tarafından esir alınmış bir çocuktu, zaman içerisinde kendilerinden biri haline getirmişlerdi onu ama öncesinde bir hayatı vardı elbet. Okulu vardı, ailesi vardı… Umutları vardı belki de. Televizyonda izlemişti belki bir keresinde Verdlan’ı ve kendisini o direksiyonun başında hayal etmişti.

“Hiç izledin mi ralli?” dedi Verdlan.

“Evet, izledimdim eskisinde evdeykendi.” dedi çocuk. Tüm dikkati Verdlan’daydı şimdi.

“Beni gördün mü o izlediğin yarışta?”

Bir müddet durdu çocuk. Gözleri hafifçe kısıldı, dudağının kenarı hafifçe yukarı kalktı. “Verdlan.” Diye belli belirsiz fısıldadı. Çocuk onu tanımıştı. Demek ki yarış izliyordu önceden.

“Verdlan. Doğru bildin.” dedi Verdlan. “Senin adın ne?” çocukla arasında yakınlık oluşmasını istiyordu; böylece isteklerini gerçekleştirmesi daha kolay olabilirdi.

“Halldek adı benim.” dedi çocuk.

“Bak şimdi Halldek, ben önemli bir kişiyim. Zaten bu sebeple kaçırdılar beni. Ama sen onlar gibi kötü biri değilsin, bu belli.” Çocuğun o bir anlık zaafından faydalanmak istiyordu.

“Ben değil onlar. Sen değil onlar. Sevmez istemez ben onlar.” dedi çocuk.

“Biliyorum, senin istediğin de bu değil. Lakin hayat seni buraya getirmiş. Yine de senin için bir yol hâlâ var. Henüz hayatın başındasın sen.” dedi Verdlan. Sonra çocuğa baktı, gözlerindeki masumiyete, elinde tuttuğu ama kaldırmakta bile zorlandığı tüfeğe baktı. “Ne hayatlar yaşıyorlar burada?” diye düşündü. Çocuğun gözlerinden içindeki düşleri gördü; hayatının güzel olduğu ve olacağı zamanları düşlüyordu çocuk; okula gittiği ve gideceği zamanları, arkadaşlarıyla oynadığı ve yine oynayacağı zamanları düşlüyordu. Verdlan’ı tanıdıktan sonra o aracın direksiyonunda kendinin oturduğunu düşlüyordu; burada, kendi ülkesinde yarış kazandığını, tıpkı Verdlan’ın yaptığı gibi. “Bak çocuk, sen iyi bir insansın. Eğer bana yardım edersen seni bu hayattan kurtarabilirim. Benimle gelip yarış arabası sürmek istemez misin?”

“Sürmek…” dedi çocuk. Gözleri kocaman açıldı, dalıp gittiği hayaller içerisinde sözcükleri yarım kaldı.

“Şimdi ellerimi çözmeni ve bileğimdeki acıdan beni kurtarmanı isteyeceğim senden.” dedi Verdlan. “Baksana, her yerim yara bere içinde.”

“Olmaz.” dedi çocuk. İrkilmiş ve geri doğru adım atmıştı. “Olmaz, olmaz. Ben çözmek olmaz sen eller ipler.”

“Bana yardım et, lütfen Halldek. Eğer bana yardım etmezsen dünya ayağa kalkar, burada savaş bile çıkabilir.” dedi Verdlan. Sesi sert, otoriter ama bir yandan da oldukça samimiydi. Yıllar içerisinde aldığı kişisel gelişim ve liderlik eğitimlerinin etkili olmasını umuyordu. “Herkes ölür Halldek; ailen, arkadaşların, öğretmenlerin… herkes ölür.” Biraz duraksayıp devam etti. “Bunu istemezsin değil mi?”

“Olmaz, olmaz. Ölmez kimse. Ölmez annem, ölmez arkadaş Mnenchu, ölmez kardeş Norrdek.” dedi çocuk. Hızla arkasını döndü, birkaç adım attı ve durdu. Elindeki tüfek yere düşmemek için zor duruyor gibiydi.

“Halldek!” dedi Verdlan. “Bana yardım etmelisin. Etmelisin ki buradan beraberce kurtulalım. Etmelisin ki savaş çıkmasın, uçaklar gökten bombalar yağdırmasın. Etmelisin ki ailen yaşasın Halldek; Mnenchu yaşasın, Norrdek yaşasın.” Durup bir süre bekledi. Ufukta kumlar havalanmış, çöl araçlarının oraya doğru geldiğini haber ediyordu. “Eğer bana yardım edersen, tüm halkın senin sayende yaşayabilir Halldek. Ailen senin sayende yaşayabilir.” Zaten gergin olan çocuğun duygularına oynuyordu.

“Anne kurtardı mı sen?” dedi çocuk. Yavaşça geriye döndü. Verdlan’ın ayak ucuna doğru bakıyordu. Batmakta olan güneşin kızıl ışıkları çocuğun gözlerindeki birkaç damla yaşta ışıldadı. Verdlan kendini kötü hissetti; gerçekten böylesi zorluklar içerisinde yaşama savaşı veren bir çocuğun zihniyle oynayıp kaçmayı planladığı için kendinden utandı. Ufuktaki arabaları süren eşkıyalar kötü ve yaşaması insanlık adına yanlış olan kişiler olabilirdi belki ama Halldek ve onun gibi nice çocuğun yaşamaya hakkı vardı. Doğdukları yer yüzünden kimse bu sefil ve korku içindeki hayatı yaşamak zorunda olmamalıydı.

İçinde kısacık bir sürede yaşadığı yoğun çatışmanın ardından tıpkı yarıştaki keskin bir dönüşte hızlıca verdiği kararlar gibi bir karar verdi. Bu sıcak ve kavruk yerden kurtaracaktı çocuğu. Ve ardından da buranın iyileşmesi için küresel çapta bir organizasyon düzenleyecek, hayatı düzelen tek çocuğun Halldek olmaması için uğraşacaktı.

“Anneni kurtaracağım Halldek, sana söz veriyorum.” dedi Verdlan. Bu kez gerçekten içten söylemişti bunu. “Seni, anneni, arkadaşlarını, kardeşini, herkesi kurtarmak için elimden geleni yapacağım, sana söz veriyorum.”

Sonuçta bir çocuktu Halldek. Karşısındaki kişinin ne derece doğru söylediğini kestirebilmesi çok zordu. Söz konusu ailesi olunca; hayalleri olunca her şey inandırıcı geliyordu.

Usulca yanına gitti Verdlan’ın. Bacağına bağlı kından çıkardığı bıçak yardımıyla elindeki ipleri kesti.

“Kurtardı sen onları muhakkak.” dedi Verdlan’a.

Elleri serbest kalan Verdlan, hızlıca ayaklarındaki bağı da çözdü. Ufka doğru baktı, havada süzülen kumlar epey yaklaşmış görünüyordu.

“Hadi Halldek, gidelim.” dedi. Çocuğun kolundan usulca ama sıkıca tutup adım atmak istedi lakin çocuk olduğu yerde duruyordu. “Halldek! Hadi gitmemiz lazım.”

“Sen gitti, ben kaldı.” dedi çocuk. “Hadi, durmadı sen, gitti. Ben onları oyaladı, sen gitti.” Eliyle ileriyi işaret ediyordu. Verdlan gözleri kocaman açılmış hâlde dona kaldı. Karşısında on üç yaşlarında bir çocuk yoktu da sanki olgun bir adam vardı. Ailesinin yaşayabilmesi umuduyla kendi hayatını hiçe atıyordu.

“Halldek, seni burada bırakmayacağım. Merak etme, aileni kurtaracağız ama şimdi yapmamız gereken buradan gitmek.”

“Sen gitti Verdlan. Şu duvar arkası araç var. Onlar geldi, sen kaçamadı. Ben oyaladı onlar, sen ancak kaçabildi. Beraber gittik, kaçamadık.”

Verdlan’ın tüm vücudu buz kesti. Çocuk Verdlan’ın kaçması için yol gösteriyor, gelenleri yanlış yönlendirmek için kendi hayatını feda ediyordu.

Küçücük bir çocuktu o. Okula gitmesi, arkadaşları ile koşup oynaması gereken yerde ailesi, halkı için hayatını feda etmeye hazırdı. Küçücük bir çocuktu o, daha onlu yaşlarının başında. Kendi ülkesinde o yaştaki çocukları aileleri yalnız başlarına bir yere göndermiyordu bile; Halldek ise yalnız başına ölüme yürümeyi göze alıyordu. Küçücük bir çocuktu o, diğer niceleri gibi; hiçbir suçu olmayan ama en ağır suçluların çekmesi gereken cezalardan daha ağırını yaşamak zorunda kalan. Verdlan gözlerindeki yaşların yerçekimine karşı koyabilmesi için çok uğraş veriyordu.

Ufuktaki toz bulutu iyice büyüdü, araçların motorlarının vızıltıları artık rahatlıkla duyuluyordu.

“Git!” dedi çocuk. Eliyle itekliyordu Verdlan’ı. “Git hadi git.”

Verdlan bir adım atmak zorunda kaldı. Ufka baktı. Araçlar yaklaşıyordu. Çocuk kendini itekliyor, gitmesi için var gücüyle uğraşıyordu.

“Git hadi Verdlan. Git anne kurtar benim. Git öbür kurtar çocuklar. Git kurtar arkadaşlar. Git ve kazan yarış yeniden.”

O çelik gibi sinirlere sahip dünyaca ünlü pilot, dağılmıştı. Ailesi, arkadaşları bir yana Verdlan da kurtulsun istiyordu çocuk. Kendi hayatı artık ne kadar değersiz geliyordu Verdlan’a; çocuğun hayatının kurtarma potansiyeli olan hayatları düşündükçe. Kendisi başarılı, zengin ve popüler bir yarışçıydı. Evet, dünya çapında ünlüydü, sevenleri vardı, hayranları doluydu ama ölse ne olacaktı? Kaç kişinin hayatı değişirdi? Yas tutulur, anma töreni düzenlenir ama hemen ardından kulüp başka bir pilot bulurdu. Sevenleri üzülürdü; bir dahaki sezona kadar. Başka? Ne olurdu ki başka? Peki Halldek ne yapıyordu? Hayatını feda ediyor fakat bunu kimse bilmiyordu Verdlan dışında. Hayatını feda ederek belki de bir ülkenin kaderinin değişmesinde rol oynayacaktı. Artık gözlerindeki yaşlara engel olmuyordu. Ağlıyordu Verdlan; bu adaletsiz dünyanın düzenine ağlıyordu, şu küçücük çocuğun dünyanın geri kalanından büyük yüreğine ağlıyordu, hayallerini ölüme gömen olgunluğuna ağlıyordu.

“Git Verdlan, geldi onlar, sen gitmedi git artık.” dedi çocuk. Elindeki tüfeğin dipçiği ile itmeye çalışıyordu, farkında olmasa da karşısında küçücük kalmış olan o büyük pilotu.

Verdlan ufka baktı, haykırarak ağlamamak için zor tutuyordu kendini artık. Duvarın arkasına doğru gitmeye başladı.

“Git Verdlan. Git ve kurtar onları.” dedi çocuk. Gülümsüyordu! Verdlan daha fazla dayanamayacağını düşündü. Gülümsüyordu çocuk. Ölüme gidiyor ve bunu bile bile gülümsüyordu. “Git Verdlan. Bir yarış kazandın zaman beni hatırında getir Verdlan.” Çocuk yarım yamalak konuşuyordu ama belki de Verdlan’ın o zamana kadar hayatında anlatmak istediği pek çok şeyden fazlasını anlatıyordu. ‘Yarış kazan ve beni hatırla’ Verdlan’ın zihnine bıçakla kazındı çocuğun bu ifadesi. Ailemi kurtar ve beni hatırla…

Bindiği araç çölde ilerlemek için oldukça uygundu. Arkalarında olan tepeliği aşmış ve sınır bölgesine doğru epey yol almıştı. Güneş kaybolmuş hava kararmaya yüz tutmuştu. Lakin yeri ayan beyan belli olmasın diye farlarını açmadan ilerliyordu. Geriye dönüp bakıyor ama kimse görünmüyordu. Kurtulmuş olabilirdi. Uzaklardan iki üç el patlama sesi geldiğini işitti. Çocuğun, söylediği gibi o çöl eşkıyalarını yanlış yönlendirdiği, bu kadar uzaklaşabilmiş olmasından belliydi. Sonrasında ise muhtemelen geri dönmüşlerdi. Patlama sesleri uzun namlulu silahlardan geliyordu. Verdlan hüngür hüngür ağlamaya başladı. Direksiyonu dövüyor, pedalları tekmeliyordu; hayat böyle olmamalıydı. Kendi ışıltılı hayatlarının devam edebilmesi bu yerle bir yaşamlara bağlı olmamalıydı. Dünya adaletsizlikle doluydu, bunu herkes dile getiriyordu. Lakin deneyimlemek… İşte o bambaşka bir şeydi. Küçücük bir çocuk hayatını vermişti, Verdlan ışıltılı hayatına dönsün diye.

“Bu ödülü, hiçbirinizin tanıma şerefine erişmediği ve erişemeyeceği birine adamak istiyorum. Halldek. Bir eşkıyaydı o; zorlanmış bir hayatın yönlendirdiği bir eşkıya. Bundan bir yıl önce alı konulduğumda hayatını hiçe sayarak kurtulmamı sağlayan eşkıya. Uzaktan bakınca ne kolay geliyor bu tanımlamayı yapmak. Lakin benim hayatımda gördüğüm en yüce ruha sahip insandı o. Daha onlu yaşlarının başında olmasına rağmen ne benim ne de buradaki hiç kimsenin asla ulaşamayacağı yüce bir ruha sahip bir insandı. Tek isteği insanların rahat bir hayat sürebilmesiydi. Onu tanımış olduğum için gurur duyuyorum. Ben bu ödülü onun adına alıyor ve bu ödülün adının bundan sonra onunla anılmasını istiyorum.”